@darklightssx
|
Şarkılar; (Not: Yer-mekan isimleri ve olaylar hayal ürünüdür. Gerçeklikle bir alakası yoktur. Kısacası tamamen sallamadır.) 'Çok ağrıma gitti ama sustum. Çünkü eğer konuşursam bu sefer kalp kıracacaktım.' Hayatınızın uzun süren bir uyku felcinden ibaret olmasını ister miydiniz? Her şeye yeniden başlamak, yeni doğan bir bebek kadar masum olmak ve geleceğinizi değiştirmek? Geçirdiğimiz yıllardan özür dilemek için yeni bir başlangıç yapmak... Kimse kendisini doğrudan bir yere ait hissetmezdi. Herkes yabancı ve bir o kadar da yalancıydı. Yaşadığımız zorlukları anlatacağımız, omzunda ağlayacabileceğimiz birinin olmaması da bundan bin beter. Bir koşucunun tam koşmaya başlayacağı esnasında ayağına kramp girmesi gibi bir histi bu. Başlamak için can atıp da bize engel olan olayların arasında eziliyorduk, bu da bizi umutsuzluğa oradan da başarısızlığa itiyordu. Ne rüyaydı ne de kabus. İkisinin ortasında kalmıştım. Bu kısa süreçte yaşadıklarımın hem iyi hem de korkunç yanları vardı. Hareketlerimin yanlış olduğunun bilincindeydim ama artık bunu düşünmemem gerekiyordu. Sanki psikopat bir seri katilmişim gibi zihnimin beni dürtmemesi gerekiyordu. Ben iyi ve kötüyü ayırt edebilirdim. Evet çocukluk hayallerimdeki gibi savcı olamamıştım. Adalet olmayan bir ülkede adaleti sağlamak için çaba harcamıştım ben. Hoş, kendimi hazır hissettiğim her an hayat beni kum saati gibi tepe taklak etmişti. Haberlerde görüyordum. Yıllardır emek verip derslerden başını ayırmayanlar ya tekstilde çalışıyordu ya da mülakatlara girip eleniyordu. Kimileri atama kimileri de Mahlas gibi rütbesinin yükselmesini bekliyordu. "Ölmemiştir bu değil mi?" Hemen hemen yarım saat geçmişti. Biz itfaiyeciyi nereye götüreceğimizi düşünürken Kartal arabayı Palamut Çiftliği'ne sürmüştü. Artık kulübe görünce daralıyordum. Tehdit ve şiddet işlerini burada hallediyorlardı. İtfaiyeciyi öylece duvara yaslanmış bir şekilde bırakmıştık. Kötü biri olmadığı için fazla önleme gerek yoktu. Sonuçta masumdu. İtfaiyecinin karşısındaki tahtadan duvara yaslandığım için yüzünü görebiliyordum. Başını her ne kadar sağ omzuna kaydırmış olsa bile. Yüzündeki yorgunluk belirgindi. Göz altları morarmıştı, ne zamandır uyumuyordu bilmiyordum ama yorgundu. Geldiğimizden beri onun yüzüne bakmayı bırakamamıştım. Neden bu kadar bakılası bir tipi vardı ki? Saçları dağılmıştı ve siyah saç tutamları yüzüne düşüyordu. Bir sanat eseri gibiydi, fazlasıyla dikkat çekiyordu. Karadul'un sorusunu bile itfaiyeciye bakarak yanıtlamıştım. "Nefes alıp verirken göğsü inip kalkıyor." Yanıtımın ardından kıkırdarcasına güldü. "Benim gözüm orada olmadığı için farkedemedim." bakışlarım bu seferde onu buldu. Ne demeye çalışıyordu şimdi bu? Yaşayıp yaşamadığını anlamak için bakmıştım. Şimdi de beni sapık yerine koymuştu. Tövbe tövbe! "Ne alaka? Anlamam için bakmam mı gerek?" Elini sakinleşmem için kaldırdı. "Şaka yapıyorum kız, bir şey dediğim yok. Alınma." "Alındığım falan yok zaten!" Sesim niye sinirli çıkıyordu ki? Belki de stresli olduğum içindi. Sonuçta itfaiyeciyi daha önceden tanıyordum ve eğer o da beni tanırsa iyi şeyler olmazdı. Bir süre sonra kapalı gözleri kısıldı. Ardından kehribar gözlerini oynattığında doğruldum. Kartal ve Karadul da o hareketlendiğinde bakmaya başladı. Agir elini ensesine doğru götürdü. Yüzünde canı açıyormuş gibi bir ifade büründü. Ona bakarken benim de canım acımıştı sanki. Gözlerini sıkıp hafifçe inledi ve sırtını duvara yaslayarak gözlerini uyku sersemliğiyle açtı. Kaşlarını bizi görünce çatıp hayal olduğunu sanmış olacak ki eliyle gözlerini ovaladı. Sonra da her şeyin farkına varmış gibi daha çok duvara yaslandı. Meraklı ve sorgulayıcı gözleriyle bize bakarken Kartal oturduğu masadan kalkıp pantolonun arka sağ cebinden silahını çıkarttı. İtfaiyeci'nin yanına öylece giderken elimi yere koyup ayağa kalkmak için destek aldım. Ayağa kalkıp yanına doğru ilerlemeye kalkıştığım an Karadul beni durdurdu. Kartal bir aptallık yapmasa bari. Acaba şimdi ne olacaktı? "Kimsiniz diye sormayacağım çünkü manyak olduğunuz kesin." dedi hepimizin yüzüne tek tek bakarak. Gözleri gözlerimin üstünde normalinden daha uzun durunca bakışlarımı kaçırdım. "Seni neden daha önceden tanıyormuş gibi hissediyorum?" Hayatını kurtardığı kadın olduğum içindir belki. Umarım beni hatırlamazdı, daha çok tehlikeye girmesini istemezdim. Kartal bu tehditi hissetmiş olacaktı ki itfaiyecinin sözünden hemen sonra imalı mavi gözleriyle bana baktı. "Daha az önce karşılaştığımız içindir." Kartal bu cevabım üzerine tekrardan önüne dönmüş silahın namlusunu ise itfaiyecinin başının hemen çaprazında tutmuştu. Her an patlatacakmış gibi hissediyordum. Bunu yapmayacağının bir garantisi yoktu. Stres geçire geçire saçımda beyazım çıkacaktı. "Beni öldürecek misiniz?" diye sordu. Sesinden korku hissini alamamıştım. Umrunda bile değil gibiydi. Kartal parmağını tetiğin deliğine sokmuş, silahı parmağında çevire çevire tutuyordu. Yüzünde herhangi bir ifade yer almıyordu. "Bizim için tehdit oluşturuyorsun. Diğerleri farketmeden seni ortadan kaldırmamız gerek." Göz devirerek Karadul'un yanından ayrılıp Kartal'ın yanına doğru ilerledim. Burada oyun oynamıyorduk. Boş yere havalara giriyordu. "Ne tehditi?" diye sordu itfaiyeci. "Soru sorma." Sıkı bir tembih yaptı Kartal. "Neden?" "Soru sorma dedim." Kartal silahı hâlâ parmağında ve avucunda çevirirken oflayarak göz devirdim. Silahı elinden aldığım gibi yere doğru attım. "Şeytan doldurur." dedim yüzüne baka baka. Sonra da itfaiyeciye doğru çömelip kehribar gözlerine bakarken sıcak bir tebessüm ettim. "Eğer seni öldürmek isteseydik bu kadar zahmete girmezdik." dedim alayla. Kartal kollarını göğsünde toplayıp kaşlarını çattı. "Ben öldürmek istediğim halde bu kadar zahmete girdim. Gerisini sen düşün." dedi. Gözlerimi tekrardan devirerek ona bakarken ellerini pes edercesine kaldırıp Karadul'un yanına ilerledi. İç çekerek, "Sadece medeni bir şekilde konuşmamız gerek." dedim sakince. Yüzünde alaycı ve ukala bir bakış vardı. Sağ dizini kendisine çekip sağ dirseğini dizine yasladı. Medeni bir şekilde konuşmazsak kimseye bir katkı olmayacaktı. Anlaşmamız gerekiyordu ya da itfaiyecinin bize güvenmesi. Bu her ne kadar zor bir yol olsa da ikna etmeliydik. "Hangi medeni yolda sopayla adam bayıltıp ardından konuşmak için kaçırmak var?" Hazır cevap biri olduğu belliydi. Öyle ki bizi hazırlıksız yakalamak için hiç fırsat kaçırmıyordu. Lakin haklıydı, galiba saçmalamıştık. Lakin tek saçmalayan ben değildim. Ben sadece kendi hayatımı düşündüğüm için değil itfaiyecinin de ölüm riski olduğu için bu seçeneği kullanmıştım. Zaten yeterince masum ölüyordu. Birisine de ben sebep olmak istemiyordum. "Eğer işsiz bir Sherlock gibi beni takip etmeseydin bunlar olmazdı." dedim kendimi haklı göstermeye çalışarak. Huylu huyundan vazgeçmez derlerdi. Suçluydum ama tek suçlu da ben değildim. Evet, Tarık'ın öldüğünden kesin emin olabilmek için bir hataya düşmüştüm ama itfaiyeci de işsiz gibi beni takip etmişti. Eceline doğru iple yürümüştü. İtfaiyeci aynı bakışlarla bana bakarken dışarıya bıkkınlıkla bir nefes verdi. "Cinayeti işleyip kulübeyi yaktıktan sonra onu söndürmemiz için bizi arayan siz değil miydiniz!? Biz görevimizi yapıyoruz da geldik. Sen de görevini yapıp hemen kaybolsaydın oradan." Tekrardan öylece donup kalmıştım. Haklıydı. Neden haklıydı? Suçu işleyende arkasını kapatmaya çalışanda bizdik. İlk kez birisine laf atmak için bu kadar düşünmüştüm. Bir şey bulamıyordum. Ne dese haklı gibi geliyordu. Kendimi masum gibi göstermeye çalıştıkça batıyordum. En iyisi hiç konuşmamak. "Adam haklı, işimizi bitirdikten sonra oradan gitmemiz gerekiyordu. Biz suikastçıyız, güvenlik değil." dedi Karadul onu destekleyerek. Ardından eliyle beni işaret etti. "O daha çaylak. Yeni bu işlerde." Resmen itfaiyeciyi övüyor beni görmüyordu. İtfaiyeci onun bu dediğine anlam veremeyerek kaşlarını yukarı kaldırdı. Karadul'un suikastçıyız demesi biraz hızlı mı olmuştu? Ya da itfaiyecinin bunu daha şimdi anlamasında mı bir sorun vardı? Beyin evrelerim bile gülüyordu bana ve hareketlerime. Karadul onu destekleyip bana da laf atarken ona döndüm. Tamam suçluydum da yüzüme niye vuruyorlardı? Şimdi işin en karışık kısmı vardı. O da itfaiyeciyi bizi ihbar etmemesi konusunda ikna etmek. Kartal'a pazarlık yapması konusunda kaş göz yaptığımda oflayarak öylece itfaiyeciye baktı. Biz biraz üşengeç miydik? Bir işe başlarken ya da sonlandırırken off demek sanki farz olmuştu. Her şey saçma giderken bir de itfaiyecinin rahatlığı vardı. Sanki üç tane suikastçının değil de kendi evindeymiş gibi rahat bir şekilde oturuyor, arkasına yaslanarak film izler gibi bizi izliyordu. Niye hiçbir şey yolunda gitmezdi ki zaten. Off! Bak işte yine oldu. "Ne kadar istiyorsun?" diye sordu Kartal oturduğu yerden. Gerçekten ayağa kalkmaya üşenmişti! İtfaiyeci başını arkaya yasladı. Mimiksiz yüz ifadesiyle, "Ne klişe bir cümle." dedi. Hiçbir şeyi bozuntuya vermiyordu. Böyle olacağını tahmin etmemiştim. Rahat ve sakindi. Hatta o kadar rahattı ki az sonra çay kahve de isterdi. Benim gibi yerden destek alırcasına ayağa kalktı ve yanımıza doğru ilerledi. "Hiçbir şey istemiyorum. Siz hem katil hem suikastçısınız. Bu adayı zaten bok götürüyorken bir de sizinle uğraşamayız. O yüzden ya siz teslim olun ya da biz zor yolu seçelim." dedi az öncekinden daha ciddi bir ses tonuyla. Sesindeki ağırlığı ve bunu yapabilecek yetkiyi hissedebilmiştim. Kartal'ın boyun damarları belirgin bir hal alırken ayağa kalkarak itfaiyecinin tam önünde durdu. Mavi gözlerini onun kehribar gözlerine kenetledi. Tam şu an filmlerdeki gibi hem yüz yüze hem de göz göze durmuşlardı. "Onu öldürmemem için mantıklı bir sebep söyle!" dedi Kartal sinirle soluklanırken. "Çünkü o masum!" dedim. İtfaiyeci kollarını arkasında tuttu ve bana bakmadan bu sözüme tebessüm etti. İltifat etmiyordum, onun hayatını kurtarıyordum. "Yeterli değil." dedi Kartal kendi ciddiyetini koruyarak. "Masum olabilir ama bu onu öldürmeyeceğim anlamına gelmiyor. Sonuçta ne biz onu tanıyoruz ne de o bizi tanıyor." İtfaiyeci omuzlarını indirip kaldırarak bir iç çekti. Kartal'a göre boyu birkaç santim daha uzundu. Allah'tan topuklu bot giymiştim de onlara bakarken başımı fazla kaldırmama gerek kalmıyordu. İtfaiyeci ellerini sırtının arkasından çıkartarak sağ elini giydiği üniformanın alt sol köşesinden bir cebe geçirdi. Önce itfaiyeci kimlik kartı, sonra da üç yıldızlı bir arma görünce donakaldım. Armasının arkasındaki iğneyi açtı ve sağ göğsünün üstündeki yere taktı. Ardından da itfaiyeci kimliği sandığım şube müdürü kimliğini gözümüzün önüne sokarcasına gösterdi. Ahh cidden lanet olsun! "Tanışalım o vakit. Ben Körüklü İtfaiye Müdürlüğü'nün amiri ve şube müdürü Mirel Agir Tunga." dedi sağ elini Kartal'a doğru uzatarak. Kartal yutkunarak tedirginleşen mavi gözleriyle hem ona hem de uzattığı ele baktı. Eğer ona zarar verecek tek bir harekette bile bulunursa ki bulunmuştu hem emniyet hem de kanun peşimize düşerdi. Yerin altında bile olsak bizi bulurlardı. Daha kötüsü ise bu ada da özellikle de memurlara yapılan en büyük saygısızlığın sonu bile idamdı. Mahkeme kararı sık sık olmasa da bu devirde de idamlar vardı. Ve hiçbirimiz bunu istemezdik. Hakim genellikle kan sevmediğinden XXI. yüzyılda olmamıza rağmen bazı suçluların boynuna urganı geçiriyordu. Bu zamana kadar sadece polis memuru cinayetlerinden idamlar olmuştu. Topu topu dört kişiydi. Memur olması yetmiyormuş gibi bir de şube müdürüydü. Biz iyice boku yemiştik. Çünkü sahip olduğu yetkiyle elini kolunu sallayarak buradan çıkardı. Onu öldürmeyeceğimizi bildiği için bu kadar sakindi. Hadi benim öldürmeme sebebim vicdanımdı. Kartal ve Karadul'un ki ise öldürdükten sonra başlarına gelecek şeylerin korkusuydu. İtfaiyeci, Kartal'a kafa tutar gibi kendini tanıtmaya devam etti. "Duman Timi itfaiyecilerinin eğitiminden sorumluyum. Hem denetler hem alıştırmalar yaptırırım. Bir şube müdürü de olsam koltukta oturmak yerine ben de operasyonlara katılırım. Son olarak Polis Müdürlüğü'nün başkomseri eski bir dostumdur ve eli sert adamdır. Eğer ona yakalanırsanız sizi, pardon yalnızca seni önce parçalar sonra soruşturmaya alır." "Beni tehdit mi ediyorsun?" diye sordu Kartal. Sıktığı yumruklarını itfaiyecinin yüzüne geçirmeyi çok istiyor gibi duruyordu. "Bunu bir tehdit olarak algılama. Sadece bir uyarı hatta sadece bir bilgi." dedi Kartal'a nitafen. Kartal geriye doğru bir adım atıp ellerini cebine koydu. "Şube müdürlüğü yeterli olmuştu. Sadece amir olsaydın cesedin şu an yerdeydi." deyip gözlerini kaçırdı. Öldürmemek için en büyük sebebe sahipti şimdi. Karadul başını bana çevirdi. Koluma sol dirseğini vurarak somurttu. "Neden başkasına yakalanmadın ki? Bula bula en riskli adamı mı buldun?" Ben demiştim sanki birine yakalanırsam o kişinin mutlaka koskoca adada beni yangından kurtaran itfaiyecinin olmasını. Bir şey diyemedim. Biraz daha sessiz kaldım. "Hiçbir şey istemiyorum. Sadece ne olduğunu söyleyin, o adamı niye öldürdünüz?" diye sordu. Kartal yalana başvurup geçiştireceği sırada kolundan tuttum. Bu hiçbir şeyin yolunu açmayacaktı. Sadece olayları daha çok birbirine katacaktı. Mavi irisleri bana dönüp baktığında başka bir çaremin kalmadığını bir kez daha anladım. "Siz çıkın," dedim Karadul'la ona. "Benim onunla konuşmam lazım." "Sakın!" Gerçeği söyleyeceğimi anlamıştı. Bu yasaktı ben ise daha ilk günden o yasağı çiğneyecektim. Bu şekilde herkes güvende olurdu. İtfaiyeci kendisini bizden uzakta tutardı. Bunun bir açıklamasını yapmak zorunda değildim. Serdar Bey öğrenirse bir iki yalan atar paçayı sıyırırdım. "Lütfen, sadece iki dakika." Karadul, Kartal'ın koluna girdi ve onu dışarı doğru yönlendirdi. Kartal'ın içi rahat değildi ama yapabileceğimiz başka bir şey yoktu. Dışarı doğru çıktığında gözümün önüne yine alevler geldi. Pişmanlık hissetmiyordum ama bundan kötü sonuçlar çıkacaktı. "Seni dinliyorum." dedi masanın dibinden bir sandalyeyi önüme çekip ters oturarak. "Özetini anlatmakla uğraşmayacağım. Sadece kısa konulara değineceğim." Terlediğim için cebime soktuğum bir tokayla da yapabileceğim en sıkı at kuyruğunu yaptım bir çırpıda. Beni izlerken başını kabul edercesine salladı. "Tekrar yalan katmayacaksın olur. Malum, pek iyi bir yalancı değilsin." Dilimi dudaklarıma değdirip ıslattım. Stresten her yerim kurumuştu. Ben mi iyi bir yalancı değildim? Eğer panik yapmasaydım öyle bir yalan atardım ki gerçeğini unuturlardı. Ama tek bir sorun vardı. Bunu düşünmeye üşeniyordum. Konuya nasıl başlayacağımı düşünüyordum. Birini bir konuya ikna etmek için en önemli şey ses tonuydu. Ben ormanda panik yaptığım için bu duruma düşmüştüm. Yoksa iyi bir yalancıydım. Sanki çok güzel bir şeymiş gibi bundan böyle bahsetmem de ayrı konuydu. Bundan sonraki mekan tımarhane. "O adam gerçekten iyi biri değildi." dedim. "Hiç kimse gerçekten iyi biri değil." dedi. Gözlerimi kaçırarak yine ofladım. Sözümü neden kesmeyi bu kadar çok seviyordu anlamış değildim. Yaptığım bir çok şey yanlış kararlar sonucu büyümüştü. Şu an bu vaziyette oluşum bile yanlış kararlarımdan meydana çıkmıştı. Doğru kararı pek kestiremiyordum ama gerçeği söyleyecektim. Sonucunda ne olursa olsun bunu yapacaktım. Eğer kötü sonuçlar doğurursa bile beni öldürmeden itfaiyeciye dokunamazlardı. Çünkü sadece beni değil ailemi de kurtarmış üstüne üstlük yemek, merhem, su ve battaniye vermişti. "O adam benim babamdı." diyerek söze başladım. Bunu dediğim an kaşlarını çattı. Ayakta bir o tarafa bir bu tarafa dolanıp duruyordum. "Babanı mı öldürdün yani?" "Biraz sus ve beni dinle!" diye sesimi yükselttim. Burada ciddi bir şey konuşuyordum. Başını salladı ve gözlerimin içine baktı. Elimle Tarık'ı kastederek, "Beni buna o zorladı! Hayatımı mahvetti. Hem benim hem ailemin canına kastetti. Hepimize hem fiziksel hem de ruhsal acılar verdi. Tehdit etti. Dayanamadım artık, anlıyor musun? Bunu yapmasaydım eğer, annemi, ağabeyimi ya da kardeşimi öldürecekti!" dediğimde yüzünde ciddi bir ifade oluştu. Ailemin detaylarını fazla vermemem gerekiyordu. Tek bir hatamda beni tanırdı. "Tehdit, sadece göz korkutmak için yapılan bir eylemdir. Bunun yaşanacağından nasıl emin olabilirsin? Ya öldürmezse? Sen onu boş yere öldürmüş olursun." "Ya öldürürse?" diye sordum onunkinin tersine. "Sence bu riske gitmeye değer mi?" Gözlerinde anlam veremediğim bir bakış oldu. Cevap vermedi. O adamı tanıyordum. O göz korkutmaz, gözü koparıp atardı. Psikopat bir adamdan bahsediyorduk. Bunun için riske giremezdim. "Öldürmeyebilir, sadece zarar verse bile bunun bir geri dönüşü olur. Onun ağzına sıçarım. Ama eğer öldürürse bunu geriye alamam. Bir intikam da alamam. Çünkü ailemi geri getiremem. Ben ailemin intikamını onlar ölünce değil yaşarlarken almak istedim. Rahat nefes alabilsinler diye. Mezarlarından ters dönmesinler diye. Eğer ölürlerse o adama ne kadar eziyet çektirsem de bu boşa uğraştır. Sonuçta giden gitmiş olur, geri de gelemez. Şimdi sen söyle, bu riski niye göze almak isteyeyim?" Yüzündeki derin bakışı farketmiştim. Ne dediğimin ve ne demek istediğimin farkındaydı. Beni anlıyordu. Gözlerindeki anlam veremediğim bakış bana bunu kanıtlıyordu. Başını sallayarak ters oturduğu sandalyeden kalktı ve yanıma ilerledi. O her yürüdüğünde başım bir santim daha yukarı bakıyordu. Bu durumda bile uzundu. Daha uzun bir topukluya ihtiyacım vardı. Ne diyeceğini bilmiyordum. Yalan söylemediğime inandı mı veya ihbar edecek mi bilmiyordum. "Sana inanmam için bir sebep söyle." dedi. "İnanmak zorunda değilsin." Sonuçta yalan söylemiyordum. İnanıp inanmamak onun elinde olan bir şeydi. "Ama şunu bilmelisin ki ben cinayet işlemedim, nefsi müdafaa ettim. Ya o adam ölecekti ya da ailemden birini öldürecekti... Bana ve sevdiklerime tehdit oluşturmayan başka kimse ölmeyecek. Çünkü intikam alacağım kimse kalmadı. Yani sen de ölmeyeceksin ama lütfen bunu kimseye anlatma. Eğer anlatmak istersen, sen daha arabana binemeden seni öldürürler. Benim yüzümden ölmeni istemiyorum." Bana inandığını hissedebiliyordum. Ama bu ihbar etmeyeceği anlamına gelmiyordu. Dert ettiğim tek şey tutuklanmak değildi. Annem mahvolurdu, ağabeyim zor duruma düşerdi. Eslem'in ilaç parası toplanamazdı. Ailem için yapıyordum ben bu işi, onları yarı yolda bırakamazdım. Ne ben ona güveniyordum ne de o bana. Belki de şu an bana inandığını söyleyerek yalan söylüyordu. Hızlı güvenen bir insan değildim, bu itfaiyeci de bir memurdu. Sadece memur değil ayrıca şube müdürüydü. Kurallar gereği beni ihbar etmesi gerekiyordu. Kapıya doğru yönelirken içimde tutamadığımı dışarı aktarmak zorunda kaldım. Konuşmamın bittiğini düşünüp gözlerini gözlerimden çekti ve çıkış kapısına doğru ilerledi. Neden bilmiyordum ama ilk kez kendimi birine anlatmak istemiştim. Sadece acımı almak için katil olduğumu ve sadece nefsi müdafaa olduğunu düşünmesi yetmezdi. "Ben bir katil değilim." dediğimde tam kulübenin kapısını açacakken eli duraksadı ve duraksadı. Tarık'ı öldürmüştüm ama katil değildim. Başını bana doğru çevirip tekrardan kahverengi irislerime baktı. Omzumu dikleştirdim ve derin bir nefes aldım. "Benimde hayallerim vardı. Ben de çocuk yaşta bir meslek düşündüm, büyüyünce o mesleğe sahip olmak istedim. Öğretmenlerim sorunca hep aynı cevabı verirdim, ortaokuldan beri yani. 'Ben savcı olmak istiyorum.' Çocukluk hayalimdi benim savcı olmak." Başımı önüme eğdim ve bu hayalimin sadece bir hayal olarak kalacağını bildiğim için gözlerim anlık olarak doldu. Amacım hiç değişmemişti ama işim farklıydı. Aynı amaç için farklı bir yol deneyecektim. Ardından başımı tekrardan dik tuttum. Yaptığım şeyden ve yapacaklarımdan pişman değildim. Suçlu insanlar başını öne eğerdi. Ben suçlu değildim ve suçlu birini başının önüne eğdirmiştim. "İyi insanlar için adaleti sağlamaya çalışmak savcı olmak istedim ben. Lakin büyüyünce adaletin oyun olmadığını anladım. O yüzden bende kötü insanlara kendi adaletimi sağlamak için suikastçı oldum." Bulunduğumuz konumu ve kendimi işaret ettim ellerimle. "Suikastçı olma hayalim yoktu ama geleceğin bizi nasıl şekillendireceğini bilemeyiz. Madem kendi hayallerimi gerçekleştiremiyorum neden diğer çocukların gerçekleştirmesine izin vermeyeyim?" Yanına doğru yaklaştım. Kendimden emin adımlar atarken buruk bir tebessümle gözlerine baktım. Sözlerim onu etkilemiş gibiydi. Az önceki gibi bakmıyordu bu sefer. Bana masum biriymişim gibi bakıyordu. Sıradan bir sivilmişim gibi... "Ben katil değilim itfaiyeci. Ben bir adalet temsilcisiyim! Senin polis memuru dediğin çoğu adam işini yapmıyor. Bir yabancı tarafından gözlerle taciz edildim ama devletin memuru bana 'gözü kaymıştır, siz kadınlar tam bir ilgi manyağısınız.' dedi." İtfaiyeci kaşlarını çattı. Bunu beklemiyordu. "Polisler görevini yapsa avukatlar yapmıyor. Avukat olmayı neden istemedim biliyor musun? Suçlu birini savunmak istemediğim için. İstesem reddedebilirim ama adaleti bu şekilde sağlayamam. Avukatlar görevini yapsa hakimler yapmıyor. Karısını beş farklı yerinden bıçaklayan adam serbest bırakıldı. Özellikle de Körüklü hakimi rüşvet alıyor itfaiyeci. Buna şahit olmadım ama şahit olmak da gerekmez. Çünkü çok bariz belli oluyor." Bunu sanki kendisi de biliyormuş gibi başını hafifçe salladı. "Yeri gelince her şeyi duyan avukatlar, müvekkili suç işleyince duymuyor. Yeri gelince her şeyi gören halk, kadına tecavüz edilirken göz kaçırıyor. Babam aileme zarar verirken bir kişi bile yardıma gelmedi. Annem yardım istedi ama bir Allah'ın kulu bile yardıma gelmedi. Her dışarı çıktığımızda annemle benim dedikodumuzu yapıyorlar. Yok bu etek giymiş, yok kızı göbeğini açmış, kendini kapattığı gibi kızını da kapatsaymış... Daha neler neler duydum ben, haberin var mı senin?" Gözlerini bir an için bile kaçırmadan bana bakıyordu. Gözler yalan söylemezdi. Yalan olmadığını belki böyle anlardı. Kaşları normal bakarken bile çatıktı. Ben öfkemden konuya konuya geçerken o sadece bana bakıyor ve dikkatle dinliyordu. Bir iç çekerek bana doğru bir adım attı. "Bunun için çok üzgünüm. Elimden gelen her şeyi yapmak isterdim ama hakimin ya da polislerin işini ben yapamam. Siz de öyle. Seni anlıyorum, yapmaya çalıştığın ve yaptığın şeyi anlıyorum. Lakin tek yol ölüm değil. Hangi memurun sana öyle bir şey dediğini bilmiyorum ama eğer onu bunu söylerken duysaydım konuşacak dili olmazdı. Bu suikastin ilk ve son olsun. Niyetiniz iyi ama bu niyet karşısında yanlış direksiyonu çeviriyorsunuz. Temiz kalmaya çalışırken çamura bulanmayın." dediğinde bir adım atarak daha çok yanına yaklaştım. Yüzümdeki ifade başka bir çaremin olmadığını söylüyordu ve bunu anlamıştı. Gözlerini kaçırıp sıkıntı dolu bir iç çekti. "Biz engel olmadıkça bu kadınlar ölmeye devam edecek. Biz engel olmadığımız sürece bu erkekler pantolonuna kemer takmayı öğrenemeyecek! Biz varız çünkü bu toprakta adalet yok! Ve sağlanamadığı sürece taciz de olacak, cinayet de olacak! O piçleri yakmak için benim kendi ellerimle çıkarttığım olmazsa olmaz yangın da olacak! Ateş herkesi esir alıp yutacak." Kehribar gözlerinin karardığını tam da bu son sözü söylediğim anda farkettim. Boğazımı temizledim. "Hep kötüler kazanamaz itfaiyeci! Eğer hep kötüler kazanacaksa ben de kötü olacağım. Belki o şekilde sesimi duyurabilirim." Kendimi unutmuştum. Yanlış bir şey söylememem gerekiyordu. Pot kırdığım için sustum. Beni tanıması an meselesiydi. Gözlerinde o bakışı görmüyordum. Vay be, beni hemen hayatından çıkarmıştı. Onca yaptığı jest boşunaydı. Bu her ne kadar üzücü olsa da iyi bir şeydi. "Başka yangın istemiyorum." dedi. Kaşlarımı çatarak ona bakıyordum. O kadar şey söylemiştim buna mı takılmıştı? Dikine gitmek istercesine ellerimi birbirine dolayıp göğsümün altında tuttum ve yalandan tebessüm ettim. "Ateşin seni veya aileni yutmasını istemiyorsan eğer başka bir yangın çıkarma." dedi kısık bir sesle. "Ben bir suikastçı olarak o yangını çıkartmayı biliyorsam eğer, sen de söndürmesini bileceksin itfaiyeci!" Bu sözüm onun daha çok sinirini bozmuş gibiydi. Bu nedensizce hoşuma gitmişti. Benim amacımın yangın çıkartmak olmadığını anlamıştı ama diğer türlüsü de riskliydi. Yaptığım tek bir yanlış hamlede bütün emniyet peşime düşerdi. Buna değer mi? En çok buna değer. Sağ elini ensesine götürerek kaşımaya daha doğrusu bir şey düşünmeye başladı. "Ateşle oynuyorsun Küller Güzeli. Dikkat et de yakarken tutuşma." Küllerden doğan bir ateştim ben. İtfaiyeci yanılıyordu, ben ateşle oynamıyordum. Çünkü ateş zaten bendim. "Ben ateşle oynamıyorum itfaiyeci. Çünkü ben, ateşin ta kendisiyim. O yüzden dikkat et de benim çevremde dolaşırken yanıp tutuşma." Başını sallayarak güldü. O kadar tuhaf bir gülümsemeydi ki adlandıramıyordum. Sinirden desem sinirli durmuyordu, komik desem komik değildi, alay desem alaycı gülümsemesini görmüştüm. Az önceki gibi değildi. İtfaiyeci bu sefer konuşmamızın kesin olarak bittiğini anladığında kapıya doğru yöneldi ve kapıyı açarak dışarı çıktı. Onun dışarı çıkmasıyla Kartal ve Karadul'un içeri girmesi bir oldu. Sorgulayan imalı bakışları üstümdeyken her şeyin yolunda olduğunu söyledim. Yani umarım öyledir. Bence durumu halledebilmiştim. Bir suikastçıya göre fazla dürüsttüm. Hoş, söylememem gereken kişilere yalan söylerken yalan söylemem gereken kişilere dürüst oluyordum. Bu işte bir terslik vardı. "İhbar edecek mi?" diye sordu Kartal itfaiyecinin arkasından bakarken. Omuz silktim. "Bilmem, bence etmez." Bunu dediğim an eliyle alnına vurup ofladı. "Ne demek bilmem?! Bunu konuşman için seni o herifle yalnız bıraktık Anka! Bu sadece hayat değil ayrıca örgüt meselesi. Çavuş bu olanları duysa hepimizin ağzına sıçar. Sen ne konuştun onunla?" Sanırım biraz sinirliydi. Bir kazan papatya çayı yapmamız gerekiyordu. "Biraz sakin mi olsan tatlım?" diyerek sağ elini onun sol omzuna koydu Karadul. Kartal, Karadul'a baktığı an sinirden çatılmaya başlayan kaşları gevşedi. Sol eliyle Karadul'un belinden tutup kendisine çekti ve saçlarından öptü. "Ben zaten sakinim gülüm." dedi gülümseyerek. Ne olmuştu şimdi? Gerçek aşk dedikleri böyle bir şeyse eğer âşık olmak istiyordum. Karadul kolunu onun omzuna yaslayarak başını kapıya doğru çevirdi. "Okey, tamam şimdi gidelim. Çavuş bizi bekler." "Örgüte mi gidiyoruz?" diye sordum. Bu bile riskliydi, dua edelim de bizi gören kimse olmasın. "Çavuş sana ilk suikastte 50.000 TL maaş vereceğini söylemedi mi?" diye sordu Karadul soruma soru sorup cevap vererek. Evet, bunu söylemişti. Ne yani şimdi maaşı almak için mi gidecektik? Bana uyardı. "Söyledi de, geç kalmamızla ilgili soru sorarsa ne yapacağız?" Kafaya takmamamı söylercesine bir işaret yaptı Kartal. "Yalan söyleyeceğiz." Bunu söylerken rahattı. Galiba Serdar Bey'e söylediği ilk yalan değildi. Neye güvenerek yapıyorduk bilmiyordum ama ben Kartal'a güveniyordum. "Çok rahat, çok profesyonel." dedi Karadul gülümseyerek. "Zaten diğerlerini postalamıştık. Bu sadece bizim aramızda olan bir sır." Sol eliyle ağzına fermuar çeker gibi yaptı sonrada hayali bir anahtarla kilitledi. Aynısını Kartal'a da yaparken, Kartal onun fermuar çeken parmaklarından öptü. Gülerek onlara bakarken Karadul hayali anahtarı bana doğru atar gibi yaptı. İşin komiği ben de onu tutar gibi yapmıştım. Elimle ağzıma fermuar çekip anahtarla kilitledim ve anahtarı arkama doğru fırlattım. Flash TV'den bir cevapsız arama... 🔥🔥🔥 "Nerede kaldınız?!" diye sordu, daha doğrusu bağırdı Serdar Bey. Karadul ve Kartal özür anlamında başlarını eğerlerken ben doğrudan özür dilemiş başımı eğme gereği duymamıştım. İyi ya da kötü hiç farketmez, ben erkek sevmiyordum. Böyle içim almıyordu, kaşıntı yapıyordu bana. Sonra da kaşıyasım geliyordu. O büyük toplantı masasında geçenki gibi oturmuştuk. Önümüzde de aynı şekilde soldan sağa sırasıyla Kuzgun, Pegasus ve Begonya oturuyordu. Onlarda neden geç kaldığımızı bilmiyorlardı. Kartal, arabayı çekmesi için Pegasus'u aradıktan sonra itfaiyeciyi saklamıştı. Pegasus diğerleriyle gitmişti. Üçümüz dışında itfaiyeciyi bilen yoktu. Ben neden hâlâ onların adını bilmiyordum? "Küçük bir aksilik yaşandı." dedi Kartal. Serdar Bey ellerini birbirine kenetledi. "Neymiş bu aksilik?" Kartal bunu soracağını düşünmemiş olacak ki yalan düşünmekten dona kaldı. Yanağımın içini ısırarak düşündüm. Kabak tadı vermesin diye de aklıma ilk geleni söyledim. "Yangından sonra boğazımız kurumuştu. İçecek bir şey almak için küçük bir bakkala gidiyorduk. Malum marketlerde kameralar belki sorun oluşturur. Bu riske girmek istemedik. Bakkallar artık çok bulunmuyor. Bir tanesini zor ararken arabanın benzini bitmeye başladı. Kartal hızlı sürmeyi seviyor, ekstra benzin yakıyor. Biz bir oraya bir buraya giderken buraya gelmeyi unuttuk. Normalde araba dayanırdı ama burası bizim bulunduğumuz konumdan uzak diye doldurduk benzini. Sonucunda da buradayız işte. Ama siz hiç merak etmeyin Serdar Bey, Karadul onu uyardı. Bir dahakine fazla hız yapmayacak ve arabasının akar yakıtını kontrol edecek." deyip kendi yalanıma inanırcasına gülümsedim. Serdar Bey bu konunun üstünde fazla durmak istemedi. Baya kandırmıştım şu an onu. O kadar da abartılacak bir şey de değildi hâlbuki. Çok klişe bir senaryo atmıştım kafadan. Ahh itfaiyeci ahh! Bak nasıl da iyi bir yalancıyım. "Sana eğer ki teklifimizi kabul edersen diye hesabına 100.000 TL yükleyeceğim demiştim." Bu verdiği sözü mesajlardan hatırlayarak başımı salladım. "Para hesabında duruyor Anka. Begonya kartı ona verir misin?" Begonya başıyla onaylayarak yanındaki sandalyenin üstünde koyduğu kırmızı kol çantasından bir kart çıkartıp bana verdi. "Online her işlemi gerçekleştirebilirsin. İçinde 150.000 TL duruyor. Bugünkü performansının da karşılığı olarak. Seninle gurur duyduğumu bilmeni isterim." Katil olduğum için mi? Parayı Tarık'ı öldürdüğüm için kazanmıştım. Hani olurdu ya bir şey canınızı sıkardı ama mecburiyetten yapmak zorunda kalırdınız. Benimki de aynen öyleydi. Parayı en kısa zamanda bulup Eslem'in ilacını alacaktım. Sonra da barda çalışmaya devam edecek buradan da istifa edecektim. Sonuçta bu işi sonsuza kadar yapamazdım. Amacım belliydi. "Unutma Anka sadece iki suikasti diğerleriyle beraber yapacaksın, o da alışabilmen için. Sonrasında tek başına gideceksin operasyonlara. Ya da istersen Pegasus'la." Pegasus ne alakaydı şimdi? Bana soğuk tavrıyla bakıyordu. Çok isteksiz duruyordu. Onunla hiç muhabbetim olmamıştı. Neden takım olmak zorundaydık ki? Lakin neden bilmiyorum ama buradaki en masum kişi olduğuna yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Üstündeki huzursuzluğu hissedebiliyordum. Onun hikâyesini bilmiyordum ama onun da bir amacı olduğu kesindi. "Artık altı suikastçısınız. Bazı operasyonlara Karadul ve Kartal, Kuzgun ve Begonya beraber gidiyor. Pebasus'u tek başına halledebileceğine inandığım operasyonlara veriyordum. Artık sen de varsın. İkiniz birlikte çalışacaksınız. Bu size bağlı. Senlik bir sıkıntı olur mu?" diye sordu bana hitaben. Pegasus'un bana olan tavırları soğuk olsa bile tatlı biri gibiydi. Bir suikastçıya göre fazla naif ve yumuşak duruyordu. Sarı saçları onu daha çok buna itiyordu. Benlik bir sorun olmazdı. Madem ki bir düzen vardı, bunu bozamazdım. Ama dikkatli olmalıydım. Çünkü Pegasus'un itfaiyeciyi bilmemesi gerekiyordu. Bilse de söyler mi, kestiremiyordum. Ama bana güvenmediği kesindi. Masum ve sessiz dediğim kişiler kandan ve vahşetten hoşlanıyordu. Onu tanımadan kesin bir şey demek istemiyordum. "Benim için bir sorun olmaz." Serdar Bey, Pegasus'a döndü. Onun da fikrini almak istiyordu. Pegasus pek umursamayarak, "Benim için de bir sorun olmaz." dedi. Bir yandan istiyor diğer yandan istemiyordu. Bunu anlayamamıştım. Buradaki herkesin kafası ayrı güzeldi. Anlamam için zaman gerekiyordu. Serdar Bey ellerini masaya koyarak destek aldı ve ayağa kalktı. Diğerleri de Serdar Bey ayağa kalktığında kalktıkları için istem dışı ben de kalktım. Yavaş yavaş alışacaktım bu deve cüce oyununa. "Şimdi dağılın hadi." dedi. Salonun büyük ana kapısına doğru yönelip çıktı. Sormak istediğim bir soru vardı ve tam da o çıktıktan sonra aklıma geldi. Eğitim almak ve dövüşmek istiyordum. Begonya'yı eğitiminde nişan alırken gördüğümde zaten özenmiştim. Pek de kötü sayılmazdı. Tabii bu sadece görünen tarafıydı. Elimdeki karta dikmiştim gözlerimi. Ben bir ablaydım, verdiğim her kararın kardeşimi mutlu etmesi gerekiyordu. Hem onu hem ailemi mutlu edecektim. Kart da bu örgütün olduğunu belli edecek bir renkti. Siyah-gri tonlardandı. Kenarları siyah ortasındaki yazılar gözükebilmesi için gri tonundan biraz daha koyuydu. Sol üst köşede örgütün adı yazıyordu. Örgütün adının yanında da bir akrep resmi vardı. Akrep bu örgütün amblemi miydi yani? Sol alt köşede ise benim adım soyadım yazıyordu. Ortasında son kullanım tarihi vardı. 2032'nin Eylül ayına kadar kullanabilecektim. Onca masrafa girdikleri her halinden belliydi ve zekiceydi. Diğer kartlarla alışveriş yaparsak eğer kendimizi ifşa edebilirdik. Neticede kredi kartı numarası parmak izi gibiydi. Kartın arkası ve öndeki tasarım aynıydı. Çok şık duruyordu. Artık ne kadar zengin bir örgütse bu kredi kartı yapmışlardı. Karadul benim kartı incelediğimi fark ederek, "Serdar Bey sadece Orenda'ya özel olarak tasarladı onu." dedi. "Başka kimse de yok, sadece çalışanlarda." Evet zaten farketmiştim. "Evet farkettim, çok zekice." Ansızın esnediğimde saatin çok geç olmuş olabileceği aklıma gelmişti. Bir diğer şey ise biz buraya gelirken güneş doğmuştu ve ben eve hiç uğramamıştım. Tedirginlikle cebimden telefonumu çıkardım ve saate baktım. Saat gecenin beşiydi. Altı olmasına çeyrek kalmıştı. Zaman ne zamandan beri bu kadar hızlı akıyordu? Daha kötüsü ise telefonum sessizdeydi. Parmak izimle telefonu açtığım an aramalar kısmındaki 115 cevapsız çağrıyla göz göze kaldım. "Siktir!" Ağzımda yuvarladığım bu küfürden sonra bana dönüp baktılar. Elimi alnıma koyarak sessizce ofladım. "Ne oldu?" diye sordu Karadul. Somurtarak telefonumun ekranını ve 115 cevapsız çağrıyı gösterdim. "Daha olmadı, eve gidince olacak." Zaten Mahlas'la aram bozuktu. Bu sefer ağzıma sıçacaktı. Zaten beni en çok arayanda oydu. Annem 24, Mahlas 36, Miray 18, Aren 16, Bora 11, Gökay ise 10 kere aramıştı. Neden benim telefonum hep sessizdeydi ki? Ayrıca Arenler nasıl duymuştu? Off Miray off! Ben İdil'in evine gideceğim dediğim için mi aramışlardı. İdil de kendi telefonuna baktı. Onda da 24 cevapsız arama vardı. Eyvah eyvah eyvah... Ayağa kalktığım an Kartal arkamdan, "Ailene haber vermedin mi?" diye bağırdı. Salonun çıkış kapısına yönelmiştim ki arkama geri döndüm. "İşimiz hızlı biter diye düşünmüştüm. Ayrıca ben saat birde orada olacağımı söyledim. Saat beş! Ağabeyim beni öldürecek!" Kartal işimizin hızlı bitmesinin imkansız olduğunu ifade edecek bir bakış attı. Derhal pansiyona gitmem gerektiğini söylediğimde diğerleri otururlarken Kartal ve Karadul ayağa kalktı. Aslında Pegasus da kalkacak gibi olmuştu ama Begonya onun oturmasını gözleriyle söylemişti. Bu hareketine anlam verememiştim. Zaten bunun içinde uğraşmak istemiyordum. Herkesin beni sevmesine ihtiyacım yoktu ya da bu zorunlu bir şey değildi. Mahlas küçükken benden yarım saat haber alamayınca polise kayıp ilanı vermişti. Ve beni buldukları yer dolabımdı. Uyuyakalmıştım. Şu an saat beşti ve kim bilir neler yapmıştı ya da neler yapacaktı? Salondan çıktığımızda Kartal arabayı hazırlamakla uğraşacakken Karadul elimden tutarak beni motorların olduğu tarafa götürdü. "Hız sever misin?" diye sordu gülümseyerek. Sevmez olur muyum? Mor R6 motorunun siyah kaskını kafama takarken Kartal ona dikkatli olmasını söylüyordu. "Dikkat benim göbek adım." deyip gözleri Kartal'ın dudaklarına kısa bir an baktığında kendi dudaklarını onunkinin üstüne kenetledi Karadul. Durduk yere öpüşürlerken gözlerimi ve dikkatimi motora vermeye çalıştım. Dil banyolarını izlemeye midem el vermiyordu. Sağ bacağımı kaldırıp motora bindim. Kaskın koruyucu camını yukarı kaldırdım. Bu muhteşem aracı incelemeye devam ettim. O kadar parlaktı ki aynaya bakar gibi kendimi görüyordum. Saçlarımı at kuyruğu yapmama rağmen kabardığını gördüğümde rahatsız olmuştum. Filmlerde kadınların saçı böyle aksiyonlarda bozulmazken benimki bozulmak için an kolluyordu. Elimi motorun kontak anahtarına götürdüm. Anahtar üstündeydi. Daha önce hiç motor sürme şansına sahip olmamıştım. Burada bunun eğitimini de alacak mıydım? Bu harika olurdu. Daha anahtarla çalıştırmadığım için bir tehlike çıkartmayacağından emin olarak eğildim. Motora yaslanarak sağ elimle ön freni, sol elimle de debriyajı kavradım. Hız yaparken saçlarımın rüzgârla uçuşunu hayal ettim. Her zaman ön teker kaldırmak istemiştim. Umarım bir gün bu ufak hayalimde gerçek olurdu. "Yavaş ol Anka. Yanlış bir hamle yaparsan duvarla bütünleşirsin." Karadul dil banyosundan çıkmış olacakki yanıma geldi ve arkadaki ikinci siyah kaskı alıp kafasına taktı. Sağ bacağını kaldırarak önüme bindi. Kontağın üstünde duran anahtarı yana doğru çevirdi. Çevirmesiyle motorun çalışmaya başladığını titreşiminden hissettim. Kartal kontrol panelinin düğmesine basarak önümüze bir yol açtı. Doğruca yer yüzüne çıkan bu yokuştan çıkmak için Karadul, "Sıkı tutun, sakın uçma." dediğinde ellerimi arkaya götürüp motorun arka ucunu tuttum. Gaz kolunu çevirip ayağıyla öne doğru ittirdi. Beklediğimden daha hızlı ilerlerken yer yüzüne çıkan o yokuştan çok kısa bir sürede çıktık. Yeniden toprağın üstündeyken Karadul gaza daha çok yüklendi. Sıkı tutunmama rağmen düşecekmiş gibi hissediyordum. Hızlı esen rüzgâr yüzüme çarptığında camımı açık unuttuğumu farkederek sağ elimle onu indirdim. Lanet olsun ki tam o an bir tümsekten geçerken yeri öpmemek için Steve Rogers gibi tüm gücümle tutundum. Asıl özgürlük buydu. Kaybedecek pek bir şeyin kalmamış gibi sonsuzluğa gaz vermekti. Bir süre sonra bu ormandan çıkıp bir yola vardığımızda kimsecikler olmadığı için ellerini motordan çekti ve kaskını çıkardı İdil. Motoru şu an sadece ayaklarıyla sürüyordu. Kaskını bana uzattı. Korku, şaşkınlık, hayret içinde ona bakarken o kollarını açmış gülerek bağırıyordu. Motora daha çok gaz verirken saçları rüzgârdan yüzüme çarpıyordu. Olası bir durum için onun kafasına kaskı geri taktım. "Sen de denemelisin. Kural 1: Asla tereddüt etme. Kural 2: Asla Kural 1'i çiğneme." dediğinde o motora gaz verirken ben de istemsizce gaza gelmiştim. Kafamdaki kaskı çıkardım ve kucağıma koydum. O yoğun hava yüzüme çarparken kollarımı kuralı uygularcasına tereddüt etmeden açtım ve ben de tıpkı İdil gibi bağırmaya başladım. Biraz doğrulup ayağa kalktığımda kollarım yukarıda saçlarım ise arkada uçuş modundaydı. Rüzgâr o kadar sert çarpıyordu ki tokam bile buna dayanamamıştı. Saç telim kalın olduğundan bunu tutamamıştı. Saçlarım açık formuna geri dönmüştü. Bu ânı bozmak istemediğimden bağırmaya devam ederek, "Bu harika!" dediğimde İdil de başını onaylayarak salladı. Anayola girişimizle kaskımı kafama geri taktım. Bu yollarda trafik olurdu, başımıza yeni bir bela açmak istemezdim. Yaklaşık beş dakika sonra pansiyonun önündeydik. Motordan inip kaskımı İdil'e verdim. Kaskının camını yukarı doğru kaldırdı. "Bunu tekrarlamamız gerek." dediğimde güldü. "Sen de öğren mükemmel bir yarış yapalım. Rüzgâra meydan okuyalım." "Bu kesinlikle harika bir fikir, hemen eğitime başlasam iyi olur." deyip güldüğümüzde iyi geceler diledi ve motoruna tekrardan gaz vererek kısa bir sürede gözden kayboldu. Mahlas ve anneme bir yalan uydurmam gerektiği için telefonumu çıkartıp kapatma tuşuna uzun bir süre bastım. Telefonumu kapattım. Pansiyona girip bizim dairenin katına çıktım. Anahtarımı çıkarıp kapıyı açacaktım ki kapı kendiliğinden açıldı. Anahtarın sesini duyan Mahlas kapının önünde öylece kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu. Bu saate kadar beni mi beklemişti? Kavga çıkartmak istemediğimden içeri girdim. Annem beni gördüğü an yanıma gelip sarıldı ve saçlarımdan öptü. "Şirin, kızım sen neredesin? Aklım gidiyordu. Telefonun niye kapalı senin? O kadar aradık, neden dönmedin? Başına bir şey mi geldi? Ne oldu, kiminleydin kızım?" "Anne ben iyiyim sakin ol. Arkadaşımla beraberdim. Saatin geç olduğunu farketmedim." Telefonumu çıkartarak ona uzattım. "Telefonumu sessizde unuttum ve şarjı bitti. Sizi meraklandırdığım için üzgünüm." Annemin telaşlandığı her halinden belliyken Mahlas'ın da öfkeden deliye döndüğü her halinden belliydi. "Hangi arkadaş bu?" diye sordu tok bir sesle. "İdil dedim ya." "Sen genelde Miray'la bile saat ikiye kadar takılırsın. Bu İdil kim ve neden bu saatte geldin?" dedi şimdi de. İçime derin bir nefes çektim. Bana karışmayı ne de çok seviyordu. "Bana karışmasan mı artık Mahlas?" "Alev bak sabrımı taşırma benim. Saat gecenin beşi! Annem senin daha eve gelmediğini söyleyince her arkadaşını aradım senin. Miray, senin ondan başka görüştüğün kimse olmadığını söyledi. İdil'in yanında ne yaptın ya da ne içtin?" Gerilerek yanağımın içini ısırdım. "Sadece biraz içki içtim. Uyuya kalmışım uyanınca da geldim. Oldu mu Mahlas? Duydun mu duymak istediğini?" Gözlerini kapatarak dışarıya bir nefes verdi. "Alev, bana lütfen artık yalan söyleme. Aren miydi Eren miydi her kimse işte o bahsettiğin İdil'in evinde olmadığını söyledi. Kızın evine gidip bakmışlar korkudan, yoktu evde!" Off! Bir işimde yolunda gitse olmaz mı be? Beni neden hep zora sokuyorlar ki? Yanağımın içini ısırarak, "İçkiyi zaten parkta içtik. Onlar geldiğinde biz bir ihtimal parktaydık." dediğimde güldü. Ama bu gülüş sinirdendi. Öyleki ellerini yumruk yaptığı için daha da kesindi. "Her yalan söylediğinde yanağının içini ısırıyorsun, bilmem farkında mısın?" diye sordu aynı gülüşle. Farkında değildim, bu artık alışkanlık olmuştu. Lakin o da farkında değildi. Her sinirlediği zaman elini Tarık'ın yaptığı gibi yumruk yaptığının farkında değildi. Ama ben bunu onun yüzüne vurmayacaktım. "Bu söylemek istediğim kişiye göre değişiyor. Alışkanlık diyelim." Bu cümlenin içinde çıkan imayı hissetmiş olacak ki ellerini daha sıkı sıktı. Yaptığı yumruğu suratıma her an geçirebilirdi sanki. Sabrım taşmak üzereydi. Bana ne zamandan beri böyle davranmaya cüret ediyordu. Gözlerim yumruklarına bakarken ellerini cebine koydu. Mahlas bana gerçek anlamda bir kez bile vurmamıştı. Hep eğlencesine döverdi beni. Ben de ona karşılık verdiğim için pek bir sorun çıkmıyordu. Peki şimdi ne değişmişti? Neden Mahlas'ı gözümde böyle bir konuma getirtmiştim. "Bana ne olduğunu söyle." derken içimde ateş yine yanmaya başlıyordu. Ona asla söylemezdim. Bunu onun için yapıyordum ama o bunu bilmiyordu. "Alev, ben senin ağabeyinim. Ne oldu da nefret etmeye başladın benden, ben anlamıyorum. Bu saate kadar eve gelmemişsin. Ne yapmamı bekliyorsun, hiç soru sormayayım mı sana? Omzunda senin benimkinde ağladığın gibi ağlayayım mı? Benim sorumluluğunda olduğunu ne zaman anlayacaksın sen? Ben seni korurum da sataşırım da. Sen ben kardeşimsin ya, bir ağabey korumak için kardeşinden izin mi alacak? Başına yine ne işler açtın bilmiyorum ama bana olan bu tavrını değiştir artık!" yutkundum. Ben neden böyle hissediyordum ona karşı. Kalbim sızlıyordu, nefesim daralıyordu. Sadece öfke hissediyordum. Dedikleri çok ağrıma gitti ama sustum. Çünkü eğer konuşursam bu sefer kalp kıracacaktım. Ona bir şey demediğim için hayal kırıklığıyla bana bakmakla yetindi. "Yazıklar olsun." dediğinde dört bir yanıma bıçak saplanmış gibi hissettim. Ağabeyimle aramda bir köprü açıyordum ve o yanıma yaklaştıkça düşecekmiş gibi oluyordu. Kalp kırmak istemiyordum. Bu saatte bağırmak, ağlamak istemiyordum. Eğer sinirlenirsem ağzıma geleni söylerdim. Bu da hiç iyi sonuçlara yol açmazdı. "Sana gerçekten yazıklar olsun Alev!" Mahlas askılıktan siyah montunu alıp giydi. Anahtarını cebine attı. "Oğlum sen nereye gidiyorsun? Saat kaç oldu, geç yatağa çıkmıyorsun bir yere." Kapıyı açıp dışarı çıkmıştı ki, "Ben gececiyim bu hafta anne. Sen Alev gelmedi dediğin için gelmiştim eve. İyi geceler size." deyip kapıyı kapattı. Bu iki etmişti. Her şey çok kötü ilerliyordu ve önümde bir çıkış yolu da yoktu. Tüylerim diken diken olurken yatağıma geçtim. Yüzümdeki makyajı bile silmeden yatağa uzandığım gibi yattım. Ona karşı o kadar şey söylemek istemiştim ki. Bütün içimi boşaltmak istemiştim, lakin bu artık mümkün değildi. Kulaklarımda ve zihnimde o sözü yankılandı. Ağabeyim bana ilk kez, 'Yazıklar olsun.' demişti. Bunun içindeki anlam o kadar keskindi ki. Yapabildiğim tek şey gözlerimden yaş akıtmaktı. Ama hayır ağlamak istemiyordum. Ağlamamak için güldüm ama gülerken ağladım. Hoş, hep acıdan gülerdim ama hiç mutluluktan ağladığım olmamıştı. ... |
0% |