@danlann
|
2.BÖLÜM
Soğuk esinti yüzümü yalarken sürüklendiğimi hissediyordum, başımda dayanılmaz bir ağrı vardı, en son neler olmuştu? Bir kez daha çekildiğimi hissettiğimde bir yere düştüğümü anladım çünkü kaburgalarımdan başlayan derin bir sızı bedenimi ele geçirmeye başlamıştı. Bilincimi yavaş yavaş geri kazanıyordum, en son o adamlarla dalaşmıştım ardından biri valizimi almaya gitmişti sonra, Sonra, paket, paketi alıp onlara verecekke- Bir dakika, paket, paket neredeydi, onu kayıp mı etmiştim? Paketi kaybetmiştim! Onu nasıl bulacaktım, nerede nasıl düştüğünü bile bilmiyordumki! Çaresizlik iliklerimi titretiyordu resmen, yavaş yavaş açılan görüşüm hala puslu olsada bir zeminde dizlerimin üzerinde yere bırakılmıştım. Dejavu gibi tekrar saçlarıma asılan eli hissettim, boynumu neredeyse kıracak bir açıyla kendine doğru çeviriyordu kafamı. En son havalimanında darbeden bayılmıştım, o yüzden şu an bana dahada sinirli olduklarını hissedebiliyorum, onlara vakit kaybettiriyordum. Bu adamların başıydı, öyle hatırlıyordum, ama şu an bana olan bakışlarına bakılırsa bir daha onu hatırlamama gerek kalmadan işimi bitirecekti. “Söyle! Paket nerede, nereye sakladın” bir tokat sızısı daha hissettim, yanağım gerçekten uyuşmuştu, o kadar sert vurmaya gerek var mıydı yani? Ağzımdan akan kanı yere tükürdüm kendi kanımda boğulmamak için. Kafamı hafifçe kaldırmaya çalıştım, salona benzer bir yerdi ama mobilyalar fazla gösterişliydi yanı başımda dikilen iki çift ayak görüyordum, kafamı biraz daha kaldırmaya çalıştım ama enseme giren ağrıyla hafifçe inledim. Adamlar gözlerini üzerimden çekmiyorlardı, ve kendime daha çok sövmeme sebep olan şey başımda bekleyen korumanın o dövmeli adam olmasıydı, bana öyle bir kinle bakıyorduki şu durumda olduğum yere sinmememi imkansızlaştırıyordu. İçimden bir ses bu evde kaldığım süre boyunca bu dövmeliyle çok şey yaşıyacağımızı söylüyordu, onun gözlerine bakmak bile ölümü görmeme sebep oluyordu. Beklemediğim bir şekilde üzerime doğru eğilmeye başlayınca korku damarlarımdaki akışı değiştirdi, dövmeli surat bana yaklaştıkça ben sanki kaçacak yerim varmış gibi geriliyordum.“Şimdi söylersen canın acımaz” fısıltı gibi çıkan sesi bir rüzgar etkisi yaratıyordu üstümde. “Be-bende değil diyorum, anlamıyor musunuz? Nerede olduğunu bilmiyorum!” Sona doğru yükselen sesimle kaşları çatıldı ama ben sürünerek biraz daha geri kaçmayı başarıp ayaklanmaya çalıştım. “Ne demek lan nerede bilmiyorum, siktir! Patron bizi öldürecek!” Hızlı konuşmasından dolayı zor anlayabilmiştim cümlelerini ama anladığım kadarıyla bile hayrıma bir şey söylemediklerini biliyordum. Kendimi nasıl açıklayacaktım, gerçekten nerede düşürmüştüm, kahretsin uyurken falan mı düşmüştü acaba?! Onu bir daha nasıl bulacaktım? Bulamazsam en fazla ne yaparlardı? Ben tahmin bile edemiyordum ama onların bildiğine emindim. Bir tıkırtı eklendi etraftaki seslere, kim olduğunu anlamak istemesem bile anlıyordum. O gelmişti. Bu şeyin ne kadar önemli olduğunu veya ne işe yaradığını bilmiyordum, tek bildiğim bunu yanıma bırakmayacaktı. Kaldıramadığım başımın üzerinde bir el hissettim, saçlarımı okşuyordu, ama bu hiç sevgi dolu bir hareket değildi daha çok, evcil hayvanına tasma takmaya çalışan bir sahibin eli gibi hissettiriyordu. “Dediklerimi pek ciddiye almadığını duydum güzel kızım. Hem onun temasından kurtulmak hemde göz göze gelmek için kafamı ondan tarafa çevirdim. “Bilmiyorum! Yemin ederim bilmiyorum, saklamıştım! Gerçekten saklamıştım, ama şu an nerede bilmiyorum!” Çenemdeki kan kuruduğu için ben konuştukça canımı yakıyordu. Bu onun umurunda olmadığı gibi aniden çeneme asılarak yüzümü dahada yukarı kaldırdı. “Bilmiyorsun demek! Demek bilmiyorsun, çocuk mu var senin karşında! Onu bulacaksın, bir haftan var, tüm havalimanınımı ararsın tüm uçaklara tek tek mi binersin, bilmiyorum! Bir haftan var” boğazımdan tuttuğu gibi ayağa kalkmamı sağladı, dengede duramıyordum ama onun karşısında zaten yeterince ezilmiştim, bu kadarı artık canımı yakıyordu. Yüzümü iyice kendine çekti, midem bulandı “Sadece bir hafta güzel kızım.” İyice yaklaşmaya çalıştığında kalan son gücümle çırpınıp onun kollarından kaçtım, ama o pis sırıtış onun yüzünü esir aldığında bunun uzun süreli bir kaçış olmadığını anladım. Geldiği gibi döndü, yaşını bilmiyordum ama dik duruşunun altındaki pis kamburun yaşıyla bir alakası yoktu. Durduğum yerde yalpalamaya başlayınca dövmeli olan kolumu tutup “iyi misin? Ona kafa tutma, canını yakıcak” bu ilgili tavırları dahada sinirimi bozmaktan başka bir işe yaramamıştı.Sertçe kolumu çektim onun ellerinden “neden? Sende öyle yapmıyor musun?” Ona diklenmem sinirini mi bozmuştu yoksa hoşuna mı gitmişti anlayamamıştım ama cevap bile vermeden geri çekilmesi beni sinir etmişti. Ama şu andan itibaren bu boş muhabbetleri bırakıp o paketi nasıl bulacağımı ya da bulabilecek miyim onu düşünmeliydim. O şerefsizinde dediği gibi ilk işim havalimanına gidip aramak olacaktı, ama nasıl? Güvenliğe soramazdım, içinde ne vardı derse ne diyecektim. Bir görevli yardımıyla bulsam içine bakmazlar mıydı? Evet küçük bir paketti ama o kadar küçük bir paket için onları ayaklandırmam daha çok dikkatlerini çekerdi. Korumaların bahçe kapısının önüne geçtiğini görmemle eş zamanlı olarak bir topuk tıkırtısı duyuldu salonda, istemsizce gözlerimi sımsıkı yummuşken buldum kendimi, sanki onun geldiğini bana fısıldayan bir şeyler vardı zihnimde, onu hissetmemi sağlayan her ne ise doğruydu. Bakamıyordum çünkü sanki onun ne kadar değiştini görmek istemiyor gibiydim, sanki onun değiştiğini kendi gözlerimle gördüğümde annem olmayı gerçekten bırakacakmış gibi. Sanki şu an durum çok farklıymış gibi. Korumalar neden ondan uzak duruyordu anlamadım ama ben daha fazla direnemedim, burnumun dibindeyken ona uzak olamadım. Gördüğüm kadın benim annemdi. Değişmişti evet ama aslında hiçte değişmemişti. Çok güzeldi. Ona benziyormuşum, daha önce fark edememiştim ama, ben anneme benziyordum. Koşup ona sarılmak istiyordum, beni arkasında bırakmasını hiçe sayıp onun kollarına sığınmak istiyordum. Onun yüzünden başıma gelmiş her şeyi yine, onun kollarında unutmak istiyordum. Bir adım attım. Bakışları titredi, hala aynıydı tüm hisleri yüzünden okunuyordu. “Büyümüşsün” bu kelimenin ne kadar canımı yaktığını bilseydi tekrar söyler miydi? Tüm kemiklerimi kırk farklı yerden kırsa bu kadar canım acır mıydı bilmiyordum. Ama beni tanımıştı, tanımaz diye ne kadar korktuğumu kendime bile itiraf edemiyordum. “Sen aynısın” onu en son gördüğüm gibiydi hala, sanki yıllar benim üzerime basa basa geçip giderken onun yanından geçip gitmişti. Normal değildik, ne yapacağımızı bilemiyorduk, evet o belkide sadece bunu bilemiyordu belki ama ben artık ondaki yerimide bilmiyordum. Hiçbir zaman küçük bir kız çocuğuymuşum gibi davranmamıştı bana, beni anlamaya çalışmamıştı. Her zaman benim onu anlamamı, onun yaptıklarının doğru olduğunu kabullenmemi istemişti.Eğer yaptığı doğrular ona mutluluk getiren şeylerse neden bana bakan kadının gözlerinde acı vardı, her yaptığı doğru ise neden şu an böyle bakıyordu bana. Benden biraz daha kısaydı, daha zayıf, daha solgundu, ama neden hala gördüğüm en güzel kadın gibiydi. “Sarılabilir miyim?” Hayır, hayır, hayır, sesim bu kadar aciz çıkmamalıydı, bunu bana yapmamalıydı, neden hala ona muhtaç küçük bir kız gibi davranıyordum, artık ona ihtiyacım yoktu, büyümüştüm. Ama içimden bir yerlerden bunun yalan olduğunu bana söyleyen bir şey vardı, her kızın her yaşta annesine ihtiyacı vardır diye yanıldığımı kanıtlamaya çalışıyordu adeta. Cevap vermedi ama kollarını ardına kadar açtı, eskiden o kollar bana hep kapalı olurdu. Daha fazla söze gerek duymadım kendi benliğime ait her şeyi bir kenara bırakıp onun kollarına atıldım, yıllardır bunun hayali vardı zihnimin bir köşesinde. Yıllardır bu kokunun hayaliyle uyumuştum, artık onun nasıl koktuğunu biliyordum. Kolları sırtıma dolandı, etrafımda olan biten her şeyi unuttum bir anlığına, onun bana yaşattıkları, bundan sonra yaşıyacaklarımı, bedenimdeki izleri, her şeyi, her şeyi kenara bırakmıştım o an. Ama bu an çok uzun sürmedi, annem gerçekten değişmemişti. Farklı bir seçenek geldiği an onun için geride bıraktığı ben oluyordum, şu an olduğu gibi. Üvey kız kardeşim gelmişti, ve annem kollarını öyle şiddetli çekmiştiki üzerimden kaburgalarımdaki çürükler canımı acıtmıştı. Bunun olacağını bildiğimi hatılattım kendime, başka seçenek varsa kimse için var olmazdım, her zaman diğeri olurdu. Bilmek canımın acısına engel değildi. Belkiler her zaman can yakardı. Belki yapmazdı, yapardı. Belki bu sefer olmaz, olur. Belki sever, sevmez. Belki görür, görmez. Bu böyleydi, beklentiler can yakardı. Kendimi toparlamak adına boğazımı temizledim, Elena annemin yanındaki yerini almıştı, yüzü babasına benziyordu ama annem ve benim gibi sarışındı, bana aşağılar gibi bakmasına anlam veremezken kaşlarım çatıldı, onun babasının eziyetlerine katlandığım için mi beni hor görüyordu? O zaman fena halde yanılıyordu çünkü ben annem için susuyordum, bana ne yaptığı umurumda bile değildi, bu hayattan bir beklentim yoktu. “Ne bu halin” kız kardeşimin sorusuyla yüzümün ne halde olduğun hatırladım, ardından bir farkındalık dalgası çarptı benliğime, annem yüzümün bu halini sorgulamamıştı bile, bunların olacağını bile bile buraya gelmeme göz yummuştu.Daha fazlasını yapmaz dedikçe hep daha fazlası oluyordu. Ona nasıl baktım bilmiyorum ama bakışlarını benden kaçırıp kızına çevirdi, onun saçlarına olan şefkat dolu dokunuş benim saçlarıma hiç uğramamıştı. “Bilmediğini mi iddia ediyorsun?” Onu iğnelemekten çekinmedim. “Nereden bilebilirim, bunları yaşamaya alışkın gibi duran sensin” acımasızdı, en az korunmasız bir kız çocuğu kadar hazırlıksızdım bu cümleye. Ama en kötü kısmı ona verecek bir cevabım bile yoktu, sessizce yutkundum, bu onun alaycılığını arttırdı. “Kızım çıkıyor muydun? Bugün beraber oluruz diye planlamıştık, unuttun mu?” Az önce sırtımda olan elleri hala onun saçlarını okşuyordu, ama o hiç oralı değildi, annemden daha ağır bir rus aksanıyla “arkadaşlarımla buluşacağım bugün, senle sıkılıyorum.” Bu çok olağan bir şeymiş gibi söylüyordu, annem bile bir tepki vermemişti. Benim sahip olmak için bir çocukluğumu feda ettiğim şeyleri, ellerinin tersleriyle itiyorlardı. Annemin saçlarına dokunmasından rahatsız olmuş gibi biraz geri çekilip eliyle saçlarını yatıştırdı, “burada ne kadar kalacaksın?” Beni istemediğini biliyorum. “Bilmiyorum. Babanla daha konuşamadım bile” konuşamadan o beni tehdit edip gitti diyemedim. Bakışları umursamaz ama bıkkıncaydı, “anladım. İyi, fazla alışma” sabrım taşmıştı, arkasını dönüp gitmeye yeltendiğinde kolundan çektim sertçe. Arkamda hareketlilik hissetsemde hızımı kesmedim. “Benimle düzgün konuşacaksın, emir elin veya kapındaki bu köpeklerden değilim ben senin! İster abla dersin ister demez hiç sayarsın beni, ama beni aşağılamana izin vermiyeceğim” sesimin gürlüğü tablo dolu malikane duvarlarına çarptı. Göz bebekleri büyümüştü benden aniden böyle bir çıkış beklemediğini biliyordum, ama babasıyla ortak olup sabrımı sınıyorlardı. Onların kölesi olduğumu düşünüyorlarsa yanılıyorlardı, ne yapacağımı bilememem onlara muhtaç olduğum anlamına gelmiyordu. Hayat bir tünel gibiydi, bir tüneldeydim ve o tünelin virajlarından birine girmiştim, aydınlık görünmüyordu. Ama aslında virajın arkasında kalmıştı tüm ışıklar, yapmam gereken tek şey, yolu yarıda bırakmadan ve hata yapmadan o virajı dönüp sonrasında çıkacak aydınlığı görmekti. “Bırak! Kimsinki sen? ne işin var bizim hayatımızda!” Cırlamasına aldırmıyorum, gözümde asi bir çocuktu. “Ya senin ne olduğun bile belli değil, neredeydinki bunca zaman. Annem senin adını bile anmadı hiç, şimdi senin burada ne işin var?” Hiç acımadan saydırıyordu sözlerini. Bu noktada bakışlarım anneme döndü, utanmış mıydı hiç? Benim için üzülmüş müydü veya. Hiçim aklına gelmemiştim onca yıl, adımı ağzına almıyacak kadar mı çıkarmıştı beni hayatından.“Bilmediğin şeyler hakkında konuşma.” Sesimi artık çıkaramıyordum bile, çünkü oda haklıydı. Kim isterdi sadece varlığını bildiği, yıllarca görmediği adını bile duymadığı bir ablanın bir anda hayatına girmesini? Kimse, kimse istemezdi. “Git, git buradan çünkü bu aile sana yer yok,” ve arkasını dönüp uzun sarı saçlarını savurarak gitti. Bir ailede yer arıyormuş gibi mi gözüküyordum oradan? Ben yeri geçtim bir aile bile aramıyordum artık. Boş silik bir şeydi benim için bu kavram, onun gidişine bakarken hissettiklerim gibi. Hiçbir tepki beklemediği annem bir anda, “ne yapıyorsun, nasıl onun üzerine bu kadar gidersin!” Diye bana çıkıştığında anlamsızca baktım ona bir kaç saniye. Benim etim kemiğimden sıyrılırken sağır olan kadın, kızı için benden hesap soruyordu “bir daha asla, asla ona böyle davranmayacaksın, zor bir dönemden geçiyor, sınavları var, seninle uğraşmamalı ona anlayışlı olmasın, ablasın sen.” Sinirim kırgınlığımın önüne geçmeye başlamıştı. “Ne diyorsun sen! Ben neler yaşadım ya, ne sınavı, ne zor dönemi! Ne anlatıyorsun bana sen. Benim hayatım dikilirken neredeydin! O insanda, o senin kızında ben neyinim anne! Neyinim ben senin,” üzerine yürüye yürüye konuştum, hıncımı alma isteği bir anda gün yüzüne çıkmıştı. Benim aç olup olmadığımı bile düşünmeye tenezzül etmeyen kadın, kızının içtiği suyu bile düşünüyordu. “Ben. sen yanlış anladın, o daha küçük, okulu var, hiçbir şey bilmiyor” sonda sesi artık bir fısıltıdan ibaretti ve gözleri akmaya hazır yaşlarla dolmuştu. “Anne, bend küçüktüm, beni neden bıraktın” sesimde duygu yoktu. Ama gözlerim ağlıyordu, yaşlar yanaklarıma sicimle akıyordu. “Özür dilerim, özür dilerim” ellerini yüzüne kapatıp bana arkasını döndü, bu kadar kolay gidemezdi. “Hiç mi üzülmedin, sen varken bile neler yaşadım ben gidince neler oldu diye hiç düşünmedin mi?” Yaşlarda durmuştu artık. Kendime her zaman göstermek istediğim kendim gibiydim, güçlü. Ama bu sadece bir maskeydi. “Anne neler yaşadım biliyor musun? Anlatmamı ister misin? En varken beni taciz eden adamlar sen gidince-“ arkasını dönmesiyle kızının saçlarını incitmekten korkan eli yanağımda patladı. Zaten sızım sızım sızlayan yanağım bu tokadı etkisiyle iyice karıncalanmıştı, yüzüme gelen saçlarımı geriye çektim, ama ellerim titriyordu. Acılı bir gülümseme geldi geçti yüzümden, ellerine baktım sadece, o eller hiçbir zaman beni sevmek için kalkmamıştı.Bir adım, iki adım, kafamı kaldırıp bakmadım yavaşça arkamı dönüp bahçe kapısına doğru sakince yürüdüm, “aleyna dur, ben, ben ne yaptığımı anlayamadım-“ daha fazla dinlemedim onu korumaların yanından sıyrılıp bahçeye ilk adımımı attım. Başım dönüyordu, burnum kanıyordu, kaburgalarım içimi deşiyordu ama yürümeye devam ettim, ileride bir aydınlık, bir çıkış varmışçasına yürüdüm ama vardığım bir yer yoktu. Kendimi daha fazla tutamadım ayakta, bahçenin çitlerine geldiğimde bıraktım kendimi yere, kafam yaslandı o çitlere. Benim bir çocukken onun yüzünden yaşadıklarımı o duymaya katlanamıyordu, beni istememesini anlıyordum sanırım, her şeyi arkada bırakıp buraya gelmişken benim gerçekleri yüzüne vurmamı istemiyordu. O unutmak istiyordu her şeyi. Beni de. Bugünden sonra ne yapacaktım, daha ne yaşıyacaktım bilmiyordum. Ama tek bildiğim bu ev benim cehennemimdi artık. O paketi bulmam, buraya neden geldiğimi öğrenmem, ve yaşamam gerekiyordu. Paket olayı yüzünden beni ne için çağırdığını bile soramamıştım. O paket nasıl gitmişti hala anlayamıyordum, düşmediğine emindim, ama yoktu. Bulmamında bir yolu yok gibi görünüyordu ama aramaktan başka şansım yoktu. Bilincim kapanmasın diye çok uğraşıyordum, ama başımın dönmesinden bayılmasam bile acıdan bayılacak durumdaydım. Ama duramadım, daha fazlası için gücüm yoktu. Kaburgamdan giren keskin acıyla gözlerimi açtım “ahh!” Doğrulmaya çalıştım ama göğüslerime uygulanan baskıyla geri yatırılırdım, neler olduğunu algılayamadım bir kaç saniye, akşam olmak üzereymiş gibi bir hava hakimdi odada, gözlerim hızla etrafımı taradı, dövmeli adam, beyaz önlüklü bir adam ve Pavel. Dişlerimi sıkıp onun karşısında daha fazla acımı göstermemeye çalıştım, üzerimde sadece sütyenim var ve doktor kaburgalarıma bir krem sürüyordu, hastaneye götüreceklerini elbette düşünmemiştim ama ağrım bir kremle geçecek gibi değildi. “Tatlım ben evden çıkar çıkmaz karıştırmışsın ortalığı,” yatakta gelen baş ucuma oturdu, keskin parfümünün kokusu genzime dolarken acıyla yüzüm buruştu. “Şşş, çok mu acıdı bakalım canın” bir eli dudaklarıma sürtünüp oradan çeneme inerken “Bırak!” Diye sızlandım, ama boğuk çıkan sesim ve hareket bile ettiremediğim vücudum ona istediğimi yaptıramadı. Eli göğüs aramdan fazlaca yavaş bir şekilde geçip kaburgalarıma yaslandı, her an bir darbe daha gelecek korkusuyla kendimi sıkmaktan terlemeye başlamıştım, ama o bu durumdan keyif alır gibi elinin tersini açık karnımda gezdirdi. “Çek o ellerini, çek!” Bu sefer fazla çırpınmış olmalıyımki elini çekti ama bedeni uzaklaşmadı, dövmeli adam doktora işinin bittiğini söyleyip onu odadan çıkarıp gittiğini görmek için peşinden çıktı.Odada tek kalmıştık. O ve ben. Korku saç tellerime kadar tüm vücudumu harekete geçirmişti, yatakta doğrulup kalkmaya çalışsamda , boğazıma sarılan elle beraber “ dur bakalım, bu kadar kolay kaçabileceğini düşünmemiştin değil mi tatlım?” Yatağa gömüldüm tekrardan. O bana her tatlım dediğinde bir kusma isteği uyanıyordu içimde. Hemen bu odadan çıkıp gitmeliydi, onunla bir kere daha aynı şeyleri yaşamayı kaldıramazdım, midem bulanıyordu, gitmeliydi, bu sefer gitmeliydi. Boğazımı sıkışı nefesimi kesen cinsten olsada baş parmağı boynumu okşamaya başlamıştı “Beni kandırabileceğini mi sandın? Ah hadi ama, zamanında türkiyede olanları ne çabuk unuttum bebeğim, hatırlaman için çok uğraşmıştım oysa” pis nefesi yüzüme yaklaştıkça yaklaşıyordu, ama koluma bağlı olan serumda ne varsa parmağımı bile oynatacak gücü bulamıyordum. “O zamanda dediğim şeyi yapmamıştın hatırlıyor musun? Her zaman asi bir kızdın” diğer eli yüzüme gelen saçlarımda gezindi. Daha fazla tutamadım gözümdeki yaşları, çaresizliğimin simgesi gibi aktılar yanaklarıma. Olacakları biliyordum. “Bırak” sessiz ama çaresizlik dolu bir yakarıştı, onun karşısında aciz bir çocuktum ama bunu engelleyemiyordum, onun yapacaklarının sınırı yoktu. Parmaklarını tarak gibi kullanıp bir anca alnımdan dökülen saçlarımdan geçirdi ve yüzümü daha çok öne çıkardı, bacaklarımda kalan son güçle tekme atmaya çalıştım ama daha ona değdirmeden gücü çekilmiş bacaklarımı yakaladı. “Bazen ne kadar uğraşırsan uğraş sonucu değiştiremezsin bebeğim” bu kendi hıçkırıklarımdan önce duyduğum son sesti, kafasını boynuma gömdüğünde çıkan tüm sesimle çığlık atıyordum. -bazen ne kadar uğraşırsan uğraş sonucu değiştiremezsin- Bir çığlık daha çıkabildi boğazımdan ve o an bulunduğumuz odanın kapısı büyük bir güçle açıldı, boynumdaki dudaklar duraksadı, boğazımdaki el gevşedi ama yaşlarım ve hıçkırıklarım dinmedi. “Patron italyanlar giriş yapmış, haber ver demiştiniz” dövmeli adam Pavel a bakarak konuşsada gözleri bana kayıyordu sürekli. Niyetinin iyi olduğunu düşünebilirdim, beni öldürmek isteyenlerde başı çekmeseydi. Pavel beni bir çöp gibi itip kalktı, onu saygın biri gibi gösteren lacivert takım elbisesini düzeltti, bana dönüp bir daha bakmadı bile ve buna minnettardım. Bacaklarımı kendime çekmeye çalışırken giren acıyla dişlerim birbirine kenetlendi. O odadan çıktı ama dövmeli hala buradaydı, zaten acıdan bulanmış zihnim tüm zırhlarını indirmiş bir şekilde “ git lütfen, ne olur git. İstemiyorum, yoruldum artık, ne olur!” Cılız bir şekilde yalvardım ona, dönüp bakamıyordum bile. “Ağlama, yeter” sesi daha çok titremem neden oluyordu, yıllardır onun gibi kaç adamla uğraşmıştım bilmiyordum ama artık gerçekten dayanacak gücüm kalmamıştı. Titreyen ellerim yüzümü silmekte bike zorlanıyordu, bu acizliğime utandım, kendimi bile koruyamıyordum, birisi beni korusaydı, ben onun yanında huzur bulsaydım güven bulsaydım.Birileri artık beni canımı yakmadan sevseydi. Kafamın üstündeki komodinden alınan bardağı sesi çarptı kulaklarımı ardından o bardak içi su dolu şekilde bana uzatıldı, tedirgince bakıyordum hala. Bu evdeki herkes bana her türlü zararı vermek için an kolluyordu, o yüzden korkularım yersiz değildi. “İç bunu, ilaçlarıda alacaksın” suyla beraber uzattığı haplara bir bakış attım, zaten kolumu kaldıramıyordum ya onları içersem ve hepten savunmasız olursam? “Korkma, sen bu odadan çıkana kadar bir daha girmeyecek” ona güvenmek istiyordum, bana acıdığı için böyle yapıyordu farkındayım, acınmak canımı şu an o kadarda acıtmıyordu, boğazımı yırtarak attığım çığlıklara gelmeyen annem, bir sapık olan ve pisliklerinde beni kullanan o herif, bu evde çalışan herkes, herkes çığlıklarıma sessiz kalmıştı. İstersen ses tellerini koparana kadar bağır, duymak istemeyen ulaşamaz sesin. Bunu hayat kafama vura vura öğretmişti. İçine attığın çığlıklar dayanamayacağın ana gelip öfkeni onlara kustuğun ana kadar kaçarlardı. Ama o fırtınanın kopacağı gün çok yakındı. Titreyen ellerimi güç bela kaldırdım ama oda ellerimi görünce tek başıma bir su içemiyeceğimi bile anlayıp önce hapları bana dokunmamaya çalışarak dudaklarımdan içeri iteledi, suyuda uzatıp yavaşça içmemi bekledi. Ondan asla böyle şeyler beklemiyordum, hatta şu ana kadar beni öldürmek istediğini düşünüyordum ama çığlıklarımı bir tek o duymuştu, bir tek o kulaklarını tıkamamıştı haykırışlarıma. Kafamı tekrar yastığa koyduğumda kısa sürede bu kadar darbe ve ilaç yiyen bedenim cansız bir iskelet gibi serildi yatağa, usulca kapandı gözlerim. Son hissettiklerim üzerime gelen sıcak bir örtü ve kolumdan çıkartıldığını hissettiğim serum iğnesiydi, bilincim kapanmadan önce “duydun, geldin,” son diyebildiklerim bunlardı, bir süre arafta kalmışım gibi hissederken ne kadar geçtiğini algılayamamıştım ama anladığım tek şey kapanan kapının sesiydi. 2. Bölüm sonu |
0% |