Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm Karanlığın Işığı

@darklightssx

Şarkılar;


Feryat- Hadise


Her Şeyi Yak- Duman


Sarıl Bana- Velet


(Yer-mekan isimleri ve olaylar hayal ürünüdür. Gerçeklikle bir alakası yoktur. Kısacası tamamen sallamadır.)


'Karanlık gecelerin ardından doğan aydınlık gibi, hataların da ardından gelecekteki kişiliğimiz çıkar.'


Yalanlar, yalanlar ve yalanlar. Ben ne yapacaktım? Yalan ağzıma yuva yapmıştı. Yarkın'a cinayet suçu atarken bir kez bile düşünmemiştim, direkt ismi ağzımdan çıkıvermişti. Adamı sadece bir veya iki kez görmüştüm ama bu yalanımla sanki hep görecekmiş gibi hissediyordum. Sözde Miray'a gerçekleri tek tek anlatacaktım. O adamı öldürdüğümü saklamak beni bir korkak gibi göstermişti. Yani en azından ben böyle düşünüyordum. Suikastçı olduğumu, örgütte çalıştığımı, yangın çıkarttığımı ve yasa dışı işlerle uğraştığımı ona söylemiş olsam sanırım iyi şeyler olmazdı. Lakin içimi dökmek iyi hissettirirdi.


Miray'ı yarın bara gelmesi için ikna etmeyi başarmıştım. İki gün tatil hakkı vardı. O bir gününü Supernatural izlemeye, diğer gününü de barda gitar çalmaya harcayacaktı. Dizi izlemek, gitar çalmak ve kitap okumak onun vazgeçilmez hobilerindendi. Aynısı benim içinde geçerliydi. Lakin ben gitar çalmayı değil şarkı söylemeyi ve dinlemeyi seviyordum.


Kablolu kulaklığımı kulaklarıma yerleştirmiş, yağmur çitilerken müzik eşliğinde yürüyordum. Hava esintili olduğundan terlemiyordum. Bu havayı çok seviyordum. Yarın barda üç şarkı söyleyecektik. Diğerlerini bir haftadır hiç görmemiştim. Onlarla da zaman geçirmem gerekiyordu. Ya da WhatsApp konuşmalarına görüldü atmak yerine eşlik etmem.


En son konuştukları konu Bora'nın sosyal medya hesabıyla ilgiliydi. Daha kaç hafta oldu bilmiyordum ama Bora'nın, #boranıngitarteli hesabında 24K takipçisi olmuştu. Bot bastığını düşünmüyordum. Botlara vereceği parayla yemek yemeyi tercih ederdi. Malum oldukça obur biriydi kendisi.


Videolarının izlenmeleri oldukça iyiydi. Bir videosu 1,5M izlenmişti. Bizim söylediğimiz 'Haydi Gel İçelim' şarkısıydı bu. Ben şarkı söylerken stresten saçlarımın kabardığını ve kötü gözüktüğünü düşünüyordum ama saçlarım çok güzel görünüyordu. Makyajım sade olduğu için gayet hoş bir görüntü vardı. Güzel kadındım.


'Benim derdim kendimle


Bu аcı elbet diner bir gün, аnılаrdаn küller kаlır geriye


Benim derdim kendimle


Bu hаyаt er geç biter bir gün, sаrılmаlıyız seninle' diyordu şarkının sözleri. Güzel şarkıydı, daha ezberlemediğim için bitince tekrar açıyordum. Birkaç kez şarkıyı dinleyince baymaya başlamıştı. Diğer iki şarkıyı da tek tek dinlemeye başladım.


Yarın söyleyeceğimiz üç şarkı vardı. Velet-Sarıl Bana, Duman-Her Şeyi Yak ve Hadise- Feryat şarkılarını seçmişti Ulaş. Sadece Sarıl Bana şarkısını biraz karıştırıyordum. Feryat zaten dinleme listemde olduğu için arada dinliyordum. Her Şeyi Yak ise sosyal medyada sık sık karşıma çıktığından ezberlemiştim.


Ulaş artık İngilizce şarkı seçse olmaz mıydı? İngilizcem iyiydi ve ezbere bildiğim bir sürü şarkı vardı. Bir gün onunla bu konuyu konuşmam gerekecekti.


Art arda şarkıları dinlerken bir anda kulaklıkta başka bir şarkı çalmaya başlamıştı. Cebimdeki telefonum titreşime geçmişti. Kimin aradığını görmek için ekrana bakmıştım ki Atlas'ı görünce şaşırdım. O beni arar mıydı?


"Efendim Atlas?" dedim telefonu açıp cebime geri koyarak.


"Alev bana yardım etmen lazım!" Yine ne olmuştu?


Oflayarak, "Ne oldu? Göreve falan gidemem haberin olsun. Yarın konserim var." dedim.


"Operasyon falan yok ama daha önemli bir konu var."


"Kısa kes Atlas! Ne oldu?" derin bir nefes aldığını duydum. Sesi heyecanlıydı?


"Alev... Duru randevuyu kabul etti." dediğinde yüzümde bir anda büyük bir tebessüm oluşmuştu. Onları yakınlaştırmak için ilk aşama başarılı sonuçlanmıştı.


Gülerek, "Ne! Gerçekten mi?" diye bir tepki verdim. Şuan ben bile aşırı mutlu olmuşken onu düşünemiyordum bile. Sesi bu yüzden heyecanlı çıkıyordu. En çok istediği şeylerden biri gerçek olmuştu.


"Ben onu nereye götüreceğim? Ne konuşacağım? Ben Türkçe'yi unuturum onun yanında. Saçmalarım kesin. Ya yanlış bir şey söyleyip her şeyi bok edersem? Bana taktik ver. Bir kızla ne konuşulur? Ya da konuştum diyelim, daha sonra onu nereye götüreceğim?" Heyecanlandığı konuşmasından belliydi. Duru'nun yanında saçmalar mıydı bilmiyorum, olgun davranan biri değildi sonuçta. Duru onun aksine çok ciddi biri gibiydi.


"Okuduğu kitaplar veya izlediği dizileri sorabilirsin. Her kız okuduğu veya izlediği dizilerden bahsetmeye bayılır. Eğer kitap okumayı seviyorsa onu cafeye gitmeye davet et. Sonra ona kitap hediye et. Kitap okumayı seven birine kitap almak çok düşünceli bir davranıştır. Dizi veya film izlemeyi seviyorsa onu sinemaya götürmeye çalış. İlgili bir erkek her kızın ilgisini çeker." dediğimde heyecandan yine derin bir nefes verince güldüm.


"Ama sen önce bugünü atlat. Romantik bir yemek seçimi yap ve hobilerini sor. Ya da ne bileyim, onun hakkında bilmek istediğin her şeyi sor. Ama özel hayatına müdahale edecek bir şey yapma. Ayrıca sakın yanlışlıkla olsa bile oflama veya başka bir yere odaklanma. Odunluk yapmaya da kalkışma, hesabı sen öde. Önce akşam yemeği, sonra tatlı en sonda içki ısmarla. Eğer istemezse de onu yürüyüş yapmaya çıkar. En yakın parka veya sahile gidin. Bir kadının en duygulu ve romantik hissettiği an sahil kenarlarıdır. Bu arada ona iltifat et. Ama sakın gözlerin çok güzel deme. Renkli gözlüler bu iltifatlara alışıktır. Başka bir şey uydur."


"Önce ne yapmam gerekiyordu?" dediğinde oflayarak kaşlarımı çattım.


"Atlas beni çıldırtma! İki saattir boşuna mı konuşuyorum ben?!" diye bağırdım.


"Tamam tamam. Ohhh Alev ben ne giyeceğim? Hiç randevuya çıkmadım."


"Tavuk kostümü giy Atlas!" dedim alayla.


"Hoşuna gider mi niye?" dediğinde elimle alnıma vurdum ve göz devirdim.


"Neredesin sen? O kadar işimin arasında seninle uğraşmak zorunda kalacağım."


"Elfida Restoranı'ndayım. Oturmak için en iyi masayı seçmeye çalışıyorum. Ayrıca rezervasyon yaptım."


"Tamam bir yerde otur ve beni bekle. Sonra birlikte alışverişe gideceğiz." dedim.


"Alışveriş mi? Ben anlamam ki o işlerden?" Tebessüm ettim.


"O yüzden birlikte gideceğiz! Çok işimiz var. Saat kaçta bu randevu?"


"Sekiz buçukta." Telefonumun saatine baktım.


"Tamam daha üç saatimiz var. Görüşürüz." dedim.


Daha önce âşık olmamıştım. En azından gerçek birine. Benim âşık olduğum tipler ya dizi ya da kitap karakterleriydi. Orada hoşuma giden ne varsa uygulamaya çalışacaktım. En azından Atlas'ın ilk âşkı için bunu yapacaktım.


Ahh Alev ahh! Aşk hakkında ne biliyorsun ki tavsiye veriyorsun?


🔥🔥🔥


Elfida Restoranı'na geldiğimde Atlas'ı salonun çeşme başında görmüştüm. Heyecandan ayaklarını yere vuruyordu. Yanına gittiğimde stresle ayağa kalktı. Seçtiği masa çeşmenin hemen yanı, salonun tam ortasıydı. Çeşme başı güzeldi aslında. Duru'nun hoşuna gidebilirdi. Akan su ortamı yumuşatabilirdi. Huzur veren bir akışı vardı.


Atlas'ı aldığım gibi önümüze çıkan ilk giyim mağazasına girmiştik. Erkek reyonuna doğru ilerledim. Önce beyaz bir gömlek seçtim. Seçtiğim üç gömleği de ona verdim. Pantolon seçimim kahverengi ve krem arasındaydı. Ben seçerken o kaşlarını çatarak bana bakıyordu.


"Siyah seçsene." dediğinde ona döndüm ve gözlerimi ona kenetleyerek susturdum.


"İlk randevunuzda fazla resmiyet ilişkiyi başlamadan bozar. Ayrıca sarışınsın sen. Krem renk seni açar ve açık tonlar sana yakışır." Sonuçta Mahlas'ın giyim alışverişini ben yapıyordum. O anlamadığı için özel randevularında onu ben hazırlıyordum. Kombin yapmayı çok iyi bilirdim.


"Al giy şunları." Üç tane krem renkli İtalyan pantolon verdim kucağına.


"Paçaları biraz kısa." İtalyan pantolon olduğu için olabilir mi? Bu erkeklerin zevkleri cidden berbatın üstündeydi.


"Atlas!" Göz devirdi ve sözümü bir kere daha tekrarlatmadan gidip kabine girdi.


Birkaç dakika sonra kabinden söylenme sesleri duydum. "Bunun bir büyüğünü getirsene. Allah aşkına bana neden S beden verdin Alev. L giyiyorum ben." Dikkatimden kaçmış olabilir.


"Uzatma da ver değiştireyim. Diğer ikisi L ve XL olacak. Giyin ve çık." Pantolonu kabinin üstünden tam kafama attı. Sinirle gidip L bedenini getirdim. Sonrada onun attığı gibi ben de kabinin üstünden attım.


Birkaç dakika sonra bir koltukta oturup beklerken çıktı. Beyaz gömleğinin tüm düğmelerini iliklemişti, bileklerde dahil. Krem renkli pantolonu yakışmıştı. Altına siyah ayakkabı olmamıştı. Ona beyaz sneakers ayakkabı almamız da gerekecekti. 360⁰ dönmesini işaret ettim. Ayağa kalkarak önünde durdum ve yakasındaki ilk iki düğmeyi açtım.


"Ne yapıyorsun?"


"İlk mezuniyet partisine giden ilkokul çocuğu gibi gözüküyorsun." dedim.


Yakasını da düzeltmiştim. Bilek düğmelerini açtım. Sonra geriye doğru kıvırdım. İki kolunu da aynı şekilde sıvadım ve tekrardan 360⁰ dönmesini istedim. Halinden hiç memnun değil gibiydi.


"Tamam çok yakıştı. Senin beyaz ayakkabın var mı?"


Başını hayır anlamında salladı.


"Hepsi siyah." dedi. Oflayarak göz devirdim.


"Sana bir sneakers alacağız o zaman." dedim.


"İlk kez güzel bir şey dedin. En sevdiğim çikolata o." Kaşlarımı çattım.


"Ne çikolatası?"


"Snickers alacağız demedin mi?"


Gözlerimi bıkkınlıkla kapattım.


"Off Atlas! Siz erkeklerin bu cahilliği bir gün beni öldürecek."


🔥🔥🔥


"Saçımı kesmek istemiyorum." dedi berber koltuğunda oturup bana kaşlarını çatarak bakarken.


Ellerimi onun omuzlarına koyup sıkarak gülümsedim aynadan yansıyan yüzüne. "Seni amazon ormanından çıkarmam gerek."


"Saçlarım güzel!" dediğinde sağ elimi saçlarına geçirip karıştırdım. Güzeldi, aksini iddia edemezdim. Lakin fazla uzundu. Biraz kestirse ona daha çok yakışırdı.


"Daha güzel olması lazım." dedim.


Giyim ve ayakkabı alışverişinden sonra onu saç kestirmeye getirmiştim. Biraz tıraş olmaktan zarar gelmezdi. Bakımlı olmak suç değildi. Ayrıca berber Samet ağabeyi tanıyordum. Güzel saç kesimleri yapıyordu. Atlas'ı ona emanet ederek bir koltukta oturdum. Alp adında bir çırak bana Türk kahvesi getirmişti. Teşekkür ederek kahvemi içerken kulaklığımı takıp müzik dinlemeye devam ettim.


Yaklaşık yirmi dakika olmuştu ki Atlas karşımda dikilmişti. Saç değişimini görünce yüzümde tekrardan tebessüm belirdi. Kesinlikle öncekinden daha güzel görünüyordu. Samet ağabey onun saçlarının arkasından biraz geçiş yapmış ve kat kesmişti. Saçlarını yukarıda biraz dağıtmıştı. Öne doğru birkaç perçemi serbest bırakmıştı. Çok yakışıklı gözüküyordu.


"Harika olmuş." dedim beğeni içinde. "Ellerine sağlık Samet ağabey."


Atlas ücreti ödedi ve dışarı çıktık. Caddeyi dolaşmaya başladık. "Gitmiyor muyuz artık? Bu kadar yetmez mi?" diyerek söylendiğinde ona bir takıcı yeri gösterdim.


"Kombinin için bir saat veya bileklik almalıyız. Zarif bir şey olmalı. Ya da boynuna zincir koymamız gerek."


"Off!"


"Oflamayı kes. Benden yardım isteyen sensin!"


"Ne gerek var takıya?"


"Kombinin olmazsa olmazı. Hatta kulağın delik olsa gümüş halka küpe taktırırdım ama delik değil." Gülümsedim. "Deldirelim mi?"


Kaşlarını çattı. "Küpe mi? Erkeğim ben Alev."


"Eee? Yani? Takanlar erkek değil mi? Bence halka küpe en çok erkeklere yakışıyor. Biraz starboy ol."


"Ne yapacaksak yapalım sonra gidelim." Esnedim telefondan saate bakacakken aklıma önemli başka bir şey daha geldi.


"Saatin var mı senin?" diye sordum.


"Telefonda var." dedi.


Hadi canım!?


"Kol saati!"


"Telefonda saat varken kol saatini ne yapayım ben?"


"Allah'ım ya sabır! Adamı cidden çıldırtırsın sen Atlas." dedim.


Bir saatçi dükkanına geçip Atlas'ın hem şuanki hem de sonraki kombinleri için saat seçimi yaptım. Bileğine takıp her bir saati hayal gücümde kombinledim. En son çelik ve krem renkli bir saat seçtim. Atlas'a onu taktıktan sonra diğer bileği için zarif sonsuzluk işareti olan bir bileklik taktım. İp gibi incecikti, o yüzden çok şık duruyordu. Bunların da ücretini ödedikten sonra işimiz bittiği için dükkandan çıktık.


"Güzel bir alışverişti." dedim gülerek.


"7 bin lira harcadık!" O kadar çok muydu ya?


"Eee? Ne olmuş yani? Duru için değmez mi? Ayrıca senin sorunun. Biraz alışveriş yap. Artık haftada 2 kez alışveriş yapacağız seninle."


"Bugün eğer güzel geçerse bakarız."


Tam onu evine gönderecekken aklıma bir şey geldiği için onu durdurdum. "Çok önemli bir şey unuttuk!" dedim.


"Yine ne unuttuk?" dedi bıkkınlıkla. Ben onun için uğraşıyordum o ise söyleniyordu.


"Çiçek tabii ki! Bir kadına randevuda çiçek vermek çok zarif bir davranıştır." Hemen koşar adımlarla onun kolundan tutarak bir çiçekçiye doğru gittik. Gördüğüm ilk çiçekçide durdum. Soft ve ilk buluşma olduğu için gül seçmedim. Beyaz krizantem buketi seçtim. Atlas bana hiç karışmıyordu. Sonuçta ben de bir kadındım. Beni etkileyecek bir şeyi seçmem gerekiyordu. Ben biraz tutku sevsemde Duru için hazırlık yapıyorduk burada.


"Sever mi dersin?"


Onaylayarak başımı salladım. "Evet. Ortam için soft bir görüntü oluşturur. Ayrıca güzel bir kokusu var." Buket pahalı olmasına rağmen düşünmeden aldı. Sonuçta her şey Duru içindi.


🔥🔥🔥


Eve daha doğrusu pansiyona geldiğim an kendimi yatağa attım. Koştur koştur cidden yorulmuştum. Kimse yoktu içeride. Mahlas hastanede, annemde pazardaydı. Ben evde olmadığımdan Eslem'i de almıştı. Gözlerimi kapattığım gibi uykuya dalmıştım.


"Pişt! Uyan artık." demişti yabancı bir erkek sesi. Uyku sersemliğiyle kalkıp esnedim. Gözlerimi ovaladığımda yatağımda olmayı beklerken kirli kare bir odanın içinde olduğumu farkettim. Uyuduğum yer çok eski ve kirli bir çelik yataktı. Ne örtü vardı ne de yorgan. Çevreme bakınınca beni uyandıran adamın parmaklıklar arkasında olduğunu gördüm. Lacivert üniforma giymişti. Sağ göğsünün üstünde de polis arması vardı.


Korkuyla ayağa kalktım. Parmaklıklar ardında o değil ben vardım. Neden vardım? Buraya nasıl girmiştim ben? Polise doğru yürüyeceğim sırada bir şey sanki ayak bileğimden tutmuştu. Yere dizlerimin üstüne sert bir şekilde düştüm. Sağ ayak bileğimde demir olduğunu gördüm. O demir yatağın yanında duvara sabitlenmişti.


"Ziyaretçin var!" diye bağırdı polis.


"Aç kapıyı!" dedi bir anda çok tanıdık gelen bir ses. Üniforma giyen polis o kişinin dediğini yaparak anahtarla kaldığım hücrenin demir kapısını açtı. Ardından siyah ayakkabılarıyla yanıma doğru bir adam girdi. Önümde olduğunu farketmediğim ve sanki bir anda orada belirmiş gibi olan sandalyede oturdu.


Bir süre keskin bakışlarının bedenimin üstünde olduğunu hissettim. "Hakeden herkes cezasını bulur." dedi ruhsuzca. Bakışlarımı ona doğru çevirerek yüz hatlarını görünce nutkum tutuldu. Kehribar gözleri hayal kırıklığı ve öfkeyle bana bakıyordu. Ne yani beni buraya o mu tıkmıştı?


"Hem yalan hem iftira. Suçlunun yeri hapistir. Sana kimseyi öldürmemen gerektiğini söyledim ama beni dinlemedin. Adalet sağlamadın. Sadece düşman biriktirdin. Annen öldü!" dediğinde nefesim kesildi. Ne diyordu bu?


"Ağabeyin öldü!" diye de ekledi. Her cümlesinde kalbimde keskin bir acı oluşuyordu.


"Kardeşin öldü!" Başımı hayır anlamında art arda ve defalarca kez salladım. Yalan söylüyordu. Hiçbiri ölmemişti. Neden yalan söylüyordu?


"En yakın arkadaşın öldü?" Miray mı? Bu mümkün değildi. Onu daha yeni görmüştüm. Benim burada ne işim vardı? İtfaiyeci ne saçmalıyordu?


"Örgüt arkadaşların öldü! Hepsi idam edildi. Barda çalıştığın arkadaşların öldü! Hepsi silahla deşildi." Hayır, hayır bu gerçek değildi.


"Ben de öldüm! Ve bunların hepsi senin yüzünden oldu. Senin yüzünden mesleğimden alıkoyuldum. İhanet suçuyla yargılandım. Tüm mal varlığıma el koyuldu. Hepsi senin yüzünden. Yalanların ve acınası hayatın yüzünden!"


Bu o değildi. Bana bunları asla söylemezdi. Bu rüyaydı hatta kabustu. İtfaiyeci beni anlayan tek kişiydi, bana böyle şeyleri niye söylüyordu? "Hiçbiri ölmedi! Sen ölmedin! Yalan söyleme!"


"Sadece kim ölmedi biliyor musun?" diye sordu. Gözlerim her bir cümlesi yüzünden doluyordu.


"Baban! Baban hâlâ yaşıyor! Sana zarar vermek için herkesi öldürdü. Hoşuna gitti mi peki? İntikam kimin için alındı. Yangın var her yerde! Herkes küle dönüyor." diye bağırdı. Ellerimi yere bastırıyordum.


"Sus artık!"


Neden bana acı çektiriyordu? Canımı yakıyordu! Bitmesini istiyorum. Uyanmak istiyordum. Gerçek olmasa bile bunları duymak istemiyordum.


Burnuma çok kötü bir koku geliyordu. Zehir gibi bir koku. Dolu gözlerle ona bakarken kollarının ateşler içinde yandığını ve toz gibi bir şeyin yere döküldüğünü gördüm. Küldü... Kolları yanıyordu ve kül olarak yere düşüyordu.


"Ben öldüm! Çünkü sana inandım. Ben öldüm! Çünkü sana güvendim." dedi. Sonra bir anda kollarımda çok feci bir acı hissettim. Bu öyle bir acıydı ki yüksek sesle bir çığlık attım. Yere destek olarak koyduğum ellerim yanmaya başlamış koluma hatta dirseklerime kadar ateş yükselmişti.


Bana bakıyordu. Hissediyordum. Acı çekişimi izliyordu. "Her anka küllerinden doğmaz, bazıları yok olur." dedi. Ardından ayağa kalkarak önüme dizlerinin üstüne çömeldi. Başımı yere eğiyor bu acının geçmesini bekliyordum.


Sonra kısık bir sesle fısıldamaya başladı.


"Sözler verip de geleceği yaralayan


Dilek dileyip de yüreği parçalayan.


Kırık kalpler ve yıkım getiren vaatler,


Güveni yok eden o verdiğin sözler."


Ne dediğini anlamamıştım. Kaşlarımı çatıp ona tekrar baktığımda gözden tamamen kaybolmuştu. Yoktu, sandalye yoktu. Bomboştu her yer. Dahası hücrede değildim şuan. Çimenlik bir yerde oturuyordum. Ellerim çimenlerin üstündeydi.


Acı gitmişti.


Ateş gitmişti.


İtfaiyeci gitmişti.


"Söz verdin." dedi tüylerimi diken diken bir ses. Doğrularak sağ elimle akmasını istemediğim yaşımı sildim. Ayağa kalkıp yaptığım her hatanın kaynağına yani Tarık'a doğru döndüm.


"Beni serbest bırakacağına söz verdin." dedi. Benden nefret ettiğini baya belli eden bakışları yüzümü delip geçiyordu. Kollarını arkasında tutmuş bir şekilde yanıma doğru ilerlerken, "Sözümü tutatacağım." dedim.


Sırıtarak tam önümde durdu. Sağ kolunu arkadan çektiğinde elinde bir silah olduğunu gördüm. Siyah tabancayı tam kalbime dayadı. Daha ne olduğunu anlamadan tetiğe bastığında tüm bedenim sol göğsümde açtığı bir kurşun deliğiyle sarsıldı. Bağıramadım. Sanki sesim kesildi. Elim sol göğsümün üstüne giderken ayaklarım beni daha fazla tutamadı. Dizlerimin üstüne düştüm.


"A-acıyor." dedim mırıldanarak.


Eğildi. Sol eliyle çenemi tuttu. Başımı yukarı doğru kaldırdı. Ona bakmamı sağladı. Silahı yine kalbime doğru doğrulttu.


"Daha çok acıyacak!" dedi ve tekrar tetiği çekti.


Gözlerimi o kurşun sesinden sonra o kadar hızlı açtım ki. "Deminden beri alarmın çalıyor. Kapat artık şu lanet şeyi!" diyen Mahlas'ın sesiyle elim kalbime doğru gitti. Nefes nefese kalmıştım. Terlemiştim. Ellerime baktım, elimi kalbime iyice yasladım. Kalbim koşu yapan bir sporcunun kalbi gibi hızlı hızlı atıyordu. Kabustu... sadece kabustu. Neden böyle saçma rüyalar görüyordum? Neden Agir rüyama girmişti? Onu görünce sadece acı çekiyordum ve artık dayanılmaz hale geliyordu.


İtfaiyeci'nin, 'Her anka küllerinden doğmaz, bazıları yok olur.' dediğini hatırlıyordum. Ne demekti bu? Neyi ima etmeye çalışmıştı? Ayrıca şiir gibi söylediği anlamsız bir söz vardı.


'...Kırık kalpler ve yıkım getiren vaatler,


Güveni yok eden o verdiğin sözler.' dediğini hatırlıyordum sadece. Başım çok ağırıyordu. Zihnimin bu abuk subuk oyunları beni deli ediyordu.


"Kapat şu alarmı Alev!" Mahlas'ın bağırmasıyla deminden beri çalan alarmı farkettim. Kendime gelip alarmımı kapattım. Ne kadar derin uyumuştum bilmiyorum ama ertesi gün olmuştu. Saat dokuzdu. Ben dün eve saat 7 gibi gelmiştim. Ne yani 14 saat mi uyumuştum? Ben uyumamıştım, ben ölmüştüm! Kış uykusuna yatmıştım.


Yatağımda doğrularak telefonu elime aldım. Almamla ekranda 13 cevapsız aramayı gördüm. Arayan kişi Atlas'dı. Ben onun randevusunu unutmuştum. Ne olduğunu merak ettiğim için onu geri aradım. Beni yoran zaten o ve ilişki işleriydi. Hoşuma gideceğini düşündüğüm her şeyi yapmıştım. Bakalım benim hoşuma giden şeyler Duru'nun da hoşuna gitmiş miydi?


Telefonu açınca tam alo diyeceğim esnada, "Neredesin sen Alev? Ne halt yedin! Seni 50 kere aradım!" demişti.


"13 kere aramışsın abartma." dedim. "Ne yaptın, nasıl geçti randevu?"


"Beklediğim gibi geçmedi." dedi. Kaşlarımı çattım. O kadar uğraşa rağmen nasıl beklediği gibi geçmemiş olabilir? Boşuna mı bu kadar uğraştık?


"Neden ki?" diye sordum.


"Romantik bir yemek yemek istemiştim. Gelmeden önce randevularda yenilmesi gereken yemeklere kadar baktım. Duru'yla buluştuğumda ben ızgara et istedim. Duru da lahmacun istedi."


"Lahmacun mu?" deyip güldüm. Genelde restoranda lahmacun yenmezdi.


"Evet. Dahası çok rahat davrandı yanımda. Tesiste çok aksi, somurtkan ve ciddiyken bu randevuda tam tersiydi. Lahmacuna düşkün olduğunu, en sevdiği tatlının sütlaç olduğunu, animasyon filmi izlemeyi sevdiğini öğrendim. Çok güzel zaman geçirdik. Yemek yemek en sevdiği şey olduğu için randevuda bile olsa lahmacunu töresine göre limon sıkıp dürümledi. Sonra parka doğru yürüdük. Bana sürekli hayallerinden ve zevk aldığı şeylerden bahsetti. Bankta oturacağım sırada kolumdan çekiştirdi. Birlikte parkta salıncakta sallandık. İlk kez birinin yanında çok rahat beden dili kullandığını söyledi. Tesiste hep demek istediklerini yazmak zorunda kalıyormuş. Daha önce hiç böyle güzel bir zaman geçirmemiştim. Keşke o anları en baştan yaşasam." Onun için çok mutlu olmuştum.


"Hani kötü geçmişti?"


"Öyle bir şey demedim?"


"Beklediğim gibi geçmedi dedin."


"Ben çok ciddi bir ortam bekliyordum ama Duru'nun gerçek yüzünü gördüm. O tanıdığım en mükemmel kadın olabilir."


"İyi o zaman sevindim senin adına."


"Her şey için sağol." dediğinde tebessüm ettim.


"Rica ederim." dedim. "Bir başka randevu olursa ben buradayım."


"Ha bu arada çiçekleri çok beğendi. Onun için de sağol."


"Ne diyebilirim ki bu işte çok iyiyim."


🔥🔥🔥


"Son 1... 2... 3... 4." dedi Gökay bagetlerini vurarak. Bora ve Aren gitarlarıyla ilk şarkımız olan Her Şeyi Yak'ın notalarını çalmaya başlamışlardı. Eymen biraz gecikmişti. Ama geldiği gibi hemen ayak uydurabilmişti. Bu aldığımız ikinci provaydı.


"Seni içime çektim bir nefeste


Yüreğim tutuklu, göğsüm kafeste


Yanacağız ikimiz de ateşte


Bir kıvılcım yeter, hazırım bak


Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk" diyerek Aren ve Bora bitirdi şarkıyı. Ulaş bana bu şarkıdan bazı dizeleri vermişti. Diğer şarkılarda çok konuşacağım için yorulmamı istememişti. İyi mi yaptı kötü mü anlamıyordum. Tuhaf bir adamdı Ulaş.


"1 haftadır çalışıyorum, gözüm kapalı çalarım hepsini." dedi Bora.


"Valla ben de. Bu hafta hep çalıştım." dedi Gökay.


Eymen'le onlar bunu derken göz göze geldik. İkimizde son gün çalışmaya başlamıştık. Hatta o daha notaları ezberlemediğinden nota kağıtlarına daha sık bakıyordu.


"Sen ne yaptın Şirin? Bugünler seni ne gördüm ne de duydum. Yer yarıldı içine girdin sanki." dedi Aren. "Senin yaşadığını mesajlara bıraktığın görüldüden anladım." dediğinde güldüm.


"Bu aralar çok yoğundum." dedim. "Ama her fırsatta şarkıları dinledim. Çalıştım."


Gökay bana bakarak, "Bugün Körüklü'nün aklını yine alabileceksin yani."dediğinde başımı gülümseyerek evet dercesine salladım.


"Miray gelecek mi?" diye sordu Bora bir anda. "Onu birkaç haftadır hiç görmedim. O iyi mi?" Buruk bir tebessüm ettim. Bana geleceğini söylemişti. Ama gelir mi bilmiyordum. Fikrini değiştirebilirdi.


"Umarım gelir." diye mırıldandım.


Onsuz eksik hissediyordum. Ben her şeyimi onunla yapmıştım. Üzgünken ve mutluyken o yanımdaydı benim. Dile getirmekten çekindiğim her şeyi açıkça konuştuğum tek kişiydi. Yani eskiden öyleydi. Bu Orenda, benim kişisel hayatımı çok bozmuştu. Hepsini düzene geri sokmaya çalışırken yoruluyordum.


"Onu özledim." dediğinde diğerlerinin ve benim gözlerim Bora'ya döndü. Ben de onu çok özlemiştim. Bora ile Miray yakındı. Sahnede ve kuliste çok samimilerdi. Arkadaşlıkları gayet sevilesi türdendi.


Diğerleri Bora'ya bir imada bulunurcasına bakıyordu. Neden böyle baktıklarını çözemedim. "Ne? Ne oldu? Siz özlemediniz mi?" diye sordu Bora.


"Biz de özledik de acaba senin gibi mi özledik diye merak ediyoruz." dedi Gökay gülerek.


"Anlamadım." İnan bana bunlar ne saçmalıyor ben de anlamadım Bora.


"Bora acaba Miray buradayken içinde bir şeyler kıpır kıpır ediyor mu?" diye sordu Aren. Galiba bu soruların nereye gittiğini çözebilmiştim. Ne kadar da sinir bozucuydu. Sırf bir erkek bir kızla samimi diye ondan hoşlanmak zorunda mı? Benim samimi olduğum çok erkek vardı. Neden ben de bilmiyordum. Halbuki çok nefret ederdim erkeklerden. Ama benden hoşlanan kimsenin olmadığına emindim... Aren hariç tabii. Daha âşık olacağım elemanla tanışmamıştım.


Eymen ve İdil evliydi.


Atlas platonikti.


Meyra ve Bertuğ değişik tiplerdendi. Onların bir zamanlar sevgili olduğuna yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Meyra herhangi bir erkeğin yanına yaklaştığı an Bertuğ, o erkeğin leşini çıkartmak ister gibi bakıyordu.


Miray ilişki sevmezdi. Ama bunun nasıl bir duygu olduğunu hep hissetmek isterdi. Tam olarak benim gibi. Birbirini seven iki farklı insan...


Nasıl bir duygu olduğunu bir gün hissetmek istiyordum. Lisede sevgili yapanları görünce kaşlarımı çattığım çok oluyordu. Evet bu normal bir şeydi ama okulun önünde de öpüşülmez. Sevgili olduklarını kime kanıtlıyorlardı ki? Ya da normal bir şeydi ama yaşamadığım için bilmiyordum.


Hayat: 100+


Ben: 10


"Ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı merak ettiğiniz için mi bunları soruyorsunuz?" dedi Bora. Eh işte ilerleme vardı, hemen çözmüştü.


"Evet." dedi Eymen.


Bora, Eymen'e dönerek "Evet." dedi.


"Ne evet? Eymen'i anladımda sen niye evet dedin?" diye sordu Gökay gülerek.


Bora omuzlarını silkti. "Miray'dan hoşlanıyorum." Yüzümde öyle bir gülümseme oluştu ki sesli güldüm. Yazık Bora'ya. Miray'ın onu arkadaş gibi gördüğünü söylemeli miyim?


"Çok hızlı kabul ettin." dedim gülümseyerek. En yakın arkadaşımın talibi çıkmıştı. Bora ile Miray çok iyi anlaşırdı. Tabii Miray da bu şekilde hissediyorsa.


"Çünkü saklamak istemiyorum. Ayrıca bir şey farketmez. O bana kanka gözüyle bakıyor." dediğinde bıkkınlıkla iç çektim. "Onun beni gördüğünden bile emin değilim." dediğinde sinirle gülmeye başladım.


Al işte, ikinci Atlas daha!


Hadi Atlas'ı anladım. Ama Miray, Bora'yı görüyordu. O da onu seviyordu. Ama Bora'nın sevdiği gibi değil. Ve lanet olsun ki Miray'ın en nefret ettiği aşklar arkadaşlıktan gelişenlerdi. Yakın arkadaşlar onun gözünde yakın arkadaş olarak kalmaya devam etmeliydi.


"Bence böyle düşünme. Bir arkadaşım vardı, o da imkansız bir aşka tutulmuş gibi hissediyordu kendini. Böyle deli divane olmuş kızın karşısında. Ama kız onu umursamıyormuş gibi duruyordu ama aralarında bir şeyler olmaya başladı."


Benim sayemde tabii.


Eymen içinden gülmeye başladı. Ona baktığımda yüzündeki gülümsemeyi ve başını ahh ahh dermiş gibi iki yana salladığını gördüm. Atlas'dan bahsettiğimi anlamıştı.


"Onu sevdiğim bir hisle beni sevsin. Başka bir şey istemiyorum." demişti ki içeriye gülerek Miray girdi. Bora ona bakınca bir şey diyeceği esnada öksürmeye başladı. Çok ani gelişmişti.


"Duyduklarım doğru mu Bora?" diye sorduğunda hiçbirimizden ses çıkmadı. Miray duymuş muydu?


"Ne duydun ki?" diye sordu Bora tereddütle. Miray'ı gördüğüne sevinmeye bile fırsatı olmadan sormuştu Miray soruyu. Cidden daha geldiği için sevinememiştik bile. Bu ne hız.


"Birine âşık olmuşsun, anladığım tek şey bu. Kime?" galiba adının geçtiği kısımları duymamıştı. Ne kadar da klişe.


"Kime? Eee dizi karakterine. Çok güzel kadın." diye bir yalan attı ama Miray yemedi.


"Bir dizi karakteri nasıl onu sevdiğin gibi seni sevebilir? Gerçek talihli kim?" Miray'ın içeri girer girmez cidden bunları sorduğuna inanamıyordum. Bu nasıl bir merak? Önce bir soluklansaydı.


"İdil!" dedi Bora bir anda. Hepimiz şaşkınlıkla ona döndük. İdil'in adını dediği an Eymen gülerken öksürmeye başladı. Bunu beklemiyor gibiydi. Aslında ben de beklemiyordum. İşler karışıyordu. Zaten kargaşa seviyordum, bu benim için sorun değildi. Eymen her zamanki umursamaz halini takınmaya çalıştı ve başını piyanonun tuşlarına yasladı. O kadar komik görünüyordu ki. Kıskanç biriydi ve şuan cinnet krizi geçiriyordu.


"İdil mi? Ciddi misin? Gidip konuşayım bakalım o ne hissediyor?" derken Bora onun bileğinden tutarak durdurdu. Çok klişe bir dizi sahnesi izliyormuş gibi hissediyordum. Ama keyifliydi.


"Bence sonra konuşabilirsin. Şimdi prova almamız gerek." dedi. Miray onun bu haline küçük bir kahkaha atıp kollarını açarak onun boynuna sarıldı. Bora öylece kalakalmıştı. "Seni özlemişim." dedi Miray. Bunu dostça söylemişti. Bora'nın dediği gibi değildi. Bora'nın yüzü bana dönük olduğundan yüzünün asıldığını görebiliyordum.


Âşık olup aptal olmaktansa aptalların âşkını seyretmek daha keyifliydi benim için.


"Tamam hadi provaya devam." dedi Gökay.


🔥🔥🔥


Saatler geçmişti. Miray geldiğinden beri bütün şarkıları defalarca tekrar etmiş ve çalıp söylemiştik. Az sonra sahneye çıkacaktık. Heyecanlanmıştım. Miray'la birlikte makyaj odasında makyajımızı yaptırıyorduk. Bir makyöz kadın onun her zaman kullandığı göz makyajının yanına küçük bir papatya çizmişti. Miray'ın yüzüne bu makyaj çok yakışıyordu.


Benim makyajım için makyöz kadın önce yüzümü nemlendirdi. Sonra makyaj bazı kullandı. Beyaz tenimin üzerine fondöten sürdükten sonra allık sürdü. Yeni ve temiz bir süngerle yaydı. Ardından pudra sürdü. Elmacık kemiklerim için kontür kullandı. Dudaklarıma hep sürdüğüm kırmızı ruju sürdü. Makyajım bittiğinde bir saç kuaförü saçlarımı sprey suyla ıslattı. Saç köpüğü koyup saçımı hacimlendirdi ve şekillendirdi. Boynuma gümüş, kalpli bir kolye taktım.


Kırmızı, dizime kadar uzanan ve taşlı bir kemeri olan elbisemi giyindim. Göğüs dekoltesi yoktu ama yakası uzunlamasına göğüslerimin arasında bitiyordu. Elbisenin omzu açıktı ve üstüme tam oturmuştu. Rengine ve duruşuna bayılmıştım.


Miray ise beyaz, dizlerinin biraz üstünde duran bir elbise giyinmişti. Kollarında elbisenin beyaz tülü vardı. Elbisenin fırfırlarının üstünde beyaz taşlar vardı. Göğsünün üstündeki fırfırlarda ise çiçek desenleri vardı. Ona gerçekten çok yakışmıştı. Miray gerçekten de çok bakılası bir yüze sahipti. Bir kez bakan bir kez daha bakmak için sıraya girerdi.


"Bora hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordum ansızın.


"Tatlı çocuk. Ama İdil'den hoşlanacağını tahmin edemezdim." dedi.


Acaba direkt söylesem mi yoksa Bora'nın cesaretinin gelmesini mi beklesem? Çünkü işler sarpa saracaktı. İdil her şeyden habersizdi ve öğrenince yanlış anlayacaktı. Miray bu işlerde biraz dengesiz olduğu için ağzından çıkmaması gereken her şey çıkardı.


"Sevindin mi peki? Yani birinden hoşlandığı için?" Bora'ya karşı en ufak bir duygusu varsa bile bunu öğrenmek isterdim.


"Niye sevinmeyeyim ki? Sap kalmasından iyidir. O iyi bir erkek arkadaş olur." Ağzından hiç istediğim lafları alamıyordum. Dönen sandalyede ona doğru döndüm. Ellerim sağ bacağımın üstüne koyduğum sol dizimin üstündeydi. Parmaklarımla oynamak beni rahatlatıyordu. En azından biraz.


"Sen ne zaman sevgili yapmayı düşünüyorsun?" diye sordum. Neden sorduğumu bilmiyordum. Zaten cevabı belliydi.


"Aslına bakarsan düşünmüyorum. Sen ne zaman bir sevgili yapmayı düşünüyorsun?" Beklediğim bir cevaptı. Miray'ın hoşlanması için ideal erkek ya kitap okumalı ya da onun izlediği her dizi ve filmi izlemeliydi.


"Aslına bakarsan ben de düşünmüyorum." dedim. Hep arkadaşlarımın ilişkilerine yardım ederdim. Kendi ilişkimde elim kolum bağlı kalırdı kesin.


"Çok ortak noktamız var." dediğinde aynı anda güldük. Çok ortak noktamız vardı. Bizi birbirimize çeken de buydu zaten.


"Kızlar 10 dakikaya kuliste hazır olmanız gerek, hadi. Sahne, yıldızlarını arıyor." diyen Selda ablaya baktım. Selda abla, sahnenin ses sorumlusuydu. Gitar, bateri, piyano ve mikrofon gibi aletlerin seslerini ayarlar. Fazla gürültülü ve cızırtılı olmasını engellerdi. Samimi bir kadındı. Yaklaşık 38 yaşındaydı ve iki tane kızı vardı.


"Hemen geliyoruz Selda abla." dedi Miray sıcak bir tebessüm ederek.


Selda abla kapıyı kapatıp odadan çıktığında ayağa kalkarak Miray'ın yanına yaklaştım. "Seninle şarkı söylemeyi özlemiştim." dedim. Aynı sıcak tebessümüyle ayağa kalktı. Kollarını açarak bana sarıldığında ben de karşılık olarak sarıldım.


Sarılırken, "İşimiz bitince barda bir şeyler içer miyiz?" diye sordu. Tam kabul edeceğim sırada, "Hem İdil'le Bora hakkında konuşuruz." dediğinde boğazımda bir şey kalmış gibi öksürdüm. Gülerek sırtıma vurdu. "Helal, helal."


"Bilmem eğer geç olmazsa içeriz." dediğimde hevesle başını salladı. Odadan sarmaş dolaş bir şekilde çıkıp kulise ilerledik. İçeride beyler hazırlıkları bitirmişti. Dördü de siyah gömlek ve siyah kotlar giyinmişti. Bizim onlara attığımız beğeni dolu bakışların iki katını onlar bize atmıştı. Eymen başını hafifçe salladı. Bu sanırım 'güzel olmuşsun' demekti. Ben de aynı şekilde ona başımı salladığımda güldü.


"Neden böyle bakıyorsunuz? Her zamanki halimiz." dedi Miray.


Bora gözlerini ondan ayıramaz bir şekilde "Sevap işliyoruz." dediğinde ne demeye çalıştığını anlayamadım. Ta ki Gökay'ın "Güzellere baktığımız için iki katı sevap işliyoruz." diyen sözüne kadar. Daha önce dolaylı yoldan bu kadar güzel bir iltifat almamıştım. Hoşuma gitmişti.


Miray'la sanki anlaşmışız gibi aynı anda "Eyvallah." demiştik. Sonra birbirimize bakıp güldük. Genelde iltifatlara eyvallah derdik. Karşı taraf kadın olmadığı sürece Miray iltifat etmezdi. Ama ben pek de öyle değildim. En azından samimi olduğum kişilere iltifat etmeyi severdim.


"Siz de fena değilsiniz." dedim. Bence bu kadar iltifat yeterliydi.


Aren sahneye çıkmamız için kapıyı açtı ve centilmen bir şekilde elini dışarıya doğru uzatarak bize yön verdi. "Yıldızlar önden." dedi. Halbuki önce çalgıcılar giderdi sahneye. Boşuna demiyorlardı: Solistler en son çıkar.


Koridorda yürürken bile ıslık ve bağırış sesleri duyuluyordu. İçimi bir heyecan kaplamıştı tekrardan. Beyler sahneye çıktığı an sanki ilk kez görmüşler gibi çığlık atmaya, ıslık çalmaya ve alkışlamaya başlamışlardı. Ve bunlar kızların sesleriydi. Ardından Aren'in sesi duyuldu salonda.


"Hanımlar beyler Köprüaltı'na hepiniz hoşgeldiniz!" demişti ki tekrardan büyük bir alkış koptu.


"Ne kadar da sıradan bir giriş. Biraz farklı ol." dedi Bora gülerek. Daha ilk kelimesini söylediği an bile çığlıklar konuşmuştu salonda.


"Hepiniz hoşgeldiniz Köprüaltı'na hanımlar ve beyler!" dediğinde salondakiler gibi Miray'la ben de gülmüştük. Daha farklısı cümleyi devrik söylemek miydi? Bora ve tuhaflıklarına tam gaz devam ediyorduk.


"Valla aklıma bir şey gelmedi, doğaçlamada iyi değilimdir. Ama haftaya çok etkileyici bir giriş bulacağım." dediğinde tekrardan gülüşme ve ıslık sesleri duyuldu.


"Deli bu ya!" diyerek güldü Miray. Buna hiç şüphem yoktu.


Ardından Bora'nın sesi salonda daha gür bir şekilde duyuldu. "Şimdi, sizinde en az bizim kadar özlediğinizi düşündüğüm sahnenin Güneşi, Papatyası ve Bal Peteği, Miray Eraslan geliyor!" dediğinde az öncekine kıyasla daha çok alkış ve bağırış duyuldu. Miray heyecanla elini kalbine koydu.


"Beni mi çağırdı yoksa seni mi?" diye sordu heyecanlı çıkan sesiyle.


Gülerek, "Duymadın mı Miray dedi. Beni çağırdı." deyip sahneye gideceğim esnada beni durdurup derin bir nefes aldı. Elimle ona sahneye yönlendirdiğimde gülümseyerek ilerledi. Sahneye çıktığını kulakları felç ettirecek kadar yüksek sesli çığlıklardan ve ıslıklardan duymuştum.


Herkes tezahürat yapar gibi "MİRAY! MİRAY!" diyerek bağırıyordu. Şuan kalbinin kuş gibi attığını ta buradan hissedebiliyordum.


"Ben pek hazırlanmadım aslında konuşma yapmak için." dediğinde gülüşme sesleri duyuldu. "Hepinize bu kalp atışımı hızlandıran tepkileriniz için teşekkür ediyorum. Köprüaltı'na hepiniz hoşgeldiniz." Sınırsız alkış sesi.


"Şimdi, sizinde sesini en az bizim kadar duymak için can attığınız sahnenin Ayı, Gülü ve Bülbülü, Şirin Alev Asena geliyor!" dediğinde gülümsememe engel olamadım. Bugün çok güzel geçiyordu. Kabus olayını saymazsak tabii.


Hızlı adımlarımla sahneye doğru ilerledim. Topluluğu görünce gözlerimin içi parladı. Tıpkı diğerlerine karşı yapmış oldukları gibi beni de aynı şekilde karşılamışlardı. Kırmızı elbisemi düzelterek sahneye çıktığımda alkış sesleri hâlâ kesilmemişti.


Herkes kendi yerindeydi. Ben de sahnenin tam ortasına mikrofonun başına geçtim. "İyi akşamlar Körüklü! Umarım her biriniz güzel bir gün geçriyorsunuzdur. Eğer gününüz güzel başlamadıysa güzel bitirmek için elimizden gelenin en iyisini yapacağız." dediğimde tekrardan alkışlar ve ıslıklar duyuldu. Bazıları telefonlarını bize yöneltmiş video ve fotoğraf çekiyorlardı. Bazı flaşlar gözümü kör etsede bu hissi seviyordum.


Başımı Aren'e doğru çevirdim. Ona şarkıyı başlatması için başımı hafiften sallamıştım. Gökay bagetlerini yukarı doğru kaldırarak üç kez birbirine vurdu. Sonra salonu Aren'in gitar sesi doldurduğunda genç kızların çığlıklarını duydum. Aren'e Bora da eşlik etmişti. Hep birlikte Her Şeyi Yak söylerken bizimle birlikte dinleyicilerde söylediği için çok mutlu oluyordum.


"Beni yak kendini yak, her şeyi yak


Bir kıvılcım yeter, ben hazırım bak


İster öp okşa, istersen öldür


Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk


Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk" hep bir ağızdan söyleyince hem eğlenceli oluyordu hem de keyifli. Zaman şarkı söylerken daha hızlı geçiyordu sanki. Salondaki herkesin sevdiği bir şarkıydı. Biz söylerken uyumlu ve belirli bir ritme göre el çarpıyorlar, bir sağa bir sola sallanıyorlardı.


"Son 1... 2... 3... 4." diyerek tekrardan bagetlerine vurdu Gökay. Bu sefer şarkıya Miray giriş yapmıştı. Gitarını çalarken herkes onun için haykırıyordu. Her ortamda kendisini sevdirmeyi beceren biriydi. Eymen'in belirli bir piyano notasından sonra girecektim şarkıya. Miray ve Eymen çok uyumlu bir şekilde başlatmışlardı şarkıyı.


Eymen'i piyano çalarken görmek başka silahla ateş ederken başka görüyordum. Şuan huzur bulmuştu. Parmakları piyanonun her bir tuşa basarken çıkardığı huzurlu ve ahenkli ses onun hoşuna giden şeylerden biriydi.


"Benim derdim kendimle


Bu аcı elbet diner bir gün, аnılаrdаn küller kаlır geriye" diyerek başlamıştım şarkıya. Salondaki sessizlik ve benim sesimin yankısı kulağa hoş geliyordu.


"Benim derdim kendimle


Bu hаyat er geç biter bir gün, sаrılmаlıyız seninle" diyerekten devam ettim sözlere. Bakışlarım o an kimi aradığını bilmeden bakıyordu etrafa. Her bir masaya her bir simaya. Geçenlerde onu oturup beni izlerken görmüştüm o masada. Şuan başkaları duruyordu. Gelmesini mi istiyordum? Sesimin tınısını duymasını mı istiyordum? Gözlerim itfaiyeciyi arıyordu. Ama onu görürsem Yarkın'ın da yanında olma ihtimali olurdu. Miray'la aram daha yeni düzelmişken hemen bozulmasını istemezdim.


"Yаşlanmаk seninle güzel olur


Yаşаmаk seninle deli dolu (dolu)


Avucumun içi eline değince yаnan ilk yerim olur (olur)


Öyle bаkmа uzaktan sarıl bana (bana)


Öyle bakma uzaktan sarıl bana"


Şarkının son parçasını da söylemiştim. Alkış sesleri tüm barı inletiyordu. Ama itfaiyeci hâlâ gelmemişti. En son onu barda gördüğümde heyecandan domatese dönmüştüm. Sonra onu barda hiç görmemiştim. Neden artık gelmiyordu? Benim her cuma konserim olduğunu biliyordu. Beni görmek mi istemiyordu? Eslem'i de mi merak etmiyordu. Çarşamba günü bana çok destek çıkmıştı. Bana yardım etmişti. Hayatımı ve geleceğimi riske atsa bile itfaiyeciyi görmek iyi hissettiriyordu.


Son şarkıyı söylemek için hazırlanmıştım. Başlamadan önce su içip boğazımı temizledim. Yine etrafıma bakındım ama tanıdık bir sima yoktu. İdil'e doğru döndüm. Bana kadeh kaldırmıştı. Tam o an barda oturanları görünce kalp atışım hızlandı. İdil'in yanında Meyra duruyordu! İkisi birlikte barın üstünde oturuyorlar bana bakıyorlardı. Bar koltuklarında ise Atlas ve Bertuğ vardı. Gerçekten şuan gözlerime inanamıyordum. Simsiyah giyinmişlerdi. Eğer Meyra'nın açık bıraktığı kızıl saçlarını kürek kemiklerinin üzerinde görmesem tanıyamazdım. Şapka takmışlardı. Ama bu onları gizemli değil tarz sahibi yapmıştı. Atlas da İdil gibi elinde tuttuğu bira şişesini kadeh kaldırır gibi kaldırdı. Meyra ve İdil kırmızı şarap içiyordu. Bertuğ'un ne içtiğini görmemiştim. Hadi Atlas'ı anladım diyelim ama Meyra ve Bertuğ beni gerçekten şaşırtmıştı. Eymen için buradalar desem ondan da pek hoşlanmıyorlardı. Atlas'ın yanındaki boş koltuğa yine onlar gibi siyah ama etek ve crop giyinen bir kız oturdu. İdil ona şarap uzattığında kız kadehi alarak bana doğru döndü. Kızın yüzünü görünce daha çok şaşırdım. Bu Duru'ydu. Duru da mı gelmişti? Atlas bana bundan bahsetmemişti. Niyetleri sürpriz yapmaksa baya başarılı olmuşlardı.


Eymen'e doğru başımı çevirdim. Onları kastederek bir bakış atmıştım ki umursamazlıktan geldi. Galiba kameralar bizi çektiği içindi. Ben neden bu kadar dikkat çekiyordum. Halbuki örgütün kurallarından biriydi.


Barda sessizlik olduğunda Eymen tekrardan piyanosuyla giriş yaptı. Sırtı ve omuzları dikti, parmakları sanki konuşuyormuş gibi basıyordu her bir tuşa. O çalarken ben İdil'e bakıyordum. Eymen'e bakmıyordu bile. Evli olduklarını bilmeme rağmen aşırı mesafe vardı aralarında. Çok iyi rol yapıyorlardı.


"Kaç iskele gördüm


Gemilerle geri döndüm


Bi' sonrakine ömrüm


Yetmez, belki de ölürüm


Bu mu aşkın yeni sürümü?


Kalp yerden yere sürünür


Sen gel bu sefer" Bu şarkıyı söylemek gerçekten harikaydı. Çok derin duygular barındırıyordu.


Miray mikrofona yaklaştı. Şimdiki dize de ona aitti. Huzur veren sesiyle parçayı söylemeye başladı.


"Yalnız kendime güvenim


Tek dostum gölgelerim


Çek vur hadi, ben de seni


Tek kurşun bile yetecek


Sen öl bu sefer"


Gökay gerilim müziklerinde olduğu gibi bateriye vuruyor, doğaçlama bir şekilde davullara ritimle vuruyordu.


Şimdiki parçayı Miray'la beraber söyleyecektik. Aren ve Bora gitarlarına giriş vuruşu yapmışlardı ki Miray ile aynı anda söylemeye başladık.


"Çok mu zor, çok mu imkânsız?


Sen de yan benle vicdansız


İnsan aşksız olmaz, aşk insansız


Mutluluk yok, feryat isyansız


Çok mu zor, çok mu imkânsız?


Sen de yan benle vicdansız


İnsan aşksız olmaz, aşk insansız


Mutluluk yok, feryat isyansız"


Birlikte devam ettirdiğimiz şarkı bitince kocaman bir alkış koptu ve sadece bu şarkıyı söylememiz için "BİR DAHA! BİR DAHA!" diye bağırıyorlardı. Gülerek Miray'a baktım. O de aynı şekilde bana bakmıştı. Birlikte uyumlu bir ikiliydik. Birlikte yapamayacağımız bir şey yoktu.


O ışık, ben karanlıktım. Çok zıttık ama birbirimizi tamamlıyorduk. Benim hayatımın en iyi anları onunla geçmişti. O benim psikoloğum, danışmanım, stres çarkımdı. Miray benim müziğim, kitabım, filmimdi. Bana huzur veren her şeydi.


Karanlık, ışığın yokluğunda anlam kazanır; ışık ise karanlığı aydınlatırdı. Miray benim karanlığımın ışığıydı.


Hep de öyle kalacaktı


Loading...
0%