Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@danlann

Yazdıkça mı atsam yoksa kendi içimde gün belirleyip mi atsam karar veremedim, o yüzden şu anlık içime sindikçe atıcam.

 

3. Bölüm

 

Geçmişini peşinde taşımanın yükünü sorsalar hiç susmazdım sanırım.

Anılarım silikti, çünkü hatırladığım şeyler bir anı olamazdı, onlar safi bir kabustan ibarettiler.

Dünden sonra hala toparlanabilmiş değildim, bu bana saldırdığı ilk sefer değildi, ama en savunmasız olduğum anlardan birindeydi bu seferki. İlaçların bünyemi zayıflatması onun işini kolaylaştırmıştı. Ama düşündüğüm gibi bitmemişti dün gecenin sonu, hiç ummadığınız anlarda beklemediğiniz kişilerde sizin kurtarıcınız olabilirmiş, bunu öğrendim. O adam hala benim için korku dolu bir sınır olsada artık ona karşı önleyemediğim bir minnet vardı içimde.

Ama bu tek seferlik bir şeydi, beni hep o adamdan kurtaramazdı, helede ben ne kadar kalacağımı bilmediğim bu evin içerisindeyken.

Gözlerimi açalı çok oluyordu ama kalkmak istemiyordum, dünden sonra ne annemin ne o adamın nede o kızın yüzünü görmek istiyordum, sesime sağır oluşlarıyla yüzleşmek istemiyordum.

Annem duysun diye attığım çığlıklar sadece bugüne ait değildi, ne kadar bağırırsan bağır seni duymak istemeyene ulaşamazsın.

Ama buraya geliş amacımı öğrenip, o paketi bulup gitmek istiyordum. Artık ondan kurtulamayacağımın farkındaydım fakat en azından annem tarafından yok sayılmanın acısını daha fazla çekmezdim.

Hala bir ümit vardı içimde, ne yaşamış olursak olalım. Ama o beni ne şimdi ne gelecekte nede geçmişimde kurtarmıştı, aksine ben bu bataklıkta annem yüzünden vardım.

Telefonum, çantam ve eşyalarım şu an neredeydi bilmiyordum, kaybedecek daha fazla vaktimde yoktu o yüzden kalkmalıydım bu yataktan.

Üstümü değişmek istiyordum, şu an bedenime değen her şeyi çöpe atmak istiyordum. Usulca kalkmaya çalıştım, ağrım düne göre daha azdı ama varlığını unutturmuyordu bana.

Odanın içi küçük değildi bir çift kişilik yatak, gardırop ve masa ferah bir düzende yerleştirilmişti, etrafın incelerken dolabın köşesine değdi gözlerim, eşyalarım oradaydı.

Kim ne zaman getirmişti bilmiyordum ama bunu sorgulayacak durumdada değildim şu an.

Çıktığım yatağı düzeltmeye gerek bile duymadan kıyafetlerimi alıp giyinmeye başladım, şu andan kendime daha fazla kıyafet getirmediğim için pişman olmuştum.

Siyah rahat kesim, hafif bol bir kot pantolonla normal boyda siyah bir tişört giyip saçlarımı topladım, mecalim olmadığı için makyaj falan yapmadım ve odadan çıktım.Evdeki herkesin güne başladığı gelen sesleden anlaşılıyordu, kaldığım odanın önündeki merdivenlerden alt kata inmeye başladım, evde şu an kimler vardı bilmiyordum ama kahvaltı ettiklerini tahmin ediyordum gelen kokular ve seslerden.

Bu evin her katını gezme isteğiyle doluydu içim, her şeyi, hemde her şeyi öğrenmek istiyordum onlarla ilgili. Bildiğim tek şey isimleri ve beni kullandıkları işleri, kendimi karşılarında çok savunmasız hissediyordum, bu evde kaldığım süre boyunca bir şeyler bulmalıydım.

Merdivenlerin bitimiyle iç tarafa döndüm, direkt salon ve yemek masasına açılan alana yürümeye başladım, adım seslerimi duymuş olacaklarki masadaki herkes bana bakmaya başlamıştı, başta Pavel’ın oturduğu bir masaya yerleşmek gibi bir niyetim olmadığından onları es geçip bahçe kapısının önünde korumalara, bunlar dövmeli adam ve başları olduğunu düşündüğüm adam oluyordu, onlarla konuşup havalimanına nasıl gideceğimi veya şu an nerede olduğumuzla ilgili bilgi almalıydım, malumunuz buraya baygın bir halde geldiğimden mütevellit hiçbir bilgim yoktu.

“Ailene günaydın demek yok mu tatlım?” Zaten bu kadar kolay geçip gidebileceğimi düşünmem hataydı, sakince bir kaç adım geri dönüp onlarla yüz yüz geldim.

“Çok mu özledin” iğnelemelerim onu eğlendiriyordu, “neşemi yerine getiriyorsun hayatım, bizimle kahvaltı etmeyecek misin?” Rahat bir şekilde kahvaltısına devam ediyordu, su içtiği bardağı kafasında patlatmak fazlasıyla cazip geliyordu şu an bana.

Annem bir kukla gibi otururken kız kardeşim telefonuna bakıyordu, ikiside şu an olanları umursamıyormuş gibiydiler.

“Sizinle bir şeyler yapacağımı düşünmen komik, beni buraya neden getirdiğini bile anlamadığım bir sapıkla oturacak değilim” onu aşağılamamın hoşuna gitmediğini biliyordum, ve ona sapık demem hırsla yerinden kalkıp karşımda dikilmesine sebep olmuştu. Bu kadar alınacağı bu ithamı yaparken iki saniye bile düşünmemesi oldukça ironikti, onun gibi adamlar yaptıkları yüzlerine vurulunca sanki kendileri bu şeyden sorumlu değilmiş gibi tepkiler veririlerdi genelde.

“Bundan şimdi şikayet etmen tuhaf güzelim, oysa yıllardır böyle anlaştığımızı düşünmüştüm!” Dişlerinin arasından tükürüklerini saça saça konuşması bende bir etki yaratmıyordu artık.

Ellerimin ona değmesine bile tahammülüm olmadığı için ceplerime soktum, bana üstten bakan bakışlarına karşılık “birine zorla sahip olmak onunda istediği anlamına gelmez, ve bunu sakın unutma, ben bu evden gittikten sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” fırsatını bulduğum hiçbir an altta kalmamaya çalışıyordum ona karşı. “Boyundan büyük konuşuyorsun, yapabileceğin tek şey, susup benim emirlerime uymak” böyle düşünmesi beni güldüremiyordu bile, yıllardır neredeyse bundan farksız bir durum vardı zaten aramızda.

Tek fark sanırım benim elimden geldiğince susmamaya çalışıp sesimi çıkarmamam.

Konuşmaya gerek yoktu, zihnindeki planlardan sıyıramayacaktım onu. O yüzden zerre çekinmeden omzundan ittim, ve daha fazla onu dinlemedim, korumalar duruşlarını bozmadan kapının önünde bekliyorlardı.“Havalimanına nasıl gideceğim?” Önlerinde durup kollarımı göğsümde bağladım. Baştaki adam kısa bir an boş bir ifadeyle süzdü beni “Ivan götürür seni.” Dediği kişinin kim olduğunu bilmiyordum o yüzden, “Ivan kim-“ cümlemi bölen, baş adamın yanında dikilen hem korktuğum hemde minnet duyduğum dövmeli adamdı.

“Benim. Seninle havalimanına geleceğim, fakat bunun boş bir çaba olduğunu anlamanı

bekliyorum” haklılık payı olsada çarem olmadığının oda farkındaydı. İsmini şu an öğrendiğim Ivan bana bekçilik edecek olmaktan pekte rahatsız gibi durmuyordu, fakat hevesli gibide değildi.

“Mecburum. Şimdi gidebilir miyiz?” Nedense ona karşı konuşurken daha nazik olmalıymışım gibi hissediyordum. Bunu hissetmemim sebebinin sadece cümlelerim olduğunu düşünmüyorum, çünkü neredeyse hayatımda ilk defa yapacağım bir şey yaparak tişörtümün ucuyla oynamaya başladım. Bakışları ellerime takılıp tekrar yüzüme çıkınca sus çizgisini okşayıp yüzüme bakmaya devam etti.

Fazla mı masum bakıyordum şu an bilmiyordum ama onu gördüğümden beri suratında bir tek şu an bir mimik oynamıştı, dudakları titriyordu. Bu istemsizce benide güldürmüştü, istemeden ikimizde aynı anda kafalarımızı farklı yöne çevirince kahkaha atmamak için elimi dudaklarıma kapadım.

“Tamam, hadi yürü, çıkalım.” Arkasında kenetli ellerini çözüp yandaki adamın omzuna koydu birini “Elena sende bugün, Edgar” dedi ve yanıma doğru adımladı. Ben önde o iki adım arkamda etraftaki kimseyi umursamadan evden çıktık. Kapının önüne geldiğimizde etrafta neredeyse bir kışlada olması gerektiği kadar silahlı adam olduğunu fark ettim, bir kaçının gözü üzerimizdeydi ama zaten hepsinin işi etrafı gözetlemek olduğu için bunu kişisel algılamak istemiyordum. Bu evde her şey zaten yeterince zorken, birde fazladan denetim altında olduğumu düşünmemem psikolojimin hayrına olurdu.

Büyük siyah bir arabanın yanına geldiğimizde arka kapıyı benim için açtı Ivan, bugün sınırları zorlamak istediğimi şunları dediğimde daha net fark ettim “öne otursam, senin için sorun olur mu?” Arkada oturmayı sevmemem bir yana içimden bir seste böyle yapmam gerektiğini söylüyordu. Onun ne düşündüğünden emin değildim fakat benim tek isteğim, böyle bir yerde azda olsa güvenebileceğim biri varken, en azından onun yanında daha özgür, istediğim gibi davranmaktı.

Çok kısa bir an anlamadığım şekilde baktı yüzüme, ardından hiçbir şey demeden arka kapıyı kapatıp hafif gerileyip ön kapıyı açtı.

Kafamı yana yatırıp teşekkür eder gibi baktım ona. Beni oturtup kendi yerine geçmesiyle hızla yola çıktık, onun tüm odağı yoldayken benim aklım o minik paketteydi, ararken bana yardım edeceğini uman bir tarafım vardı, oysa onun bunu yapmak için hiçbir sebebi yoktu.

Yol boyu ne o konuştu, nede ben, akıl şeridinden ne geçiyordu bilmiyordum fakat benden alta kalır bir yanı yok gibiydi. Uzun olmayan bir süre sonunda araba yavaşlamış ve park etmeye başlamamızdan anladığım kadarıyla Pavel’ın evi buraya o kadarda uzak değildi, etraftaki ağaçlar her yeri dikenli teller gibi sarıyordu.Bu kadar sıcak olacağını bilseydim kesinlikle kot giyinmezdim, o an Ivan dikkatimi çekti, her gün bu kumaş pantolonlarla yanmıyorlar mıydı?

İkimizde arabadan inmişken ben etrafı incelemeye başlamıştım bile, bir yanım buraya dair her şeyi aklıma kazımak isterken, diğer yanım ise tüm ömrümü tek kalemde silip atmak istiyordu.

Bana döndü, ben daha ne olduğunu anlayamadan bir eli belimden destek vermeye başlamıştı, kıpırdanıp ona dönmeye çalıştım ama o kadar sıkı tutuyorduki olduğum yerden neredeyse bir milim bile hareket edemiyordum.

“Ya bir dursana!” Çemkirmeme bile bir tepki vermeden ilerledi, “rahat dur. Yanımdan ayrılma” kolunu çekti, ama o yanımdayken hala güven duygusu yerli yerinde duruyordu.

Onun çekiştirmeleri benim didinmelerimle bir şekilde geldik havalimanının girişine, daha bir kaç gün önce bu kapıyı bir infaz olarak görüyordum ama şimdi, asıl bu kapıdan geçmezsem infazı görecektim.

Buraya gelmesi kolaydı, buradan sonra ne yapacaktım? Karış karış her yeri aramam gerekse bile aradım, ama ya olmazsa? O gün nerede düştüğünü bile bilmiyordum. Ya uçakta düştüyse? O zaman nasıl bulacaktım, bir ay burada yatıp tüm uçakları mı kontrol edecektim?

Nasıl?

Omzumda ufak bir dokunuş hissetmemle irkildim, “benim.”dedi Ivan. Kapıdan geçmiştik.

Üzerimde bir izleniyormuşum hissiyatı vardı, sırtımı karıncalandıran, içimi kemiren bir histi bu, Ivan yanımda yürürken ben sağa sola bakmaya başladım, normalde paranoya yaptığımı düşünürdüm ki bu durumda çokta normaldi, fakat bu his aşırı güçlü bir şekilde beni kendine çekiyordu.

Ama ne beni izleyen biri gözüme çarpıyordu ne de farklı bir hareketlilik, havalimanı olması gerekenden daha sakindi hatta. Ivan yanımda yürürken nereye gittiğimizi bilmiyordum fakat şu an o nereye çekerse oraya sürüklenecek haldeydim, gittiğimiz yerde tek umduğum o şeyi bulmaktı.

İçinde ne olduğunu bile bilmediğim bir şey için bu kadar uğraşmam ve gerilmem canımı sıkmaya başlamıştı, öyleki saçlarımla bile uğraşacak halim kalmadı ve en sonunda sanki hırsımı onlardan çıkarır gibi kolumdaki tokayla hızla tepeden at kuyruğu yaptım saçlarımı.

Yürürken istemsizce yerlere bakmak istiyordum, boşa bir çabaydı ama bakıyordumda bir yandan. Bir odanın önünde aniden durmamızla dakikalar sonra önüme baktım, kamera odasının önündeydik. Hakkını yememek gerekir benim aklıma gelmemişti, şu an zihnim sıfırlanmış gibiydi hiçbir şey düşünemiyordum.

Bir umut ışığı yandı içimde, sonuç olarak çok net olmasada buradan görebilirdik belki nerede düşürdüğümü, bu işten kurtulma umudum beni hızla odanın kapısını çalmaya itti.

Ben geri çekildiğimde Ivan içeriden bir komut beklemeden kapıyı açıp ikimizide içeriye soktu, dönüp daha ona bakamdan odayı incelemeye başladım, çok büyük olmayan bir kamera odasındaydık, fakat görmek istediğimiz şeyleri görebileceğimiz kadar büyüktü.“Görüntüler hazır mı?” Max karşımızda dikilen iki adama bakarken soruyu sordu fakat sorudan çok bir emir gibiydi, bunu ayarlamak onun için zor olmuş muydu bilmiyordum fakat bunun için ona ne kadar teşekkür etsem azdı.

“İstediğiniz gibi o gün ve saate dair görüntüleri ayırdık efendim, sizin gelmenizi bekliyorduk” burada işler nasıl işliyordu bir fikrim yoktu ama buradada büyük balığın küçüğü yediği fazlasıyla belli oluyordu.

“Tamam, siz çıkın. Ben gelmeniz gerektiğinde sizi çağırırım” dedi ve benden taraf olan kolunu belime koyup beni ekranların açık olduğu masaya doğru ilerletti, adamlar sorgulamadan çıkarken ben artık burada ne işler döndüğünü daha çok merak etmeye başlamıştım. Kim kimin üstü, neye göre ve nasıl böyle bir hükümleri vardı insanların üzerinde anlayamıyordum, evet bazı şeyler biliyordum fakat bunlar, bu devasa imparatorluğun ve gücün sırrını çözmeme yetmeyecek şeylerdi.

Ama bunlar şu ananın gündemi değildi, önce önümde açık olan ekrandaki olayı halletmeliydim.

“Teşekkür ederim, eğer bugünde seni zor duruma soktuysam-“ dün ve bugün için teşekkür etme niyetindeydim fakat o, “ sen bir şey istemedin, ben yaptım. Sadece izle” umursamazdı ama dünden sonra buna takılmıyordum, o evde en çok ona güveniyordum.

Daha fazla uzatmak istemedim ve masaya oturdum, karşımdaki ekran benim uçaktan iniş saatimin görüntüleriyle aydınlanmıştı, bir şeyleri çözüme ulaştırma umuduyla görüntünün akması için hemen bastım tuşa.

Görüntü tam bizim pistten içeriye girdiğimiz ana ayarlanmıştı, şu an görünürde her şey normaldi. Saçlarım en son topladığım gibi tepemde topuzdu, yani görüntülerde düştüğü yeri görebilecektim! Bu diklenip görüntüye daha detaylı bakmaya başlamama neden oldu.

Şu an fark ettiğim bir diğer şey ise tedirginliğimi dışarıya çok yansıttığımı fark etmemdi. Görüntülerde süreki etrafımı, arkamı kontrol ettiğimi, ellerimi üzerime sildiğimi gördükçe o anki panik hali tekrar can buluyordu içimde.

“Bir sorun mu var?” Ivan oturduğum hizaya eğilmiş bir eli masaya diğer koltuğumun baş kısmına dayanmış bir şekilde durdu, “buradaki ana kadar düşmemiş, saçımda, saçıma saklamıştım toplayıp. Ve bak henüz çözülmemiş, yani bulabiliriz!” Hevesle onun bana yaklaştığı tarafa döndüm.

Yüzlerimizin arasındaki karışlık mesafe bir anda beni afallatırken onun çok dikkatli bir şekilde yüzüme bakmasına neden oldu, çekim değildi hissettiğim, hatta yanlış yapıyorum hissi doluydum fakat onun bakışlarını gördükçe gözlerim istemediğim yerlere kayıyordu. Boğazımı temizleyip tekrar önüme döndüm. Bedeni uzaklaşmasada bakışlarının benden koptuğunu hissediyordum.

İçeri girip benim korumalara ilerlediğim kısıma kadar her şey normal, fakat korumaların olduğu alan kameralar tarafından gözetlenmediği için orada düştüğünü düşünmeye başlamıştım, fakat hayır Pavel’ın adamlarına ulaşmama birkaç metre kala saçım yavaşça enseme doğru kayıyor, ama ben fark etmiyordum.Görüntüyü hemen durdurup ekrana iyice yaklaştım, yoktu. Ne yere düşen bir paket nede çıkan bir ses yoktu.

Hızla geri aldım bir kaç saniye videoyu “burada düşmüş olmalı, burada. Ama yok. Ben mi göremiyorum Ivan kafayı yemek üzereyim” tekrar başlattığımda, aynı sahnede bu sefer Ivan durdurdu videoyu.

Masada duran eli bir anda klavyede bir şeylere basarak görüntüyü büyüttü, ama yere düşen hiçbir şey yoktu.

“Sikeyim, buda ne. Saçına koyduğuna emin misin?” Ivan diklenip sıkıntıyla sordu, ama ben adım kadar emindim oraya koyduğumdan bu yüzden hızla kafamı salladım.

“Şimdi ne yapacağız, uçup gittimi bu şey, anlayamıyorum!” Sinirle yüzümü ovuşturdum. Artık bulabilmemizin imkanı yoktu, çünkü görüntülere göre saçımdan düşmemişti.

Uyurken düşürmediğime emindim çünkü topuzumun altına saklamıştım ve buda saçımın açılmadığı sürece düşmeyeceğinin kanıtıydı. Biri almış olamazdı, hissederdim.

Fakat başka seçenekte kalmıyordu! Kafayı yemeden bu işi halletmek istiyordum. “Sakin ol, halledeceğiz. Ben buraya birilerini yollayacağım onlarda incelesin görüntüleri, gerekirse uçağın içini bile. Rahatla, korkma” bir yandanda omzumu sıkıyordu, benim göremediğim neyi göreceklerdi anlamıyordum ama başka şansımda yoktu.

Kendimden beklemediğim bir uysallıkla başımı salladım ve kalktım oturduğum yerden, “senin başına bela olmuyorum değil mi? Pavel bana bu kadar yardım ettiğini fark ederse hoş karşılamayabilir” ariyetten bu durumda içimi kemiriyordu, benim yüzümden birilerine bir şey olmasını istemiyordum.

“Emin ol şu anda o paketi bulmak seni sınamasından daha önemli, büyük risk almıştı ve kendi kendini patlatmak üzere” dediklerini anlamasamda sorgulamadım, söylemiyeceğini biliyordum.

“Artık dönelim, seni daha fazla tutmak istemiyorum” ona bir şey deme fırsatı vermeden dokunuşundan sıyrılıp odadan çıktım, kapının önünde az önce içeriden çıkardığı adamlar beklerken benim çıktığımı görmeleriyle içeriye yeltendiler.

Ben çıktım ama Ivan bir kaç dakika daha oyalanmıştı içeride, tam olarak ne yaptığını bilmesemde buraya gelip tekrar kontrol edecek kişilerle ilgili konuştuğunu tahmin edebiliyordum.

Çok sürmeden oradan ayrıldık, geldiğimiz gibi döndük. Yol boyu konuşmadık ama aramızda elle tutulur bir gerginlik vardı. O muhtemelen zaten kesinlikle bulacağımızı düşünmemişti buraya gelirken, fakat ben ümitliydim, tek bir günde bulacağımızı düşünmüştüm.

Umut, ümit bunlar insanın aklını kör eden şeylerdi.Evin demir kapılarından içeri girdik, sabahki düzen devam ediyordu evin geniş bahçesi korumalarla doluydu. Evde kim vardı bilmemek canımı sıkmıştı bir anda, kimseyle karşılaşmak istemiyordum.

Ayriyeten eve girip telefonumu bulmalıydım, ananem ve kızların ne kadar aradığını tahmin edebiliyordum “Ben buralardayım, korkmana gerek yok” Ivan bu sözlerden sonra bahçenin arka tarafına doğru ilerledi. Onun hakkında hala kesin bir düşüncem yoktu, iyi biri miydi, kötü biri miydi bilmiyordum, ama bana yardım ediyordu ve ben bunda bir ark niyet görmüyordum.

Yaptıklarında samimi gibiydi. Onu ilk gördüğümde fena halde ürkütücü gelmişti, boynundaki dövmeler sert yüzünü, üçe vurulmuş saçlarını olduğundan daha ürkünç hale getirmişti, fakat buraya geldiğimden beri bana yardım eden bu adamın ürkütücü olmakla uzaktan yakından alakası yoktu.

Onun verdiği güvenceyle eve bir nebze olsun daha rahat girdim, içerisi sessizdi.

Kimseye görünmeden odama çıktım, bugün onlarla daha fazla uğraşabileceğimi sanmıyordum. Odama girdiğimde bıraktığım gibi olduğunu gördüm, bu iyi bir şeydi en azından kimse eşyalarımı karıştırmamıştı.

Dolabın dibinde duran çantamı alıp açtım hızla, telefonumu bulup en azından ananeme haber vermeliydim.

Çantanın içi tıklım tıklımdı en kısa zamanda bunuda boşaltmalıydım, telefonumu bulup aldım, fakat üzerimdekilerden artık kurtulmak istiyordum, gelirken giydiğim takımı odadaki koltuğun üstüne atmıştım.

Üzerimdekileri onlarla değişip yatağa kurulma niyetindeydim ancak kıyafetlerimi elime almamla yere bir kağıt düştü, bunu giydiğimde öyle bir kağıdın cebimde olmadığına emindim. Cebime telefonumu bile koymamıştım neredeyse.

Hemen yere eğilip aldım kağıdı, o an sonumun başlangıcıymış aslında, o an bunu bilememek belkide keşkelerim olacaktı.

Belki bu kağıt uçup gitseydi, o an bilemediğim ama yaşayacağım her şey bir toz bulutu olup, hayali bir zihinde kalacaktı, ama ben o kağıdı buldum, son değişti, her şey o zihindeki gibi yazılmaya başlayacaktı artık.

Benim değil belki ama hikayemin sonu tam şu an yazılmaya başlanmıştı.

Kader ellerimize bir ipti, kimi zaman keser çizer en sonunda kopardı, kimin ipi kimin önüne çekilecek, kesecek bilemezdik, belkide o ip tam kopmak üzereyken başka bir halatla kördüğüm olacaktı, beden ayrılsa ruh ayrılmaz, ölüm hiçbir düğümü çözmez.

‘Seni unutmaya niyetim yok sarı’

 

 

3. BÖLÜM SONUUUU

Loading...
0%