@darklightssx
|
12 Yıl Önce İlahi Bakış Açısı "Mirel! Oğlum, babanın sigarasını getiriver hele!" diye seslenmişti annesi. Odasında kardeşine zorla ders anlatan Mirel, babası Yusuf'un sigara paketini bugün üçüncü kez ona götürüyordu. Bazen sigara dumanları evde yayılıyor ve astımı olan kardeşi Ceyda'yı zora sokuyordu. Mirel için her şeyden önemliydi kardeşi Ceyda. Babasının bu davranışına alışmıştı. Artık bir şey söylemiyordu. Söylemeye cesaret bile edemezdi. Çünkü babası bir bordo bereliydi. Farkında olmadan o dumanların Ceyda'yı etkilediğini bilmiyordu. Ceyda, Mirel'den beş yıl küçüktü. Siyah saçlı, kahverengi gözlü ve çilli bir kızdı. Altıncı sınıfa gidiyordu ve derslerle arası hiç iyi değildi. Tek sığınağı ağabeyiydi. Mirel'in de derslerle arası pek iyi sayılmazdı, lakin kardeşine bildiği konuları az çok anlatabiliyordu. Ceyda çekingen biriydi, bu sebeple ona ders anlatmak için gelen özel öğretmenlerle konuşamıyordu. Anlamadığı şeyi sormuyor, daha çok batıyordu. Babaları onları özel okula göndermişti. Notları özel okuldan da kaynaklı olarak yüksek gelse bile çocuklarının başarılı olmalarını istiyordu. Babaları biraz dengesiz olabilirdi. Ama kötü biri değildi. Mirel her ne kadar onunla bazı konularda anlaşmazlık yaşasa da babasını seviyordu. Çünkü babasının onun geleceğinin güzel olması için elinden gelen her şeyi yaptığını biliyordu. "Getiriyorum!" diye bağırdı annesine cevap olarak. Annesi genel cerrahtı. Maaşı iyi geldiği için geçim sıkıntısı çekmiyorlardı. Ceyda'ya işaretlediği bir soruyu o gelene kadar yapmasını istedi. Annesinin ve babasının yatak odasına doğru gitti. Maddi durumları oldukça iyiydi. Kalabalık şehir hayatından bunaldıkları için İstanbul'dan Körüklü'ye gelmişlerdi. Babası Yusuf, çocuklarının şımarmasını istemediği için standart bir ev almıştı. İstese koca bir malikane alabilirdi ama abartı sevmiyordu. Sonuçta sadece 4 kişilik bir aileydi onlar. Sıcak havalar için yine standart yazlık villa almıştı. Yusuf her ayda bir Mirel için bankaya 10.000 TL para aktarıyordu. Reşit olduğu zaman bankadaki paraları kullanip üniversitede rahat etmesini istiyordu. Mirasının yarısını Mirel'e yarısını da Ceyda için bölüştürecekti. Çocuk ayrımı yapmazdı. Çocukları onun hazinesi ve geleceğiydi. Mirel odadan babasının sigarasını alıp ona götürdü. Koridorda hızlı adımlarla lavaboya doğru giden annesini gördü. "Oğlum ben lavaboya gireceğim. Sana zahmet çayın altını kapatıver." diye rica etti annesi nazik bir tavırla. Mirel başını tamam anlamında sallayarak mutfağa girdi ve çayın altını kapatmak için ocağı çevirdi. Ateş sönmüştü lakin Mirel ocağı tam kapatamamıştı. Ocak gaz kaçırıyordu. Bunu farketmeden odasına doğru gitti. Ceyda hem onun gösterdiği soruyu hem de iki tane daha soruyu yapabilmişti. Elini kardeşinin siyah düz saçlarına koydu ve karıştırdı. "Yine düşük alayım deme sakın." diyerek tembihledi kardeşini. "Matematikten nefret ediyorum." Mirel güldü. Gülerken gamzeleri çok hoş gözüküyordu ve Ceyda onun gamzelerini çok seviyordu. Onun her gamzesi çıktığında işaret parmağını o çukurların içine koyuyordu. "Sen daha matematik görmemişsin." diyerek bu sefer de sinirden güldü. "Mirel, çakmağım nerede benim?" diye seslendi babası. Mirel iç çekerek çakmağı aramak için yatak odasına tekrar gitti. Annesi veya babası bir şey istediyse ne kadar önemli bir işi olursa olsun onların dediklerini yapmak zorundaydı. Bordo bereli babası çok iyi cezalar veriyordu ve o cezalar onun pestilini çıkartıyordu. Siyah çakmağı komodinin yakınlarında bulmuştu. İçinde gaz yok gibiydi. Birkaç kez çakmağı yakmaya çalıştı ama olmadı. Mutfağa doğru ilerledi. Bir çekmeceden çakmak gazı alacaktı. Çekmeceleri kurcaladı ama aradığını bulamadı. O çekmeceleri ararken annesi meyve tabağı hazırlamaya başladı. Her cuma akşamı birlikte meyve yerlerdi. "Çakmak gazı nerede anne?" diye sordu. Annesi sol taraftaki beyaz dolap rafını gösterdi. "Üst rafta. Dolabı açarsan direkt solunda çıkacak." dedi. Gerçektende dolabı açtığında bazı bardakların tam solunda çıkmıştı. "Sen neden bunun yerini ezberledin ki?" "Annelik işte." dedi annesi gülerek. Babası Yusuf onların gülüşmelerinden sonra mutfağa geldi. Portakal soyan karısının sol yanağından öptü. Karısına hâlâ çok âşıktı. Onu yanağından öptüğünde Mirel alayla başını salladı. Her sevecen tavırlarında midesi bulanıyordu. Annesi portakalı kocasının ağzına doğru götürdüğünde Yusuf hemen ağzını açtı ve portakalı yemeye başladı. Mirel onlara bakmaya devam ediyordu. Ama içi hiç kaldırmıyordu. "Aç hadi sen de ağzını." dedi annesi elindeki portakal dilimini oğlunun ağzına doğru götürürken. Mirel önce gurur yapıp direndi. Ama annesi portakalı onun ağzına sokmayı başardı. Mirel sinirden güldüğünde içeriye Ceyda da girmişti. "Bana portakal yok mu?" dedi istekle. Annesi hemen onunda ağzına bir dilim götürdü. Mirel çakmağın gazını doldurup babasına uzattı. Yusuf mutfak camına doğru ilerledi. Tam o sırada yüzünde büyük bir gülümseme olan annesinin yüzü solmaya başladı. Birkaç kez havada bir şey kokladı. Burnu yanar gibi oldu. "Ne bu koku?" diye sordu. Mirel ve Ceyda da onun gibi keskin kokuyu almışladı. Ama nereden geldiğini bilmiyorlardı. Yusuf pencereyi daha açmadan sigarayı dudaklarına koydu. Çakmağı art arda iki kez yakmaya çalıştı. Ceyda portakal yemeye devam ederken Mirel kokunun nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Ama bunun için artık çok geçti. Annesi kokunun gaz kaçağı olduğunu yeni farketmişti. "Yusuf, ocak!" diye bağırdı. Koşarak ocağın altını kapatacaktı ki Yusuf çakmağı yakmıştı. Çakmağın yanmasıyla birlikte büyük bir facia olmuştu. Tüpten çıkan gaz aniden bir patlamaya yol açmış ve saniyeler içinde alevlere dönüşmüştü. Patlamanın etkisiyle kulakları çınlamaya başlamış, en yakınında olan kardeşine siper olmuştu Mirel. Ocağın direkt önünde duran annesi patlamadan sonra yere düşmüş ve borudan çıkan ateşle kahverengi saçları tutuşmaya başlamıştı. Yanan saçları kafa derisine temas edince acı dolu haykırışları salladı evi. Gazın patlaması sonucu basınçtan camlar patlamıştı. Pencerenin doğrudan önünde olan Yusuf'un yüzüne ve vücuduna saplanan cam parçaları onun direkt yere düşmesini, bilincini kaybetmesini sağlamıştı. Ceyda'nın ve saçları tutuşup yüzü yanan annesinin çığlıklarını duydukça sağır olmak istiyordu Mirel. Yere doğru eğilip öksürmeye başladı Ceyda. Mirel babasının yanına ilerledi. Parmaklarını onun boynuna dokundurup nabzına baktı. Babası hâlâ yaşıyordu. Onu uyandırmaya ittirmeye çalıştı. Kulakları patlamanın eşiğiyle çınlıyordu o yüzden kendi sesini bile duyamıyordu. "Ceyda mutfaktan çık hemen!" diye bağırdı kardeşine. Öksürmekten nefes bile alamadığını görünce kalbi sıkıştı. İlk önceliği kardeşi olmalıydı. Ceyda'nın yanına doğru koştu ve onu kucağına aldı. Kucağına alıp taşıdığı anda dolapların içindeki eşyalar yere düşmeye başlamıştı. Ceyda öksürüyor, annesi yanarak babası da yüzüne parçalar saplanmış bir şekilde yerde uzanıyordu. "Anne! Baba!" diye bağırdı çaresizce. Buna hazır değildi. Buna hiç hazır değildi. Dolaplardan düşen parçalardan çoğu annesinin bedenine de saplanıyordu. Kapıya doğru kucağında Ceyda ile koştu Mirel. Gözlerinden korkunun gözyaşları akıyordu. Kapıda yanmaya başlamıştı ve parçalar düşüyordu. Dumanlar her yeri sarmıştı, Mirel nefes alamadan öksürüyordu. Kapıdan geçemiyordu. Kapı tahtadandı ve cayır cayır yanıyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Yere dizlerinin üstüne çöktü. Kucağında hareketsiz bir şekilde duran kardeşine baktı. "Ceyda?" Dürttü kardeşini. "Ceyda aç gözünü!" bağırdı, onu salladı. Parmaklarını kardeşinin boynuna dokundurdu. Nabzı atmıyordu... "Siktir! Siktir! Ceyda!" Ağladı, yardım için haykırdı, kardeşini dürttü, onu yere uzandırdı ve nasıl yapıldığını bilmediği halde ona nefes vermek için suni teneffüs yaptı. Ona dört beş kez nefes vermeye çalıştı ama faydasızdı. Ceyda'nın astımı vardı ve astım odadaydı. Elleri titredi, ayakları karıncalandı. Kulakları çınlıyor, öksürmekten boğazı ağrıyordu. Başını çevirip babasına döndü. Perde kül olmuştu ve onun tutumları babasının üstündeydi. "Baba!" diye bağırdı. Her bağırışında babası yanında olurdu ama şu an olamadı. Babası onu duyamazdı, babası cayır cayır yanıyordu. Mirel'in burnuna hem annesinin hem de babasının yanmış et kokusu geliyordu. Ve bu olanlar onun dikkat eksikliğinden meydana gelmişti. Yerden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı. Bir şeyler yapması gerekiyordu. Havluyu ıslatırsa bu ateşi bir nevi durdururdu. Havlular mutfağın diğer köşesindeydi. Oraya doğru sendeleyerek yöneldi. Ama gördüğü manzara onu büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Dolap yanıyordu. Havlu ve örtü dolabı yanıyordu. Gözlerindeki yaşları sildi. Nefes alamıyordu. Art arda öksürmeye devam etti. Kıyafetini çıkarmaya çalıştı. Kıyafetini ıslatırsa en azından nefes alabilirdi. Üstünü çıkartırken boğazına ve akciğerine kaçan dumanlardan daha çok öksürdü. Üstünü çıkaramadan kendisini yerde bulmuştu. Gözleri son bir kez ailesinin üzerinde durdu. "Benim yüzümden." diye mırıldandı. Öksürdü, öksürdü ve birkaç kez daha öksürdü. Sonra hareket edemedi. Başını oynatamadı, ellerini ve ayaklarını hareket ettiremedi. Gözlerini bir daha açmak istemezcesine kapattı. "Oğlan yaşıyor!" Bulanıktı, ona doğru koşan üniformalı adamlar vardı. "Çıkarın onu dışarı!" Bulanıktı, bir itfaiyeci onu omzunda taşıyarak dışarı çıkartmıştı. "Nabzı çok düşük!" Bulanıktı, bir arabadaydı ve çok ses vardı. "Solunum maskesini takın." Bulanıktı, beyazlı biri onun yüzüne maske taktı ve içine hava girmeye başladı. "Diğer aile üyelerinin durumu ne?" Bulanıktı, bir yatakta uzanıyordu, önünde iki beyazlı adam vardı. "Ölmüşler." Bulanıktı, sağ gözünden sıcak bir yaş aktı, hem gözünü hem de kalbini yaktı. 🔥🔥🔥 "Mirel!" Hasta odasına doğrudan girmiş, en yakın arkadaşının durumunu öğrendiği gibi son sürat koşmuştu Yarkın. Mirel'le dokuzuncu sınıftan beri tanışıyorlardı ve kardeş gibi olmuşlardı. Yarkın onun gördüğünde kalbinde büyük bir sızı hissetti. Kardeşini ilk kez bu kadar bitkin görüyordu. Mirel tepkisiz bir şekilde duvar saatine bakıyordu. Sol koluna serum takmışlardı. Yaklaşık dört saat olmuştu, her uyandığında sinir krizi geçirdiği için doktorlar ona iki kez sakinleştirici vermişti. Başı dönüyordu, midesi bulanıyordu. Sağ kolunda sargı bezi vardı. Yandığını hissediyordu. Ateş onunlada temas kurmuştu. Onu da yutmak istemişti. Ailesini öldürtmüştü. Bu birkaç saatte olanlara anlam veremiyordu. Donmuştu, şoka girmişti. Gözünü bile kırpmadan bakıyordu duvardaki saate. Bu saatin aynısından vardı odalarında. Belki o da yanmıştı, bilemezdi. Her daldığında tekrardan tüpün patladığı âna geri gidiyordu. Annesinin yüzünün yandığını görüyordu. Babasının yüzüne cam saplandığını görüyordu. Kardeşinin nefes alamadığını, kucağında hareketsiz bir şekilde yattığını görüyordu. "Mirel? Olanları öğrenir öğrenmez geldik. Sen iyi misin?" diye sordu Yarkın. Mirel hâlâ dolu olan ve ağlamaktan kızarmış kehribar gözlerini saatten çekmeden yanıtladı arkadaşının sorusunu. "Hayır." dedi tek bir cevapla. İyi olması mümkün değildi. Yarkın onun yaralanıp yaralanmadığını öğrenmek için sormuştu bu soruyu. Ama Mirel'in ses tonundan yaralı olduğu anlaşılıyordu. Yıkılmıştı, harap olmuştu, parçalara ayrılmıştı. "Olay nasıl oldu oğlum?" diye sordu Yarkın'ın babası. Mirel'in bakışları netleşmişti sanki. Burnu sızladı. Gözleri kapının önünde olan Yarkın'ın babasına döndü. "Ocağı açık unuttum." dediği anda gözleri kuruyan yaşlarla doldu. Yarkın'ın babası soruyu sorduğuna pişman olmuştu. "Tüp patladı. Benim yüzümden öldüler. Eğer ocağı tam kapatsaydım ölmeyeceklerdi. Annem diri diri yanmayacaktı, babamın yüzüne pencerenin camları saplanmayacaktı... Ceyda nefessiz kalmayacaktı. Dikkatsiz davrandığım için bu hayatta en çok değer verdiğim insanlar öldü. Benim yüzümden... Ben öldürdüm onları." Hıçkırıklara boğulmuştu. Gözlrinden yaşlar durmaksızın akarken Yarkın sarılmıştı arkadaşına. Elleriyle onun sırtını ovaladı, arkadaşı ağladıkça paramparça oluyordu ve o da ağlıyordu. 'Geçti.' demek istiyordu ama diyemiyordu. Çünkü biliyordu... geçmezdi. Bunun acısı asla geçmezdi. Mirel gözlerini kapatıp ona sarılan arkadaşına sarıldı. Gözlerini kapatınca ona doğru koşan ve onu yangınlardan kurtaran bulanık siluetleri gördü. Keşke dedi içinden. Keşke, itfaiyeciler onu kurtarmaya bu kadar hızlı gelmeselerdi. Keşke onun da ölmesini bekleselerdi. Ailesini öldüren bu gerçeklikle yüzleşecekti. O çıkan yangını asla unutmayacaktı, unutamazdı da. O an aklına kazındı. Bir sürü ailenin başına gelen bir olaydı bu. Bu bir başkasının da başına gelebilirdi. Mirel'de en yoğun olan duygu empati kurmaktı. Onun durumunda olan bir sürü genç olabilirdi. İleride ne olacağını bulmuştu şimdiden. İtfaiyeci olacaktı. Ailesini, evini, geçmişini ve anılarını yok eden o yangının başkalarınında başına gelmesini istemiyordu. Her ateşi söndürecekti, her canlıyı kurtaracaktı. Büyüyecekti Mirel. Çünkü büyümek zorundaydı. Yaşamak için büyümek zorundaydı. 🔥🔥🔥 Günümüz Agir'in Anlatımıyla Hata yapmak suç değildi. Her insanın yapabileceği bir şeydi bu. Ne kadar can sıkıcı olsa bile insan olmanın doğasında var olan bir olguydu bu. Kusursuzluk arayışı, aslında bizi daha da insani yapan bir çaba. Hatalarımız, bize öğretmenin en derin ve en karanlık yollarından biridir. Işığın parlaklığı, karanlığın derinliğiyle ölçülürdü. Biz de hatalarımızın ışığında kendimizi keşfeder, karanlıkta büyürdük. Hatalar, insanın kaderinde yazılı olan bir gerçektir. Karanlık gecelerin ardından doğan aydınlık gibi, hataların da ardından gelecekteki kişiliğimiz çıkar. Pişmanlık ise hataların doğal bir sonucudur. İnsan, yaptığı hatalardan pişmanlık duyarak büyür, olgunlaşır. Pişmanlık duymak, geçmişteki yanlışları fark etmek ve gelecekte daha doğru adımlar atabilmek için bir fırsattır. Her pişmanlık, bir ders ve bir umut taşır içinde. İnsan, pişmanlık duyduğu anlarda en derin duygularını hisseder, kendi iç dünyasında derin bir yolculuğa çıkar. Ancak unutmamak gerekir ki, pişmanlık duymak geçmişi değiştirmez, ancak geleceği şekillendirir. Her pişmanlık, bizi daha güçlü kılar, daha bilge yapar. Beni yaptığı gibi... Hayat, hatalarımızı kabul edip onlarla barışarak devam etmeyi öğretir dururdu. Karşımıza bir sürü engel çıkartır, pes ettirmeye çalışırdı. Pişmanlık, insanın içsel bir aynasında yansıyan bir gerçektir. Bu ayna, bize hem geçmişteki hatalarımızı gösterir hem de gelecekteki doğru kararlar için bir pusula olabilirdi. O olay üzerinden tam 12 yıl geçmişti. Hâlâ arada rüyalarıma giriyor, geceyi bana katlanılmaz yapıyordu. Her uyandığımda terden sırılsıklam kalıyordum. Bu travmadan sonra ateşten korkmam gerekirken bunu yapmadım. Ateşe düşman oldum. Onu söndürmek, yok etmek istedim. Başka kimsenin başına böyle dehşetli bir ölümün gelmesini istemedim. Verdiğim en doğru karardı itfaiyeci olmak. Namım gibi makamımda yükselmişti. Artık yangın söndürmeye gitmeme gerek kalmadığını söylüyorlardı. Sadece itfaiyeci değil şube müdürü de olmuştum. Burada çalışan her itfaiyeciye maaşı ben veriyordum. Babam benim için bankaya para bırakmıştı. Milyonlarca param vardı ama ihtiyacım yoktu. Kendi paramı kendim kazanıyordum. Ancak maddi açıdan sıkışırsam ve yahut çok ihtiyacım olursa o bankadaki parayı kullanırdım. Babamı gururlandıracak bir iş adamı olduğumu düşünüyordum. Sürekli beni yükseklerde hayal etmişti ve şuan mesleğimin en yüksek rütbesindeydim. Ben hedefimi kurduğumda Yarkın da benimle aynı yoldan ilerlemişti. Aynı ateşin ikimizide yakmasını istiyordu. Yollarımızın ayrı düşmemesini, eğer öleceksek birlikte ölmek istiyordu. Bu sadıklığı yıllar sürmüştü. Önceden dost olan biz şuan dosttan öteydik. Yarkın benim kardeşimdi. Canımı vereceğim tek insandı. Benim makamım onunkinden yüksek diye hiç şikâyet etmemişti. Bunun için ne kadar uğraştığımı görmüştü. Ben eğer başarılı olmuşsam onun da payı büyüktü. Herkese eşit davranmıştım. Rütbeleri dağıtırken yakınlığa değil meslek aşkına önem vermiştim. Yarkın hem mesleğiyle hem de kişiliğiyle saygıdeğer bir adam olmuştu. Onu yardımcım yapmıştım, sağ kolumdu. Gözümü kırpmadan güvenebileceğim tek insandı. Diğer itfaiyecilerin aksine o sürekli hazır cevap olurdu. Bana dürüst bir şekilde düşündüğü her şeyi söylerdi. Benim iyiliğimi isterdi. Annesini iki yıl önce trafik kazasında kaybetmişti. Onun zamanında bana olduğu gibi ben de ona destek olmuş, kardeşimi yalnız bırakmamıştım. Bugün ölüm yıl dönümleriydi. Yine cuma günündeydik. Yazlık ev artık benim kendi evim olmuştu. Başka bir ev hatta avlu, malikane veya villa alma imkanım vardı. Lakin bu evde çok anım vardı ve bana yetiyordu. Yalnız yaşadığım için fazlalığa gerek yoktu. Salondaki koltukta oturuyor, soyduğum portakalı yiyordum. Her dilimden sonra doldurduğum votka bardağını kafama dikiyordum. Ben kafamın güzel olmasını isterken Ares etrafımda dolanıyor oyun oynamak istiyordu. Evde yalnızken canım çok sıkıldığından bir arkadaş istemiştim. Border Collie cinsli bir köpek sahipleneli 6 yıl oluyordu. Portakal en sevdiğim meyve olmuştu. Çünkü annemin bana yedirdiği son şeydi. Matematik en sevdiğim ders haline gelmişti. Çünkü kardeşime anlattığım son dersti. Günde üç kere içmesem bile sigarada hayatımın kesitlerinde yer alıyordu. Genelde ya çok öfkeliyken ya da konuşamayacağım kadar mutsuzken içerdim. Formumu ve sağlığımı korumak zorundaydım. Ares'in yemesi için yemek kabına mama ve su koydum. Kuyruğunu sallayarak yemeğini yiyordu. Çok masumdu. Hayatın sadece oyundan ibaret olduğunu düşünürdü. Haklıydı da ama biz onunla değil hayat bizimle oyun oynuyordu. Ben meyve yiyip votka içerken kapı çalmış Yarkın gelmişti. Bugün ailemin ölüm yıl dönümü olduğunu biliyordu. Her yıl belki aptalca bir bir yaparım ya da çok içip kafayı bozarım diye yanımda duruyordu. Hemen sarhoş olmazdım, votka bile beni hemen sarhoş yapmazdı. İçtiğim dördüncü bardaktı ve yine de iyi hissediyordum. Konuşmalarımız nereden ve nasıl ilerledi bilmiyordum ama aniden Alev'e açılmıştı. Onu evime çağırdığımı yanlışlıkla da olsa söylemiştim. Dahası sarhoş olmasam bile ne zaman söylediğimi unutmuştum. "O kadını evine mi davet ettin?!" Salonun ortasında ayakta duruyordu. Anlam veremez bir şekilde başına vuruyor, bana bağırıyordu. "Dışarıda kalmasına izin veremezdim." dedim. Bunu dememle Ares havlamaya başladı. Koltuğa yanıma çıktığında onu okşamaya başladım. Bu bir nevi benim için stres gidericiydi. Yağmur yağacak kadar soğuktu hava ve gidecek bir yeri yoktu. Kardeşine olacaklardan korktuğu için onu anlayabiliyordum. "O kadın bir katil Mirel! Ona güvenemezsin." bile isteye ve psikopat biri gibi öldürmemişti o adamı. Yarkın bunu bir türlü anlamıyordu. O kadına güveniyor muydum emin değildim. Şu ana kadar hiç gerçek bir yalanını yakalamamıştım. Bana gerçekten de yalan söylemiyordu. Alev bana güveniyordu ve benim de ona güvenmemi istiyordu. "Ben de bir katilim ve sen bana güveniyorsun Yarkın." dediğimde koyu ela gözleriyle bana baktı. Gözlerimi ondan kaçırdım. Başını bacağımın üstüne yaslayan Ares'e bakıyor başını geriye doğru okşuyordum. Ailem benim yüzümden ölmüştü, ben katil olmuştum. Bunu dolaylı yoldan yapmamıştım ama hangi yol olduğu umrumda değildi. Benim yüzümden öldükleri için katil bendim. Aksini iddia edemiyordum. "Böyle mi yaşayacaksın? Kendinden nefret ederek mi? Ailene olanlar senin suçun değil, anla bunu artık! Bunun üstünden on iki yıl geçti ama sen kendine işkence etmeye devam ediyorsun. O yüzden gitmedin değil mi bara? Normalde 2-3 haftada bir gideriz ama o kadın katil olduğundan beri gitmiyorsun." "Nefsi müdafaa." dedim onu susturarak. "Ne?" "Onun öldürdüğü kişi bir sapıktı. Kendini ve arkadaşını korumak istedi. Sen de oradaydın, olan biteni gözlerinle gördün." Yarkın, Alev'in kötü olduğunu düşünüyordu ama ben onun kişiliğini görmüştüm. Evime geldiğinde bana kendi evindeki yangının çıkmasına sebep olan her şeyi anlatmıştı. O suçlu değildi. Hayat onu buna zorlamıştı. Keyfi istediği için değil güzel ve güvenli bir hayat yaşamak istediği için suikastçı olmuştu. Onun adaleti getirmek için yaptığı bu mücadele beni gerçekten etkilemişti. Bazı insanlar yaşamayı haketmiyordu. Alev kendi yaşamına ve sevdiklerinin yaşamına huzur getirmeye çalışıyordu. Kadınların acı çekmesini istemiyor, sadece onlara zarar veren erkeklere hadlerini bildirmek istiyordu. Bunda yanlış bir şey göremiyordum. Ama polisler benim gibi düşünmezdi. Olayların sebebine değil direkt sonucuna bakarlardı. Sonucunda adamlar öldüğü için Alev her türlü yargılanırdı. Onu ispiyonlamayacak aksine siper olacaktım. Onun sağlamak istediği adalete karşı gelmez, boyun eğerdim. Çünkü haklıydı, Körüklü denilen bu adada adalet yoktu. Hakim ve savcılar rüşvet alıyordu. Suçluyu bile serbest bırakıyorlardı. Bir kadın cinayetinden yargılanan bir adam yalnız 1 yıl yatmıştı. Bu şekilde düşününce Alev'i daha net anlıyor, düşüncesini savunuyordum. O öldürmek değil göz korkutmaya çalışıyordu. Öldürdüğü tek kişi o sapıktı ve bunu da arkadaşı için yapmıştı. Oldukça cesur, çevik ve zeki bir kadındı. "Onu savunduğunu söyleme sakın. Biz oradaydık, buna engel olduk. Gözüme baka baka bıçağı sapladı herife. Üstüne üstlük Celil komsere de yalan söyledin. Cinayeti üstüne aldın. Eğer gerçek açığa çıkarsa işinden olursun. O kadından uzak dur Mirel. Çünkü o kadın senin sonun olacak." Çeyreğine kadar doldurduğum votkayı dudaklarıma götürüp tek dikişte içtim. "İyi bir son olur." dedim. Bunu neden dediğimi bilmiyordum ama Yarkın çoktan başka bir konuya bağlamıştı bile. "Kafan güzelleşmeye başlamış bile. O kadına karşı bir şeyler hissetmiyorsun değil mi Mirel? Çağla'dan sonra bir daha ilişki yapmayacağını söylemiştin." Neden hatırlatıyordu ki şimdi bunu? Bakışımı başka yöne umursamadan çevirdim. Önüme eğilerek yere doğru baktım. Gözlerim sağ kolumdaki dövmenin üzerine gitti. O yangından sonra kalıcı bir iz kalmıştı kolumda. Ben de o izi bir sanata çevirmek istemiştim. Geçmişin üzerimde bıraktığı karanlık izi dönüştürmüştüm. Çağla benim eski ve ilk sevgilimdi. Bir buçuk yıldır beraberken onu bir başkasıyla öpüşürken yakalamış, yakaladığım gibi hayatımdan çıkarmıştım. Ona güvenmiştim, beni sevdiğine inanmıştım. O ise benim duygularımı hiçe saymış, aldatmıştı. İnsanlara olan güvenim hemen biterdi, tek bir yanlışlarına bakardı. Çağla da o yanlışı yapmıştı. "Alev iyi biri." dedim Yarkın'a. "Onu tanıdım. İstediği tek şey kardeşinin yaşaması. Bu duyguyu biliyorum. Ben de onun yerinde olsam istemediğim ama zorunlu olduğum şeyler yapardım. Lakin artık bunun için çok geç..." Votkayı bu sefer bardağa doldurmadan şişeyi aldım ve içmeye başladım. Şişeden içerken Yarkın yanıma gelip elimdeki şişeyi alıp masaya koydu. Votkanın boğazımda bıraktığı yakıcı hisle baş başa kalmıştım. "Kes şunu. Kafanı daha çok güzelleştirme. İçerek benden acını saklayamazsın. Ayık kafalı bir adamla konuşmak istiyorum." dediğinde yüzümü buruşturdum ve sadece onun gözlerine baktım. "Kardeşinin iyileşmesi için ilaç parasını bulmasına yardımcı olacağım." dedim kendimden emin bir şekilde. Bıkkınlıkla oflayarak dışarıya nefesini verdi. "Bunu asla kabul etmez." dedi. "Benim yaptığımı bilmeyecek." "Eline para geçse bunu sorgulamayacak mı?" "İbanına atacağım." "İbanını nasıl öğreneceksin?" Dudağım yana doğru kıvrıldı. O işi çoktan halletmiştim. "Ceyda'nın odasına çıktığında telefonunu aşağıda koltuğun üstünde unutmuştu. Bana anlattıklarından sonra yardım etmek istedim. Genelde kadınlar kartlarını telefon kılıflarında saklıyorlar. Yani gördüklerimin çoğunda öyleydi. İban numarasını kaydettim. Elime geçen her kuruşu ona göndereceğim." Özel hayata saygım vardı ama bunu Alev için yapacaktım. Kardeş acısının ne olduğunu çok iyi biliyordum. O yüzden ona yardım edecektim. "Çok mu iyisin yoksa çok mu enayisin anlamadım doğrusu." dediğinde omuz silktim ve ağzıma bir portakal daha attım. Portakalın tadı votkayla birleşince berbat olmuştu ama yemeye devam ettim. "Anlaman gerekmiyor. Sadece bunu kimseye söylemeyeceğine ve bana yardımcı olacağına söz vermeni istiyorum." "Bunu onu düşündüğün için mi yapıyorsun?" diye sordu. Kısmen evet. Kardeşini kaybettiğinde yıkılacak. Adaleti sağlamak için yangın çıkartan Küller Güzeli, sevdiğini kaybederse yangın çıkartarak hayattan intikam alacak. Gözü dönünce her şeyi yapabilecek biri gibi duruyordu, yapardı da. "Kardeşini kaybetmekten korkuyor. Denge noktası ve kırmızı çizgisi o. Kim olsa aynısını yapardım. O bir yangında mahsur kalmış ve ben o yangını söndüreceğim. Söndüremezsem de körükle gideceğim." dedim. Ben kendime bir söz vermiştim. Yardım ettiğim hiç kimse ölmeyecek, ateşe mağlup olmayacaktı. "Tanımadığın biri için ölmek mi istiyorsun?" Onu şu kısacık zamanda bile kendisinden çok tanımıştım. Benim uğruna ölmem için o kişinin tanıdık olmasına gerek yoktu. Bir itfaiyeciydim. Benim için halkın canı kendi canımdan önce gelirdi. "Bizim görevimiz zaten bu değil mi? Tanımadığımız insanlar için canımızı ortaya koyuyoruz. Alev onlardan farklı değil. Tek farkı yanacağını bile bile kendisini ateşe vermesi." Bir şey demedi. Tepkisiz bir şekilde bana baktı. "Korkmuyor musun?" diye sordu. "Ne için?" "Kaybedebileceklerin için Mirel." "Bilmiyorum. Senden başka kaybedebilecek neyim kaldı ki Yarkın?" dedim. Bardağa tekrardan içki doldurduğumda beni durdurmadı. Şişeyi bitirmiştim, bardağın içindeki iki yudum votkayıda kafama diktim. Uykum gelmeye başlamıştı. Yarkın ayakta durup oradan oraya gitmeye devam ediyordu. "Buraya kolay gelmedin. Şube müdürüsün sen, ayrıca itfaiyecilerin amirisin. Eğer başına bir şey gelirse bütün emniyet peşine düşer. Alev'i bir şekilde bulur ve idam ederler. Ya da yasa dışı bir şey yaparsan seni kovarlar ve hapse girersin. Bu da diğer itfaiyecilerin hoşuna gitmez. Güvenleri kırılır. Beni de sorguya alırlar. Beni bilirsin, senin için gözümü kırpmadan canımı veririm. O yüzden sonunda ölüm olsa bile seni o kadına tercih ederim. Onu ifşalamam gerekiyorsa bunu bir kez bile düşünmeden yaparım. Bana bunun sözünü verdiremezsin. Çünkü onun tek bir yanlışı ya sana zarar verecek ya da senin hayatına mâl olacak." Oflayarak iyice koltuğa yasladım. Başımı koltuğun gerisine doğru attım. "Ne zor bir iş tercih etmişim. Ne tarafa dönersem döneyim okun ucu bana batıyor." Yarkın yanıma gelip koltuğa oturdu. Başımı eğerek ona baktım. "Alev'e yardım etmen iyi bir şey ama ip üstünde yürüyorsun. Dengeni kaybetmeden yürüyebilmen için hem ona hem de kendine güvenmen gerek. Bunlar olurken seni asla bırakmayacağım, her daim arkanda olacağım. O ipte yürürken bile ya seninle düşeceğim ya da seninle devam edeceğim. Ne diyorlar, dostun dostumdur hasmın hasmım! Bunun garantisini de sözünü de veririm." Minnetle buruk bir tebessüm ettim. "Sağ ol. En kötü zamanlarımda bile bu sadıklığın için sağ ol kardeşim." "Sen de sağ ol. Çünkü eğer sağ olmaz ve ölürsen benim de ölüm fermanımı imzalamış olursun kardeşim." ... Evet yine uzun bir bölümle karşınızdayım. Normalde Agir'in anlatımı başka bölümdeydi ama çok kısa kaldığı için birleştirmek istedim. Umarım bölümü sevmişsinizdir. Sorular; 1. Sizce Agir ailesine olanlarda kendisini suçlamakta haklı mı? 2. Yarkın karakterini nasıl buldunuz? 3. Atlas ve Duru ilişkisi hakkında düşünceleriniz neler? 4. Bora ve Miray ilişkisi sizce nasıl olacak veya olacak mı? 5.. Alev'in rüyasının anlamı ne olabilir? Yeni bölümde görüşmek üzere ♡♡♡ |
0% |