@darklightssx
|
(Yorum yazmayı ve oylama yapmayı unutmayın... iyi okumalar ♡♡♡) Şarkılar; Diğer Yarım- Ate (Yer ve mekan isimleri hayal ürünüdür. Gerçeklikle bir alakası yoktur. Kısacası tamamen sallamadır.) 'Duygu, kalpte açan bir gül gibidir; bazen mutluluk yaşlarıyla sulanır, bazen de o yaşları dikenler yaratırdı.' Kararsızlık, insanın iç dünyasında yankılanan bir çıkmazdır. Bir yandan umut ışığıyla dolu bir geleceğe adım atmak isterken, diğer yandan geçmişin karanlık gölgeleriyle boğuşuruz. Yüreğimizin derinliklerindeki çelişkilerin yansımasını her nasıl geleceğe yönelerek görmeye çalışıyorsak bu da öyle bir şeydi. Her bir seçimin bir bedeli olurdu. En önemli soru... Çoğu hayattan bezmiş kişiler direkt ölmek derdi ama ölmekle bayılmak aynı şey değildi. Ölünce ne olacağını bilemezdik, bu geçici bir şey de değildi. Hatta kulağa korkutucu geliyordu. En sevdiğin kişinin yaşaması mı yoksa bütün sevdiklerine zarar verecek birinin ölmesi mi daha iyi kavraması kolay değildi. Kelimeler veya uzun uzun cümleler bu karmaşık duyguyu tam olarak ifade etmeye yetmezdi bile. İç sesimizi dinlemek, içimizdeki gücü bulmak bence en doğru olanı. İçinde bulunduğumuz durumu değerlendirmek ve doğru kararı vermek için kendimize güvenmemiz gerekiyor. Peki ya ben kendime güveniyor muydum? Evet, kendime sonsuz bir güvenim vardı. Hata yapabilirdim, hep hata yapıyordum ama bunu düzeltecektim. Her şey boka sarsa bile halletmenin bir yolunu bulacaktım. Ne demişti itfaiyeci, 'Bir kapının 2 yönü vardır. Bir girişi, bir de çıkışı. Biz bu işe her nasıl girdiysek çıkmasınında bir yolunu bulacağız...' Doğru söze saygım vardı. O kapının girişinden girdiğim gibi çıkmasını da bilmem gerekiyordu. Biliyordum da. "Kartal ve ben seninle geleceğiz. Sana güvenmiyorum." dedim. "Panzehri verince beni serbest bırakacağına söz ver." dedi. Başımı onaylayarak salladım. "Söz." dedim. Gerçekten söz müydü? Her söz tutulur muydu? Kime verilen sözler tutulurdu? Güvendiğin birine mi yoksa seni tehdit eden birine mi söz verirdi insan? Bunu az sonra öğrenecektim. "Alev, saçmalama!" dedi Atlas. Ben doğru olduğunu bildiğim şeyi yapıyordum. Gerisi önemli değildi. Kartal, Tarık'ın kolundan tutup kaldırdı. Diğerleri de peşimizden gelmek için adım atmıştı ki elimi durmaları için havada tuttum. Tarık inleye inleye ve kanlar içinde yürümeye çalışıyordu. Yanlış bir hareketini yakalarsam göz kırpmasına bile müsaade etmeden öldürürdüm onu. "Kartal?" diye seslendi İdil endişe içinde. Olacaklar için endişeliydi hepsi. Kartal, İdil'e doğru bakıp hemen geleceğini anlatan bir bakış attı. Üçümüz birlikte odadan çıktık, büyük salona doğru ilerledik. Salonun her yerinde ceset vardı. Bütün korumalar kanlar içinde yere düşmüş, ölmüştü. Onlar ölmeyi hakettimi bilmiyordum ama Tarık gibi adamları korudukları için suçluydu hepsi. "Nerede bu panzehir?" diye sordu Kartal, Tarık'ın kolundan sıkarcasına bağırarak. Tarık ona bakıp güldü. Bakışlarında korkudan çok acıma vardı. Ona ayna vermem gerektiğini düşündüm. Acıyacak birisi varsa o da kendisiydi, bunu sadece o göremiyordu. "Diğer arkadaşların senin ne tür bir piç olduğunu bilmiyorlar değil mi? Yazık o bar güzelini bile karıştırmışsın bu işe. Kızımın da zihnine girmişsiniz. Hatırlatın da ilk fırsatta amel defterinizi kapatıp imzamı atayım." Kartal'ın gözü benimkine göre daha hızlı döndüğü için durdu. Tarık'ın böyle konuşması damarlarını parçalıyor. Herkesin nefretini kazanmakta üstüne yoktu. "Eğer bu şekilde konuşmaya devam edersen ben senin kalıbına imzamı atacağım." dedi Kartal. "Sizden birini öldürmenin keyfini bir kez daha yaşamak isterdim doğrusu." "Kapa çeneni." "Nasıl yanarak öldüğünü görmediniz o çocuğun. Ben bunun keyfini çıkardım. Ölesiye öksürdü." Kartal'ın sabrını taşırmaya çalışıyordu. Daha kötüsü başarıyordu da. "Önce ayakları yanmaya başladı. Çığlıkları, senfoni gibiydi. Bütün vücudu yanmaya başladı. Ateş yükseldikçe, yükseliyordu. Kollarından önce saçları tutuştu." "Kapa çeneni!" "Saç telleri bir saman gibi yanmaya başladı. Kafası full yandı, o yanık kokusunu almanız gerekiyordu. Onu önce kalbinden bıçaklamıştım ama ölmemiş. Ve ölmediği için daha çok acı çekti. En son baktığımda yüzü alevler içerisindeydi. Daha fazla durmak istedim ama itfaiyeciler geldi. O çocuğun yanmasını defalarca kez izleyebilirdim. Ölmek istemiyordu, bana yalvardı, sizi defalarca kez çağırdı ve yardım istedi. Ama siz yakalanma korkusuyla kaçtınız, o yanarak öldü! Sizin bana yapmaya çalıştığınız şeyi örgütünüzden biri yaşadı. Siz de yaşayacaksınız. Onun çektiği acıyı size misli misli yaşatacağım!" Kartal yürümeyi bıraktı. Salonun ortasında cesetlerin arasında durdu. Boyun damarları belirginleştiği gibi sağ elini yumruk yaptı. Yumruk yapmasıyla o yumruğun Tarık'ın suratında patlaması iki saniyesini almıştı. Tarık'ın yakalarından tuttuğu gibi ona kafa attı. İnleyerek yere düşmesini sağlayınca yüzüne art arda üç dört kez yumruk attı. Tarık artık kan tükürüyordu. Müdahale etmek istemedim. Onunla benim aramda her ne kadar bir dava olsa da örgütten birini öldürerek +100 düşman kazanmıştı. Kartal onun yüzüne bir yumruk daha indireceği sırada kolundan tuttum. "Daha sonra yüzünü dağıtmana izin vereceğim. Ama önce panzehri almamız gerek." Kolunu benden kurtarıp ayağa kalktı. Tarık'ın yakasından tutarak ayağa kaldırdı. "Sen kızına dua et, eğer ben senin oğlun olsaydım daha ben çocukken ölmüştün!" Tarık gülmeye başladı. Gülmek onun için bir diğer acısını belli etme yoluydu. Lanet olsun ki benzediğimiz tek özellik buydu. Onunla adımın bile aynı cümle içerisinde geçmesi midemi bulandırırken ondan aldığım bir özelliğin olması daha çok yakmıştı canımı. Yalandan gülümsemeyi bana öğreten kişiydi o. 'Yalandan gülümsemek, acının maskelediği bir gözyaşıdır.' derdim ben sürekli. Canı yansa bile ağlayınca güçsüz olduğunu düşünen kişilerin başvurduğu bir diğer yoldu bu. "Eğer oğlum olsaydın sadece gurur duyardım. Savaşçı delikanlısın. Benim öz oğlumda bu özellik yok." Mahlas'ı daha tanımıyordu bile. Eğer o yorgun bir şekilde eve gelince Tarık'ın bize yaptıklarını anlatsaydım çoktan ölmüş olurdu. Mahlas bir memurdu ve elinin kana bulaşmasını istemiyordum. Kartal silahını çıkartarak Tarık'ın sırtına doğrulttu. "Yürü!" dedi. Tarık yürüyerek merdivenlere yöneldi ve üst kata doğru çıktı. Bizim Atlas'la incelediğimiz odaları değil Meyraların incelediği odalardan birine girdi. Kapı kilitliydi. Meyra her odaya baktıklarını söylemişti. Bu odayı onlar kilitlemiş olabilirdi. Silahımı çıkartarak kapının kulpuna yönelttim. Ardından tetiğe basıp kulpu kırdım. Kapıyı elimle açmaya çalıştım ama açılmadı. Omuz atarakda denemeye çalışsamda açılmamıştı. "Ben hallederim." Kartal sözünü söylerken sağ ayağımla kapıya tekme attım. Zorluk çeksemde kapı kırılmış ve açılmıştı. "Ben de hallederim." dedim, onlara bakmadan içeriye doğru geçerken. Oda diğerlerine göre daha büyüktü. Dolap daha geniş mobilyalar daha kaliteliydi. Duvarlar diğerler odalarınki gibi beyazdı. Burada büyük bir duvar saati de vardı. Ayrıca oda geniş olduğundan bizim evdeki tekli koltuğun aynısı büyük pencerenin önündeydi. Burası Tarık'ın odasıydı. Tekli kahverengi koltuğun önünde kahverengi çalışma masası duruyordu. Masasının üstünde bir sürü dosya, sigara paketi ve buruşturulmuş kağıtlar vardı. Tarık sırıtarak bana bakıyordu. "Sende benim gençliğimi görüyorum." dediğinde odayı dolanmayı bırakıp silahı alnına doğrulttum. Doğrulttuğum anda donakalmış, tebessümü silinmişti. "Eğer bir daha sana benzediğimi söylersen verdiğim sözü tutmam." Başını nefretle tamam anlamında salladı. Ona benzediğimi söylemesi küfür etmesinden daha kötüydü. Ona benzemekten korkuyordum, onun gibi olmaktan ve bunu hissetmekten... Hoş bu yaşadığım his bana tanıdık gelmişti. Çünkü bu cümlenin aynısı ben de ağabeyime demiştim. Gözlerindeki acıyı o an umursamamıştım ama şuan ne hissettiğini anlıyordum. Mahlas beni korumaya çalışıyordu. Ve ben ona verdiğim hasarla baş edemiyordum. "Nerede şu panzehir?" diye sorduğumda sol eliyle yatağı işaret etti. "Yatağın altında gizli bir yer var. Bir tahtanın altı boş." Yatağın yanına doğru ilerleyecekken Kartal beni durdurup silahını elime tutuşturdu. Yatağın yanına ilerleyip bir boşluktan elini geçirdi ve kendisine doğru çekti. Yatak ona doğru ilerledi ama yeterince çekemediği için gizli bölme gözükmüyordu. Yatağı tutup kendisine daha çok çekti. Ardından yeterince mesafe olduğunu düşünüp yatağı çektiği yere ilerledi. Çömelerek eldivenli elini zeminde gezdirdi. İki kez tahtalara vurdu. İçinin boş olup olmadığını böyle anlıyordu. Belli bir arayıştan sonra elini ortalarda rastgele bir tahtaya vurunca tok bir ses çıkmıştı. Sesi duyunca birkaç kez daha vurdu. "Bu işte." dedi ve tahtayı yerinden çıkartmaya çalıştı. Parmaklarıyla çıkartamadığından kollarının içine sıvıştırdığı bıçağı alıp onu bir destek yaptı. Bıçağın sivri ucunu tahtanın kenarına soktu ve baskı uygulayarak kaldırdı. Tahtayı yerinden çekip başka bir yere bıraktı. Dikdörtgen çukurun içinde siyah küçük bir kutu vardı. Onu çıkardı ve açtı. İçinde işaret parmağının büyüklüğü kadar bir şişe çıkmıştı. Şişe camdı, içinde sarımsı bir sıvı yer alıyordu. Kartal çömeldiği yerden ayağa kalktı ve Tarık'a doğru doğrulttuğum silahı alıp şişeyi bana verdi. "Eğer bu bir panzehir değilse ölmek için bana yalvarırsın." dedim Tarık'ın gözlerinin içine bakarak. Kapıya doğru yönelip koşar adımlarla çıktığım anda aşağıdan koşuşturma ve bazı araba sesleri duyuyordum. Merdivenlere doğru koşup aşağı inmiştim. Tarık hantal bir şekilde yürüdüğü için Kartal benim gibi hızlı hareket edemiyordu. Ama onun arka yakasından tuttuğu gibi itekliyordu. Bir camdan dışarıya bakan Atlas'ı görünce yanına doğru gittim. Diğerlerini göremiyordum. "Ne oluyor?" diye sordum panik içinde. Atlas başını pencereden çevirip bana kenetledi. Tarık'ı işaret ederek sinirle bağırmaya başladı. "Ne mi oluyor? Senin şu sikik baban yüzünden bizde sikilmeye gidiyoruz o oluyor!" Ne yapmıştı yine bu lanet adam? Ben neden bir türlü yetişemiyordum buna? "Pegasus! Ne oluyor dedim!?" Atlas oflayarak başıyla pencereden bazı ağaçları gösterdi. Ağaçlara bakarken hem arkalarında hem de çalıların arkalarında yüzler görünce kan beynime sıçramıştı. "Polis çağırmış pezevenk. Etrafımız sarılı!" dediğinde kalbim daha çok sıkıştı. Ne yani yakalandık mı? Bunu ne zaman planlamıştı? Ne zaman aramıştı polisi? Bizim geldiğimizden haberi bile yokken nasıl çağırmıştı onları? "Daha yeni mi geldiler? Ben sizi çoktan paketlemişler sanıyordum." dediğinde yanına doğru gidip yüzünü parçalara ayırmak istedim ama daha önemli bir işim vardı. "Eslem nerede?" diye sordum Atlas'a. "Karadul'un kucağındaydı. Ama nereye gittiklerini görmedim." dedi. Çevreme bakındım. Sırıtan Tarık ve onun şakağına silah doğrultmuş Kartal'dan başka kimse yoktu. Ta ki bir odadan dışarı çıkan ve elini kendine doğru yelpaze gibi sallayıp bizi çağıran Meyra'yı görene kadar. Oraya doğru o kadar hızlı koştum ki büyük salonu birkaç saniyede geçip karşı odaya geçmiştim. Oda da Bertuğ pencereden bir yere bakıyor, Meyra diğerlerini de çağırıyor, İdil de kucağında Eslem'i sallayarak yatakta oturuyordu. Yanına gittim ve elimdeki tüpü açarak Eslem'e içerecektim ki duraksadım. "Ne oldu?" diye sordu İdil. "İçirsene hadi!" "O SMA hastası borular olmadan içemez. Ya daha kötü olursa?" Bunu düşünürken bile ellerimin titremesine engel olamıyordum. İdil ellerini ellerimin üstüne koydu. Beni sakinleştirmeye çalışıyordu. "Alev, Eslem ölmek üzere. Hatta belki de.... Elimizde boru falan yok, onun hayatı senin elinde. Tarık onu zehirlerken boru kullanmamıştır bile." dedi. Ama eğer boru kullanmazsa... hayır kötüyü düşünmemeye çalışmalıydım. "Eğer boru kullanmazsa soluk borusuna kaçar..." Eslem daha çok küçüktü, buna dayanamazdı. "Yapacağımız başka bir şey yok. Zehir soluk borusunda olsa bile panzehirde soluk borusuna gider, iyileşmesi için bir ihtimal varken bunu değerlendirmeliyiz." "Eğer ölürse kendimi asla affetmem." dedim gözlerim dolarken. "Ben de seni bunu yapmaya zorladığım için kendimi affetmem." dedi aynı dolu gözlerle. Tüpün kapağını açıp Eslem'e yavaşça hatta damla damla içirmeye başladım. Bunu yaparken ellerim tir tir titriyordu. Tüp zaten yarısına kadar doluydu hepsini içirip beklemeye başlamıştık. Meyra yanımıza gelerek bizi kontrol ediyordu. "Kartal ve Atlas kapıları tutuyorlar. Bertuğ da bir çıkış yolu arıyor. Ama bu çok düşük bir ihtimal." dedi. Yüzü Eslem'e bakınca daha çok asıldı. "Umarım iyileşir." diyerek mırıldanınca başımı ona doğru çevirip buruk bir tebessüm ettim. Biz beklerken kapıdan ansızın Kartal aceleyle girdi. "Hadi hemen gelin, bir çıkış yolu bulduk!" deyince İdil'in kucağındaki kardeşimi alıp taşımaya başladım. Onun yanaklarından öpüyor, sarıyordum. "Her şey çok güzel olacak, abla sözü!" dedim kendime inanarak. Kartal'ın peşinden koşarak gidiyorduk. Orta büyüklükte bir banyoya girdik. Bertuğ, Atlas ve elleri bağlı klozetin üstünde öylece oturan Tarık da banyonun içindeydi. Gözleri hem benim hem de Eslem'in üzerindeydi. Banyonun en üstünde küçük bir pencere haricinde başka çıkış yolu yok diye düşünürken sağ taraftaki duşakabinin arkasındaki duvarda bir delik farkettim. Atlas'ın elinde nereden bulduğunu bilmediğim ve düşünmekle zaman kaybetmek istemediğim bir balta vardı. O baltayla duvarı kırmışlar, geçebilmemiz için delik açmışlardı. Kartal banyo kapısını kapatıp kilitledi. Önce Bertuğ geçti delikten. Hava karardığı için hiç ışık yoktu. "Burası temiz, acele edin." dediğinde sırasıyla Meyra, İdil ve ben delikten girdim. Ben delikten girmeden önce Eslem'i dışarıdaki İdil'e geri uzattım. Ona zarar gelmesini istemiyordum. Dışarı çıkınca da kucağıma geri aldım. Benden sonra Atlas çıktı, ardından içeriden bir cam kırılma sesi geldi. İçeride sadece Kartal ve Tarık vardı. İdil telaşa kapılırken delikten Tarık burnu kanar bir şekilde çıktı. Atlas ve Bertuğ onun kolundan sertçe tutup kaldırdı. Kartal'ın da çıkmasıyla rahat bir nefes vermiştik. Ayağa kalkınca sağ eliyle sol kolunu tutuyordu. İdil yanına gidip koluna baktı. Kartal ceketini rahat hareket edebilmek için çıkardığı için sadece siyah tişörtlü kalmıştı. Kolundan bileklerine doğru akan kanı durdurmak için eldivenli eliyle baskı yapıyordu. "Ne oldu?" diye sordu İdil telaşla onun kanayan koluna bakarak. "Iskaladım." dedi Tarık küstahça sırıtırken. "Damarından kesecektim ama ıskaladım." İdil ansızın deliye dönmüş bir tavırla onun yanına yaklaştığı gibi Tarık'ın bacak arasına dizini geçirdi. Ardından yumruk yaptığı elini onun kanayan burnuna geçirdiğinde Tarık yere kan tükürdü. "Karadul!" dedi Kartal. "Bunu daha sonraya saklayabilirsin, izimizi kaybettirmemiz gerek." Koşarak araçlara doğru ilerlemeye başladık. Allah'tan onları buradan uzak bir yere park etmiştik. Bu yönden paçayı kurtarabilirdik. Ki bu da düşük bir ihtimaldi. Araçlara yetiştiğimiz an Eslem'i Kartal'ın arabasına bindirdim ve düşmemesini engellemek için emniyet kemerleriyle onu sardım. Kartal'a emanet etmiştim. İdil tişörtünü ucundan yırttı. Kartal'ın koluna, kanı kesebilmek için sardı. "Hastayım bu hallerine." dedi Kartal ona doğru. Tarık ise Bertuğ'un arabasındaydı. Daha doğrusu bagajında. Riske girmemek için orada ki silahların hepsini Kartal'ın bagajına yüklemiştik. Araçları çalıştırmadan önce plakaları arkaya doğru eğmiştik. Polisler peşimize düşerse plakadan bizi bulurlardı. Kaskımı takıp gaza bastığım gibi düz yoldan diğerleriyle beraber ilerlemeye başladım. Biz yaklaşık iki kilometre kadar gitmiştik ki arkamızdan polis sirenlerini duyduk. Mavi ve kırmızı ışıklarla ormanı aydınlatan polis araçları durmamız için anonslar veriyordu. Lakin biz daha çok gaza basıyorduk. Bir süre sonra bu duruma gülmeye başladım. Şuan kelimenin tek anlamıyla kaçaktık. Ekstradan bir suç daha işlemiştik. Hoş, sözde yasa dışı bir şey yapmayacağıma ilk günden söz vermiştim. Polisler bizim kadar hızlı olmadığından yetişemiyorlardı. Motorla gaza olabildiğince basıp önce vites attım sonra da art arda üç kez ara gaz verdim. Atlas bana bakarak kahkaha atmıştı. Ne kadar hızlı gidersek gidelim onun kahkahasını duyunca ben de güldüm. Aynı anda ara gaz vermeye başladık. Yolumuz dümdüz olduğundan Atlas ön teker kaldırdı ve hızına hız kattı. Polisler bizim peşimizdeydi ve biz de onlardan kaçıyorduk. Filmleri aratmayan bir sahnede gibiydik. İdil ellerini açarak motoru serbest bir şekilde sürünce aslında bu işin eğlenceli olduğunu da farkettim. Ben daha yeni bir sürücü olduğumdan bunları yapmam riskliydi. Ara gaz veriyor, hıza âşık olduğumuzdan gaza basıyor, sinirden kahkaha atıyorduk. 🔥🔥🔥🔥🔥 "Maaşınız az sonra hesabınızda olur. Gözümü kara çıkarmadınız, hepinizle gurur duyuyorum." diyen Serdar Bey'e teşekkür edercesine başımızı eğdik. Yarım saat önce tesise sağ salim varabilmiştik. Herhangi bir risk olmasın diye araçlarımızın plakasını değiştirmiştik ve sanırım bunu hep yapacaktık. Eslem ve Kartal revirdeydi. İdil, Serdar Bey bizimle gurur konuşması yaparken parmaklarıyla oynuyor derisini koparıyordu. Kartal'ın durumunun iyi olduğunu biliyordu. Hâlâ neden endişeli davranıyordu anlamamıştım. Benim daha endişeli olmam gerekiyordu. Kardeşimi görmem, yaşadığından emin olmam lazımdı. Onu gördükten sonra da en alt katta bir hücrede kapalı olan Tarık'ı görmeye inecektim. Sonuçta ona verdiğim lanet olası bir söz vardı. Serdar Bey konuşmasını bitirmeden ayağa kalkmam saygısızlık olacağı için konuşmasını bitirmesini bekledim. Sonuçta eğer kötü bir şey olsaydı bana haber vermek için salona girecek birisi muhakkak olurdu. Parmaklarımı masaya gelişigüzel vuruyordum ve bunu yaptığımı Serdar Bey bana bakınca farketmiştim. Hemen duruşumu düzeltip ellerimi toplayarak bacaklarımın üstüne koydum. Normalde bunu kimse için yapmazdım ama Serdar Bey'in kötü biri olmadığını bildiğim için hakettiği saygıyı göstermeye çalışıyordum. Ayrıca maaşımı ondan alıyordum, göze batacak hareketlerden kaçınmam gerekiyordu. "Alev sen çıkabilirsin." dedi keyfi yerinde bir şekilde tebessüm ederek. "Kardeşinin durumunu öğrenmek hakkındır." Onun tebessümüne karşılık ben de yalandan tebessüm ettim. "Sağ olun Serdar Bey." diyerek ayağa kalktım ve salon kapısına doğru ilerledim. Benim kapıya yaklaşmama beş adım kalmıştı ki İdil'in, "Serdar Bey izninizle ben de çıkabilir miyim?" diyen sesini duydum. Serdar Bey bir şey demedi ama İdil'in botlarından çıkan ve bana doğru gelen adım seslerini duyunca izin verdiğini anladım. Salon görevlileri bize kapıyı açınca asansöre doğru yürümeye başladık. Yüzü asıktı, acaba nesi olduğunu sormalı mıydım? Ben onun, o da benim arkadaşımdı. Arkadaşımın nesi olduğunu öğrenmeyi istiyordum. Durumun Kartal'la bağlantılı olduğuna emindim ama İdil'in anlatması daha iyi olacaktı, hem yardım edecek bir şeyler yapardım hem de o daha iyi hissederdi. "Her şey yolunda mı?" diye sordum yan yana asansörlerin koridoruna doğru ilerlerken. Başını yarım yamalak sallayınca yürümeyi kesip onu durdurdum. Bakışları beni bulunca gözlerinin içine doğru baktım. "İyi misin?" "Sadece korkuyorum Alev." dedi ve ardından gözleri doldu. "Ona bir şey olacak ve benim sadece haykırışlarımın duyulmasından çok korkuyorum. Ya baban- pardon Tarık onu ıskalamasıydı ve damarını kesseydi..." Bunu düşünürken bile kıpkırmızı kesilmişti. Gözyaşlarının akmaması için elini kendisine yelpaze gibi sallayıp hava verdi. "Alev ben Kartal olmadan yapamam. Ben onun yüzünde en ufak çizik görünce bile kalbim sıkışırken bir gün ölümcül bir darbe almasına dayanamam. Bak daha öncesinde de böyle şeyler olmuştu, bir sürü darbe aldı. Yarasının derinliği gözümü korkutuyor ama benim umrumda ilan tek şey yaşaması. Bir gün bana 'Onu kaybettik.' derlerse ben yıkılırım. Bu kulağa çok klişe gelebilir ama benim ondan başka kimsem yok. Benim kocam demekten gurur duyduğum Eymen Kartal Kaya'dan başka hiç kimsem yok. Ailem yaşıyor ama benim için ölüden farksızlar. Bu iş çok riskli bunu sen de biliyorsun. O yüzden bana bir şey için söz vermeni istiyorum Alev. Olacağı için değilde ya olursa diye bana bir söz vermeni istiyorum." dedi. "Ne sözü?" diye sordum tereddütle. Elleriyle ellerimi tuttu. Göz teması kurdu. "Eğer bir gün bana bir şey olursa-" diyerek söze başlamıştı ki "İdil," dedim sözünü keserek. Bunun olmasına izin vermezdim. "Öyle bir şey olmayacak." "Eğer bir gün bana bir şey olursa Kartal'a göz kulak ol Alev. Onu yalnız bırakma, aptalca bir şey yapmasına engel ol. Eğer bana değil de ona bir şey olursa beni de yalnız bırakma. Çünkü birinin cesedimi bulması gerek." deyince tüylerim ürperdi. Eğer Kartal ölürse İdil de intihar edecekti. Onsuz bir hayata katlanamazdı. Birbirlerine olan bağlılıkları beni gerçekten de etkiliyordu. Birbirlerine olan sevgilerinin onların sonu olmasından korkuyordum sadece. "İdil! Saçmalama lütfen. Kötüyü çağırma. Her şey güzel olacak. Ne sana bir şey olacak ne de Kartal'a." dedim ve kollarımı açarak ona sarıldım. Başını sol omzuma koydu, o da bana sımsıkı sarıldı. Ardından geri çekilerek burnunu içine çekti. Boğazını temizleyerek "Rimelim aktı mı?" diye sorunca güldüm. Ben gülünce o da sinirden gülmüştü. "Hayır, hâlâ çok güzelsin." dedim tebessüm ederek. Asansöre binip üst kata doğru çıktık. Koridorda kol kola girmiş bir şekilde yürürken revire geçtiğimizde Eslem'i kucağına almış bir şekilde onu güldüren Kartal'a bakınca yüzümüzde tebessüm oluşmuştu. İdil'e baktım, Kartal'ın bir çocuğa olan ilgisi onu heveslendirmiş gibi duruyordu. "Bence ondan iyi bir baba olur." dedim imayla. "Çocuk yapmak için hazır hissetmiyorum." dedi Kartal'a bakmaya devam ederek. "İyi bir ebeveyn olacağımı düşünmüyorum. Çünkü iyi bir ebeveyn nasıl olur bilmiyorum. Annemden göremediğim sevgiyi çocuğuma nasıl gösterebilirim ki?" diye sorunca geçmişindeki travmaları yüzünden kendinden şüphe ettiğini farkettim. Lakin yanılıyordu, İdil'den çok ilgili bir anne olacağını hissedebiliyordum. "Korkularını anlayabiliyorum. Ama bence bir bebeğiniz olursa geçmişindeki tüm yaraların geçecek. Ayrıca Kartal bu konuyu hiç açmadı mı? Çoğu erkek, çocuk ister." "Bu konuyu hiç konuşmadık. Ona ayıracak bir zamanımız olmayabilir." dediğinde bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemediğimden sustum. Kartal ve Eslem'in yanına doğru ilerledim. Kartal bizi görünce tebessüm etti. Eslem'in durumunun gayet iyi olduğunu gösterir bir şekilde onu bize doğru çevirdi. Yanına gediğimde Eslem'in bana bakan yeşil gözlerini gördüğümde gözlerim dolmaya başladı. Onu kucağına almam için bana ellerini uzattı. Onu kucağıma alıp sardım ve öpmeye başladım. Gözlerimden uzun bir zaman sonra ilk kez mutluluk gözyaşları akmıştı. "Sana bir söz vermiştim," diyerek mırıldandım kulağına. "Ablalar sözlerini tutar." Kokusunu içime çekerek öptüm kardeşimi. Kartal'ın yine bandajlı koluna bakarak "İyi misin?" diye sordum. "Yaşayacağım." dedi alayla. "Hadi yine ucuz yırttın." "Daha önceki kesik iyileşmeden yenisi açıldı. Bu kadar yaralanmam normal olamaz." "Kötü şans diyelim biz ona." dediğimde güldü. Bakışları bir an yüzümde oyalanınca kaşlarını çattı. "Yanağına ne oldu senin?!" diye sorduğu an sol elim gözleriyle gösterdiği sol yanağıma gitti. Bastırınca anlık olarak canım yanmıştı. "Ne olmuş ki?" "Morarmış." dedi. Aklıma bana tokat atan sığır geldi. Morartacak kadar sert mi vurmuştu cidden? Sonra neden erkeklerden nefret ediyorsun? Sevmek için herhangi bir sebebim yok. Yanağımın içini ısırdım. "Yüzümü pencereye çarpmıştım. Ondan olmalıdır." dedim yalan söyleyerek. Bu alışkanlıktan kurtulmam gerekiyordu. İdil uzun bir süre sadece Kartal'ın yüzüne baktı. Sonra da kollarını açarak onun boynuna sarıldığında Kartal'ın eli havada kaldı. "Sana bir şey olacak diye çok korkuyorum." dedi İdil mırıldanırcasına. Kartal buruk bir tebessümle sağ kolunu onun beline doladı. Saçları arasından bir öpücük kondurdu ve İdil'in kokusunu içine çekti. "Çok güzel bir melek koruyor beni, merak etme sen." dedi İdil'i kastederek. İdil ona daha sıkı sarıldı, kendisini biraz geriye çekerek ellerini Kartal'ın yanaklarına koyup okşadı. Ardından yüzünü onun yüzüne yaklaştırarak dudakları arasındaki mesafeyi kapattı. "Duvarın rengi güzelmiş." dedim onlara bakmamaya çalıştığım için saçmalayarak. Duvarın rengi koridordaki duvarlar gibiydi, beyazdı. Birkaç tablo haricinde bir şey yoktu. Tablolarda diplomalar vardı. Bazıları lise veya üniversite diplomalarını çerçeveletmişti. İdil, Kartal'ı öpmeye devam ederken Kartal da onun bacaklarına dokunuyordu. Uzaktan bakılınca rahatsız ediciydi. Aslında yakından bakılınca da öyleydi. "Tamam size afiyet olsun, benim artık eve gitmem gerek. Annem ve ağabeyim daha benim ağzıma sıçacak." deyip kucağımdaki Eslem'le beraber revirden çıktım. Çıkmadan önce doktora Eslem'in durumunu sordum. Durumunun iyi olduğunu ama ilaçlarını uzun bir süre kullanmadığı için sıkıntılar çekebileceğini anlattı. Ayrıca Eslem'in koluna aşı yapacağını, benim birkaç dakika beklememi söyledi. Onu dikkatle dinledikten sonra garaja doğru yöneldim. Eslem aşı olurken bende motorumu hazırlamalıydım. Garaja çıkmqk için asansörlere ilerlerken bir kol tarafından sağ koridora çekilmemle küçük bir çığlık koptu dudaklarımdan. Önümde Atlas'ı gördüğüm zaman sakinleştim. "Ödümü kopardın, neden bu şekilde geliyorsun?" diye sordum sinirle. Atlas, "Seni Duru'yla tanıştırmak istiyorum." dedi. "Hem sonra yemeğe çıkma teklifi edeceğim." Sesinde tarif edilemez bir heyecan, gözlerinde parlaklık vardı. Duru'yla tanışmayı gerçekten istiyordum. Atlas'ın deli divane olduğu bu kadını bilmek istiyordum. "Hadi gidelim o zaman." dedim ben de heyecanlanarak. Asansöre binip toplantı salonunun olduğu katta durduk. O koridorda birçok eğitim odası vardı. Sağ tarafta silahla nişancılık eğitimi, ilerisinde dövüş eğitimi vardı. İkiye ayrılmıştı koridor, kadınlar ve erkekler olarak. Dövüş eğitiminin olduğu yere ilerlerken Atlas durarak sakince derin bir nefes aldı. "Nasıl gözüküyorum? Yakışıklı mıyım?" diye sorduğunda gülerek göz devirdim. Sarı saçları operasyondan kaynaklı olarak dağılmıştı. Saçlarından bazı perçemler alnına düşmüş, hoş bir görüntü bırakmıştı. Hava soğuk olduğundan burnu kızarmıştı, beyaz tenine kızarık burun onu çok tatlı gösteriyordu. Yeşilimsi ela gözleri heyecanla bakarken baş parmağımı evet anlamında ona doğrulttum. "Bir giderin var." dedim alayla. Tekrardan derin bir nefes alıp yürüyerek dövüş alanının tam önünde durdu. "Sence kabul edecek mi?" "Etmesini sağla." dedim. Bu oda diğer odalar gibi cam duvarlara sahip olduğu için dışarıdan onları görebiliyorduk. İçeride bir sürü sportif giyinen kadın vardı. Birçoğu birbiriyle dövüşürken diğerleride kum torbası ve spor aletleriyle uğraşıyordu. Gözlerim kimi aradığını bilmiyordu. İçerideki her kadın çok güzeldi, Atlas acaba hangisine abayı yakmıştı? "İşte orada benim Yakamoz Güzelim." dediğinde gözleriyle işaret ettiği kadına baktım. Sarı saçlarını arkadan bağlayıp at kuyruğu yapmış, siyah krop ve siyah tayt giyen bir kadındı. Ama emin olabilmek için, "Sarı saçlı olan mı?" diye sordum. Bana bakarak kaşlarını çattı. "Hayır! Eda'nın dövüştüğü kişi." dedi bağırarak. Ben de kaşlarımı çattım. "Tamam anladım, ne bağırıyorsun!?" omuzlarını silkerek güldü. Ona yeniden göz devirdim ve isminin Eda olduğunu öğrendiğim kadının karşısında onunla dövüşen kadına baktım. Kahverengi düz saçlarını o da sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Ellerinde beyaz dövüş bandajı vardı. Yumruklarını sıkarak karşısındaki Eda'ya savuruyordu. Göbeğini gösterecek siyah bir yarım atlet, altına da siyah tayt giymişti. Küçük bir burnu, minyon bir yüzü vardı. Gözlerini görmemiştim ama Atlas öncesinden yeşil olduğunu söylemişti. Boyu tahminen benim boyum kadardı, hatta benden daha kısa bile olabilirdi. (Yazardan: Duru için seçtiğim karakteri, yayınladığım Karakterler bölümüne ekledim. Oradan bakabilirsiniz.) Atlas'ın ona olan hayran bakışlarını görünce tebessüm ettim. Duru, kadın dövüş eğitmeniydi ve oldukça iyi dövüşüyordu. Onun yüzüne doğru sol eliyle bir yumruk savuran Eda'nın sol kolunu tutup döndürerek sırtına yasladı. Sırtına yaşadığı gibi ayak dizinin arkasından dengesini kaybettirecek bir şekilde vurdu. Eda yere düştüğünde yorulmuş gibi ellerini iki yana doğru açıp uzandı. Duru at kuyruğunu sıkarak elini bir başkasının onunla rekabet etmesi için salladı. Eda derin derin nefesler alırken Duru el hareketiyle ona bir şeyler dedi. Öyleki kadın elleriyle yüzünü kapatıp oflayarak uzanmaya devam etti. Beden dili bilmediğim için Duru'nun ne dediğini anlamamıştım. Ta ki "Plank yapma cezası verdi." diyen Atlas'ın cevabına kadar. Duru için beden dili öğrendiğinden ne dediğini anlamıştı. Çok vefalı bir insandı. Eda oflayarak da olsa Duru'nun dediğini yapıp bir köşede plank duruşuna geçmişti. Duru'nun bakışları önce diğer eğitimdeki kızlara ardından Atlas'la bana dönünce kasıldım. Yanımıza doğru yaklaşırken Atlas ondan gözlerini bile kaçırmıyordu. Duru cam kapıyı açtı ve çatık kaşlarla ikimizede bakmaya başladı. Bu jest hareketinden bizim burada ne işimizin olduğunu sorduğunu anlamıştım. Zaten öyle ciddi bir ifadeyle bakıyordu ki anlamamak mümkün değildi. Tam bir şey demek için ağzımı açmıştım ki "Alev, dövüş eğitimi almak istiyor. Onu, senin marifetli ellerine bırakıyorum Yakamoz." dedi bağırarak. Duru ona kaşları çatık bir şekilde bakıyordu. Çünkü Atlas hem bağırarak söylemiş hem de beden dili kullanarak söylemişti. Duru ona bir cevap vermek için yine elleriyle bir şeyler yaptı ama yine hiçbir şey anlamamıştım. Bu yaptığı beden dili daha uzun sürmüştü. Yaparken yüzünde kızgınlık vardı. Bir şeyden dolayı sinirli duruyordu. Atlas, Duru'nun dediklerinden tedirginleşerek ona baktı. "Seninle alay etmiyorum, böyle bir şeyi asla yapmam." dedi. Ne oluyordu şuan? Konu neydi? Duru umursamazlıktan gelerek ellerini iki yana açtı ve Atlas'a benim hakkımda bir şey dedi. Gözleri beni işaret ettiği için anlamıştım. Atlas onaylayarak başını salladı. Duru arkasını dönüp camı kapattı ve diğer kızların yanına gitti. Atlas iç çekerek onum arkasından bakmaya devam ederken, "Bayılıyor bana, sadece nazlanıyor o kadar." dedi. Sadece bu kadar olmadığını o da en az benim kadar iyi biliyordu. "Ne oldu şimdi? Sanki az önce sana sinirlendi. Neden alay ettiğini düşündü ki?" "Heyecandan bağırarak konuştuğum için yanlış anlamış. Bana 'Ben sağır değilim, seni duyuyorum. Konuştuğun yetmezmiş gibi bir de beden dili yaparak benimle alay mı ediyorsun?' dedi. Onunla asla alay etmem, onu üzecek bir şey yapmam bile. Ve lanet olsun ki bunu göremeyen tek kişi o." dedi üzgün bir sesle. "Eğitimden sonra onu yemeğe davet etmen için bir bahanen olmuş oldu. Özür falan dilersin, çiçek alırsın. Romantik bir akşam yemeği ve düşünceli bir erkeği her kız sever." dedim. "O sevsin yeter." Atlas onu diğer kızlarla dövüşünü izlerken gözlerindeki hayranlık Duru'ya bakarak gittikten artıyordu. Ben bu kadarını tahmin etmiyordum ama Atlas baya âşık olmuştu. 🔥🔥🔥 Yarım saat sonra Atlas beni motoruyla pansiyona kadar bırakmıştı. Kucağımda bana bakan ve gözlerinin içi parlarcasına gülen Eslem'e bakıyordum. Aslında aklımda buraya gelmeden önce Tarık'ı öldürmek vardı. Lakin bugün kardeşimin doğum günüydü. Tarık'ı öldürmekle zaman kaybedip bugünü kaçırmak istemiyordum. Onu yarın halledecektim. Atlas'a el sallayarak Eslem'le birlikte merdivenlerden çıktım ve no:4 numaralı kapının önünde durarak kapıyı üç kez tıklattım. Tıklattıktan birkaç saniye sonra açılmıştı. Karşımda çatık kaşlarla gördüğüm Mahlas beni azarlamak için hazırda bekliyor gibiydi. Masum bir ifadeyle içeri geçtim. Annem yatağında oturuyor, o da aynı çatık kaşlarla bana bakıyordu. Onları hem habersiz bırakmış hem de eve geç gelmiştim. Aslında saat daha 12 olmamıştı. "İdil denilen kadınla bu kadar yakın olduğunuzu bilmiyordum." dedi Mahlas annemin yanına oturarak. Annem ayağa kalkarak Eslem'i kucağımdan aldı ve mamasını yedirmek için boru takmaya başladı. "Telefonumun şarjı bitmeseydi eğer-" "Çıkar göster telefonunu. Şarjı bitmiş mi bakayım." dediğinde yutkundum. Yine yanağımın içini ısırdığımda sinirle güldü. "Ben cevabımı aldım." dedi. İç çekerek arkasına yaslandı. "Biliyor musun, umrumda değil. Artık karışmayacağım. Bir şeyler karıştırıyorsun ve bana söylemiyorsun, güvenmiyorsun. Dahası artık sevmiyorsun bile. O yüzden ne yaparsan yap Alev, artık umrumda olmayacak." Benim bir günde nelerle baş ettiğimi bilse böyle düşünmezdi. Ben bir günde hem yıkılmış hem küllerimden doğmuştum. Başımdan geçen hiçbir şeyi bilmiyordu, bilmemeliydi. Aslında bir anda neden böyle sert davrandığını anlayabiliyordum. Onun düşüncelerini umursamadığımı düşünüyordu. Bana fazla baskı yapıyordu, yoksa Mahlas benim için gerçekten çok önemli biriydi. Bugün Eslem'in doğum günüydü, ölmediği için mutluluktan ben de doğmuştum bugün. Kimseyle küs olmak istemiyordum. Kimsenin bana soğuk davranmasını istemiyordum. Herkesle aramı düzeltmeye çalışmam gerekiyordu. Bu listenin başında canımdan çok sevdiğim ağabeyim Mahlas ve canımdan çok sevdiğim dostum Miray vardı. Yarın onunla konuşacaktım, beni affetmezse ona örgütten bile bahsederdim. O olmadan kendimi eksik hissediyordum. Miray benim neşe kaynağımdı ve ben onu çok özlemiştim. Kafama silah doğrultsalar bile kolay kolay özür dilemezdim. Şuan ipin ucunda sevdiklerim vardı ve ben onlarsız yapamazdım. "Özür dilerim." dedim. Dudaklarımdan ansızın çıkan bu iki kelime Mahlas'ın kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Yanına gidip yatakta oturdum ve başımı onun sol omzuna yasladım. Kendimi kötü hissettiğimde yanımda olup bana destek çıkan kişiler arasında Mahlas ilk sıralardaydı. "Sen benim ağabeyimsin. Bazen çok sinir bozucu oluyorsun ve beni daha çocukmuş gibi görüyorsun. Kabul ediyorum, arada sırada eşeklik ediyorum ama senin farketmediğin veya kabullenmediğin şeyler var Mahlas. Öncelikle ben büyüdüm, 27 yaşında olmama yalnız 2 ay kaldı. Ağabeyler kardeşlerinin büyüdüğünü kabul etmek istemezmiş, lakin bu böyle ilerleyemez. İkimizde birbirimizin kalbini kırıyoruz. Senin artık, benim başımın çaresine bakabileceğimi kabullenmen gerekiyor. Düşüncelerin benim için her şeyden çok değerli ve bu hayatta senden başka sırtımı yaslayacağım biri yok. Kötü günümde de iyi günümde de hep sen vardın yanımda. Beni sen güldürdün, yeri geldi sen ağlattın. Bana yeri geldi anne oldun, yeri geldi baba oldun... Sana dediğim o sözlerden dolayı özür dilerim ağabey. Seni, Tarık'la karşılaştırmam ve düşünmeden konuşmam bir hataydı, beni affedebilir misin?" dediğimde bir süre bir şey demedi. Galiba kavga edeceğimi düşünmüştü. Ben artık kavga istemiyordum, tüm değer verdiklerimle aramı düzeltmek istiyordum. Sonuçta bugün var olmamız, yarın da var olacağımız anlamına gelmiyor. Mahlas ve Miray'la barışmak için onların ölmesini bekleyemezdim. Vicdan azabından ölürdüm. Kesinlikle yarın ilk işim Miray'ın yanına gitmek olacaktı. Sarı papatyamı gerçekten çok özlemiştim. İçimde bir yerde onun da beni özlediğini hissedebiliyordum ama bunun yanlış olduğunu düşünüyordu. Zamanı geriye alma şansım olsa adamı paketleme işini Agir'e ve Yarkın'a bırakmayı tercih ederdim. Adrenalin patlamasıyla ilk cinayetimi işlemiştim. Tarık henüz ölmediğinden ilk cinayetim o sapık adamlaydı. "Daha önce hiç böyle bir şekilde özür dilememiştin, ne demem gerekiyor?" dediğinde başım onun sol omzundayken sinirle güldüm. Ona sarılmaya başladığımda o da sol kolunu açarak beni sardı. "Ben de özür dilerim Şirin. Kısıtlanmaktan nefret ettiğini bile bile sana öyle davranmamalıydım ama sen de bir daha öyle patlama. Ben şakasına söylüyordum onları, sana zaten izin verecektim. Ağabey olmak senin yüzünden çekilmez bir hâl alıyor. Arada sırada tam dayaklık oluyorsun, çok kaşınıyorsun." "Mahlas!" dedim imayla. Ben barışmaya çalışıyordum, o ise beni bana şikâyet ediyordu. Güldü. Başını saçlarımın arasına yasladı ve öptü. Bu hissi çok özlemiştim. Sadece onun yanındayken kendimi güvende hissediyordum. Çünkü biliyordum, bir saç telim için dünyaları yakardı. "Eee hadi, küçük nohutumun pastası yok mu? Bugün 1 yaşına girecek." dedim gülerek. Tam bunu dediğim an deminden beri mutfaktan bizi izleyen ve tebessüm ederek yanımıza elinde pasta tabağıyla gelen annemi gördüm. Mahlas önümüze bir sehpa koydu. Annem sehpanın üzerine bıraktığı kakaolu ve muzlu pastanın mumlarını yaktı. Pastanın tam ortasına 1 rakamı olan beyaz bir mum vardı. Eslem'i kucağıma aldım. Gülerek yanan mumlara bakıyordu. "Dilek tut ablacığım. Hem sen dilek tut, hem de ben senin yerine, senin için bir dilek tutayım." dedim. Gözlerimi umutlanırcasına kapattım. Umarım bir gün ilaç parasını tamamlarım ve Eslem'i iyileştirebilirim... Dileğimi tutup Eslem'e muma doğru üflemesini işaret ettim. Ona gösterirken yapmayı deniyordu ama sadece tükürdüğü için mumlar sönmemişti. "Eslem için hep birlikte üfleyelim mumları." dedim annem ve Mahlas'a. Annem solumda, Mahlas sağımda, Eslem ise kucağımdaydı. "3... 2... 1." diyerek üçten geriye doğru saydığımda mumları aynı anda üflemiştik. "Doğum günün kutlu olsun kardeşim. Her geçen yıl, senin için daha güzel olacak." dedim. Eslem'in hem yeşil gözlerinden hem nohut burnundan hem de pamuk gibi yanaklarından öptüm. Eslem henüz konuşmayı bilmiyordu ve konuşamıyordu. Ağzından birkaç bebek kelimeleri çıkarken annem odaklanarak ona bakıyordu. "Konuşacak!" dedi heyecanla gülerek. Annemin yüzüne ve Eslem'e baktım. Gerçekten de konuşmaya çalışırmış gibi ağzını oynatmaya çalışıyordu. Annem bizim de bebekliğimizi bildiğinden neyin ne zaman olacağını biliyordu. Eslem'in saçlarını okşayıp "Söyle hadi anneciğim. An-ne, an-ne." dedi kelimeyi heceleyerek. Mahlas da heyecanlanmış olacak ki Eslem'i kucağımdan alarak taşıdı. "Abi de güzelim. Bu ablan gibi olma, sen abi de. A-bi." dedi o da heyeceleyerek. Gülerek heyecanla Eslem'e bakıyordum. Annem telefonunu bu onu ölümsezleştirmek istercesine kayda alıyordu. "An-ne." dedi annem. "A-bi." dedi Mahlas. Sonra sustuk, ben heyecandan tek bir kelime bile söyleyemiyordum. Ölüm sessizliğinde Eslem'in ağzından ilk çıkacak kelimeyi beklerken ansızın dediği şeyle kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Gözlerim doldu. Ama bir farklılık vardı. Ben uzun bir süre sonra ilk defa gerçekten de mutluluktan ağlıyordum. Eslem'in ilk kelimesi, "A-Abla." olmuştu. Hem de ben ona bunu heceleme gereksinimi duymadan söylemişti. Bana abla demişti. Kardeşim ilk kez doğum gününde konuşmuştu. İlk sözü de bana hitap edeceği o isimdi. Abla... 🔥🔥🔥 Kıvırcık saçlarım yüzüme doğru esen rüzgâr yüzünden yine kabarmaya başlarken havanın bozulduğunu ve yağmur yağacağını farkettim. Koşar adımlarla binanın önünde durdum, birkaç basamak merdiveni çıkarak ikinci kattaki dairenin zilini çaldım. Demir kapı açılınca içeri girmemle çok özlediğim bir sesin "Kim o?" dediğini duymam bir oldu. Adımı hemen söylemek istemedim. Kapıyı kapatması an meselesi olurdu. Nasıl karşılık vereceğini bile bilmediğimden söze ne diyerek başlasam onu da bilemiyordum. Merdivenlerden çıkarak kapıya yaklaştım ki yüzündeki okuma gözlüğünü görünce dizi izlediğini veya kitap okuduğunu anladım. Sarı ela gözleri bana şaşkınlıkla ve öfkeyle bakıyordu. Beni karşısında görmeyi beklemiyor gibiydi. Sarı düz saçlarını açık bırakmıştı. Yine sarı, civcivli pijamasını giymiş kapının önünde öylece bana bakıyordu. Kapıyı ondan beklediğim gibi yüzüme kapatmamıştı. "Ne istiyorsun?" diye sordu. "Beni dinlemeni istiyorum Miray." dedim. "Neyi dinleyeceğim Şirin? Kaç hafta oldu ve daha şimdi mi kendini açıklama isteğinde bulundun?" diye sordu. Sanki daha önceden gelmemi istiyordu. Diyecek bir şey bulamamıştım, yüzüm asılmıştı. "Dilber yenge evde mi?" "Hayır, çalışıyor." dedi. Sonra da ben daha bir şey demeden kapıyı iyice açarak beni içeri davet etti. Buruk bir tebessümle içeri girdim. Bence hâlâ aramızı düzeltebilirdik. Miray benim kötü bir şey yapmayacağımı bilirdi. Hoş, yapmıştım. Kapıyı içeri girince kapattım ve onun peşinden odasına doğru gittim. Tek çocuk olduğu için odası büyüktü. Kullandığı eşyalar genellikle beyaz olduğu için içeride çok soft bir görünüm vardı. Papatyalı yorganının üstünde laptopu vardı. Dizi izlediğine şuan emin olmuştum. Beyaz kitaplığına yeni kitaplar eklemişti. Genellikle wattpad kurguları da okuduğu için bir sürü ciltli kitabı vardı. Kenarlarından çiçeklerle ve yaptaklarla süslemişti. Yatağının yanındaki yine beyaz komodinin üzerinde üç paket cips vardı. Miray yiyip yiyip kilo almayan cinsli kızlardandı. Dizi izlerken favori aktivitesi abur cubur yemekti. Yatağına oturarak bilgisayarının ekranını kapatarak solundaki boş komodine koydu. Bağdaş kurup oturdu, bana bakmaya devam etti. Konuyu nasıl açacağımı bilmediğimden rastgele bir şey salladım. Belki sonra özür aşamasına geçebilirdim. "Hangi diziyi izliyordun?" diye sordum. "Supernatural." dedi. Liseden beri o diziyi en az iki kere izlemiştim. 15 sezon olması hiç önemli olmuyordu. Hem kurgusu mükemmeldi hem de karakterleri taş gibiydi. Dean Winchester... Ben lisede Dean'e âşıkken Miray, Sam'e âşık olmuştu. İkimizde Winchester kardeşlere tutulmuştuk. Hatta sırf bunun için Amerika'ya gidecektik ama görünüşe göre bu hiç olmayacaktı. "Yine mi başladın?" diye sordum. "Evet, canım sıkıldı. Bari tekrardan başlayayım dedim. Şuan 4. Sezondayım. Castiel'ın geldiği bölüm." dedi. Tebessüm ederek başımı salladım. Adam akıllı iki lafı bir araya getiremiyordum. İlk kez Miray'la konuşmakta zorlanıyordum. Çünkü o benim gibi birini hayatına almazdı. Ben değişmiştim. Birkaç ay içerisinde çok değişmiştim. Bambaşka bir hayatım olmuştu. Yeni hayatımın düzeninde Miray olmazsa kendimi çok eksik hissederdim. Karışık duygularla ona bakıyordum. Kalbini kırmak, kızdırmak, üzmek veya onu korkutmak istemiyordum. Sadece eskisi gibi olalım istiyordum. Benim kötü bir şey yapmadığıma onu kanıtlarsam belki düzelebilirdi. "Seni dinlemem için konuşman gerektiğini biliyorsun, öyle değil mi Şirin?" Stresle kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım ve ayakta durmak istemediğimden yatağına oturdum. Yatağında oturmama bir şey demedi ama bana eskisi gibi hayat dolu gözlerle bakmıyordu. "Ben, senden özür dilemeye geldim Miray. Sensiz kendimi çok yalnız ve eksik hissediyorum. Birlikte çekildiğimiz fotoğrafları görünce ve yaşadığımız anıları düşününce içimde bir burukluk oluşuyor. Ben seni çok özledim." dedim sarı ela gözlerine bakarak. Bunları samimi bir şekilde dile getirmiştim, bunu o da biliyordu. "Yaptığın şey affedilemez Şirin. Sen birini öldürdün!" "Ben öldürmedim!" dedim bir anda. Kaşlarını çattı. Neden böyle demiştim ben şimdi? "Gözlerimle gördüm Şirin. Onu bıçakladın?" "Ben onu bıçakladığımda zaten ölmüştü." dedim. "Onu Yarkın öldürdü. İtfaiyecinin arkadaşı olan diğer itfaiyeci. Adam çok içmişti, tek bir yumrukla yere düşünce kafasına aldığı darbeyle iç kanama geçirmiş dedi doktorlar. Sen eğer beni hastane odasında dinleseydin anlatacaktım ama beni dinlemek istemedin. Onu ben öldürmedim, Yarkın öldürdü." Bunu der demez gözlerim attığım iftirayla dolmuştu. Ben bunu nasıl söylerdim?! Eğer gerçek ortaya çıkarsa hem Miray beni gerçekten affetmezdi hem de en yakın arkadaşını suçladığım için Agir beni affetmezdi. Yalan söylemiştim... yine ve yine yalan söylemiştim. Daha önce söylemediğim kadar büyük, boyumu geçen bir yalan söylemiştim ama bunu en yakın dostumu geri kazanmak için yapmıştım. Belki sonra Agir'e de durumu açıklardım. Her şey daha fazla karışmadan düzeltmem gerekiyordu. "Ve hâlâ itfaiyeci mi? Bu nasıl bir adalet böyle? Adam katil oldu ve onu işinden kovmadılar veya hapse tıkmadılar mı? Gidip ihbar edeceğim, cezasını çeksin!" diye bağırıp ayağa kalktı ki kalbim korkudan sıkıştı. Kolundan tutup onu durdurdum, ayağa kalkarak söylediğim iftiranın etkisiyle gözlerimden hâlâ yaşlar akarken Miray'ın tam önünde durdum. "Öldürdüğü kişi seni taciz etti Miray!" diye bağırmamla çatık kaşları düz bir çizgi halini aldı. "Ne adaletinden bahsediyorsun sen? Eğer o adam ölmemiş olsaydı sırf ölmesi için bu adaya ötanazi yasasını getirirdim ben. Öyle insanlar yaşamamalı! Asıl adaletsizlik onlarla aynı havayı solumamız!" dedim. "Can bu Şirin! Hapishane bunun çözümü. Hapse girecekti, cezasını alacaktı. Ölüm onun için bir kurtuluş oldu. Ben bunu kabul edemem." "Kardeşinin birisi tarafından zorla alıkoyulduğunu görsen ne yapardın Miray? Seni o halde görünce ne kadar canım yandı biliyor musun sen? Titreyen ellerini, korku dolu bakışlarını ben unutamadım. Sen benim kardeşimsin, kardeşimin zarar görmesine dayanamam. O gece yaşadığın şok yüzünden bayıldığında neler hissettiğimi ve ne kadar korktuğumu bilemezsin sen. Sanki kalbim kırk yerinden bıçaklanmış gibiydi. Sen bu lanet olası dünya ve hayat koşulları için fazla iyisin. Lakin herkes senin gibi değil. Bu dünya da kötülerde yer alıyor, senin gibi birçok kızın canını yakmak isteyen pisliklerle dolu sokaklar. Sen bunu haketmiyorsun. O yüzden senin tek bir gözyaşına ben bile katil olurum ama pişman olmam." Katil olmuştum ama pişman asla. Miray bakışlarını önce yanaklarımdan yere doğru süzülerek akan yaşlara ardından da yere doğru eğdi. Onun da gözlerinin dolduğunu ve yüzünün kızardığını görünce duygularımı daha fazla tutamadım. Miray'ın beklemediği anda ona sarıldım. Ona sarıldığım an içimde tarif edilemez bir hissin oluşmasıyla duygulandım ve bu seferde sesli ağlamaya başladım. Miray da bana sarılıyor, özlemle o da ağlıyordu. "Seni özledim Şirin." dedi ağlamaklı konuşmasıyla. Şirin ismini sadece onun ağzından duymayı seviyordum ben. Çünkü bu kişiliğim sadece onun yanında meydana çıkıyordu. "Ben de seni özledim Miray." dedim aynı ağlamaklı konuşmayla. "Lütfen, ben ne yaparsam yapayım benim yanımda ol Miray. Birisinin bana destek olmasına ihtiyacım var. Ben asla bile isteye kötü bir şey yapmam." dedim. Birbirimizden ayrıldığımızda elleriyle yüzünü sildi. Makyaj yapmadığı için benimkisi gibi absürt bir şekilde rimeli akmamıştı. Duygu, kalpte açan bir gül gibidir; bazen mutluluk yaşlarıyla sulanır, bazen de o yaşları dikenler yaratırdı. ... |
0% |