@darklightssx
|
(Yorum yazmayı ve oylama yapmayı unutmayın... iyi okumalar ♡♡♡) Şarkılar; Angel Of Darkness- Alex Christensen (Yer- mekan isimleri ve olaylar hayal ürünüdür. Gerçeklikle bir alakası yoktur. Kısacası tamamen sallamadır.) 'Acıda en son aşama ağlamak değil gülmektir. Hem de delirmişçesine gülmektir. Çünkü artık alışınca, yaşadığın bir acıya en fazla gülebilirsin.' Hiç beklemediğiniz kişilerin davranışları en çok sizi etkilerdi. Düşmanlarınızın veya dostlarınızın hataları size darbe indirirdi. Ya da onların yaptığı doğruları sizi kurtarırdı. Hiç beklemediğim kişilerden gerçekten çok şey öğrenmiştim. Önce Miray'dan sonra Atlas'dan. Miray bana en iyi dostlukların bile bir hata da yıkılabileceğini öğretmişti. Onu suçlamıyordum. Haklıydı. Bu tamamen benim suçumdu. Kendimi tutmam gerekiyordu, gözümün dönmemesi gerekiyordu. Yaptığım bir hatayla en yakın dostumu kaybetmiştim. Atlas'dan da öğrendiğim şeyler olmuştu. Rakip bile olsak doğrular bizim için önemliydi. Kartal bana Atlas'ın beni rakip göreceğini söylemişti. Nedense ben böyle düşünmüyordum. Bence ilk zamanlar sadece yeni geldiğim için soğuk davranmıştı. İnsan zamanla tanırdı çevresindeki insanları. O zaman bana çok şey öğretti. 1) Sakın kimseyle haddinden fazla bağ kurma. Bağ kurmak ve fazla güvenmek en kötü özelliklerim olabilirdi. Herkesin iyi olduğunu düşünüyordum. En sonunda da ben zarar görüyordum. Artık ben iyi değildim. İyi olmaya çalıştıkça ben kötü olmuştum. İçimde bir kırgınlık ve minnet duygusu vardı. Kırgınlığım Bertuğ ve Meyra'nın bana dedikleri değil, beni sevmedikleri için bir bebeği ölüme mahkum etmeleriydi. Bu davranışları onları benim gözümden düşürmüştü. Ben onlara yardım eder, canımı bile ortaya koyardım. Minnet duygum tamamıyla Atlas'a aitti. Şuan suikaste altımız beraber hazırlanıyorsak onun sayesindeydi. Tarafını değiştirmişti, bizimle olmak istiyordu. Onun hakkında henüz annesi haricinde bir şey bilmiyordum ama ona güveniyordum. Daha zaman geçireli bir ay bile olmamışken içimde ona karşı bir kötü düşünce yoktu. Hatta bana soğuk davranmasını bile seviyordum. Soğuk davranışları canımı sıksa bile verdiği cevapları seviyordum. Ben, İdil ve Meyra birlikte makyaj odasındaydık. Bu oda oldukça büyüktü. Sol tarafta giyinme odaları, dolaplar vardı. Sağ tarafta aynalı makyaj masası vardı. Tam ortada oturmak için kırmızı koltuklar vardı. Makyajdan önce boy aynalı giyinme dolaplarına ilerledim. Siyah pantolon, siyah deri ceket ve siyah tişört çıkartıp giyinme odasına ilerlerken, "O ceket benim." dedi Meyra aynadan bana bakarak. Cekete baktım, onun olduğunu nereden biliyordu? Hepsi aynıydı. Göz devirerek muhatap olmadan ceketi yerine koydum ve yanındakini aldım. Giyinme kabinine girip üstümü giyince makyaj masasına geçtim. İdil benden önce giyinmişti, şuan göz makyajındaydı. Birkaç makyöz kadın bize makyaj yapıyordu. Bütün malzemeler kaliteli ve en pahalısıydı. Serdar Bey bu örgüt için servet ödemişti. İdil ve benim solumda, Meyra ise bizden uzak bir köşede oturmuş makyajını yaptırıyordu. Adının Buse olduğunu öğrendiğim makyöz kadın benim istediğim tonlarda makyaj dahası sanat yapıyordu. Yüzüme makyaj bazı sürüp makyaja geçmişti. İki yanağıma ve alnıma olacak şekilde üç fıs fondöten sıktı, pembe süngerle yaydı. Gözümün altına kapatıcı sürdü ve onu da yaydı. Burnumun kenarlarına, elmacık kemiklerimin altına ve alnımın kenarlarına bronzer sürüp fırçayla yaydı. Bronzer sürdüğü yerlere aydınlatıcı sürerek parlak bir görüntü verdi. Elmacık kemiklerimi belirginleştiren şeftali tonu bir allığı fırçayla yaydı. Şimdiden çok güzel olmuştu. Simli kahverengi farla göz kapaklarımı boyadı. Bir fırçaya sürdüğü siyah farla gölgelendirme yaptı. Köşeden siyah ve keskin simetrik bir eyeliner çekti. Kirpiğime siyah maskara sürdü. Gözlerim ilk kez bu kadar çekici duruyordu. Gözlerim kısık olduğu için daha şık duruyor, sıradan kahverengi irislerim ortaya çıkıyordu. Dudaklarımın çevresini koyu kırmızı bir kalemle belirginleştirmiş, kan kırmızısı bir rujla boyamıştı. Rujun üstüne parlak bir görünüm olması için gloss sürmüştü. Elmacık kemiklerimi belirginleştiren şeftali tonu bir allığı fırçayla yaymıştı. "Çok güzel oldun." dedi Buse tebessüm ederek. Gülümsedim. "Senin marifetin, teşekkür ederim." Makyaj bittikten sonra saçlarıma geçti. "Nasıl bir şey yapmamı istersin?" "Sana bırakıyorum." dedim. Saçımın kenarlarından iki tutam alıp en üstten örmeye başladı. Çok sıktığı için canım acıyordu ama malesef güzellik acı veren bir şeydi. Hem de her bakımdan. Ve bu sadece kızlar için. 14-15 yaşındaki kızlar güzel olmak için ağdaya başlardı mesela. Bende o zaman başlamıştım ve başlarda dayanılmaz bir acı gibi geliyordu. Yastığı az pençelemedim. Ergenken yüzümüzde çıkan her sivilceye takardık. Patlatanlar ve o zehri yayanlarda olurdu. Peki ne için? Güzel olmak için. Eğer kaşlarımızdaki kıllar dağılmışsa ve taşmışsa cımbızla alırdık. Göz kapağı tarafı acırdı ama sesimizi çıkartamazdık. Bıyıklarımızı iple ya da ağdayla alırdık, iple çok can yakardı. Peki ne için? Güzel olmak için. Doğuştan siyah veya kahverengi saçlı kızlar büyüyünce saçlarını ya sarıya ya kızıla boyattı. Peki ne için? Güzel olmak için. Doğuştan kahverengi gözlü olanlar büyüyünce mavi veya yeşil lens takmaya başladı. Peki ne için? Güzel olmak için. Peki ya kimin için? Belki de bir daha hiç görmeyeceğimiz insanlar için. İnsanların sözlerine aldırıp 'Belki güzel olurum?' yanılgısıyla upuzun saçlarını kesen kızlardan, aynaya bakıp kendini beğenmediği için ağlayan kızlara kadar. Çünkü güzel olmalıyız. Güzelliğin bir kadının silahı olduğunu söyleyenler de var. Güzellik mi yoksa zeka mı bir kadını ayakta tutar bu cahiller arası bir tartışma konusu. Bir kadın kendini sevmeyi öğrenebilmeli. Kısa boylu da olsa şişman da olsa kendisine saygısını korumalı. Çevresi diyor diye değil, kendi isteğiyle değişmeye çalışmalı. Özellikle de erkeklerin istediği düzeyde bu lanet olası güzellik algısı ortadan kalkmalı. Keşke diyorum bazen, keşke böyle olmasaydı. Keşke kızlar sadece güzel olmaya çalışmak yerine güçlü olmaya ve bütün bunlara siktir demeyi öğrenmiş olsaydı. Çünkü öğrenmiş olsalardı, farkedebilirlerdi. Bir kadının içindeki güç bir fırtınanın gücüyle eş değerdir. 🔥🔥🔥 "Eksik bir şey yok değil mi?" diye sordu Kartal arabasının benzinini doldururken. Hepimiz hazırdık. Baştan aşağıya kadar hemde. Ama sadece dördümüz bir sürü motor ve arabanın yer aldığı garajın oradaydık. Ben, İdil, Kartal ve Atlas. Meyra ve Bertuğ henüz gelmemişti. İstekleri zaten yoktu ama bir oylama yapmıştık. Zorunlu olarak katılacaklardı. "Eksik olan bir şey değil iki şey var." dedim. Atlas'a dönüp onların nerede olduğunu söyleyen bir bakış attım ama dudaklarını bilmiyorum anlamında büzüp omzunu silkti. "Onlar da geliyor." dedi İdil imalı bir sesle. Arabaya yaslanmış koridorun oraya bakıyordu. Başımı çevirdim ve gelen iki siluete baktım. Kızıl saçlarını açık bırakan ve sadece düzleştiren Meyra doğrudan kızıl desenleri olan motorunun başına geçti. O motorun onun olduğunu bilmiyordum. Simli, koyu kırmızı parçaları olan motorunun hemen yan kapağında bir çiçek resmi vardı. Bu çiçeğin onun amblemi olduğuna emindim. Hayatımda hiç begonya görmemiştim ve muhtemelen bu begonyaydı.  (Yazardan: Yani amblem olarak bunu uygun buldum. Sizce değiştirmeli miyim?) Yakasını açık tuttuğu için boynunun altında bir sürü dövmesi olduğunu farkettiğim Bertuğ da Kartal'ın yanındaki siyah ve aynı marka olan arabaya doğru ilerlerken Atlas'a omuz atıp yanından geçti. Atlas ona kaşlarını çatmamış olmasına rağmen öldürmek ister gibi bakarken "Umursama." dedim. Gozlerini bana çevirip devirdi. Oflayarak kendi lacivert motoruna ilerledi. Bertuğ cebinden çıkardığı anahtarla arabasının kapısını açıp bindi. Erkeklerden sadece Atlas motor seviyordu anlaşılan. Bertuğ'un amblemi de ön kapının üstündeydi. Diğerlerine göre bu biraz daha sertti. Kapısının üstünde Kartal'ınki gibi siyah mat renkli bir şekilde kuzgun vardı. İkisinin amblemi de yırtıcıydı. Kartal ondan önce burada olduğuna göre Bertuğ bunu rekabete mi dönüştürmüştü? Ya da başka bir şey. Kuzgun'un kanatlarında kırmızı lekeler vardı. Bunları kan olarak yorumlamıştım. Ürpertici.  Hepsi kendi motorlarına ve arabalarına yerleşmişti. İdil koluma girerek kendi motorunun başına yönlendirdi. Tebessüm ettim. Tekrardan onunla motora binecektim. Aslında oldukça zevkliydi. Motor kullanmayı az çok biliyordum ama sanırım henüz kullanmamı istemiyorlardı. İdil'in motorunun arkasındaki iki kasktan birini aldım. Kafama geçireceğim esnada siyah eldivenli elini kaskın üstüne koyup bana engel oldu. Gülümseyerek, "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Anlam veremedim, istem dışı kaşlarımı çattım. "Ben yürüyerek mi geleceğim?" Kafasını hayır anlamında salladı. "Hayır tabii ki ama benim motoruma binerek de gelmeyeceksin." dedi. O zaman Atlas'ın motoruna binmem gerekirdi. Ama benim yüzümden baskı altında olmasını da istemiyordum. "Atlas'ın motoruna mı bineceğimi söylüyorsun? Bence bugün olmaz." dedim. Tebessüm ederek elimdeki kaskı aldı. "Ne benim ne de Atlas'ın motoruna bineceksin Alev." dedi. Şimdi beynime jeton düşmüştü. Kartal'la gitmem gerekiyordu. Hem onunla cuma günü olacak konser hakkında da biraz konuşurdum. Arkamı dönerek "Haa, tamam ben Kartal'la giderim." dediğim sırada kolumu tutarak güldü. "Motorla gitmeyecek misin?" diye sorunca kaşlarımı çattım. Motorla gitmek istiyordum elbette ama izin vermiyordu ki? "Eğleniyor musun benimle? Seninle gelemiyorum, Atlas'la gelemiyorum. Motoru olan sadece Meyra kalıyor ve-" cümlemi devam edemeden Meyra bağırarak sözümü kesti. "Aklından bile geçirme." dedi kaskını kafasına takarken. "Onun motoruna ölsem de binmem." diye devam ettirdim kesilen sözümü. İdil iç çekti, bindiği motordan inip elini omzuma attı. Beni Atlas'ın olduğu tarafa doğru yürütmeye başladı. Kartal da tıpkı İdil gibi sıcak tebessüm ederken hâlâ ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Atlas koyu lacivert kaskını takıp camını yukarı kaldırdı. Kollarını birbirine dolayıp kendisine sararak bize bakıyordu. "Ahh Alev ahhh! Kendi motorun dururken neden başkasının motoruna binme ihtiyacı duyuyorsun ki?" dediğinde bir an duyduklarımı anlamadım. Dediklerini kelimesine kelimesine düşündüm. 'Kendi-motorun-dururken...' İdil'e tepkisiz bir şekilde bakarken Kartal yanımıza geçti ve eline aldığı beyaz kumandayı karşımızdaki duvara yöneltti. Kumandanın ortasındaki gri düğmeye bastı. Hemen sonra karşımızda duvar bir kapı gibi ortadan iki yana doğru açıldı. Açılırken kalbim heyecandan saniyede on kez atıyordu. Açılan kapının ardında turuncu bir Yamaha R6 duruyordu. Şaşkınlığımı dile getiremiyordum bile. O kadar güzeldi ki artık en sevdiğim renk turuncuydu. Motora bakarken güzelliğinden gözlerim dolarken motora doğru ilerledim. Sağ elim debriyaja değdiği anda gülümsedim. Bu mükemmellik benim miydi yani? Motorum mu vardı artık? Turuncu yakıt deposunda elimi gezdirdim. Arı gözü gibi olan farlarına dokundum. Sol elimle göz yaşım akmasın diye gözümü sildim. Yakıt deposuna dokunmaya devam ederken motorun etrafına bakmaya devam ettim. Motorumun karşı tarafına geçtim. Ne kadar güzel bir kelimeydi. Motorum... Gidonlara ve kontak anahtarına bakarken bakışlarım bir anda başka bir şeye kaydı. Öyle ki görür görmez yine gözlerim doldu. En etkileyici şey olabilirdi. Hepsinin aracında amblem vardı. O amblemlere tasarlamış olduğu renkler kişilik ve motorlarının rengiydi. Benim motorum turuncuydu. Benim amblemim turuncuydu. Ben renk vereceğimi bilmiyordum ama onlar Anka'yı turuncu yapmışlardı. Yakıt deposunun üstündeki amblemime bakıyor, baktıkça bakmak istiyordum.   (Yazardan: Ben bu şekilde hayal ettim. Diğerlerininkinde de turuncu yerine lacivert, siyah ve kırmızı hayal edeceksiniz. Çok havalı değil mi ya? Kim bana hediye etmek ister mxhhdchxjxhhxxh) Tek kelimeyle vurulmuştum. Koyu ve açık tonlardaki renklerin motora bu kadar çok yakıştığına inanamıyordum. Üstünde kocaman R6 yazan motora sarılmak istiyordum şuan. İçim baktıkça kıpır kıpır oluyordu. "Hayatında ilk kez mi motor görüyorsun sen?! Senin kardeşin tehlikede tamam mı, bizimki değil. Şimdi bin şu motoruna da gidelim artık. Günün hemen bitmesini istiyorum." diye söylenmeye başladı Meyra. İlk kez yarı haklıydı. Oyalanmamam gerekiyordu. Kontağın üstünde anahtar yoktu. Bunu farkettiğimi anlamış olacaklardı ki İdil ve Kartal, Atlas'a doğru baktı. "Aman be." diyerekten cebinden motorumun anahtarını çıkartıp bana doğru fırlattı. Anahtarı yakaladım ve kontağa geçirdim. Ama anahtar girmedi. Ne sorun vardı? Anahtarın arkasını çevirince Atlas'ın amblemini gördüm. Ama renkli değildi, siyah çizilmişti. "Atlas?!" dedi Kartal ismini bastırarak. Atlas'ın gülümsediğini biliyordum ama kaskı yüzünden bunu saklıyordu. Atlas diğer cebinden çıkardığı motorumun anahtarını zil çalar gibi elinde salladı. Artık vermesini istediğim bakışları ona çevirdiğimde anahtarı bana doğru attı. O anahtarı da yakaladım ve kontağa geçirdim. Anahtarı çevirdiğim an motorlar aslan kükremesi gibi çalışmaya başladı. Motoru tutarak bu odadan çıkarttım. Diğerlerinin yanına gittim. İdil ve Kartal bana gülümseyerek kendi araçlarına binerken bende Atlas'a anahtarını uzattım. Anahtarını alıp kendi kontağına taktı. Bana bakarak motoruna ara gaz verdi. Gerçekten de kükremeyi anımsatıyordu. Bu ara gazdan sonra korna sesi duyunca bir anlığına irkildim. Kuzgun arabasının sol yanındaki aynasından bize bakıyordu. Yüzü ciddi ve öfkeli olduğundan ne demeye çalıştığını anlayabiliyordum. Motora binip arkasından kaskımı aldım. Kaskım motorun aksine turuncu değil siyahtı. "Ölmemeye çalış." dedi Atlas alayla. Ayağımla destek çubuğunu geriye doğru ittim ve destek olarak sağ ayağımı yere koydum. Gülümserken açık kaskımın camını indirdim. "Beni takip edin." dedi Kartal hepimize. Konum ondaydı. Acaba Tarık, Eslem'i nereye kaçırmıştı? Bunu az sonra öğrenecek o adamı tahtalı köye gönderecektim. Kartal yine elinde tuttuğu kumandanın sağ üst düğmesine basınca önümüzdeki beyaz duvar geriye doğru kaydı ve yokuş gibi olan geniş bir yol açıldı. İlk hareket Kartal'dan geldi. Arabasının gazına bastığı gibi ilerleyip arabasını sürdü. Sonra Kuzgun gaza basıp onun peşinden gitti. İdil motoruna gaz verip gidecekken Meyra ondan önce davrandı ve ara gaz vererek motorunu geniş duvarda yukarıya doğru sürdü. Sadece bıkkın bir şekilde oflayabilirdik. Meyra çıktığı an İdil de gaz verip destek olarak yere koyduğu ayağını kaldırdı. Arkasında sadece toz bırakmıştı. Heyecandan kalbim duracaktı ama bu ânı yaşamadan ölemezdim. "Önce sen çık hadi. Eğer ölürsen yukarda haberim olmaz." dedi Atlas aynı alaycı tavrıyla. Gaz kolunu çevirdiğim an ilerlemeye başlarken ayağımı yerden kaldırıp ayaklık bölümüne koydum. Önce alışmam gerektiği için fazla hız yapmamaya çalışarak debriyajı kavradım ve sürdüm motoru yokuş duvara doğru. Birkaç saniyede yukarıda toprak düz bir alandaydım. Önümüz boştu ve ilerde yol vardı. Daha etraf aydınlıktı, güneş henüz batmamıştı. Saate bakmamıştım. Muhtemelen daha yeni altı veya yedi olmuştu. Ben yukarı çıktıktan birkaç saniye sonra gaz eşliğinde yukarı çıkan Atlas'ın ardından duvar kapandı ve tekrardan düz bir yola dönüştü. Kartal'ın kornasıyla beraber önümüze dönüp düz yolda motorları sürmeye başladık. Gazı ileri doğru çeviriyor, hızlandıkça eğiliyordum. En önde Kartal ve Kuzgun vardı. Biz dördümüz hemen onların arkasındaydık. Atlas sanki benim inadıma sürekli ara gaz veriyordu. Bunu bana bakarak yapıyordu. Ona dönüp bakarken daha çok hızlanmaya başladı. Neydi bu yarış mı? Daha ilk kez tek başıma motor sürüyordum, yarış yapmak istiyordu benimle. Aklı sıra eğlenecekti. Meyra benim önümdeydi. Kızıl saçları, taktığı kaskın altından çıkıyor rüzgârla dalgalanıyordu. Onun aksine benim saçlarım kabarmak için an kolluyordu. O yüzden rüzgârda dans etmelerine izin vermemiştim. Sağ dikiz aynasından bana baktığını farkettiğim an daha da hızlandı. En geride ben kalmıştım. "Benim yüzümü kara çıkarma Anka." dedim motoruma. Atlas araçların adının koyduğumuz amblem olduğunu söylemişti sonuçta. "At ile binici ilişkisi olsun bizimki. Ben korkmuyorum ve sana güveniyorum. Sende benim korkmadığımı bil." Kafayı yiyordum galiba. Aslında yemiyordum. Motorumla konuşuyordum. İlk motorum. Onları geçmek için oldukça gaz veriyordum. Bizimkinden başka araç olmadığı için şanslıydım. Devir saatine baktım. Ben gaz verdikçe çubuk sağa doğru kayıyordu. Sol elim ne olur ne olmaz frenin üstündeydi. Diğerlerine yetişiyordum. R6 290km/h ile gidiyordu. Ben şuan 200'le gidiyordum. Bu bile bana hızlı geliyorken diğerleri kaçla gidiyordu? Derin bir nefes aldım ve debriyajı sıkarak gazı kestim. Hemen ardından vites attım. Bu benim hem hızlanmamı hemde gücümü korumamı sağlayacaktı. Vitesi attıktan sonra az oranda gaz verip hızlandım ve gaz vermeyi bıraktım. Elimi debriyajdan çekerek motoru sürmeye devam ettim. Umarım Mahlas'ın öğrettiği bu vites atma bir işe yarardı. Sağ elimi gaz koluna koyup art arda üç kez ara gaz verdikten sonra aniden hızlanmaya başlamıştım. Motor kornasına basarak Atlas'ın hemen yanına geldiğimde güldüm. Gaz verip onun önüne geçtiğimde bu seferde o kornaya bastı. Madem yarış istiyordu, yarışırdım. Tam geride kaldığı için sevinirken gaz eşliğinde tam sağımdan tek teker yaparak geçmişti. Hatta o kadar hızlı geçmişti ki sadece toz kalmıştı. Ben tek teker kaldırmayı bilmiyordum. Galiba daha şimdiden kazanan belli olmuştu. Yaklaşık yirmi dakika sonra artık ayağım karıncalanmaya başlamıştı. Otura otura popom uyuşmuştu. Kartal durunca fren verip ayağımı yere değdirdim. Birkaç metre daha ilerleyip durdum ve destek çubuğunu indirdim. Kaskımı kafamdan çıkarttığım an serin havaya teslim oldum. Saçlarım sırtıma düştü, düşerken de enseme hava temas etti. Sıcaktan pişerken havuza girmek gibiydi. Rahatlamıştım. Yol boyunca bizimkinden başka hiçbir araç çıkmamıştı karşımıza. Hangi yoldan, nereye gittiğimizi bilmiyordum. Dahası onların da bildiğini sanmıyordum. Kartal arabasından inince sırtını arabasına yasladı ve telefonundan bir şeye bakmaya başladı. "Neden durduk? Geldik mi?" diye sordu İdil onun yanına geçerek. Kartal sağ kolunu İdil'in sağ omzuna attı. "Hayır, güzelim. Daha 1 saatlik yolumuz var." "Nereye gidiyoruz ve neden bu kadar uzak?" diye sordum. "Koordinatlara göre Çukur Hisar'a doğru gidiyoruz." diye yanıtladı sorumu Kartal. Çukur Hisar, bizim açımızdan adanın en uzak ilçesiydi. Oraya gitmek saatler sürerdi ama mola vermeden gidersek yetişebilirdik. Eslem'in doğum gününü kutlamadan bu günü bitirmeyecektim. "Çukur Hisar mı? Adanın bir ucundan diğer ucuna mı gidiyoruz yani?" Atlas motorundan inmeyen tek kişiydi. Kaskını çıkartmış bize bakarken, "Bu da iyi bir şey. Türkiye'ye de kaçabilirdi." dedi. Kaçamazdı. Tarık'ın pasaportu yoktu. "Pasaportunun süresi geçen yıl dolmuştu. Sonra bildiğim kadarıyla değiştirmedi." dedim. O pasaportla ayda iki kez Yunanistan'a gidiyordu. Çalışmak için olduğunu düşünüp yadırgamıştım. Meğerse internetten tanıştığı Yunan bir kadınla buluşmak içindi. Bunu öğrendikten sonra pasaportunu yakmıştım. Bu olayı anneme anlatmamıştım. Ama Mahlas biliyordu. Zaten Mahlas öğrenip bana söylemişti. Tarık uyurken telefonundan galerisine girmiştim. Galerisini incelerken rastgele gördüğüm şey bana acının üstüne acı yaşatmıştı. Bir ultrason fotoğrafıydı. Fotoğrafta ana rahminde olan bir bebek vardı. Öylesine bir fotoğraf olduğunu düşünmüştüm başta. Tarık'dan saçma fotoğraflar beklerdim. Ta ki sarışın ve mavi gözlü, burun, dudak ve göğüs estetiği olan bir kadınla fotoğrafını görene kadar. Kadın ona sarılıyordu. Tarık da ona... Fotoğrafın tarihine bakmıştım. Sevgililer gününde çekilen bir fotoğraftı. Arka planda sümbüller, laleler ve buket buket güller vardı. Anneme bir kez bile vermediği gülü başka bir ülkeden çocuk peydahladığı kadınına vermişti. Tarık'ın sevgililer gününde anneme tokat atıp gittiğini hatırlıyordum. Annem ona her şeye rağmen hediye olarak siyah bir gömlek almıştı. Tarık, annemin alacağı hediyeden hayır gelmez diyerekten onu zar zor yaktığım sobanın içine atmıştı. Evden çıkıp gidince annem olduğu yerde gülmeye hatta kahkaha atmaya başlamıştı. Ama bu kahkahası acıdandı. Acıyordu, çok acıyordu. Yüzü kıpkırmızı kalmış, gözlerinden yaşlar akarcasına gülüyordu. Annem o acılı kahkahalardan sonra odasına geçip sesli bir şekilde, 'O gün ölseydim de babamın sözünü dinleyip senin gibi bir adamla evlenmeseydim. O gün ölseydim de çocuklarıma böyle bir hayatı hiç yaşatmasaydım. O gün ölseydim de en azından kendi saygımı koruyabilmiş olsaydım.' diye bağırdığını hatırlıyordum. Bağırışları hâlâ kulağımdaydı. Biz kızlar en çok annemiz ağlayınca ağlamaz mıydık? Bizim için kendi özgürlüğünü hiç sayan, yaşadığı acılara sadece yutkunan ve hiçbir şey belli etmemek için odasına geçip uyuyormuş gibi yapan ve hıçkıra hıçkıra ağlayan annelerimizin hâline ağlamaz mıydık biz? Çocukluğumdan beri o ağladıkça bende ağlıyordum. O bağırdıkça bende bağırıyordum. Sorunlu bir ailede büyümüştüm. Bir sürü travma yaşamıştım. Annemin bana, 'Kızlar annelerinin kaderini yaşar.' dediğini hatırlıyordum. Erkeklerden hep Tarık yüzünden nefret etmiştim. Sadece arkadaş olabilirdim bir ilişkiye giremezdim. Güvenebileceğim ve geleceğimi emanet edebileceğim bir erkek yoktu, olmayacaktı da. "Birkaç dakika dinlenelim, su ihtiyacımızı karşılayalım. Sonra devam ederiz." dedi Kartal arabasının bagajına yönelerek. Bagajı açıp içinden altı su şişesi çıkardı. Sadece su değil, soda ve cam şişe altılı kolada vardı. Bana uzattığı suyu alıp içmeye başladım. Suyu içince susamış olduğumu farketmiştim. İdil'e iki tane şişe verdi. Diğerini Meyra'ya vermesi için. Bu hareketi çok hoştu. İdil, Meyra'ya suyu uzattı ama Meyra eliyle reddetti. "Neyin inadı bu? Biz düşman değiliz Meyra." deyip motorunun üstüne koydu şişeyi. "Bertuğ sende su var mı?" diye sordu Meyra. Arabasının ön kaputuna oturan Bertuğ başını hayır anlamında salladı. "Yolun uzak olduğunu bilmiyordum." Meyra iç çekerek başka şansı olmadığını belli eden bir tavırla motorunun üstündeki şişeyi alıp içmeye başladı. Kartal, Atlas'a da su uzattı. "Gelmeden önce iki litre su içtim. Ama limonlu soda verebilirsin." dedi. Kartal bagajından bir limonlu soda şişesi çıkartıp yine bagajında bulunan kapak açma anahtarıyla sodayı açıp ona verdi. Atlas sodayı içerken, "Isınmış ama neyse." dedi. İdil gülerek yarılamış olduğu şişeyi bagaja geri koydu. "Memnun da edemiyoruz beyefendiyi." dedi Atlas'a ithafen. Hepimiz sularımızı içip dinlenirken nerede olduğumuzu incelemek için etrafa baktım. Yolun sağında boş bir arazi vardı. Yeni açmaya başlamış ve rüzgârla savrulan karahindibalar vardı. Ağaçların yapraklarının çıkardığı o huzurlu ses, bir kavak ağacında yuva kurmuş güvercinlerin çıkardığı ses ve sessizlik. Huzurlu bir yerdi. Kimse konuşmuyordu, sadece dinleniyorduk. Bu sessizlik Atlas'ın amansız hapşırmasıyla kesilmişti. Art arda iki kez hapşırınca İdil'le aynı anda "Çok yaşa." demiştik. Atlas başını salladı. "Hep beraber." Birkaç saniye olmuştu ki bu sefer art arda üç kez hapşırdı. Gülerek "Çok yaşa" dedim. "Hep beraber." dedi başını sallayarak. Önüme döndüğüm an, "Lanet olsun." diyerek iki kez daha hapşırdı. Hepimizin yüzünde alaycı bir tebessüm vardı "Çok yaşa." dedim. Sanırım bir şeye alerjisi vardı. Avucuyla burnunun ucuna masaj yaptı. Tam bitti derken yine hapşırdı. Burnu kıpkırmızı kalmıştı artık. Çok yaşa demek yerine "Kapat şu burnunu." dedi Kartal somurtarak. Atlas bunun üzerine bir kez daha hapşırdı. Ellerini açarak, "Durduramıyorum, amına koduğumun polenleri." deyip yine hapşırdı. "Çok yaşa." dedim yine. Polen alerjisi vardı. Biz polenlerin en çok olduğu bölgede olduğumuz için alerjisi tetiklenmişti. Ayrıca rüzgâr bizim tarafımıza doğru estiği için polenler doğruca Atlas'ı hedef alıyordu. Atlas kendisini tutmaya çalışsada fazla uzun sürmemişti. Ben yine "Çok yaşa." dediğim an Kartal sinirle gülmeye başladı. "Lan daha ne kadar yaşayacak, ölümsüz oldu." Atlas'ın bu haline gülmeye başladığımızda sadece bizim değil Bertuğ ve Meyra'nın da bıyık altından güldüklerini farkettim. Her ne kadar kızgın olsalarda onlar da Atlas'ı seviyordu. Atlas bana cevap vererek, "Hep beraber" dediğinde İdil, "Hep beraber ölümsüz olduk." dedi. Bizim gülüşmemize Atlas da dahil oldu. Burnunu kaşıdı. "Akciğerlerim patlamadan önce gidebilir miyiz artık?" dedi. Kartal başını tamam anlamında salladı. "Hadi o zaman." Zaten motorunun üstünde olan Atlas sodasını kafasına dikti ve bitirincede Kartal'a bagaja koyması için uzattı. Ben Anka'nın yanına geçip sanki canlıymış gibi elimle okşadım. Sol ayağımı karşı tarafa uzatarak motora bindim. Saçımı topuz yaptım ama bağlamadım. Siyah kaskımı alıp kafama takınca topuz bozuldu. Kaskımın içinde kalması için yapmıştım. Kontağın üstündeki anahtarı çevirdim. Motor hareketlenmeye başladığında vitesini ayarladım. Diğerleri de hazır olmuştu. Kartal arabasını harekete geçirdiği an bizde tekrardan onu takip etmeye başlamıştık. Ben motor kadınıydım. Zaten her gün dört tarafı kapalı kutuların içinde tutsak gibi yaşarken neden buna araçları da dahil etme gereksinimi duyalım ki? Özgürlüğün esas ilkesi bana göre motor sürmekti. Şuan kask taktığım için rüzgârı doyasıya hissedemiyordum ama bu şimdilikti. Atlas yanımdan geçerken tek teker kaldırıyor, bana hava atıyordu. Sadece gülmekle yetinmiştim. 🔥🔥🔥 Bir saat süren yolculuğumuzdan sonra nihayet Küçük Hisar'a gelmiştik. Hisar, denizin tam dibindeydi. Terk edilmiş limanlar ve pas tutmuş tekneler vardı. Hava da kararmaya başlıyordu. Hepimiz araçlarımızı buradan biraz daha uzak bir alana park edio saklamıştık. Yüzlerimize siyah maske takmış, siyah ceketlerimizin şapkasıyla da başımızı örtmüştük. Kartal, bana ve İdil'e kablosuz kulaklık vermişti. Aslında dinleme cihazıydı. Birbirimizle hareket halinde olabilmemiz içindi. Bertuğ da Atlas ve Meyra'ya vermişti. Onların kulaklığına biz de bağlanabilirdik. Sadece konuşmak istediğimiz kişinin adını söyleyecektik. Bu şekilde o kişiyi cihazın arkasındaki bir düğmeye basıp dahil olacaktı. Bu limanın arkasında mermer, iki katlı olmasına rağmen küçük ve genişlemesine bir ev vardı. Evin sadece dört camı vardı, bu camlarda siyah perdeyle kapatılmıştı. Çatısı çatlaktı. Boylamasına olarak bina Kartal'ın üç katı kadardı. Küçüktü, burada Eslem'i kolayca bulmayı umut ediyordum. Tek sorun geniş olmasıydı. Yaklaşık 20-25 metrekare civarındaydı. Biz ağaçların ve çalıların arasından inceliyorduk. Görünürde kapının önünde sadece iki adam vardı. İkisi de iri yapılı, kaslı adamlardı. Çok önem alınmış gibi durmuyordu. İncelemeyi bitirdikten sonra araçlarımızın yanına geri döndük. Kartal bagajında içecek gibi kişisel malzemeler getirmişken Bertuğ çeşit çeşit silah, el bombaları, kelebek bıçakları ve susturucu iğneler getirmişti. Bagajdaki cephaneliğe bakarken bu hazırlığa girdiği için şaşırmıştım. Esas şaşırdığım bir diğer şeyde benzin bidonununda olmasıydı. Bertuğ sigara içen biriydi, yanında çakmakta bulunuyordu. Bunu benim için getirmiş olamazdı. Belki de izlerini örtmek içindi. "Doldurun hadi ceplerinizi." dedi Kartal. Pantolonunun arka iki cebine de siyah tabanca yerleştirdi. Deri ceketinin kolunu sıvazlayarak içine gümüş renkli kelebek bıçak, siyah botunun içine de susturucu iğne koymuştu. İdil de onun yaptığı gibi yapmıştı. Atlas ve ben ise sadece düşünüyorduk. Neyi, nereye ve nasıl sokacaktık? Elime siyah bir kelebek bıçak alıp sol kolumu sıvazlayarak içine geçirdim. Demir bıçak koluma temas ettiği anda tüylerim ürpermişti. Pantolonumun iki cebine de siyah tabanca koyacaktım. Bertuğ hepsini yeni doldurmuştu. Atlas ne olur ne olmaz içlerinde yeteri kadar mermi var mı yok mu bakıyordu. Omzuna taramalı bir silah asmıştı. Sağ cebine gri bir tabanca, sol cebinede el bombası asmıştı. Kimseyi bile isteye öldürmek istemiyordum. Ama benim kardeşime zarar vermeye çalışan adamlar yaşamak için yalvarmamalıydı. Tarık bizim geleceğimizden bi haberdi. Bir anda baskın yapacak, Eslem'i kurtaracaktım. Telefonumu rahatsız etme moduna almıştım. Mahlas ve annem beni defalarca kez arayacaktı bundan emindim. Onlara ne olduğunu anlatsam beni evden kovarlardı. Hiçbir şey yokmuş gibi davranmak en iyi yoldu. Cephaneliğimizi hazırlamıştık. Kartal ne olur ne olmaz diye herkesin fazladan şarjör almasını istemişti. Savaş esnasında elimiz kolumuz bağlı durmamalıydık. "Şapkalarınızın içine sis bombası koyun, çok iyi yöntem." dedi Atlas şapkasının içine sis bombasını koyarken. Saçma bir fikirdi, bomba şapkanın içinden düşebilirdi ya da yanlışlıkla devreye girebilirdi. Ama biz topluca gerizekalı olduğumuz için bunu yapmaya karar vermiştik. Sonuçta aklı başında olan hiç kimse suikastçı olmazdı. Biz baştan sorunluyduk. Şapkaların içine sis bombası koyduk. Hiç dövüş eğitimi almamıştım, umarım zamanında Mahlas'tan öğrendiğim hareketler bir işe yarardı. Yaramazsa da silahlarımı konuştururdum. "İkiye ayrılalım Karadul benimle. Biz binanın etrafını dolaşacağız. Eğer içeriyi görebilirsek size kaç kişi olduğunu tahmini bir şekilde söyleyeceğiz. Anka ve Pegasus siz bir yolunu bulun ve binanın tepesine tırmanın." Kaşlarımı çattım. Plan bu muydu? "Maymun muyuz lan biz? Binanın tepesine niye tırmanıyoruz?" diye sordu Atlas. "Hani bu bina iki katlı ya gerizekalı! Hepimiz tek bir kapıdan girersek yukarı çıkıp bizden kaçmanın bir yolunu bulurlar. Onları tek bir yerde kıstıracağız." diye açıkladı Kartal. Böyle düşününce mantıklı bir planmış gibi geliyordu. "Çok aksiyonlu olacak gibi ama uykum geldi." dedi Meyra. Sonra gözlerini devirerek kollarını birbirine dolayıp göğsünün üstünde tuttu. "Biz ne yapacağız?" diye sordu Bertuğ ölü gibi. Gözlerinde ki bakış hepimizi öldürmek ister gibiydi. Gözleri kısıktı, eğer karanlık bir rolü oynuyorsa başarılı bir oyuncuydu. "Ben ve Karadul içerideki adamların dikkatini çekeceğiz, içeriden en az birkaç kişi bu şekilde dışarı çıkacak. Sizde ağaçların arkasından veya çalıların arkasından benim komutumu bekleyecek sonra da ateş edeceksiniz. Ben Pegasus ve Anka'nın içeri girdiklerinden emin olunca size komut vereceğim." dedi. Başımızı onaylayarak salladık. Harekete geçmeden önce binanın önündeki korumalar aklıma geldi. Onları sessiz bir şekilde nasıl ortadan kaldıracaktık? "Peki kapının önündeki korumalar? Onlar ne olacak?" dediğimde Kartal omuz silkti. "Bilmem." "Ne demek bilmem?" "Her şeyi ben düşünemem. Biraz sizde çalıştırın saksıyı." "Susturucuyla onları vurabiliriz. Hem fazla sesde çıkmaz." diyerek ortaya bir fikir attı İdil. Susturucular yakın menzilliydi. Uzaktan ateş edemezdik, onların olduğu yer ağaçların ve çalıların ilerisindeydi. Biz yanlarına gidene kadar çoktan vurulurduk. "Bize uzak kalırlar, susturucular yakın menzilli." dedi Kartal tam da benim düşüncemi söyleyerek. "Hımmm. O zaman onları kendimize çekelim." "Bunu nasıl yapacağız? Bizi gördükleri anda haber verirler diğerlerine." dediğimde ofladı. Daha hiçbir şey yapmadan beynimiz durmuştu. "Bunu ben hallederim o zaman." dedi Meyra. "Erkekler iri ya da zayıf, aptal ya da zeki, yakışıklı ya da tipsiz hiç farketmez hep aynıdır." dedi ve ceketini çıkarmaya başladı. Cebindeki silahları tişörtüyle kapatmak yerine ikisini de Bertuğ'a uzattı. "Silahsız mı saldıracaksın?" diye sordum. Saçlarını elleriyle dağıtmaya başladı. Kartal'ın bagajını açıp içinden bitirmediği su şişesini aldı ve makyajını akıttı. Ardından uzun kızıl saçlarını geriye doğru savurdu. "Benim tek silahım güzellik. Ayrıca A sınıf dövüşçüyüm." Tam ona karşı ısınmaya, içimdeki buzları eritmeye başlıyorken ne yapıp ediyor yine gıcıklaşıyordu. "Tabii ki A sınıf olacaksın, Duru eğitti seni." dedi Atlas tebessüm ederek. Meyra ona göz devirdi. "Şimdi ne yapacaksın?" diye sordum. "Onları ayartacak mısın? Ya tahmin ettiğin gibi olmaz ve sana saldırırlarsa?" Bertuğ'un bagajından çubuk gibi incecik bir şey aldı. Elinde tuttuğu çubuğun bir tarafından yukarı doğru çektiğinde çok sivri bir iğne olduğunu gördüm. Bu da mı bir susturucuydu? Kızıl saçını topuz yaptı ve japonların saçlarını tutmak için kullandığı gibi çubuğu topuzundan geçirdi. Savaştan çıkmış gibi duruyordu, hem akıtmış olduğu hem de yerdeki toprakla kirletmiş olduğu tişörtüyle ne yapmayı düşünüyordu bilmiyordum. Sorduğum sorudan sonra alaycı bir sekilde bana bakıp güldü. "Erkekler benim piyonum, bana saldırmaya zamanları kalmadan onları oyundan çıkartırım." Kendisine bu kadar güvenmesi bence çok iyiydi. Erkeklerden o da en az benim kadar nefret ediyordu. Onun hayatını bilmiyordum ama erkeklerin onu kullanmasına izin vermektense o erkekleri kullanıyordu. "Hadi o zaman dağılın. Kuzgun sen ne olur ne olmaz diye Begonya'yı korursun. Ama kimseye gözükmemeye çalış." "Her boku söylemene gerek yok. Zaten aptal planın bir işe yaramayacak. Sırf Serdar'a kendini kanıtlamak içinde götünü yırtma ve kendini benim liderim sanma, bu geçici bir şey." deyip Kartal'ın yanından omuz atarak geçti Kuzgun. Kartal sinirden sırıtarak ona haddini bildirmek için dönmüştü ki İdil önünde durdu. Ellerini onun göğüslerinin üstüne koyup yavaşça geri itti. "Şu an değil. Ne düşünürse düşünsün boşver. Sen neyi ne için yaptığını biliyorsun." "Bokunu çıkartıyor artık. Serdar bir dedi iki dedi, ben daha kaç yıl katlanacağım bu piçin sikik rekabetine?" Bertuğ'un açık bıraktığı bagaji kapattı ve İdil'in elinden tutarak planı uygulamaya koyuldular. Arkada sadece ben ve Atlas kalmıştık. Birbirimize aynı anda dönüp baktık ve ofladık. "Hadi o zaman biz de görevimizin başına dönelim. Çok eğleneceğiz." Araçların yanından uzaklaşarak binaya doğru yürümeye başladık. Attığımız her adıma dikkat etmeye çalışıyorduk, tek yanlış hareket belki de hepimizin sonu olurdu. Yan yana iki ağacın arkasına geçtik. Kapının önündeki iki adama bakıyorduk. Onlar oradayken binaya yaklaşamaz ve tırmanamazdık. Hiçbir hareketlenme yoktu. Meyra'nın aklından ne geçiyordu bilmiyorum ama umarım işe yarardı. Yaklaşık beş dakika boyunca bir hareketlenme olmamıştı. Elimizden bir şey de gelmiyordu. Sanki her an birisi gelecek omzumuza dokunacak bizi kalpten götürecekti. Bunu düşündüğüm anda ben adamlara odaklanmışken bir kol gelip omzuma dokununca arkama döndüm. Benimle birlikte sırf ben korktum diye korkan Atlas'ta arkasına döndüğü an tam bağıracağımız sırada sağ el Atlas'ın sol el de benim ağzıma gelecek bir şekilde ağzımız kapatıldı. Kalbim yerinden fırlayacaktı ki ağzımdaki elin sahibini görünce rahatladım. "Benim ben." dedi Kartal. Elini çekti, bari tam da düşüncemin üzerine yapmasaydı bunu. "Ödüm bokuma karıştı!" Sanki bunu planlamışız gibi Atlas'la aynı anda söylemiştik. Artık bir şeyleri aynı anda yapmaya bir son vermemiz gerekiyordu. Bunu planlı yapsak böyle tutturamazdık. Kartal ikimizede bakıyor, kaşlarını çatıyordu. Boğazımı temizleyerek "Niye sessiz sessiz yaklaşıyorsun, ödümüz koptu." dediğimde göz devirdi. "Ses çıkartarak mı yaklaşsaydım?" dediğinde haklı olduğu için bir şey diyemedim. "Ne oldu, niye geldin?" diye sordu Atlas. "Etrafa göz attık, binanın her yerinde pencereler siyah perdeyle kapalı ve etrafı göremiyoruz. İçerisinin ses yalıtımı olmalı, çünkü ses gelmiyor." "İçeride illaki birileri olmalı ama. Bu adamlar bu şekilde boşuna dikiliyor olamaz." dediğimde bilmediğini anlatan bir omuz silkti. Her şey çok karışıktı. "Ben Karadul'un yanına dönüyorum. Meyra onları halledince sıra size düşüyor." dedi. Tam gidecekken onu durdurdum. "Sen niye geldin ki buraya kadar? Kulaklıktan söyleseydin. Boş yere gerilim yarattın." Kartal'ın eli sol kulağının üstündeki dinleme cihazını gitti. Eliyle alnını vurdu. Galiba unutmuştu. Ne iyi bir ekiptik böyle. "Hay içine sokuyum ya kendi planımı uygulamayı unuttum. Bir de ben dedim buradan iletişime geçelim diye. Kulaklığı kulağımda unutmuşum." Sessiz bir şekilde onun bu haline güldük. Sonra yanımızdan ayrılıp İdil'in yanına doğru yavaş ve sessiz adımlarla ilerlemeye başladı. Biz orada beklerken birkaç dakika sonra bir hareketlenme oldu. Atlas'la aynı anda o ses gelen yere bakındık. Artık bu aynı anda bir şey yapmak tuhaf bir hâl alıyordu. Baktığımız yerde gördüğümüz ilk şey arkasına bakmadan adamların yanından kaçan Meyra'ydı. Adamlar onu görüp peşinden koşarak gitmişti. Meyra bir ağacın önünde durmuş dizlerini kendisine çekerek ağlıyordu. Gerçekten ağlıyordu, kıpkırmızı gözleri ve titreyen bedeniyle şuan canlı canlı tiyatro oynuyordu. Adamlar ona yaklaşmak için elini uzatırken Meyra kendisini geri çekti. Saldırıya uğramış bir kızı temsil edercesine. Gerçeğini bilmesem ben bile inanırdım. Soldaki bir adam çömelip ona bir şeyler söyledi. Meyra tebessüm edercesine ona baktı. Adamın yavaşça ve korkarak ellerini tuttu. Hâlâ ağlamaya devam ederken beklemediğim bir şekilde dudaklarını adamın dudaklarının üstüne yapıştırdı. Gözlerim fal taşı gibi açılmış onu izliyordum. Tanımadığı bir adamı öpüyordu. Hem ona hem Atlas'a bakıyordum. Atlas gülerek, "Alışsan iyi edersin. Begonya baştan çıkarmada bir numaradır." dedi. Şaşkınlığımı üzerimden atamamıştım. Adam da sanki bunu bekliyormuş gibi Meyra'nın öpücüğüne karşılık veriyordu. Meyra kollarını öpüştüğü adamın boynuna sarmıştı. Sararken topuzundan çubuğu çıkarmıştı. Onun gözü açık, adamın ki ise kapalıydı. Adamın elleri Meyra'nın açık ve kızıl saçlarına dokunuyordu. Öyle ki o adam Meyra onu öperken ağacın arkasından saldırıp Bertuğ'un paketlediği diğer adamı görmemişti bile. Meyra ardından öpüşmeye devam ederken topuzundan çıkardığı çubuğu açarak adamın ensesine sapladı. Adam bu hareketle kurtulmaya çalıştı ama Meyra onu bırakmadı. İğneyi olabildiğince tutmaya çalıştı. Hem sessiz hem de iş gören bir yoldu. Adam bir süre sonra bayılınca ağacın arkasından çıkan Bertuğ onu tutup sürüklemeye başladı. Meyra ise tişörtüne ağzını siliyordu. Ayağa kalktı. Saçları dağıldığı için tekrardan topuz yapıp ağacın arkasında ki Bertuğ'un uzattığı başka bir çubukla sabitledi. "Hadi Anka, sıra bizde." dedi Atlas binaya doğru yönelerek. Başımı sallayarak peşinden gitmeye başladım. Tam o an kulağımdaki cihazdan ses geldi. "Pegasus hava yolları beni duyuyor musunuz?" diyen Kartal'ın sesiydi bu. Ben kendi kulaklığımda da duymuştum. Atlas cevaplamak için cihazın arkasındaki düğmeye dokundu. "Ne var?" "Binanın arkasında tırmanmanıza kolaylık sağlayacak variller var." dedi. "Eyvallah." Atlas binanın arkasına doğru hızlı hızlı hareket etmeye başladı. Bende onun peşinden gittim. Binanın arkasına geldiğimizde Kartal'ın dediği gibi yan yana dizili üç tane varil vardı. İçlerinde ne olduğunu bilmiyorduk ama düşünmeye zamanımızda yoktu. Atlas bana bakarak "Fazla zamanımız yok." dedi. Varilin üstüne nasıl çıkacağımızı düşünürken oflayarak iki elini birleştirerek avucunu açtı. "Çık hadi." dedi. Elini basamak olarak kullanmamı istiyordu. Sol elimi onun omzuna kendime destek olarak koyup sol ayağımı da avuçlarına koydum. "Üç deyince. Bir... iki... üç." deyip bir anda elini basamak olarak kullanıp sağ ayağımı varilin üstüne koydum. Varilin üstüne çıktım. Oldukça sağlamdı. Şimdi tek soru onun nasıl çıkmayı düşündüğüydü. "Sen nasıl çıkacaksın?" diye sordum sessizce. "Bende çözümler bitmez." deyip iki varilin arasına girdi. Sağ elini sağ varile sol elini de sol varile koyarak kendisini yukarı kaldırdı. Sağ kolunu tutup çıkmasına yardım ettim. Çok komik bir görüntümüz vardı. Daha varilin üstüne çıkmakta bile zorlanıyorduk. İkinci kata doğru baktık. Zıplasak yetiştirdik ama düşüp ses çıkarma olasılığımızda vardı. "Koy ayağını yine seni zıplatacağım. İyi tutun düşmemeye çalış." dedi ellerini yine basamak gibi tutarak. Hızlı davranmak için tekrardan sol elimi onun omzuna koyup sol ayağımı eline koydum. "Üç deyince... Bir... iki... üç." Ellerine basıp basamaktan çıkarken ellerini benimle yukarı doğru kaldırdı. Kaldırır kaldırmaz yükselince ellerimle gri çatının kiremitini tuttum. Kendimi yukarı çekmekte zorlanıyordum. Kollarımla destek veriyor çıkmaya çalışırken beceremiyordum. Tam o an ayakkabılarımın altından Atlas yukarı doğru baskı yapmıştı. Biraz daha yükselince sağ ayağımı çatıya koyup kendimi çektim. Maske yüzünden terlemeye başlamıştım. Dizlerimin üstünde durup Atlas'a bakarken elini sallayarak benim geri çekilmemi istedi. Biraz geri ve yana çekildim. Birkaç saniye sonra Atlas zıplayarak çatıya çıkmaya çalışmıştı. Kollarından destek alıp kendisini yukarı çekti, ayaklarını yukarı kaldırıp yanıma geldi. Boynunu çıtlatarak elini yelpaze gibi ön takip etmem için salladı. "İyi iş." dedi Kartal. Bizi nereden görüyordu bilmiyorum ama düğmeye basıp "Eyvallah." dedim.  (Yazardan: Her şeyi hayal edebilmeniz kolaylaşsın diye fotoğraflarla gösteren ben kxhzjxxjzhxhxj) Atlas'la birlikte çatıda yürüyüp pencereye doğru yaklaşıyorduk. Pencerenin içerisi gözükmüyordu. Umarım içeriden dışarısı da gözükmüyordur... Karşımızdaki pencereler yukarı doğru kaldırılarak açılıyordu. Atlas, "Sen geri çekil." dedi. Geriye doğru iki adım attım. Pantolonumun sağ cebinden silahımı çıkarttım. Bir duvarın arkasında bekliyordum. İçeride eğer birisi varsa susturucuyla ateş edecektim. Atlas pencereyi yavaşça yukarı doğru kaldırıp göz ucuyla içeriyi gözlemledi. "Temiz." dedi. Pencereyi yukarı doğru kaldırıp aparatla tutturdu. Önce başını sonra da kollarını içeriye geçirerek içeri geçti. Etrafa bakıyordu ben içerisinin boş olduğundan emin olunca camdan girecektim. Bir süre onu beklerken içeriden Atlas'ın, "Hass..." diye bir küfür ettiğini duyunca başımı hızla camdan geçirdim. İçerisi küçük bir odaydı. Pencerenin biraz ilerisinde iki tane dolap karşısında da bir yatak vardı. Dahası içerisi Atlas'ın düşündüğü gibi temiz değildi. Dolabın arkasından çıktığını tahmin ettiğim bir adam Atlas'ın alnına silahı dayamıştı. Sırtı pencereye dönük olduğu için adam beni görmüyordu. "Çıkar silahlarını!" diye bağırdı adam. Atlas göz ucuyla bana bakıyordu. Yavaşça silahlarını cebinden çıkartıp yere bıraktı. Galiba yine hayatını kurtaracaktım. Yine bir silah Atlas'a doğrutulmuştu. O benden daha profesyoneldi, ben olmasam götünü kim kurtaracaktı acaba? Atlas ellerini yukarı doğru kaldırdı. Adam onun dönmesini istedi ve ellerini sırtına koydu. O sırada silahı başka bir yöne doğrultunca kendi silahımı kavrayarak adamın ensesine ateş ettim. Susturucu adamın boynuna temas ettiği an silahı elinden düştü. Atlas ona doğru dönüp adamın yüzüne bir yumruk atarak onu yere serdi. Pencereden içeri girdim ve önce yerdeki adama sonra ona baktım. "Bir şey değil." dediğimde omzunu silkip güldü. "Bence de değil." "İkinci kez hayatını kurtardım." "Ben hallediyordum zaten. Tam arkaya doğru kafa atacağım sırada bastın tetiğe." "O adamda zaten o kafayla yere yığılacaktı?" "Evet." dedi. Gözlerimi devirerek pencerenin aparatını açıp pencereyi aşağı doğru indirdim. Ben pencereyi kapatırken Atlas adamı sürükleyerek yana doğru açılan dolabın içine sokmuştu. Ne olur ne olmaz hemen uyanmasın diye adamın karnına da bir kez daha ateş ettim. Yere bıraktığı silahları aldı, bir tanesini cebine diğerini elinde tuttu. Odanın kapısı açıktı. Atlas önde bende onun arkasını kollamak için arkadaydım. "Aşağıdan sesler geliyor." dedi. Aşağıda birkaç kişinin konuşmasını duyuyordum. Bakışlarımızı koridora çevirdik. Önce üst katı sonra alt katı halledecektik. Kulağımızdaki cihazdan Meyra'nın sesi geldi. "Biz karşı koridordayız, haberiniz olsun." dedi. Atlas düğmeye bastı. "Anlaşıldı." Ayak sesleri bu koridordan geçen bir adama ayitti. Yakalanma korkusuyla kalbim sıkışıyordu. Tam bizim içinde bulunduğumuz odanın önünde kesildi adımlar. O kadar oda varken buraya geliyor olamazdı. İki kez odanın kapısı tıklatıldı. "Tunç, içeride misin?" diye sordu adam. İçeriden ses gelmedi. "Uyuyor musun lan göt?!" diye de devam etti. Başımı dolabın arkasından kaldırarak Atlas'a baktım. Ne yapacaktık şimdi? Işıklar kapalıydı. "Giriyorum içeri?" deyip kapının kulunu hareket ettirdi. Başımı duvara yasladım. Silahı elimde tuttum. O adam şuan içerideydi, etrafa baktığından eminken acıyla inlemeli bir ses duydum. Ne olduğuna bakmak için başımı çıkardığım anda Atlas'ı ve yere yığılan adamı gördüm. Atlas silahla adamın beyincik soğanına vurup bayıltmıştı. Rahatlayarak dışarıya doğru bir nefes verdim. Kapının arkasındaki anahtarı çıkardı ve önce benim çıkmamı bekleyerek odadan çıktı. Kapıyı kilitleyerek koridorda ilerlemeye başladık. Başka bir odaya girip kapıyı doğrudan açınca içeride bir kişinin çıplak bir şekilde uyuduğunu gördük. Atlas adamın sırtına susturucu silahıyla ateş etti. Biraz daha uzun uyuyabilirdi. Odalara tek tek bakıyorduk. Eslem'in burada olmasını umut ediyordum. Diğer oda başka bir koridora çıkıyordu. "Koş." dedi Atlas. Hızla onun peşinden diğer koridora doğru koştum. Hızla önümüze çıkan ilk odaya girdik. İçeride iki adam sohbet ediyordu. Bizi gördükleri anda ayağa kalacaklardı ki ben sağ Atlas sol olmak üzere iki adamı da vurduk. Oturdukları yerde yığılıp kaldılar. Atlas cihazın düğmesine dokundu. "Kuzgun neredesiniz?" diye sordu. "Ayrıca Kartal siz ne halt ediyorsunuz? Biraz yardımdan zarar gelmez." "Bahçeyi temizledik." dedi İdil. Sesi eğleniyormuş gibi geldiği için Atlas kaşlarını çattı. "Lan siz bahçıvan mısınız? Size ne bahçeden?! Gelip burada yardım etsenize bize!" "Mal mısın Pegasus? Bahçedeki adamları temizledik demeye çalışıyorum. Dışarıdan iki adam çıktı az önce onları da hallettik." "İyi iyi aferin." dedi Atlas alayla gülerek. Bu adamın neden her şeyi yanlış anladığına anlam veremiyordum. "Kuzgun, siz ne yaptınız?" diye sordum. Bertuğ birkaç saniye sonra soğuk bir tavırla cevap verdi. "Sizin bir adamı paketleyip dolaba tıktığınız odadayız." dediğinde güldüm. Onlar karşı koridoru biz bu koridoru temizlemiştik. Kartal ve İdil bahçeyi halletmişti. Az sonra da en eğlenceli kısım başlayacaktı. Galiba onlarla takıla takıla ben de psikopatlaşmaya başlıyordum. ... |
0% |