Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm Kalp Kırıklığı Ve Hayal Kırıklığı

@darklightssx

(Yorum yazmayı ve oylama yapmayı unutmayın... iyi okumalar ♡♡♡)


Şarkılar;


All Too Well- Taylor Swift


Stay- Rihanna


This I Love- Guns N' Roses


(Yer-mekan isimleri ve olaylar hayal ürünüdür. Gerçeklikle bir alakası yoktur. Kısacası tamamen sallamadır.)


'Okyanus ve gökyüzü gibiydik. Bakışmak serbestti ama yaklaşmak asla.'


Alev'in Anlatımıyla


Sevdiklerimle aramı düzelttiğim için içim rahattı. Her ne kadar iftira atsam bile Miray'la da aram düzelmişti. Artık hiçbir şeyin bunu bozmasını istemiyordum. Sabah erken bir saatte kalkmış, banyo yapmıştım. Saçlarımı ıslakken elimle şekillendirdim ve başıma havlu geçirerek kuruttum. Annem, Eslem ve Mahlas hâlâ uyuyordu. Mahlas bugün izinliydi. Sırf tekrardan kavga etmemek için birkaç hafta hiç izin kullanmamıştı.


Mutfağa geçtim. Kulağıma kulaklığımı koyup rastgele bir şarkı açtım ve aileme kahvaltı hazırlamaya başladım. Önce çaydanlığa su koydum ve ocağın altını açarak kaynamasını beklerken domatesle salatalık doğradım. Onları bir tabağa koydum sonrada köy peyniri çıkarttım. Ben masayı donatırken çaydanlıktaki su kaynamaya başlamıştı. Küçük çaydanlığa beş yemek kaşığı çay koydum ve yıkadıktan sonra kaynar suyu küçük çaydanlığa boşalttım. Büyük olanın yarısından fazla bir kısmına tekrar su koyarak ocağa koydum. Demlenmesi uzun sürmeyecekti.


Bir süredir sucuklu yumurta yemediğim için dolaptan sucuk çıkardım. Çıkartırken yumurtaların alt rafında bal ve çilek reçeli kavanozu gördüm. Mahlas çilek reçeline bayılırdı. Onları beyaz bir reçel kabına koydum. Sucukları doğradım ama yumurtaları kırmadım. Evde ekmek bittiği için dışarı çıkıp iki tane daha yeni fırından çıkmış sıcacık somun ekmek aldım. Hava çok güzeldi, bu havada şimdi olduğu gibi kulaklığımı takıp bütün gün yürürdüm.


Eve geldiğimde onları hâlâ uykuda bulacağımı düşünmemiştim. Saate baktım, 11 olmuştu bile. Ekmekleri dilimledim ve ekmek sepetine koyarak masaya yerleştirdim. Kaynayan çaydanlığı küçük ocağa koyup kısık ateşte tuttum. Teflon tavayı da çaydanlığın eski yerine koyup ısınmasını bekledim. Üstüne tereyağı koydum, koyar koymaz erimişti. Dilimlediğim sucukları tavanın her bir yerine yerleştirdim. Piştikten sonra kırdığım dört yumurtayı bir çay kaşığı tuz döküp karıştırarak tavaya sucukların arasında boşalttım. Yumurta piştiğinde tavadan çıkartmak yerine masaya bir tahta koydum. Tahtanın üstüne de tavayı.


Her şey hazırdı. Kulaklığımı çıkardım ve müziği kapattım. Yaklaşık 25-30 tane şarkı çalmıştı. Odaya gidip annemin yanağından öperek onu uyandırdım. Uyku sersemliğiyle bana dönüp tebessüm etti ve beni kendisine yaklaştırarak o da yanağımdan öptü.


"Mükemmel bir kahvaltı sizi bekliyor." dedim gülümseyerek.


"Ellerine sağlık güzelim." dedi. Esneyerek ve doğrularak ayağa kalkarken Mahlas'ın yanına doğru gittim.


Mahlas'ın tiki yoktu maalesef. Onu sinir bozucu bir şekilde uyandıramayacaktım. Tam yanına yaklaşmıştım ki "Uyanığım merak etme. Kimse kahvaltıyı senin kadar gürültülü hazırlamıyor. Tabaklara işkence çektiriyorsun." dediğinde kaşlarımı çattım.


"Bok ye Mahlas." diyerek ayağa kalkıp Eslem'i kucağıma aldım.


Onun için biberona koyduğum bir miktar ılık sütü borular yardımıyla ona içirdim. Yanaklarından öpüp onu yatağa geri koyacakken "A-Abla." dedi hiç beklemediğim bir anda. Gözlerim bu kelimesinden sonra yine dolmaya başladı.


"Ablan ham yapar seni!" dedim gülüp yanaklarından kokusunu çekercesine öperken.


Ranzanın üstünde başını bize çevirip bakan Mahlas uyku sersemi sesiyle, "Tehdit mi ettin sen bebeği? Hadi anne dese neyse de niye abla diyor?" diye sordu çatık kaşlarla.


Gülümsedim. "Bilmem. Belki ben de anne olmuşumdur ona."


Kendimi onun için defalarca kez tehlikeye attım.


Onun için Tarık'ı öldürmeye kalktım.


İlaç parası bulmak için örgüte girdim.


Her defasında kulağına "Her şey senin için çok güzel olacak. Abla sözü!" dedim.


Onu korudum, geceleri masallar anlattım. Ninniler söyledim.


Bunların karşılığında da Eslem'in önce bana hitap edeceği ismi söylemesi bence mantıklıydı. Şahsen benim de benim gibi bir ablam olsa önce onun ismini söylerdim.


Uzun bir süre sonra güzel ve bol gülüşmeli bir kahvaltı yapmıştık. Mahlas'ın bazı hareketlerinden bir kadından hoşlandığını hissetmiştim. Hastane büyük bir yerdi. Mahlas da maalesef yakışıklı ve karizmatikti. Hangi kadının onun kalbini çaldığını merak etmiştim.


Başlarda çok rezil bir düşünce benimsemiş, Mahlas'ın Miray'dan hoşlandığını sanmıştım. Bana göre Miray çok âşık olunası bir tipti. Ama Mahlas onu benim gibi seviyordu, kardeşi gibi. Miray'la 16 yıldır arkadaştık, artık o da ailenin bir parçası olmuştu haliyle.


Telefonumun çalmasıyla ayağa kalktım. Normalde kapatmak isterdim ama itfaiyeci arıyordu. Ve onun aramasına alışık değildim. Ayağa kalkıp banyoya doğru ilerledim ve içeri girince arkamdan kapıyı kilitledim.


Telefonu açıp kulağıma yasladım.


"Efendim itfaiyeci?" dedim keyifli bir şekilde.


"Nasılsın Küller Güzeli?" Bu lakabı sevmeye başlamıştım. Konuşmaya güzel başlamıştı. Hadi hayırlısı.


"İyiyim iyisine de bir şey mi oldu? Bir şey mi soracaksın?" Beni aradıysa eğer, ya bir sorun vardır ya da sorun çıkmak üzeredir. Sonuçta onun kara listesinin başında geliyordum.


"Önemli değil, zaten sorumun cevabını aldım." Önce anlam veremedim. Neyin cevabını almıştı? Bunu düşünürken beynime daha yeni jeton düşmüş gibi yüzümde saçma sapan bir tebessüm oluştu. Nasıl olduğumu sormuştu. Merak ettiği bu muydu? Benim iyi olup olmamam mı? Nereden çıkmıştı şimdi bu?


"Neden bir anda sormak istedin?" diye sordum. Sesim heyecanlı çıkıyordu ama bunu belli etmemeye çalışıyordum.


"Eğer kötü olsaydın veya aksi bir cevap verseydin kardeşini bulamadığını düşünürdüm. Ama iyi ve neşeli gibisin. Demek ki her şey iyi gitmiş. Senin adına sevindim." Yüzümdeki saçma gülümseme bir anda buruk bir tebessüme dönüştü. Benim değil Eslem'in nasıl olduğunu merak etmişti. Bana bunu özellikle sormamıştı ama asıl sormak istediği buydu.


Durumunu merak etmesi beni daha çok sevindirmeliyken neden kötü hissettirmişti? Sonuçta kardeşim için endişelenmişti ve bu çok düşünceli bir davranıştı. Lakin bir yanım bu duruma somurtmuş gibiydi.


"Evet, onu buldum. Teşekkür ederim." dedim. Sesim az öncekine göre daha kısık çıkmıştı. Bunu düzeltmek için öksürerek boğazımı temizleyip kuruyan dudağımı dilimle ıslattım. Hadi ama daha önce hiç üzüldüğümü belli etmezken şu an telefonla konuştuğum birine bunu hissettirmek üzereydim.


"Sadece kardeşinin durumunu öğrenmek için nasıl olduğunu sormadım. Aklıma geldin, arayayım dedim." Buruk tebessümüm yüreğimde meydana gelen bir parıldama yüzünden yine kıvrılırken terlemeye başladığımı farkettim. Sol elim saçlarımın üzerindeydi ve ben elimi ne zaman saçlarıma koyduğumu farketmemiştim bile. Elimi çektim ve derin bir nefes aldım.


Beni mi düşünüyordu? Tuhaf bir şekilde içimde bir heyecan birikintisi vardı. Hem neden beni düşündüğünü merak ediyor hem de bunu düşünürken heyecanlanıyordum.


Neden heyecanlanmıştım?


"Teşekkür ederim. Sen olmasaydın inancımı yitirirdim ve kendimde onu bulma gücü bulamazdım." dedim. Sanırım onunla ilk kez bu kadar samimi konuşuyordum. Lakin anlam veremediğim çok şey vardı. Neden böyle demiştim ki? Eslem benim kardeşimdi ve ben Tarık'a olan intikam ateşimden onu her türlü bulurdum. Agir bana yardım etmişti ama bir etki yapmamıştı. İtfaiyeciyle konuşurken sanki zihnim beni terk ediyordu. Yanında yalan bile söyleyemiyordum. Beni manipüle ediyordu.


"Önemli değil. İtfaiyecilik vazifemi yerine getirdim. Bu arada seni aramamın bir nedeni daha vardı." Kaşlarımı merakla çattım.


"Nedir o?" diye sordum.


"Hatırlıyor musun bilmiyorum ama Yumak hâlâ burada." dediğinde bir süre ne demeye çalıştığını düşündüm sonra da ansızın güldüm. Yumak adında tavşanı bana vermişti öyle değil mi? Ona pansiyonda bakamayacağımı söylemiştim ama aslında bakabilirdim. Ayrıca bana iyi gelebilirdi.


"Tamam birkaç saat sonra sendeyim o zaman. Minik Kül'ümü almaya gelirim." Telefonun ardından gülüşünü duydum.


"Adını Kül mü koydun? Hiç şaşırtıcı değil." Sesi eğleniyormuş gibi geliyordu. "Ben az sonra çıkacağım. Gitmem gereken bir itfaiye istasyonu var." Zihnim bambaşka şeyler söylüyordu. Belki de beni görmek istiyordu ve bunun için hemen orada olmamı istiyordu. Ama anlamadığım bir şey vardı...


Beni neden görmek istiyor?


"O zaman 10 dakikaya çıkıyorum." Tebessüm ettiğini hissettim. Ama gerçek olması ne kadar mümkün olabilirdi ki? Yanaklarında çıkan gamzeleri hayal ettim. Onu odasında yarı çıplak gördüğümü hayal ederken başımı bu düşüncelerden uzak tutmak için yana doğru salladım. Elimi alnıma koydum ve banyonun kapısına yaslandım. Ne oluyordu bana? Normalde asla böyle şeyler düşünmezdim.


Allah'ım sen affet!


"Tamam."


"Ne?"


"Ne, ne?"


"Yok bir şey. Eee görüşürüz!" dedim ve telefonu hızla kapattım.


Allah'ım sen affet diye düşünürken ansızın 'tamam' deyince beynim eror vermişti. Beynim sulanıyordu, ne oluyordu anlamıyordum ama ben kafayı sıyırmaya başlamıştım.


Oflayarak yüzümü yıkamak için aynanın karşısına geçmiştim ki yüzümü görmemle şaşkınlığım artmıştı. Fazla kırmızıydım. Ellerimi yanaklarıma ve alnıma koydum. Hava soğuktu ama ben yanıyordum. Ateşim mi vardı? Hasta mıydım? Değildim. Başımı önüme eğdim. Kalbim son sürat hızla koşan bir sporcunun kalbi kadar hızlı atıyordu. Terlemiştim, sakinleşmek için nefes aldım ve avucuma doldurduğum suyu yüzüme vurdum. Bunu birkaç kez tekrarladım.


Yüzümü kurulayıp banyodan çıktığımda mutfakta anlamadığım bir konu hakkında konuşan annem ve ağabeyime bakarak az önce olanları unutmaya çalışıp gülümsedim.


"Tavşan ister misiniz?" Aniden bunu sormamla aynı anda bana döndüler.


"Ne tavşanı?" diye sordu Mahlas ilk tepkiyi vererek.


Elimi büyüklüğünü anlatacak şekilde hareketlere soktum. "Yavru, sevimli, kül renginde bir tavşan." aynı sorgulayıcı bakışlarla bana bakmaya devam ettiler.


Annem, "Nereden çıktı şimdi bu tavşan kızım?" diye sordu.


"Bir arkadaşım bana vermek istedi. Gerçekten çok tatlı, adını Kül koydum. Eslem'e de arkadaş olur. Onunla birlikte büyür." Sesimdeki heyecanı ikiside görebiliyordu. Hayır dermiş gibi bakarlarken cevap vermelerine bile izin vermeden konuşmaya devam ettim.


"Anne lütfen! Hem yeni bir eve geçmemize de az kaldı. Yakında buradan çıkacağız."


Mahlas kaşlarını sorgulayarak ve merak içinde yukarı kaldırdı. "O nasıl olacak?"


"Hesabımda yeterli para oluyor. Sadece 1-2 ay sonra bir dairede yaşayacağız." Yüzlerinde tebessüm meydana gelirken Mahlas başını salladı.


"Sen ayarlarsın uygun bir yer. Benim de hesabımda güzel bir miktar var. Ev için veririm sana." Bana destek olmasına bayılıyordum. Canım ağabeyim benim!


"Tavşan getirebilir miyim?" diye sordum tekrardan. Annem benim isteğimi görünce en son vazgeçip başını onaylayarak salladı. "Tamam olur, getirebilirsin." Heyecandan çocuk gibi zıplamamak için annemin yanına gidip yanaklarından öptüm. Uzun zaman sonra böyle enerjik olmak bana iyi gelmişti. Hep üzül üzül nereye kadar. Artık gülmek istiyordum.


🔥🔥🔥


Bordo bir kazak ve lacivert bol pantolon giyinmiş, saçlarımı açık bırakarak yaklaşık yedi dakikada hazırlanmıştım. Yine her zamanki siyah topuklu botlarımı ve siyah deri ceketimi giyinerek dışarı çıktım. Kulaklığımı takıp itfaiyecinin evinin yolunu tuttum.


Aslında gerçekten komikti. Agir'le birbirimizin yüzüne bakamayacak kadar farklı kişilerdik.


Hayat kurtaran ve yangın söndüren itfaiyeci ile hayatları tehlikeye atan ve yangın çıkartan suikastçı...


Bu farklılığımız gerçekten trajikomik ve sinir bozucuydu. Şahsen biri bana söylese gülerdim. Agir'le ben, okyanus ve gökyüzü gibiydik. Bakışmak serbestti ama yaklaşmak asla. O yüzden yakınında durmam hem benim hem de onun için tehlikeliydi.


Evinin önüne geldiğimde tam zili çalacağım esnada çok yakınlardan gelen bir köpek sesi duyunca irkildim. Arkama dönüp baktım ama köpek falan yoktu.


Birkaç saniye sonra tekrar bir köpeğin sesini duyduğumda itfaiyecinin bahçesinden geldiğini farkettim. Evin etrafını dolaşarak bahçeye ilerledim. Oradan oraya koşuşturan siyah ve beyaz renkli köpeği görmemle tebessüm ettim. Cinsini bilmiyordum ama hem beyaz hem de siyah tüyleri uzundu. Çok tatlı ve baya enerjik bir köpekti.


Havadan yere bir top düşmüştü ve koşarak alıp geri dönmüştü. Biraz daha yaklaştığımda itfaiyecinin dibine gittiğini ve topu onun eline verdiğini gördüm. Onun köpeği de mi vardı? Geçen geldiğim zaman görmemiştim. Hayvanlara olan düşkünlüğü gerçekten çok hoştu. Yalnız yaşıyordu ama yalnız kalmıyordu.


İtfaiyeci gülerek köpeğini okşadı ve alnından öperek topu ona gösterdi. Köpeği heyecanla topu atmasını beklerken kuyruğunu sallıyordu. Agir onun bu heyecanını görünce yüzünde daha büyük bir gülümseme oluyordu. Topu tekrardan uzak bir yere attı. Köpeği aynı enerjiyle o topu almak için itfaiyecinin attığı yere doğru tazı gibi koşmuştu. İtfaiyecinin keyfi çok yerinde gözüküyordu.


Köpeği topu alıp ona doğru koşarken frenleri patlamış olacak ki itfaiyecinin üstüne atlamıştı. Agir çok yorulmuş gözüksede köpeği çok enerjik ve saatlerce oynayabilecek seviyedeydi. Köpeğinin onun üstüne atlamasıyla dengesini kaybedip kahkaha atmış ve yemyeşil çimenlere uzanmıştı. Köpeği etrafında zıplaya zıplaya dolanırken o yorulmuş bir şekilde sol kolunu yüzüne koydu. Beyaz tişört giyindiği için ne kadar terlemiş olduğunu görebiliyordum. Köpeği bu seferde gözlerinin üstüne koyduğu sol kolunu yalamaya başladığında yine kahkahasını duydum.


Ona bakarken yüzümde hayranlık dolu bir gülümseme vardı. Hayvanlarla iç içeydi, kendi serası vardı ve bahçivanlık yapıyordu, şube müdürü ve itfaiye amiriydi. Bütün bu işleri nasıl idare ediyordu? Halinden çok memnun duruyordu. Gerçi ben de onun yerinde olsam ben de halimden oldukça mutlu olurdum. Bir insanı mutlu edebilecek her şeye sahipti. Üzgün olan birisi buraya birkaç dakikalığına gelse keyfi hemen yerine gelirdi.


Bulunduğum yerden biraz daha ilerledim. Bahçenin giriş kapısına yöneldim ve kapıyı açıp içeri girdim. Onlara doğru tebessüm ederek yaklaşırken Agir'in kolunu yalayan köpek benim kokumu almış gibi döndüğünde de bu tebessüm yüzümdeydi. Ta ki bir anda üstüme doğru koşana kadar...


Köpek üstüme doğru koşarken kalbim ağzımdan fırlamış gibiydi. Çığlık atarak onun çaprazından koşmaya başladığımda kulak çınlatıcı sesiyle havladı ve beni kovalamaya başladı.


İtfaiyeci benim çığlığımdan irkilmiş gibi başını kaldırıp bana baktığında direkt kahkahayı basmış, gülmeye başlamıştı. Cidden beni bu şekilde görür görmez nasıl gülebilirdi?


Lanet adam! Bunda gülünecek ne var?!


Köpekten hem kaçıyor hem de çığlık çığlığa bağırıyordum. Köpek de hem beni kovalıyor hem de havlıyordu. İtfaiyeci ise eğlenerek bizi izliyor, yardım etme zahmetine bile girmiyordu.


"Durdur şu köpeği!" diye bağırıp çığlık atarken yüksek sesli bir kahkaha daha attı. Gülmesi iyiydi ama şu an değildi. Şu an gülmemesi gerekiyordu! Sinirle ve korkuyla ona baktığımı görünce gülüşünü durdurdu ve uzanırken oturma pozisyonuna geçti.


"Sen durana kadar durmaz!" diye bağırdığında daha çok çığlık attım. Asla durmaya niyetim yoktu!


Köpek tam dibime geldiğinde hem ona hem de önüme bakarken sinirden gülmeye başladım. Ben gülünce Agir daha çok güldü. Elini yüzüne koyuyor gülmesini engellemeye çalışıyordu. Tam gülmeyi kesmişti ki köpek havlayınca çığlık atmamla yine güldü. Çok sinir bozucu!


Gülmekten yorulunca bana doğru seslenerek, "Durmazsan durmaz! Onunla oyun oynadığını zannediyor." diye bağırdığında tekrardan arkama döndüm. Köpeğin dili dışarıdaydı ve salyaları akıyordu.


Yok valla. Bu köpek oyun oynamıyordu. Beni öldürmek hatta yemek istiyordu!


"Can güvenliğim yok!" dedim köpekten kaçıp bağırmaya devam ederken. Bahçe o kadar büyüktü ki saklanacak alan bulamamıştım. Ağaçların arasına girdim. Bu adrenalinle az sonra kanatlanacaktım. Ben nereye gitsem önüme geçiyordu bu köpek.


"Sadece oynamak istiyor, sakin ol!" diyen itfaiyeciye döndüğümde nihayet ayağa kalkma zahmetine girdiğini gördüm.


Hiç zahmet etmeseydin paşam!


Agir köpeğini durdurmak için peşinden koşup onu yanına çağırıyordu ama nafile. Bu lanet şeker topu beni yiyecekti!


Ağaçlar arasında zikzak dolaşıp koşarken nefes almak için yavaşladım. Ama hemen yanımda olduğunu görünce ters yöne koştum ve onu şaşırttım. Onu şaşırtmamla yüksek sesle havladığında güldüm sonra da çığlık attım. Kafayı yiyecektim! Şimdi de nefessizlikten ölecektim!


"Beni yiyecekmiş gibi bakıyor!" Agir gülmekten kıpkırmızı kalmıştı. Durdu ve dizlerine çömelerek koşmadan gülmeye devam etti. O kadar içten gülüyordu ki bu beni daha da sinir etmişti. Komik değildi! Ben burada canımı dişime takmış köpekten kaçıyordum, o ise bana gülüyordu.


"Bu köpek seni nasıl yiyebilir?" diye sordu alayla. Arkama dönüp bakmamla bana havladığında çığlık atarak, "Hapur hupur!" diye bağırdım.


Nefes nefese kalmış ve yorulmuştum. Şimdi düşüp bayılacaktım. İtfaiyeciye doğru koşup onu kendime siper yapacaktım ki köpek daha çok havlamaya başladı. Hem gülüyor hem bağırıyordum. İtfaiyeciye yetişip arkasına tam geçeceğim sırada sırtımda hissettiğim 1 tonluk ağırlıkla yere düşmek üzereyken itfaiyeci gülerek beni tuttu.


Tek sorun beni sadece sert düşmeyeyim diye tutmasıydı. Beni tutunca domino taşı gibi ben de onu devirmiştim.


İkimiz de yere sırt üstü düşmüş acıyla hem inliyor hem de nefes nefese kalmış bir şekilde gülüyorduk. Başımı sert çarpmayayım diye sol kolunu hemen ensemin altına koymuştu. Yere düştükten sonra da usulca çekmişti. Bu hareketi gerçekten hoştu.


Oturma pozisyonuna geçmek için doğrulacakken köpeğini tam kafamın üstünde görünce bağıracaktım ki köpek yanağımı yalamaya başladı. Bu çok iğrençti! Yüzümün sol tarafı köpek salyası oluyordu. Ben demiştim işte, bu köpeğin niyeti beni yemekti!


"Sevdi seni." dedi itfaiyeci. Gözüme salya girmesin diye kapatmıştım, o yüzden ona göz deviremiyordum.


"Sevgisini çok iyi gösteriyor!" gülüşünü duymamla ben de güldüm. Resmen alay konusu olmuştum. Köpeği beni dondurma sanmıştı sanırım. Tadını çıkara çıkara yalıyordu. Yumuşak dili beni gıdıklıyordu.


"Ares gel oğlum, bu kadar eğlence yeter. Gelir gelmez yordun misafirimizi." dediğinde adının Ares olduğunu öğrendiğim köpeği yüzümü salyasıyla yıkamayı bırakıp sahibine doğru patiledi. Yüzüm yapış yapış olmuştu. Kazağıma silmek de istemiyordum. Ne güzel bir karşılamaydı böyle. Resmen Azrail'e selam vermiştim.


"Bir bez alabilir miyim lütfen? Yoksa bundan sonra hayatıma kör bir şekilde devam edeceğim." deyip elimi itfaiyecinin sesinin geldiği yere uzattım.


Kısa bir süre sonra elimin üstüne bez parçası geldiğinde yüzümü silmeye başladım. İğrenç bir şeydi. Gözlerimi açmamla Ares'i tekrar önümde görünce kalbim yine tek attı. Yakından daha büyük ve daha şirindi.


Biraz doğrularak dizlerimin üstüne oturdum. Ares sevilmek istiyormuş gibi başını bana doğru yaklaştırınca başını okşamaya başladım. Köpek mırıldanmasıyla kısık sesler çıkarıyordu. Tüyleri o kadar yumuşaktı ki bakımı her gün yapılıyor gibiydi.


"Cinsi ne?" diye sordum okşamaya devam ederek.


"Border Collie." dediğinde tebessüm ettim.


"Merhaba Ares. Ne tatlı bir şeysin sen." dememle elimi yalamaya başladı. Gülerek boynundan aşağıya doğru olan beyaz tüylerini okşuyordum. Dili dışarıdaydı ve kuyruğunu sallıyordu. "Bir daha o şekilde kovalama beni tamam mı?" dedim. Bakışlarımı itfaiyeciye çevirdim. Bize bakıyor tebessüm ediyordu.


"Sana da aşk olsun. Ödüm bokuma karışırken sen gülmekten kıpkırmızı kaldın!"


"Aynısı bana olsa sen de gülmekten kıpkırmızı kalırdın." Ares elimi yalarken ona sarılarak başını ve sırtını okşamaya başladım.


"Geçen geldiğimde görmemiştim, ne zaman sahiplendin?"


"Evdeydi ama o gün çok yorulmuştu. Ares yorulunca diğer köpeklerin aksine kış uykusuna yatar. Sen geldiğin zaman daha yeni uyumuştu kerata!" dedi. Ares tam kulağımın dibinde havlayınca kulağımı sağır etse de güldüm. Günüm ilk kez baya güzel geçiyordu.


🔥🔥🔥


"Ellerine sağlık." dedim itfaiyecinin bana uzattığı bir fincan sütlü kahveyi alırken. Hem yemek hazırlıyor hem temizlik yapıyordu. Gerçek olamayacak kadar marifetliydi.


"Afiyet olsun." Kendi bardağını da alarak karşımdaki koltuğa geçince Ares hemen yanına geçti ve başını onun ayaklarına yasladı. Agir hem Ares'in kafasından okşuyor hem de bana bakıyordu. Keskin ve kehribar gözlü bakışları bir ok gibi kalbime saplanırken rahat nefes alamıyordum bile.


"Kardeşini sağ salim bulabilmene sevindim." Tebessüm ettim. Sohbet açmaya çalışıyordu.


"Evet ben de sevindim. Ona zarar gelse ne yaparım bilmiyorum. Eslem benim şah damarım oldu. Eğer hayatımdan çıkarsa ben ölürüm." dediğimde beni anladığını ve bu duyguyu bildiğine dair başını salladı.


"Peki ya seninkiler?" diye sordum. "Annen baban veya varsa eğer kardeşlerin ne iş yapıyor? Hep ben bahsettim, biraz da sen bahset." dedim. Kahvesini dudaklarına götürmüştü ki daha içmeden indirdi. Ardından Ares'i daha hızlı okşamaya başladı. Gözleri boşluktaydı, ne düşünüyordu bilmiyorum ama istediğim cevap bu değildi.


"Aile sıkıntıları mı?" Başını bana çevirdi. Ailevi sorunlar yaşıyor olabilirdi tıpkı benim gibi. Ama söylemiyordu. Her şeyi söylüyor konu ailesi olunca tek kelime etmek bile istemiyordu.


"Neyse, sorduğum için üzgünüm. Pek bu konulara girmek istemiyorsun... Eee ben Kül'ü alıp çıkayım o zaman." dediğimde buruk bir tebessüm etti. Bu tebessümü çok iyi biliyordum. Hatta bir adı vardı bunun. Acının buruk tebessümü...


Gözlerindeki derin anlam, geçmişin yükünü taşıyordu. Bir şey vardı içinde gizlediği. Ruhunu darlayan ve canını yakan bir geçmiş. Aile geçmişi... Konu her açıldığında gözlerini kaçırıyor, buruk bir tebessüm ediyordu. Erkekler için bu daha zor olanıydı. Onlar kadınlar gibi acının üstüne ağlarlarsa hor görünürlerdi. Gülmek ve tebessüm etmek zorundalardı. Yanlarında biri varken yaşadığı engebeli hayata gülmek zorundalardı.


Belki de en çok onların kalbi kırıktı. Onlarda insandı ama erkeklerde sevmediğim şey kalplerini onarmak için yaptıkları iğrençliklerdi. Geçmişte yaşadıklarının intikamını başkalarından çıkarmalarıydı. Yaralarına merhem sürmek yerine o acıya tuz basıp daha çok canlarını yakıyorlardı.


Bütün erkekler bana göre aynıydı ama sevdiklerim öyle değildi. Özellikle de Agir öyle değildi. Diğerleri başkalarından intikam almaya çalışırken o kendinden intikam almaya çalışıyor gibiydi. Davranışlarından canının yandığını hissedebiliyordum. Hatta bu güzel ev bile bizim için cennet gibi dururken onun için cehennemden farksızdı. Yaşamak zorunda olduğu için renk katmıştı hayatına. Sevdiği şeyleri serpiştirmişti her bir köşeye.


Neler yaşadığını bilmiyordum ve onu üzeceğini bildiğimden sormak da istemiyordum. Geçmişin izleri acının tebessümünde gizliydi ve bu geçmiş onda ciddi izler bırakmıştı. Çünkü gülüşünde saklı kalan hüzün, sessiz bir fırtına gibi içini kemirip duruyordu. Acının buruk tebessümü hayatın acı-tatlı dengesini yansıtırdı. Her kırık gülüş bir öykü taşırdı içinde.


"Önce kahveni bitir." dedi. Başımı sallayarak elimdeki kahveyi üfleyerek içmeye başladım. Hızlı içmiyordum. Çünkü neden bilmiyorum ama hemen gitmek istemiyordum.


"Aslında-" diye söze başlamıştım ki cebimdeki telefon titreşime girdi. Bu aralar telefonum hiç susmuyordu. Rahatsız edilmek istemiyordum ve hep kapalı kullanıyordum. Ama annem ve Mahlas beni tembihlediği için telefonum hep açıktı artık. Ekrana bakınca Eymen'in aradığını gördüm. Aramayı açtım ve kulağıma yasladım.


"Efendim?"


"Selam Alev." dedi sesinden anlayamadığım bir alayla.


"Selam." dedim yine de karşılık olarak.


"Ne zaman bu Tarık'ın infazını gerçekleştirmeyi düşünüyorsun acaba? Birkaç gün oldu, yok öldürmeyeceksen ben doğrudan kafasına sıkabilirim." dediğinde ofladım. Bu adam cidden ne zaman ölecekti? Onu her öldürmeye çalıştığımda paçayı yırtıyordu. İyilik yaptığı falan da yoktu, hangi melekler koruyordu bunu.


"Off daha o vardı değil mi? Sen bir şey yapma ben öldüreceğim onu." dememle Agir kaşlarını çatarak sert bir şekilde bana baktı. Bunu onun yanında söylememem gerekiyordu. Yüzündeki buruk tebessüm bile silindi. Sanki benim suikastçı olduğumu daha yeni hatırlamış gibiydi.


Eyvah eyvah eyvah...


"Tamam hadi in aşağı o zaman." dediğinde kalbime inme indi. O pansiyonda mıydı? Neden aşağı in demişti? Benim Agir'le görüştüğümü bilmiyordu. Bilse ne yapardı ben de bilmiyordum.


"Aşağı derken sen neredesin ki?" diye sordum cevabı yarım yamalak tahmin etsemde.


"Pansiyonun hemen yanındayım. Örgüte gidiyordum, seni de alayım dedim." Gözlerimi kapatarak bir iç çektim. Yine yalan söylemek zorundaydım. Agir bana kaşlarını çatarak bakıyor, Ares'in sırtını okşuyordu. Onun için bu kadar uğraşmama değiyor muydu acaba? Ben onun için yalan söylüyordum ama onun umrunda değildi.


Yalanı sevmeyen bir insan nasıl yalanla bütün olan bir kadını evine çağırırdı? Ben hayatımda bu kadar zıt biriyle daha önce tanışmamıştım.


"Ben pansiyonda değilim." dedim klasik olarak. Şimdi bana nerede olduğumu soracaktı ve zort gibi kalacaktım.


"Neredesin?" Tam da beklediğim soru.


İtfaiyeci'nin evinde kahve içiyorum. Buyur gel.


Yanağımın içini ısırdım ve bana keskin bakışlar atan itfaiyeciye bakarak aklıma gelen ilk yalanı söyledim. "Alışveriş yapıyorum ve annem yanımda." İtfaiyeciden annemin taklidini yapmasını istesem ne derdi acaba? Buna gerek olacağını sanmıyorum.


"Annenin yanında Tarık'ı öldüreceğini mi söyledin sen?!" dediğinde yutkundum. Hay aksi! Bunu unutmuştum. Daha yanlış birinin yanında söylemiştim bunu. Elimle önüme gelen bir tutam saçı geri atarak sessiz bir şekilde ofladım.


Yalanlarım çok dengesizdi. Normalde gayet iyi yalanlar söylerdim. Ne zaman itfaiyeciye baksam yalanlarım karışıyordu. Daha öncede olmuştu bu. Onu gördüğüm ilk an yalan söylemeyi becerememiş mal gibi kalmıştım ortada. Miray'ın gözlerine bakınca nasıl ikna oluyorsam itfaiyecinin gözlerine baktığımda da dürüst oluyordum. Benim bir sorunum vardı, çok ciddi bir sorun.


"Yok, ben şu an ayrı bir yerdeyim ama birlikte yapıyoruz alışverişi." Bir süre ses gelmedi ama sonra boğazını temizleyerek, "Her neyse saat beş gibi Atlas alır seni o zaman." dediğinde başımı onaylayarak salladım.


"Tamam anlaştık, görüşürüz." Telefonu kapattığımda kahverengi gözlerim bir çift kehribar gözle bir süre bakıştı. Benim böyle şeyler yapmamı istemiyordu biliyorum ama benim işim buydu. Birkaç ay idare etmeliydi. Ayrıca beni buraya o çağırmıştı. Madem bir suikastçıyı evine çağıracak kadar kafayı yemişti o zaman infazlara alışması gerekiyordu.


"Görev çağırıyor." dediğimde başını yarım yamalak sallayıp sinirle güldü ve ayağa kalktı. Onun kalkmasıyla Ares de ayağa kalkmıştı. Kuyruğunu sallıyor oyun oynamayı bekliyordu. Agir kahvesini bitirmemiş yürek burkucu bir tavırla bahçeye doğru yönelmişti. Yapmakta zorunlu olduğum şeyler vardı ve artık bunu anlamalıydı.


"Tarık hâlâ yaşıyor!" dedim ona doğru. Bana sırtını dönmüştü ve bunu dememle yürümeyi kesmişti. Benim onu öldürmüş olduğumu sanıyordu. Ama malesef ikidir bu fırsatı kaçırıyordum. Allah'ın hakkı üçtür. Bu sefer ölecek.


Tam önünde durup benimle yüzleşmesini sağlamak için gözlerine baktım. Çok bakılası gözleri vardı ama hayal kırıklığı ve farklı tür bir nefretle bakıyordu. Sanki suç makinesiydim ve önüme çıkan herkesi öldürüyordum! Bu bakışlarından bıkmış usanmıştım.


"Bana öyle bakmayı kes! Bir psikopat değilim ben. Öldürmek için yanıp tutuşan bir seri katil de değilim." dediğimde kollarını göğsünde toplayıp çatık kaşlarla önce bahçesine sonra da bana baktı.


"O zaman neden yakarak öldürüyorsun? Birini diri diri yakmaktan daha büyük psikopatlık mı var?" diye sorunca ben de kaşlarımı çattım. Yakarak öldürmek psikopatlık mıydı niye? Dua etsin Kuzgun gibi kendi uzuvlarını yedirmiyordum!


Ayrıca ben öldürmüyordum, göz korkutuyordum. Ama henüz kendimi kanıtlayacak böyle bir operasyonum olmamıştı. Kendimi kime kanıtlayacaksam sanki!


"Öldürmüyorum. Tarık sadece bir istisna. Ben sadece göz korkutmak istiyorum." dedim. Bunu ona kaçıncı söyleyişimdi hatırlamıyorum ama anlamıyordu. Hem anlıyor hem engel oluyordu. Beni defalarca kez vazgeçirmeye çalışmıştı. Sanki ben bu işi yapmaya çok meraklıymışım gibi.


"Göz korkutmak için bile abartılı bir yol. Yangın çıkartmak zorunda değilsin." Yangınla ne alıp veremediği vardı bunun? İtfaiyecilerin yangın söndürmeyi sevdiğini sanırdım oysaki. Sesi kısık ve buruk çıkmıştı.


Bu zamanlar itfaiyecilik çok boşta kalmış bir meslekti. Çoğu kişi gereksiz düşünüyordu. Agir de işini severek yapıyordu ama yangın çıkmasını istemiyordu. Tamam kimse yangın çıkmasını istemez ama ne yapabilirim, ben yakmak istiyordum. Ben yakacağım o söndürecek. İki taraf da kazançlı çıkacak.


"İtfaiyeci olduğun için böyle söylüyorsun." anlam veremediğim bir bakışla bakmaya devam etti bana.


Düşüncelerini okuyamıyordum. İşini severek yapıyorsa neden yangın çıkartmama engel oluyordu ki? İstesem o yangında hepsini öldürürdüm ve pişman da olmazdım. Ayrıca daha bir yangın çıkartmıştım. O da başarısız sonuçlanmıştı. O yüzden bana böyle bakmaya hakkı yoktu.


"Tarık'ın işi yarım kaldı. Onu öldürmezsem öncekinden daha öfkeli olur ve bu sefer tüm ailemi öldürür."


"Kendini ateşe veriyorsun ve bir gün o ateşe takılı kalacaksın. Ateş seni de yutacak..."


Ne demeye çalıştığını anlamakta zorlandım. Neyden kastediyordu? Ateşin beni yutması neden umrunda olsun ki? Benden kurtulmuş olacaktı.


"Ne demeye çalışıyorsun? Benim neyi ne için yaptığımı zaten biliyorsun ve tekrar anlatmayacağım." Öfke yükleniyordu. Geçen anlattığım onca şeyi tekrar anlatamazdım. Beni anladığını sanmıştım ama bana engel olmaya devam ediyordu.


Ben neden onu dinliyorsam? Arkadaşım değildi, akrabam değildi. Hakkında bildiğim tek şey itfaiyeci ve şube müdürü olduğuydu.


Ben, bana karıştığı için ağabeyimle uzun süre konuşmazken tanımadığım ve benim için bir tehdit olan adamı neden dinliyordum ki?


"Kül'ü alacak mısın almayacak mısın?" diye sordu tekrar konuyu değiştirerek. Bulmaca gibi konuşmaya devam edecekti. Ben ona kısa sürede tüm hayatımı anlatacak kadar güvensem bile itfaiyeci bana hiçbir zaman güvenmeyecekti. Her zaman bir şüpheyle yaklaşacaktı yanıma.


Halbuki bahçede çok eğlenmiştik. Benim suikastçı olduğumu bile unutmuş gibiydi. Neden en yanlış zamanda çıkmıştı ki karşıma?


İçimde ne olduğunu bilmediğim bir kırgınlık vardı. Belki de kendi kafamda büyütüyordum. Bana güvenmiyordu ve hiçbir zaman güvenmeyecekti. Çünkü ben bir suikastçı, bir katildim. O ise bir memurdu. Beni ihbar etmemişti ama bu bana güvendiği için değil Eslem'in ilaç parasını bulabilmem içindi. Düşündüğü ben değildim. Onun umrunda olan ben değildim. Kül'ü almamı bile Eslem sevinsin diye istemişti. Ona arkadaşlık etsin diye veriyordu. Kardeşimi benden çok düşünüyordu. Benim ne hissetmem umrunda bile değildi.


Peki ben bunu istiyor muydum?


Hayır.


Gider kendim bir tavşan sahiplenebilirdim ama onun vereceği hiçbir şeyi kabul etmezdim.


Bahçenin hemen ardındaki kulübeye baktı gözlerim. Kardeşimi çok seviyordum ve onun mutlu olmasını istiyordum. Agir de onun mutlu olmasını sağlamak için aklı sıra bana yardım ediyordu. Peki bu neden beni üzüyordu? Neden içimde bir yerlerde fırtınalar kopuyordu?


Kulübeden gözlerimi çekerek ona baktım. "Almayacağım. Yumak sende kalsın. Tıpkı anlatırsan herkese paylaşacağımı düşündüğün sırların gibi." dedim ve içimde tutamadığım bir sinirle kapıya doğru ilerledim. Ares arkamdan havlıyordu ama dönüp bakmadım bile.


"Sır tek kişiliktir. Ve eğer seni üzen şey, beni üzen şeyi sana söylemememse inan umrumda değil." dediğinde içimde bir şeyin parçalara ayrıldığını hissettim. Kalp kırılmasıydı bu değil mi?


Evet, onun bende meydana getirdiği şey kalp kırıklığıydı. Benim onda meydana getirdiğim şey ise hayal kırıklığı...


Hayal kırıklığı ve kalp kırıklığı, duygusal deneyimlerimizin derinliklerinde farklı yankılar bırakan duygulardı. Hayal kırıklığı, umutlarımızın boşa çıkmasıyla ortaya çıkar ve genellikle beklenen bir şeyin gerçekleşmemesiyle ilişkiliyken kalp kırıklığı daha derin ve yoğun bir duyguydu. Genellikle de beklemediğin kişilerden duyduğun sözlerden meydana gelirdi.


Bunun için bir sürü örnek verilebilirdi. Birbirine benzeyen ama zıt olan duygular temsili.


Hayal kırıklığı, bir umudun çökmesiyle gelirken kalp kırıklığı, duygusal bağların yaralanmasıyla ortaya çıkar ve ruhu derinden etkilerdi. Fırtınalar kopartır, yangınlar çıkartırdı.


Askılığa astığım siyah paltomu da alıp çıktım dışarıya. Çıktığım ve kapıyı kapattığım an burnum sızlamaya gözlerim ise dolmaya başladı. Canım yandığında ağlardım ben. Ama bunun canımı yakmaması gerekiyordu. Neden ağlıyordum? Neden içimde çok yoğun bir ağlama isteği vardı?


Fiziksel veya ruhsal bir zarar yoktu üstümde. İyi ama çok kötü hissediyordum. Kırgınlık vardı üstümde. Bu kırgınlığın sebebi gerçekten itfaiyecinin Eslem'i düşünüyor olması mıydı? Hayır, bana güvenmediği içindi.


Sadece ona, tanımadığım bir adama yalan söylemiyordum ama o yine de bana inanmıyordu, güvenmiyordu...


Çok mu bencildim yoksa?


Eslem'i benim duygularımdan çok düşündüğü için kırgındım. Bu bencillik miydi? Bana acı çektiriyordu. Ağlamam için canımın çok yanması gerekiyordu ve canım çok yanıyordu. Hem de işi hariç hiçbir şeyini bilmediğim bir adamın iki cümlesi yüzünden.


Duygusallaşıyorsun Alev. Hem seni tedirgin ettiren hem de mutlu hissettiren bir adamın yanında çok duygusallaşıyorsun. Yalan söyleyemiyorsun, ağlamak istiyorsun, nefes alamıyorsun, konuşurken heyecanlanıyorsun ve terliyorsun. Sen çok yanlış birine karşı çok yanlış şeyler hissediyorsun Alev. Sen... âşık oluyorsun.


...


Bölüm hakkında düşünceleriniz neler?


Yeni bölümde görüşürüz. 💖💖💖


Loading...
0%