@darklightssx
|
Miray kahvaltıya bize gelmiş, bugün üniversiteyi ertelemişti. Arada sırada canı istemeyince derslere girmiyordu. Yine de çalışkan bir öğrenciydi. Kahvaltımızı yaparken o benimle tartışıyordu. Mahlas'la olan kavgamızı anlattığımda Mahlas'ın haklı olduğunu söylemişti. "Senin için çok endişelendi. Kusura bakma ama saat beşte ne işin vardı senin İdil'le? Benimle bile o saate kadar takılmıyorsun." "Ya biraz içmişiz, sonra uyumuşum." dedim. Bu sefer yanağımın içini ısırmamaya çalıştım. Bu alışkanlığı unutmam gerekiyordu. Annem Eslem'in mamasını getirip önüme koydu. Kahverengi desenli yazmasını düzeltirken, "Ben süt almaya markete gidiyorum. Bugün size güllaç yapayım. Hem Mahlas da çok sever." dedi. Başımı onaylayarak salladım. Eslem'e mamasını yedirirdim. Her zaman mamasını boruyla yedirmiyorduk. Sıvı olan mamalarını kaşıkla yediriyorduk. Biraz daha katı olanları boruyla. Annem gittikten sonra Eslem'in yanına gittim ve onu kucağıma alarak öptüm. Zaten doymuştum. Miray hâlâ yumurta tıkınırken mama biberonunu Eslem'in ağzına doğru götürdüm. Fazla yatay pozisyonda tutmuyordum. Yeşil gözleriyle biberona bakıyor, minik elleriyle onu tutuyordu. Yavaşça içmeye başlarken Miray ayağa kalkıp kendine yeni bir çay tazeledi. "İster misin?" Elimi hayır anlamında sallayarak reddettim. Eslem'in biraz nefes alması için biberonu çektim. "Tezgahın üstünde cicibebeden yaptığım bir mama olacak getirir misin?" Miray çayına bir küp şeker koyduktan sonra karıştırmayı bırakıp mamayı ve plastik mavi kaşığı getirdi. Mamasını katı yapmamıştım. Rahat yiyebilsin diye oldukça sıvı kalmıştı. Eslem'e mamasını plastik bir kaşığa koyup yedirtirken ağız alışkanlığı, "Bak uçak geliyor." diyerek kaşığı havada uçurdum. O sırada Miray çayına attığı şekeri karıştırırken, "Bence bu çok saçma bir söz. Uçağın ağzımızda ne işi var?" dediğinde istemsizce güldüm. Neden hep bu kadar saçma konuları merak ederdi ki? Miray kendi söylediği söz üzerine biraz düşündü. "Neden hep kamyon geliyor, araba geliyor falan diyorlar? Ve bebekler neden ağızlarını açıyor? Ağızları park yerimi?" Düşünürcesine çenemi büzdüm. Mantıksal olarak hiçbir yanı yoktu. Ağız alışkanlığı herkes söylüyordu. "Böyle düşününce gerçekten saçma geldi." Eslem'e mamasını yedirirken Ogün Sanlısoy'un 'Saydım' şarkısını söylüyordum. Miray da çayını içerken bana eşlik ediyor düet yapıyorduk. Masayı darbuka gibi kullanarak vurmaya ve ritim oluşturmaya başladı. Aynı anda şarkının nakaratını söyledik. Durduk yere çıkan bu şarkı aşkına güldük. "Yine aynı saatte mi geleceksin bara?" "Evet. Ben molalarda şarkıya çalışıyorum. Müzik odası sessiz bir yer." "İyi o zaman. Gecikme." "Aaa sana ne diyeceğim! Ben nasıl unuturum bunu?" Acaba ne kadar saçma bir şey anlatacaktı yine? "Ne oldu? Yine kime âşık oldun?" dedim alayla. Miray hemen hoşlanıp âşık olan biriydi. En ufak ilgiyi bile aşk sanacak kadar hem de. Lisede ona kopya veren bir çocuğun ondan hoşlandığını düşünüyordu. Kafası ayrı güzeldi. 'Neden sevgilim yok?' diyordu ve erkeklerle kanka gibi takılıyordu. Ondan gerçekten hoşlanan Mert diye bir çocuğa bile kanka gibi yanaşmıştı. Hiç beklemediğim halde somurtarak, "Nereden bildin ya?" dediğinde gözümü kapatıp elimle alnıma vurdum ve ofladım. "Ben âşık oldum Şirin. Ama bu sefer çok tatlı bir çocuk." "Senin tatlı dediğin çocuklar manyak çıkıyor." "Gerçekten çok tatlı. Bana çok iyi davranıyor. Gastronomi okuyor. Bana kendi yaptığı kekten yedirtiyor, çok güzel yapıyor. Ayrıca koyu kahverengi gözlü. Ayyy çok hoş." "Sen gerçekten delisin Miray." "Görsen sen de seversin." "Çocuğu mu yoksa yaptığı keki mi?" "Off Şirin ya!" 🔥🔥🔥 Üç gün geçmişti. Yine sıradan bir gündü ve ben yine bara gelmiştim. İçeri girdiğimde görünüşte sadece İdil vardı. Bu sefer rafları düzenlemiyor bezle temizliyordu. Biraz sohbet ederken konu yine itfaiyeciye açılmıştı. Şu ana kadar hapiste değilsek eğer bizi ihbar etmediği içindi. Gerçekten ihbar etmemişti. Bana güvenmişti. Bunun için ona minnettar kalacaktım. "Aslına bakarsan şaşırdım. İhbar edeceğini düşünüyordum." dedi. Ben de ihbar edeceğini düşünmüştüm. Ama kendimi iyi ifade ettiğim için bana inanmıştı. Kötü biri olmadığıma ikna olmuştu. Bu da beni mutlu etmişti. İdil bana ısmarlamak için bira verecekti ki elimle reddettim. "İstemiyorum. Sonra uykum geliyor." Peki anlamında kafasını salladı ve temizliğe geri döndü. İdil bezle rafları silerken aklına bir şey gelmiş gibi bana bakarak, "Gökay ve Ecem kulisteler. Söyleyecektim, tamamen aklımdan gitmiş." dediğinde şaşırdım. Gökay hep geç kalmasına rağmen bugün bu kadar erken mi gelmişti? Şaşırtıcı. İdil'e "Kolay gelsin." diyerek kulise doğru yöneldim. İçeriden bateri sesi gelmiyordu. Sohbet ediyorlardır diye düşünerek kapıyı çalmayı unutup içeri girdiğimde gördüğüm manzaradan sonra kapıyı anında geri kapattım. Zihnimin bu görüntüyü derhal silmesi gerekiyordu. Kulis enstrüman çalmak için yapılan bir odaydı. Vatozlaşmak için değil. Sadece benim mi midem kalkıyordu böyle şeylerde? Gökay bateri sandalyesinde oturmuş, Ecem ise kucağında yerini almıştı. Kızıl saçları bateriyi kaplarken Gökay'ın elleride onun belini kavramıştı. Gerçekten bunun için mi bu kadar erken gelmişlerdi? Kapının önünde durup bitirmelerini beklerken Bora ve Aren girdi göz alanıma. Bora, "Senin ne işin var burada?" dedi ciddi ve şaşkın bir sesle. Anlam veremeyerek kaşlarımı çattım. Neden sormuştu şimdi bunu? "Ne demek ne işim var?" "Ne işin var demek! Burada olmamalısın." Aren de tıpkı Bora gibi bana bakıyordu. Yerim sanki burası değilmiş hini bakıyorlardı bana. Acaba hakkımda bir şey mi öğrenmişlerdi? Boğazım kurudu ve kalbim kaburgamı tekmelemeye başladı. "Nedenmiş o?" dedim Aren'e sorgulayarak. Kaşlarını çattı. Sol elini beline koydu. Sağ elini de beni işaret etti. "Yanlış gelmişsin çünkü. Bu güzellikteki birinin yeri bar değil ancak podyum olur." dedi ve ikiside gülümsemeye başladı. Gözlerimi rahatlarcasına kapatıp dışarıya bir nefes verdim. Bir anda ettiği bu iltifatla kızarmıştım. Resmen iltifat etmek için anlaşma yapmış, kalbime inme indirmeye çalışmışlardı. "Neden kapının önündesin? İçeri geçsene." dedi Aren. Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Gökay ve Ecem'in bazı malum işleri var." deyip anlamaları için göz kırptım. Aren kaşlarını yukarı doğru kaldırarak anladığına dair bir tepki verip güldü. Bora ise Aren'in aksine anlamamış olacakki gülerek bana baktı ve kapıyı açtı. "Off boşver işi, gir iş-" Gökay'la göz göze geldiğimiz an iki tarafta öylece kalakaldı. Kapıyı açtığımız an Gökay ve Ecem doğrularak bize bakındı. Ecem, Gökay'ın kucağından kalktı ve gömleğini iliklemeye başladı. Gökay da saçlarını düzeltti. Galiba ben kapıyı açtığımda beni pek farketmemişlerdi. "Kolay gelsin." dedi Aren başını sallayarak. "Şerefsize bak ya! Bizim bateriye dokunmamıza izin vermezken Ecem dayamış." Aren, Bora'nın koluna dirseğini sertçe geçirerek öksürdü. "Kes lan!" dedi Gökay. Ecem kıpkırmızı kalmıştı. Galiba utandığından dolayı göz teması kurmuyordu. Gökay kız arkadaşının utandığını farkettiğinden sağ elini onun sağ omzuna koydu ve kendisine çekip sardı. "Bakma sen şu salağa. Arada cıvıtıyor." Bora göz devirerek siyah koltuğa geçip oturdu. Ecem, Gökay'ın yanağından bir öpücük kondurdu ve gülümseyerek odadan dışarı çıktı. Gökay'ın yanağı ve dudaklarının yanı pembe ruj olmuştu. Koltukların ortasındaki masadan ıslak mendil alarak yüzünü sildi. Ecem gidince Bora'nın yanına gidip kafasına bir şaplak attı. "Kızın yanında niye böyle konuşuyorsun lan!? Ben seni bir dayarım o bateriye-" "Yuh! Çüş! Aaaaa!" dedim konuşmasını kesip gülerek. Böyle küfürleri hiç sevmezdim ama onlar söyleyince komik oluyor gibiydi. Zaten alışmıştım. Gökay ve Bora'nın bu halleri artık tuhaf gelmiyordu. Birkaç dakika sonra sarılmaya başlarlardı. Tabii bu tür ufak kavgaları genelde Bora yüzünden başlıyordu. Biraz kaos seviyordu ve düşünmeden ağzına geleni söylüyordu. Tatlı çocuktu, sadece nerede ne diyeceğini bilmiyordu ve biraz dengesizdi. "İki kıza da rezil ettin beni, götü kurtlu Bora!" "Bütün kabahat sende, götü boklu Gökay!" Onları bakıp gülmemek resmen imkansızdı. Bora daha çok laf atıyor Gökay da sinirleniyor ve Bora'yı bir güzel silkeliyordu. Onlar atışmayı bitirdikten sonra Aren ellerini birbirine iki kez vurdu. "Neyse provaya başlayalım artık." dedi. "Hangi şarkı?" diye sordum. "Ulaş bu aralar en bilindiklerden seçiyor. Yüreğim Davacı." Eh işte fena değil. Bu şarkı sanki biraz eskimişti ama en azından zor bir şarkı değildi. Benim işim diğerlerine göre daha kolaydı. Zaten bildiğim şarkılar çıkıyordu, ekstra çalışmama gerek yoktu. Bu şarkıyı herkes yüksek ihtimal ezbere bilirdi. Çağatay Akman bir nesili kendi şarkılarıyla geçirmişti. Siyah koltukta oturup sözlerine çalışmaya başladım. Bora ve Aren gitarlarının akordunu yapıyorlardı. Gökay kulaklığını kafasına koymuş şarkıyı dinleyerek baterisine vuruyordu. Müzik kulağı gerçektende iyiydi. Eksik olan tek kişi Eymen'di. O nerede kalmıştı? "Eymen nerede?" diye sordum. "Bugün işinin çıktığını söyledi. Geç gelecek." dedi Aren gitarının akordunu yaptıktan sonra boynundan geçirerek. Telefonumu çıkartarak İdil'e bir mesaj yazdım. 'Eymen görevde mi?' Cevap vermesi birkaç dakika uzun sürdü. Ardından sol üstte yazıyor... yazısı çıktı. 'Evet, bugün gecikecek. Bir mafya öldürmesi gerek.' Mafya mı? Tek başına mı? 'Sen neden gitmedin? Tek başına riskli olmaz mı?' diye yazıp gönderdim. Mesajı gönderdikten bir kaç saniye sonra tekrar yazmaya başladı. 'Eğer ben de gitsem bu sefer bizim için riskli olurdu. İkimiz de ortada olmazsak bence şüphelenirler. Hem sen merak etme, Kartal ilk kez yapmıyor bunu.' 'Neden öldürmek yerine göz korkutmaya çalışmıyor?' 'Göz korkuttuğu kişiler genelde değişeceğine söz verenler. Ama öldürdükleri bunu hakediyor. Hem bu zamanda nüfus giderek artıyor zaten. Ölen şerefsizlerin yerine yeni melekler doğuyor. Bizim görevimiz o melekleri güzel bir ortamda büyütmek.' 'Ya bir şey olursa?' İçim rahat değildi. Eymen her ne kadar bu işte profesyonelleşse de başına bir şey gelebilirdi. Tek başına gitmesi güvenli değildi. 'Kötüyü çağırma.' dedi İdil. Onun da endişelendiğini biliyordum. Sonuçta Eymen onun kocasıydı. Tehlike bir şey olduğunu o da biliyordu. Ama örgütü ve bizi riske sokmak istemiyordu. Ne kadar berbat bir iş. "Hazır mısın Şirin? Ezberledin mi sözleri?" diyen Aren tam telefonumun ekranına bakacaktı ki mesajlardan çıktım. Ana ekran fotoğrafımda Eslem vardı. Önce ekrana sonra bana baktı. Yapacak bir şey yoktu, sözleri açmaya zamanım kalmamıştı. "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Yanak içimi ısırdım. "Ezberlemeye çalışıyorum işte. Sözlere bakarsam ezberleyemem. Önce okuyorum sonra kapatarak içimden tekrarlıyorum." hızlı bir yalan söylemiştim. Aferin bana. "İlginç bir yöntem ama işe yarar." Başımı sallayarak gülümsedim. Elini bana uzatarak kalkmamı istedi. Lakin ben elini uzattığını çok sonradan farketmiştim ve sol elimi koltuğa destekleyerek ayağa kalkmıştım. Aren de elini geri çekmiş cebine geri sokmuştu. Off çok utanç verici bir şeydi. Tanımadığın birinin sana el salladığını düşünüp ona karşılık vermek gibiydi. Bora notaların yerini karıştırıyor gibiydi. Her defasında yanlış notaya basıyor, ses bozuk çıkıyordu. "Ya sabır, valla küfür edeceğim ha!" deyip nota kağıdına bakarak ofladı. Gökay bagetiyle sağ zile vurup ona baktı. "Ne oldu?" diye sordu. Bora şikâyetçi bir tavır takındı. "Dört vuruş sol var ama ben hep üç vuruyorum. Zaten en alta sokmuşlar. Yemin ederim bu nota sayesinde parmaklarım uzadı." Gökay gülerek, "Burada gıcık olan sensin o zaman. Yıllardır çalıyorsun şimdi mi şikâyet ediyorsun? Notaya saygı göster." Aralarındaki diyalog o kadar kaliteli ilerliyordu ki film gibi izliyordum. "Sen niye şimdi bana laf atıyorsun? Git sevgilinle ilgilen." Notayı tekrar vurmaya çalıştı. Hızlı yapmaya çalışıyor ama gerçekten de üç kez vuruyordu. "Offf! Saymayı mı unuttum acaba ben?" "Çok boş bir herifsin Bora." dedi Gökay iki eliyle trampetin üstüne koyduğu bagetleri tekrardan alarak. "En azından iş yerinde cıvıklaşmıyorum." "Bora! Bak yemin ederim seni trampet olarak kullanır hem götüne hem de kafana vurup konser yaparım! Kaşınma!" İyi bir doğaçlama. 7 puan veriyorum. "Aslına bakarsan kaşınıyorum, sinek ısırmıştı. Hadi gel konser yap benimle." Gülmeme engel olamıyordum. Aren alışmış gibi ellerini beline koymuş oturarak onları izliyordu. "Siz birbirinize mi yürüyorsunuz yoksa kavga mı ediyorsunuz? Biraz ciddi davranın. Yanınızda bir kadın var öküzler!" dedi. "Ne güzel muhabbet ediyorlar işte, hiç durdurma. Ben sevdim. Siz devam edin." dedim reklam arasını geçip onlara gülerek. Aren başını omzuna yatırıp prova almamız gerektiğini ima etti. Sonra prova alırdık, ben şu an eğlenmek istiyordum. "Senin saçlarına altı tane tel takar, güzel ses vermesi için akord ettikten sonra götünden sapını sokup konserin içinden geçerim Gökay." Wohow! Benden Bora'ya 9 puan. Söyledikleri zihnimde canlanıyordu. Yeminle çarpılacaktım. "Sen niye laf yapıyorsun şimdi?" dedi Aren kaşlarını çatarak. "O bana laf yapıyor diye." "Lan piç! Sen bana laf atıyorsun! IQ 3,5 olunca bu kadar mal mı oluyor bir insan?" "Lan ben notayı sövüyorum, sana ne oluyor? Maydanoz olma her şeye!" Şu an durumlar karışmıştı. Bu beyinsizler gerçekten kavga ediyordu. "Şu an konu ne?" diye sordum. "Bora'nın mallığı." dedi Gökay. Bora kaşlarını çatıp somurttu. "Ben konuşmuyorum seninle. Dön önüne." dedi. Halbuki arkasını dönen oydu. "Ben önümdeyim zaten, sen arkana dönüyorsun." Bora önüne döndü ve nota kağıdına baktı. "O zaman ben döneyim önüme." dediğinde bir gülme krizi geçirdim. Gökay ve Aren'de bu tepkiye gülerken Gökay bagetiyle önce trampete birkaç kez vurdu, sonrada gülümseyerek sağ zile vurdu. "Bora, seviyorum lan seni. Ne kadar mal, pezevenk, şerefsiz ve geri zekalı olsanda seviyorum seni." Bir aşk itrafı mi geldi yoksa? Bora'yı tanıyorsam ki tanıyorum Gökay'ı sinirlendirmeye devam edecekti. "Bu da bana yürüyor ya, sevgiline koş köpek. Ecem'i arar, 'sevgiline tasma takmayı unutmuşsun, etrafta salya akıta akıta dolanıyor' derim." Gökay oflayarak baterisinin yanına koyduğu su şişesini alıp içmeye başladı. Ardından Bora'ya, "Bok ye lan! Valla bok ye." dedi. "Yok ben yamyam değilim seni yiyemem." diyerek karşılık verdi Bora. Acaba son sözü kim söyleyecek yarışması mı yapıyorlardı? Gökay ayağa kalkarak, "Bak senin var ya!" dedi ki Bora ona dönüp güldü. İşaret parmağını iki yana doğru salladı. "Şiddete hayır." "Sana uygulanacak şiddet sevap olmalı." "Çok ayıp." "Senin dediğin onca şey ayıp değil, bu mu ayıp?" Bora sinirlendirdiği Gökay'a gülerek bakarken aklına bir şey gelmiş gibi Gökay'ı kolundan dürttü. "Aa bu arada akşam maç var, izleyecek miyiz?" diye sordu. Gökay'ın yüz ifadesi hemen değişmişti. "Tabii ki lan, kaçırır mıyım hiç?" "Tamam o zaman saat sekizde bizde olursunuz." "Biraz atıştırmalık al, abur cubursuz maç olmaz." "Alırım alırım, ama para senden." "Ben de yok." "Bende de." Aren ne olduğunu "Siz ne yaşıyorsunuz lan? Daha demin sövüyordunuz birbirinizi." "Şunun tipine baksana ya. Bu tipe sövülür mü?" dedi Bora. Ardından şakasına Gökay'ın yanağına vurdu. Gökay da gülerek onun yanağına vurdu. Bu nasıl bir anlaşma stiliydi? "Sen kendi tipine bak. Kedi poposu gibi tipin var, buna sövülür mü?" "Hakaret mi ediyorsun iltifat mı?" "İltifat." "O zaman daha beter!" Gökay sol kolunu Bora'nın omzuna atarak sardı. Bora da onun sırtına iki kez vurdu. Erkeklerin kavgaları baya iyiydi. Bir daha izlemek istiyordum. "Tamam bu kadar yaygara çıkardığınız yeter. Artık prova alalım." dedi Aren az önce çıkardığı gitarını tekrardan başından geçirerek. "Eymen gelmeyecek mi?" diye sordu Gökay. "Gecikecek gibi." Gökay baterisinin yanına doğru ilerledi ve bagetleri havaya atıp havalı bir şekilde iki kere döndürüp tuttu. "Adamın yokluğu ve varlığı bir gibi. İkisinde de onun olup olmadığını hissedemiyorum. Ruh gibi dolanıyor ortalıkta." "Sessiz olmayı seviyor." dedim. Şu an burada olmayabilirdi. Ama arkasından bu şekilde konuşmalarına izin veremezdim. Onun gerçek kişiliğinde ne kadar iyi olduğunu görmüştüm. Yani kısmen iyi. Kötüden de iyi. Gökay, Eymen'i kastederek, "Sessizlerden korkacaksın demişler. Onda katil sinsiliği var. Her an birimizi öldürebilir." dediğinde kalbim tek attı. İçimden yakıcı bir sıvının geçtiğini hissettim. Yanağımın içini ısırdım. Off yine yapmıştım, bu alışkanlıktan kurtulmam gerekiyordu. "Eymen karıncayı bile incitmez." Bir mafyayı öldürmeye gitti. "Ayrıca sessiz olmayı sevmesi suç mu?" Tam bir silah tiryakisi, sese bayılır. "İşi uzun sürmüş az sonra gelir, biraz bekleyin." Daha çok beklersiniz. "Tamam patron, bir şey demedik." dedi Gökay gülerek. 🔥🔥🔥 Aren ve Bora 2-3 saat kesintisiz çalışmışlardı. Gökay zaten müzik kulağına göre çalacaktı. O ve ben sadece üç saat çalışmıştık. Ezberim kuvvetli olduğu için benlik bir sorun olmuyordu. Bora sol notasına dört kez vurmaya alışmıştı, artık yapabiliyordu. Gözlerini kapatarak çalıyor, Aren'le şarkının sözlerini de söylüyordu. Eymen'in yarım saate geleceğini düşünmüştüm ama üç saat geçmişti. Nereye gitmişti bu? Aklıma kötü kötü şeyler geliyordu. "Ben lavaboya gidiyorum." deyip odadan ayrıldım. Sadece çalışanlara özel olan lavaboya girdim ve kapıyı içeriden kilitledim. Birkaç kişi daha şimdiden bara gelmeye başlamıştı. Telefonumu aldım ve tam İdil'i arayacakken duraksadım. Yanındakilerin konuştuklarımızı duymaması lazımdı. Onun yerine örgütten birini aramaya karar verdim. Kuzgun ve Begonya'yı çok sevdiğim söylenemezdi ama Pegasus samimi geliyordu. İşin kötüsü numarası bende yoktu. Bunun için İdil'i aradım. Numarayı isteyecektim sadece. Elimi alnıma koyarak açmasını bekledim. "Edendim?" "Bana Pegasus'un numarası lazım İdil." Konuya doğrudan söylemiştim. Hiç uzatmamıştım bile. Olası bir durum için yine de fısıldıyordum. Hatta eğer birisi yanlışlıkla duyarsa diye bir tuvalete girdim ve kapağı kapalı olan klozetin üstünde oturdum. "Yavaş yavaş, ne oluyor?" diye sordu İdil. "Eymen gelmedi, merak ediyorum. Senin yanın dolu, Begonya ve Kuzgun pek konuşmaya meraklı olduğum kişiler değil. Pegasus'a soracağım. Numarası varsa verir misin?" diye sordum. "Bir şartla," dedi. "Neden geç kaldığını öğrenir öğrenmez bana söyleyeceksin Alev." "Tabii ki." "Tamam atıyorum. Kaydedince bana söyle." Telefonu kapattı ve birkaç saniye sonra telefon numarasını bana attı. Numarayı kaydettim ve ona, 'Kaydettim.' yazıp gönderdim. Ardından o numarayı ikimizden de sildi. Numaranın üstüne tıklayıp aradım ve telefonu kulağıma yasladım. Bir süre boyunca öylece çaldı ama açılmadı. Kaşlarımı çatarak tekrar aradım. Telefonum kulağımda duruyor, 'dıtt...dıtt...dıtt' sesinden başka bir şey gelmiyordu. Ekrandaki çalıyor yazısına baktım. Bilerek mi açmıyordu yoksa sessizde miydi? Oflayarak kapattım ve bir kez daha aradım. Açana kadar arayacaktım. Yine çalıyordu, pes edercesine kapatacakken, "Alo?" diye bir ses geldi. Hızla telefonu kulağıma yasladım. "Alo, Pegasus merhaba. Benim Alev yani An-" "Anladım tamam. Telefonla konuşurken bu lakapları kullanma Alev. Kuralları unuttun mu? Kural 17: Telefonla konuşulurken lakaplar söylenmez." dedi sözümü keserek. Galiba konuşmalarımız polisler tarafından dinlenir diye lakap kullanmıyorduk. "Nasıl sesleneyim?" diye sordum. "Atlas." dediğinde sebepsiz yere tebessüm ettim. Güzel isimdi. "Hadi, ne diyeceksen de. İşim var." "Eymen'in nerede olduğunu biliyor musun?" diye sordum. "Evet, biliyorum." Rahatlayarak içime bir nefes çekip dışarı doğru verdim. "Nerede peki?" "Revirde." Kaşlarımı çattım. "Nasıl yani? Revirde derken?" "Omzundan vurulmuş ve kolundan bıçaklanmış. Avucum kadar çizik vardı sağ kolunda. Bütün araba kan oldu. Buradaki en küçük ben olduğum için bana yıkatıyorlar şimdi de." dediğinde elimi alnıma koydum ve kollarımı dizlerime yasladım. "Ne!?" "Bence de ne!? Bu kadar adaletsizlik olmaz. Adaleti sağlamak için önce eşitlikten başlasınlar." Ben ondan mı bahsediyordum? Eymen hem omzundan vurulmuş hem de kolundan yara mı almıştı? Ben bunu diğerlerine özellikle de İdil'e nasıl söyleyecektim? "Ya saçmalama! Eymen nasıl, iyi mi?" diye sordum. "Yaşıyor." dedi Atlas tek kelimeyle. "İyi mi peki?" "Hımm omzundan vuruldu ve kolundan bıçaklandı. Az önce 10 santim uzunluğunda bir kesiğe 78 dikiş attılar. Koluna da uyuşturucu verdiler. Ayrıca Serdar Bey'den dikkatsizliği yüzünden azar yedi ve 2-3 gün bara gelmeyecek. Bunları düşünürsek aslında gayet iyi." dedi alayla. "Dalga mı geçiyorsun?!" "Asıl sen dalga mı geçiyorsun? Mantıklı düşün, sence nasıl olabilir? Her neyse ölmeyecek zaten. Karnından iki kez vurulmuştu. O daha beterdi ama ölmedi. Lakin beni öldürecekti. Onunla aynı kan grubuna sahip olduğum için üç tüp kan vermiştim. Neyse korkacak bir şey yok. Hadi kapatıyorum, daha arabanın temizliği bitmedi, oyalama beni." Neden bu kadar sinir bozucu bir karaktere sahipti? Ama en azından çok açık sözlüydü. Belki de beni sinir eden yanı tam da buydu. Eymen'e ne olduğunu öğrenmiştim peki diğerleri sorarsa ne demem gerekiyordu. Güzel bir bahanem yoktu. "Atlas, Eymen'i sorarlarsa ne diyeceğim?" "İşi uzadı, gelmeyecek de." "Ne işi diye sorarlarsa?" "Bilmiyorum, ben onun bekçisi miyim de." Sinirle güldüm. "Ya uydur bir şey işte." "Kuzeni hastanelik olmuş, ölümle burun buruna. Nasıl olmuş derlerse eğer, binanın 12. katından düşmüş, başını betona çarpmış. 34 kemiği kırılmış, 16 kemiği çatlamış. Beyin kanaması geçirmiş ve düşerken korkudan dilini ısırmış. O yüzden dilinin yarısı kopmuş. Başını öyle bir vurmuş ki ikiye ayrılmış. Ambulans kan gölü olmuş, akrabası olarak bir tek Eymen varmış ve-" "Ne saçmalıyorsun sen ya?!" "Uyduruyorum işte." "Of kapat ya, kapat! Hadi görüşürüz." Ona uydur demiştim o ise korku filminde ölen bir insanın katliamını senaryolamıştı. Bu nasıl bir psikopatlıktı. Niye hiç kimse normal değildi? Telefonumu pantolonumun arka sağ cebine koydum ve tuvaletten çıktım. Tuvaletin karşısındaki aynaya baktım. Saçlarım kabarmamıştı. Oldukça güzel görünüyordum. Lavabodan çıkıp kulise ilerleyecektim ki önce İdil'e söylemem gerektiğini düşündüm. Bara doğru ilerlemiştim ki içeriye Miray girdi. Sırtında her zamanki gibi gitar çantası vardı. Kulise doğru ilerlerken beni görünce gülümsedi ve sarıldı. Bara gelenler bizi görünce fotoğraf çekilmek istedi ama zamanım olmadığından, "Sonra çekilsek. Sözüm olsun." dedim. İdil bana ne oldu dercesine başını salladığında arka tarafa gelmesini işaret ettim. Yanımıza geldiğinde Miray'a, "Güzelim bar sana emanet. Ben hemen geliyorum." dedi. Miray bunu beklemiyormuş gibi şaşıracak bize baktı. "Ben ne anlarım bundan?" diye bağırdı. Arka tarafa geçince İdil meraktan çatlamış ve endişelenmiş bir şekilde bana bakıyordu. Yüzüme nasıl bir ifade takınacağımı bile bilmiyordum. Sakin olmasını sağlamalıydım ama telaş yapan bendim. İyi olduğunu söylemeliydim ama kötü şeyler olmuştu. "Eee, Eymen'in nasıl olduğunu öğrendim." Bunu derken sesimdeki tedirginliği hissetmiş ve gerilmişti. Bir iç çekerek elimi onun omzuna koydum. Yaşıyordu ama nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Birine sevdiği birinin öldüğünü söylemek daha zordu ama beni yaralandığını söylemek bile zorluyordu. "O iyi mi?" diye sordu elini kalbine götürerek. Gözlerindeki tedirginlik ve korkuyla omzunu ovaladım. Sıcak bir tebessüm etmeye çalıştım. "Bak öncelikle sakin ol tamam mı? İyi gibi," dediğimde daha da gerildi. "Gibi mi?" "Yok, iyi ama kötüden de iyi. Yani kötü değil ama iyi de değil." Moral verme çabasıyla her şeyi daha kötü yapıyordum. Ben moral vermeyi bilmezdim ki? "Alev ne oldu?"Derin bir nefes aldım ve gerginliği keserek direkt söyledim. "Omzundan vurulmuş ve kolundan bıçaklanmış ama şu an durumu gayet iyi." dedim hızla. İdil gözlerini kapattı ve rahatlamış olacak ki dışarıya sakince bir nefes verdi. Kaşlarımı çattım. Bu beklediğim bir tepki değildi. "Daha kötüsü de olmuştu. Yeter ki yaşıyor olsun." Bir ben mi anlamıyordum bunu? Artık ne kadar alışmışlarsa bu vız gelip tız gidiyordu. Birisi bana böyle bir şey söylese komaya girerdim halbuki. "Evet Atlas söyledi. Ölümle rus ruleti oynuyormuş." "Adını öğrenmişsin." "Tuhaf biri. Ona bana bir bahane uydurmasını istedim ama katliam yaratan bir senaryo kurdu." dediğimde üstündeki telaş gittiği için güldü. "Zaten işi bu." dedi. "Ne işi?" "Atlas senaryo yazarlığı okuyordu." "Okuyordu derken? Hâlâ okumuyor mu?" Başını hayır anlamında salladı. Gerçekleşmemiz hayallerimiz vardı. Hem de hepimizin. 🔥🔥🔥 Miray üniversite de çalışmış ama kulise gelince Bora'yla birlikte birkaç kez daha çalışmıştı. Benimle birlikte sözlere de çalışmış arkadan koro söyler gibi eşlik edeceğini bildirmişti. Ulaş yokken daha iyi çalışabiliyorduk. O bize sadece şarkıyı verse bile yeterdi. Hep hasta kalsa keşke. "Bir insan her işte mi bu kadar yetenekli olur ya?" "E tabii ki." dedi Miray, Bora'nın bu iltifatına karşılık olarak. "Eh işte sende fena sayılmazsın." dediğinde Bora gülerek ona baktı. "Sağ ol." "Amin amin sen de." "Hazır mısınız?" diye sordu Aren kapıyı açarak. Başımızı onaylayarak salladık ve dışarı çıktık. Biz sahneye çıkınca kocaman bir alkış ve ıslık sesleri doldurdu odayı. Ön tarafta az önce söz verdiğim iki kızın yanına gidip fotoğraf çekildim. Onlarla çekilince birçok kişi daha istedi ama herkesle çekinmem şu an için mümkün değildi. Genç bir kız elimle kalp yapmamı isteyince gülümseyerek bu isteğini kırmadım ve elimle kalp yaparak fotoğrafı çekmesine izin verdim. Sahneye çıktığımda Gökay'ın baterisinin gelmesini bekledik. Başka bir bateriyle çalmayı sevmiyor, kendi baterisini istiyordu. Normalde iki tane bateri olurdu. Hem sahnede hem kuliste. Gökay masraf değil ama çalışanlara iş çıkarıyordu. Bateri sahneye çıkınca yine alkış ve ıslık sesleri salonu doldurdu. Sahne ışıkları hepimizi tek tek gösterirken Aren önündeki mikrofonu kendisine çekerek, "İyi akşamlar Körüklü. Yine göz alıcısınız." dedi. Ön masalarda oturan özellikle de kızlar, çıldırırcasına bağırıyorlardı. Ellerindeki telefonlarla video ve fotoğraf çekiliyorlardı. Lacivert bir elbise giyen bir kadın Bora ve Aren'le selfi çekilmek için ayağa kalkıp telefonu çevirdi. Gitarlarıyla poz vererek çekildiklerinde kızın mutluluktan ağladığını gördüm. Bazı insanların mutlu olması ne kadar da kolaydı. Onların mutluluğunu görmek beni de mutlu etmişti. Sanki biraz abartıyorlar. Gökay bagetini kaldırdığı an çığlıklar yükselince bir an korkudan sağ bagetini düşürdü. Aniden gülme sesleri de artmıştı. Eğilerek bagetini aldı ve o da güldü. Bagetlerini tekrar yukarı kaldırdığı an yine çığlık sesleri yükseldi. Bagetleri indirdi, sessizlik oldu. Yine kaldırdı, çığlıklar ve gülüşmeler koptu. Aklı sıra oyun oynuyordu. Miray, Gökay'a bakarak, "Oyunun sırası mı?" dediğinde başını olumlu anlamda salladı. Sonra pes ederek boğazını temizledi ve nihayet bagetini yukarda üç kez birbirine vurdu. Vurmasıyla Bora ve Miray aynı anda iki kez re notasına vurdular. Şimdiden alkış sesleri tüm adayı inletiyordu. Birbirlerine bakarak gitarı çalıyorlar ve eğleniyorlardı. Sadece birkaç saniye sonra Aren sözleri söylemeye başladı. İlk yarıyı o diğer yarısını ben söyleyecektim. "Hem yabancı kaldın Bardakilerde şarkıyı söylüyor, ıslık çalıyor, biralarını havaya kaldırıp şerefe yapıyorlardı. Aren'in söylediği parçanın aynısını tekrar ettim. "Hem yabancı kaldın Sahne arkasından sisler verildi ve tam da söylemem gereken o dizede gözlerim bir çift gözde takıldı. Mikrofonun önünde öylece durmuş, mikrofonu elimle kavrayarak nutkum tutulmuştu. Sağ üst köşede oturan adama bakıyor korkudan ve stresten tiril tiril titriyordum. Miray yanıma gelip benim sol koluma sağ dirseğiyle dürtmek amacıyla vurdu. Bu öyle bir andı ki kalp krizi geçirmek üzereydim. Hatta bence geçiriyordum. Şu an bu şarkıyı yaşıyordum. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Benim Şirin olduğum ve barda şarkı söylediğim esnada sivil olan itfaiyecinin burada ne işi vardı?! "Senle başka bir yolda Benim inadıma mı bir de bu dize gelmişti? Neden söylediğim her şarkı sanki gelecekten bir parça gibiydi. "Haline dert yanarsın Beni tanımıştı. Beni bu sefer tanımıştı. Miray kolumu tekrar dürttü. Çaktırmadan, "Ne oldu?" diye sordu. Başımı yok bir şey anlamında salladım. Kulağımı müziğe verdim ama gözlerim hâlâ ondaydı. Siyah bir gömlek giyinmişti. İlk iki ya da üç düğmesini açmıştı. Saçları özenli ama dağınık bir modeldi. Yanaklarındaki gamzeyi ta buradan bile görebiliyordum. Arkasına yaslanmış gömleğinin kol kısımlarını arkaya doğru katladığı kollarını birbirine dolayıp göğsünün hemen altında tutmuştu. Altına siyah pantolon giymişti ve sağ bacağının ayağını sol dizinin üstüne koymuştu. Filmlerde oturan mafyalar gibiydi. Yanında bir kişi daha vardı. O kişi konuşuyor ama itfaiyeci bana bakıyor, yalnız beni dinliyordu. Ne kadar da utanç vericiydi. "Evet Körüklü, bu şarkının da sonuna geldik ama sadece bugüne özel bir parça daha söyleyeceğiz." Aren'in bu sözüyle şarkının bittiğini farkettim. Bazı kişiler bana bakıyordu. Öndeki bir kadın, "İyi misin?" diye sordu. Başımı evet anlamında sallayıp gülümsedim. "Ne parçası? Sadece buna çalıştık." dedi Bora. "Şirin söyleyecek. Biz değil. Bizim solistimiz o. Buraya herkes onu dinlemek için geliyor, bizi zaten üç buçuk yıldır dinliyorlar." dedi Aren. Belki başka bir gün bu teklifi kabul edebilirdim ama şu an olmazdı. Yapamazdım, itfaiyeci bana bakıyordu! "Yok, istemiyorum." dedim. "Hadi Şirin. Bugün çok daha kalabalık. Coştur herkesi." Kalabalığın içinde o kadar göz varken ben sadece o kehribar gözü nasıl yakalamıştım? Hemen buradan gitmek isterken Aren benim parça söylememi istiyordu. İstemediğimi tekrar söyleyecekken herkes bir anda "Alev! Alev!' diye bağırdı. Al bir de buradan yak. Şimdi adımı da öğrenmişti. Kelimenin tam anlamıyla boku yemiştim! Herkes adımı söyleyerek ellerini birbirine vururken bunu itfaiyecinin de yaptığını gördüm. Ellerini bir ritimle birbirine vuruyor adımı söylüyordu. Sesini duymuyordum ama dudak okuyarak bunu en fenasından anlamıştım. Sadece adımı da söylememişti. 'Merhaba Küller Güzeli' demişti. Yok ben şimdi kafama sıkmak istiyordum. Onun yüzünden bara gelenleri üzemezdim. Şarkıyı söylemek zorundaydım. "Şarkıyı siz seçin." dedi Gökay gülerek seyircilere. Herkes bağırışmalar eşliğinde "Fikrimin İnce Gülü!" şarkısını söylememi istemişti. İçlerinden bir ses yükseldi. "Seni o şarkıyı söylerken keşfettim!" dedi genç bir kız. Aniden sessizlik olduğu için utanmış gibi başını masaya gömdü. Herkes hem ona hemde bana destek verircesine alkışladığında başımı salladım ve kabul ettim. Gökay bagetine tekrardan vurarak, "Son 1, 2, 3, 4!" deyip baterisine vurmaya başladı. Aren ve Bora da onunla aynı anda gitarlarını çalmaya başladılar. Bu şarkının notalarını biliyorlardı. Şu an yer çekimini çok etkili bir şekilde hissediyordum. Çünkü itfaiyecinin gözünde yerin dibine girecektim. Sağ elimle mikrofonu kavradım ve dudaklarımı dilimle ıslatarak şarkının girişini bekledim. Bora ve Aren aynı hızda gitarlarını çalıyorlardı. Miray buna çalışmadığı için o sadece benimle sözleri söyleyecekti. Lisede sınıfça öğrenmiştik bu şarkıyı. Gökay şarkıya efekt verir gibi yanındaki mikrofona başını yaklaştırarak yumuşak bir ses tonuyla la solfeji yaptı. "La la la laa, la la la laa" sesini yükseltiyor ve sonlarda alçaltıyordu. Söyleme sırası nihayet geldiğinde tüm salonda bir sessizlik oldu. Sadece kalp atış sesimi duyuyordum. "Fikrimin ince gülü "Fikrimin ince gülü "O gün ki gördüm seni "Gördüğüm günden beri Aynı şarkıydı ama bir fark vardı. Bu sefer ışığım karanlık değildi. "O gün ki gördüm seni Bunu söylemek istemiyordum. Asla itfaiyeciye bakmamaya çalıştım. "Ateşli dudakların "Ateşli dudakların Gözlerim alışkanlık olarak tekrardan o masaya gittiğinden sırıtışına ve yanağındaki gamzelere bir kez daha şahit oldum. Allahım ne zaman bitecekti bu çile? Terlemiştim, beynim zongluyordu. "O gün ki gördüm seni Alkış, ıslık ve bağırış sesleri başımı ağırtıyordu. Sahneden aşağıya inmeden önce ona bakarken beni alkışladığını gördüm, sonra da sağ gözünü kırptı. Yutkundum ve koşar adımlarla kulise doğru geçtim. İçeriden "Bir daha! Bir daha!" dediklerini duyuyor, duydukça fenalık geçiriyordum. Diğerleri de içeri girdi. Miray yanıma geldi ve oturdu. "Şirin su gibi olmuşsun ne oldu?" Elini alnıma koydu. "Yanıyorsun sen, kıpkırmızı olmuşsun." "Panik yaptım sadece." Kulise bir erkek çalışan girdi ve 5 tane su şişesi uzattı. Miray aldığı iki şişeden birini vana verdi. Şişeyi aldığım gibi içtim ve cayır cayır yanan boğazımı serinlettim. "Rahatla." İyice kabaran saçlarımı ensemden çekti ve topuz yapıp bağladı. Enseme doğru üflediğinde gerçekten de rahatladım. Benim tek sıkıntım saç mıydı acaba? Elimi yelpaze gibi sallayarak yüzümü de serinlettim. Terlemiştim ve iğrenç kokuyordum. Miray benim aksime hiç terlemimişti. Benim aksime o hâlâ bembeyazdı. Lavaboya gideceğimi söylediğimde koluma girdi ve benimle lavaboya doğru ilerledi. İçeri girdiğimizde doğrudan aynaya baktım ve şok içinde kaldım. Ben daha önce hiç bu kadar kızardığımı hatırlamıyordum. Sağ elimi yanağıma koydum. Gerçekten ateş gibi yanıyordum. Musluğu açtım ve avucuma su doldurup yüzüme fırlattım. Buz gibi su cayır cayır yanan yüzümü şimdiden serinletmişti bile. "Sen sadece panik yaptığına emin misin?" diye sordu Miray. Ona gerçeği nasıl anlatabilirdim ki? Miray'a yalan söylemekten nefret ediyordum. O bana yaşadığı her şeyi milimine milimine anlatırken ben yalan söylemek zorundaydım. Eğer bir gün olurda yalanımı öğrenirse beni affeder miydi? Onun başına bela açmak istemediğim için sakladığım için bence affederdi. Aslında itfaiyeciyi saklamak zorunda değildim. Sonuçta beni yangından o kurtarmıştı. Miray bunu bilse de bilmesede bir zarar olmazdı. "Hani evimizde yangın çıkmıştı ya?" "Eee?" "İşte beni kurtaran itfaiyeci salondaydı. Doğrudan bana bakıyordu." "Adını ne?" "Ne alaka ya?" "Seni kurtaran bir siyah atlı şövalye var. Adını bilmem gerek." "Mirel Agir Tunga." Yüzünde beğeni dolu bir ifade oluştu. "Çok havalı bir isim. Ee yakışıklı mı bari?" "Off Miray!" "Buradan çıkalım bana kim olduğunu gösterirsin. Dua et gitmemiş olsun." Umarım gitmiştir. Amin, amin amin! Yüzüm yavaş yavaş eski rengine geri döndüğünde saçımı düzelttim ve kol kola dışarı çıktık. Ben kulise doğru yönelmiştim ki Miray beni bara doğru itekledi. Offf! Oturdukları köşeye baktım. Hâlâ orada oturuyor, yanındaki arkadaşıyla konuşuyor ve gülüyordu. Miray kim olduğunu göstermemi istiyordu. "Sağ üst köşedeki masaya çaktırmadan bak." dediğimde öyle bir döndü ki buna çaktırmamak denmez. "Lan Miray! Çaktırmadan dedim çaktırmadan." Hâlâ bakmaya çalışırken elimle alnıma vurdum. Yeminle asacaktım şimdi kendimi. "Oha! Yalnız bir şey diyeyim mi? Baya yakışıklı. Saçları, yüz hattı, boynunun sol tarafındaki kılıç dövmesi... Ahh galiba ben yine âşık oldum Şirin." Agir'in boynunda dövme yoktu ki. Bu geri zekalı onun arkadaşından bahsediyordu. "O değil, yanındaki." Bakışları bu sefer de Agir'i bulunca gülümsedi. "Hiç farketmez biliyor musun?" Gülerek omzuna vurdum. Âşık olmaya yer arıyordu bu da. 🔥🔥🔥 Çıkış saati gelmişti. Eşyalarımızı alıp bardan çıktık. İdil barı kilitledikten sonra örgüte gideceğini söylemişti. Ben saat erken olmasına rağmen onunla gitmemiştim. Ailemle aramda yine olay çıkmasını istemiyordum. Miray koluma girmişti. Agir'in yanındaki arkadaşından bahsediyor gülüyordu. Onun bu hallerine alıştığım için çokta bir şey söylemiyordum. İşin diğer yanı ben ne yapacaktım? İtfaiyeci beni tanımıştı buna eminim. Suikastçı Anka'nın Köprüaltı'ndaki Alev olduğunu öğrenmişti. Ya beni bununla tehdit ederse ne olacaktı? Ben işin ciddiyetini şimdi kavrayabilmiştim. İtfaiyeci benim kimliğimi biliyordu! Eğer bunu örgüt öğrenirse onu yaşatmazlardı. Şube müdürü olmasını bile umursamazlardı. Neden her şey zor yola girmek zorundaydı? Bir işimde yolunda gitse olmaz mıydı? Miray benimle konuşurken onu dinlemediğimi farkettim. Ama o yinede konuşuyordu. Ben burada geleceği düşünmeye çalışıyordum. Koskoca adada neden onu defalarca kez görmüştüm? Resmen bir lanetti. Kurtulamıyordum. Ben bunları düşünürken bir araba tam yanımızda durdu ve şoför camından alkollü bir adam, "Hey bar güzelleri! Sizi eve bırakmamızı ister misiniz?" dedi. Şoför koltuğunun yanındaki koltukta ki adamda başını gösterdi. İkiside atlet giyinmişti ve yaklaşık otuzlu yaşlarındaydı. "Siz şarkı söyleyin biz de eğlenelim." dedi. Ne kadar da iğrenç adamlar vardı. Sol kolumla Miray'ı arkama doğru çektim. Şoför koltuğundaki adama bakarak, "Gerek yok, ayağımız var. Polis çağırmadan siktirin gidin." dedim. Adamlar gülerek arabadan indiğinde Miray sol kolumu tuttu. "Bence çok eğleniriz." dedi şoför koltuğundaki yavşak adam iğrenç bir sırıtışla. Eliyle kolumu tutacaktı ki erkekliğine atabileceğim en sert bir şekilde tekme attım. Adam yere düşüp acıyla inlerken yüzüne bir yumruk geçirdim. Normalde taşlı yüzüğüm hep parmağımda olurdu ama bugün unutmuştum! Adam hâlâ gülüp ayağa kalkacaktı ki yine bir tekme attığımda yere düştü. Yanına ilerledim ve bu sefer yumruğumla değil de sağ dirseğimle burnuna vurdum. Kırılma sesi gelince adam acıyla bağırdı. Yüzüne doğru sert bir tekme daha atacaktım ki kan akışımı durduran bir şey duydum. "Çek elini!" diye çığlık atmıştı Miray. Arkama döndüğüm gibi ona yaklaşan adamı parçalara ayıracakken elinde bıçak tuttuğunu gördüm ve durdum. Bıçak Miray'ın boynundaydı. Adam onun arkasına geçmiş hem bana hem de Miray'a bakarak sırıtıyordu. Miray'ın gözünden yaş akıyordu ve ben kardeşim gibi gördüğüm kişiye yardım edemiyordum. "Azrail'i hemen görmek istemiyorsan bırak onu." Adam bundan keyif alırcasına elini Miray'ın kısa sarı saçlarına götürdü. "Alev!" dedi Miray yardım istercesine. Alev demişti bana. Bana sadece zor zamanlarda Alev derdi. Bu ismimin çok karamsar olduğunu düşünürdü. Küçük bir cadde yolundaydık. Kimse yoktu. Bardan en son biz çıktığımız için etrafta kimse kalmamıştı. Miray benim gibi değildi. O kimseye zarar veremezdi. Birisi onu öldürmeye kalksa bile elini kımıldatamazdı. Kendimi korumayı bana Mahlas öğretmişti. Hatta taşlı yüzüğü bile bana Mahlas almıştı. İlk zamanlar sevmemiştim ama bu son zamanlarda çok ihtiyacım oluyordu. Çocuk yaştan itibaren bana birini dövmeyi, sakatlamayı, kendimi ve sevdiklerimi korumayı öğretmişti Mahlas. Miray'a bunu öğretecek kimse yoktu. Babası onunla hiç ilgilenmemişti. Tek kardeşti. Annesi ona sadece iyi şeyleri öğretmişti. Miray bu yönden çok zayıftı. "Binin arabaya!" dedi bıçağı Miray'ın boynuna temas ettirerek. Miray'ın gözlerinden yaşlar akıyordu ve sanki her bir gözyaşı benim Anka dürtülerimi harekete geçiriyordu. "Eğer o bıçağı indirmez ve arkadaşımı bırakmazsan doğduğun güne lanet edersin." dediğimde yine güldü ve bıçağı Miray'ın boynuna daha sıkı bastırdı. Yüzündeki korkuyu her şeyine kadar hissediyordum. Adam, Miray'ı zorla arabaya doğru yöneltirken benim arkamda uzanan adamda ayağa kalkıp kollarımdan tutup arkada topladı. Ellerinde, yüzünde ve beyaz atletinde kırdığım burnundan akan kanlar vardı. "Sizi öldüreceğim." dedim. Adama arkadan kafa atmak üzereyken buraya doğru koşan iki erkek silueti gördüm. Ahh hadi ama! İtfaiyeci ve arkadaşı yanımıza koşarak geldiği gibi bu iğrenç adamlara yumruğu indirmeleri bir oldu. Adamlar onları görmediği için karşılık veremediler. Agir yanımdaki adamı yere düşürdüğü gibi yüzüne art arda yumruk atmaya başladı. Adamın zaten burnunu kırmıştım. Ama Agir ona her yumruk attığı sırada başka kırılma sesleri daha geliyordu. Adamın yüzünü mü parçalıyordu o!? Engellemedim hatta tek bir kelime bile etmedim onu durduracak. Çünkü ölmeyi hakediyordu. Arkadaşı da arabanın diğer tarafındaydı ve adamın yüzünü baya dağıtmıştı. Adamın ağzından, burnundan ve kaşlarından kanlar akıyordu. Miray'ın yanına koşarak gittim ve ellerinin titrediğini gördüğümde hemen onu kendime çekip sarıldım. Ağlayarak titremeye devam etti. "Ağlama... Miray ağlama dedim sana. Bir şey olmadı." Bütün vücudu titrerken benimde gözümden yaş aktı. Ona bunu yaşatanlara bunun hesabını sormadan buradan ayrılmayacaktım. Adamın onun boğazına dayadığı ve kısmen çizdiği bıçağı yerden aldım. "Ne yapıyorsun?!" diye sordu itfaiyecinin arkadaşı bana bakarak. Gözüm dolu bir şekilde güldüm. "Hiçbir Allah'ın kulu benim kardeşime zarar veremez!" deyip adama doğru eğildim ve bıçağı adamın tam kalbine sapladım. Agir'in arkadaşı bana şaşkınlıkla bakarak, bıçağı elimden almaya çalıştı. "Katil mi olacaksın kızım?!" diye sordu. Zaten olmuştum. Ölse bile umrumda olmazdı. Adamın kalbine sapladığım bıçağı geri çıkardım ve bir kez daha sapladım. Adam artık hareket etmiyordu. Ölmüştü! Yanımdaki kişi adama sapladığım bıçağı tutup çıkarmaya çalıştığı sırada Agir yanımıza gelip yerde yatan ve kalbine bıçak saplanan adama baktı. Önce bana sonra da yanımdaki arkadaşına döndü. Arkadaşı şu an bıçağı elinde tutuyordu. "Yarkın, ne yaptın lan sen?" dedi. Bu adam Yarkın mıydı? Kulübeyi ateşe verdikten sonra beni aslında o yakalayacaktı ama Agir daha sonradan gelerek boş kaleme gol atmıştı. "Bu kadın sapladı bıçağı kalbine." "Ver bakayım şuna." dedi Agir. Yarkın ikilettirmeden bıçağı Agir'e verdi. Agir bıçağı tutarken bana döndü. Yarkın'a, "Polisi ara." dedi. "Ne?" Beni ihbar mı edecekti? Agir bana dönüp baktı ve mecburmuş gibi bir iç çekti. Başım dönmeye başlamıştı. Kan akışım gerçekten durmuştu sanki. Beni şu ana kadar ihbar etmemişti ama bu cinayetimden sonra ihbar edecekti. "Sorarlarsa ben öldürdüm diyeceksin!" dedi Agir. Bu sözüyle şaşkınlıkla ona dönüp baktım. Benim için bu cinayetini üstüne mi çekecekti? "Saçmalama Mirel. Onun suçunu üstlenerek kendini hapse mi attıracaksın?" Agir ciddi yüz ifadesiyle tekrardan ona döndü. "Cinayet aletini az önce bana verdin. Benim parmak izim var üstünde. Cinayeti ben işledim, sicilime işlese bile Celal komsere bunu diyeceksin." dedi. "Ama-" Yarkın inkâr etmeye devam edecekken Agir öfkeli ve ciddi bakan kehribar gözleriyle ona sert bir bakış attı. Yarkın başını öne doğru eğdi. "Emredersiniz Amirim!" Agir bir amirdi ve şube müdürüydü. Polis Müdürlüğü'nün başkomserinin dostu olduğunu söylemişti. Hapse girmezdi. Lakin bu siciline işleyecekti. Bu bile kötü sonuçlar doğurabilirdi. Yarkın ayağa kalktı ve telefonunu çıkartarak polisi aradı. Agir de yere çömeldi ve ne olur ne olmaz adamın nabzını ölçtü. "Yaşıyor mu?" diye sordum. "Ölmüş." dedi. "Sen iyi misin?" Gözlerimi başta kaçırdım. Sonra onun gözlerine minnetle bakarak başımı yarım yamalak salladım. "Teşekkür ederim. Can borcum olsun." Gülümseyerek, "Can borcun iki oldu Küller Güzeli. Ben başımı bu kadar belaya sokmam." dedi. Beni yangından kurtardığını hatırlıyordu. Bu hiç iyi değildi. Başını ne kadar büyük bir belaya soktuğunu bilmiyordu bile. "Benim kimliğimi bildiğini kimsenin öğrenmemesi lazım itfaiyeci. Yoksa seni öldürürler. Bu sadece benim hayatımı riske sokan bir şey değil. Sen bunu birine yayarsan kelebek etkisi yaratırsın ve inan bana mesleğin umurlarında bile olmaz. O yüzden beni tanımaman lazım." "Bu bir sır olarak kalacak. Ama öldürmekten vazgeç." "Sevdiklerime zararı olanları öldürürüm." "Babanı öldürdün, hiç mi pişman değilsin?" dedi. "Eğer dirilseydi onu tekrar öldürürdüm." "Ben bir memurum, beni de zora sokuyorsun. Canımdan olayım ama işimden olmak istemiyorum. O yüzden bana bunu yaptırma. Başka bir cinayet işlediğini görmeyeceğim, duymayacağım, bilmeyeceğim." Üç maymunu oynamak istiyordu ama bu mümkün gözükmüyordu. "Eğer bunu yapmasaydım belki de bir başkasını taciz edecekti. Kötülerin kazanmasına izin veremem. Eğer siz gelmeseydiniz ve beni onları döverken görselerdi eğer, bu piçleri değil beni hapse atarlardı itfaiyeci. Çünkü bu ada da adalet böyle. Ve ben bu adalete baş kaldırıyorum. Madem o hakim ve savcılar bir şey yapamıyor ben yaparım. En azından şerefimle girerim o hapse. O yüzden hiç durma. Çünkü o yangın yine çıkacak ve sevdiklerime zarar verenler yine ölecek!" Başımı Miray'a doğru çevirdim. Gözleri sadece bıçakladığım cesedin üzerindeydi. Şok geçirmiş olacak ki Yarkın onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Onun yanına gittim ve elinden tutup sakinleştirmeye çalışacakken geriye doğru bir adım atarak benden uzaklaştı. "Dokunma!" Elleri titremeye devam ediyordu. "Miray sakin ol. Her şey bitti." Bu sefer geriye doğru iki adım attı. "Onu öldürdün. Onu sadece hapse atacaklardı ama sen onu öldürdün." "Miray, sana zarar verdi. Şu haline baksana. Bu korkuyla yaşamana izin vereceğimi mi sanıyorsun?" deyip yanına adım attım ki bu sefer de ağlamaya başladı. "Uzak dur benden!" diye bağırdı yüksek bir sesle. "Sen katil oldun Alev. Bunu nasıl yaparsın?" "Evinin adresini söyle seni eve bırakayım." dedi Yarkın. Elini onun omzuna koyacakken Miray geriye bir adım daha attı. "Ben giderim!" diye bağırdı ağlayarak. Gözlerinde korku, boğazında ufak bir çizik ve ellerinde titremeler vardı. Miray arkasını dönüp evine gitmek için yürümeye başlayacaktı ki 1-2 adım attıktan sonra gözü kararmıştı. Yere düşeceği esnada "Miray!" diye bağırırken Yarkın onu tutmuş direkt kucağına almıştı. Arkadaşımın ilk korkusuna ve yıpranmışlığına şahit olmuştum. Korkmuştu. Ama en çokta benden. Yalan borcum olsun. Miray'a bunu asla anlatmayacaktım. Çünkü o bu dünya için çok iyi kalpli biriydi. ... |
0% |