@darklightssx
|
Günün geri kalanı her zamanki gibi geçmişti. Provalarda yaptığımız gibi sahneye çıktığımızda da performansımızı sergilemiş, seyirciyi yine coşturmuştuk. Nasıl bilmiyorum ama ben bu hayata alışmıştım. Dünden beri sanki her şey çok hızlı gelişiyordu. Yaşama amacımı unutmuştum. Bu yapacağım şey ne kadar doğruydu? Belki de Tarık bana oyun oynuyordu. Belki de bu bir tuzaktı. Ama mesajlaşırken içimde bir güven oluşmuştu. Bundan sonra her şeyin daha da hareketli olacağı konusuna gelecek olursak düşünürken bile yoruluyordum. Çıkış saatimiz geldiğinde Ulaş'la konuşmam gerekti. Bana bahşiş vermesini istedim. O bahşişle pansiyon kiralayacağımı ve barınacak bir yer tutacağımı söyledim. Lakin kabul etmemişti. Acelesi olduğunu, bu aralar sıkıntı da olduğunu söylemişti. Küplere binmek üzereyken hiç beklemediğim bir şekilde Bora yanıma gelmişti. Ulaş'la konuşmuş, kavga etmiş nihayetinde bana bahşişi vermesine onu ikna etmişti. O an ne düşünüyordum bilmiyordum ama gözlerim dolmuştu. Sadece samimi hissettiğim kişilere sarılan ben o an Bora'ya samimi hissettiğim için sarılmıştım. Haksızlık ettiğim çok insan vardı. Bunların başında İdil ve Bora geliyordu. Onlara elimden geldiğince zaman geçirmeye çalışacaktım. Bahşişi nakit olarak aldığımda Bora'yla birlikte dışarı çıktım. Diğerleri de dışarıdaydı ve bizi bekliyorlardı. Bora sıcak bir gülümsemeyle beni durdurdu. "Bak Şirin sana bir teklifim var. Ama yanlış anlama, sadece senin iyiliğin için." dediğinde onu dinlemek için durdum. Bu aralar teklifler hiç kesilmiyordu. "Seni dinliyorum." dediğimde temas bağımlısı olduğu için elini sol dirseğime bana destek verircesine sıktı. "Babam birkaç ay önce, bir evi kiraya vermişti. Önceden yaşadığımız evimizi. Yabancı yerlerde kalmanı istemiyorum. Kira bizim için hiç sıkıntı değil. Sadece bir eviniz olsun yeter. İsterseniz orada kalın." dediğinde yeşil gözlerine bakıp bu düşüncesine karşılık olarak tebessüm ettim. "Teşekkür ederim Bora. Ben bunu ailemle de konuşup düşüneceğim. Yardımların için sağ ol. Sana minnettar kalacağım." Sol dirseğimi eliyle 'peki' anlamında sıktı. Dışarı çıktık. İdil barın anahtarını yalnız bu geceliğine bana vermişti. Yarın ona geri verecektim ve sonra ya pansiyona gidecektim ya da Bora'nın kirada olan evine. "Bir şeyler yapalım mı? Yemek yemeye falan gidelim. Takılalım bugün. Elfida'ya gidelim. Ne dersiniz?" dedi Aren. Eymen başını olumsuz anlamda sallayıp reddetti. "Ben eve gidiyorum. Başım çok ağrıyor, kafamı yastığa gömmem gerek." Gökay da ona hak verir gibi başını salladı. "Evet ağabey ya, daha sonra ayarlarız. Siz takılın hem daha Ecem'e hediye almam lazım." Ecem, Gökay'ın sevgilisiydi. Onu yalnız bir kere görmüştüm. Kızıl saçlı ve kahverengi gözlüydü. Gerçekten çok güzel bir kadındı. Yüzünde çiller boynunda da siyah kelebek dövmesi vardı. Çok kafa dengi bir kızdı ve hediye düşkünüydü. Gökay ona hediye ala ala iflas edecekti. Geçen ay ilk tanıştıkları gündü ve Gökay, Ecem'e içine ok saplanan kalpli bir kolye almıştı. Ecem ise ona kendi elleriyle siyah bere örmüştü. Hatta o bere şu an Gökay'ın kafasında duruyordu. Berenin üstüne G&E yazıyordu. Birisi manevi diğeri maddi şeyleri seviyordu. Tuhaf bir ilişkileri vardı ama birbirlerini gerçekten çok seviyorlardı. Eymen ve Gökay'dan ayrılıp Aren'in o bahsettiği restoranta gittik. Aklımda hiç böyle bir şey yoktu. Lakin Miray yine devreye girmiş, beni bir şekilde ikna etmişti. Bana kesin büyü falan yapıyor, gözleriyle hipnoz ediyordu. Mekana doğru giderken Aren daha yeni bağladığım topuzumu açmıştı. Şaşkın ve her zamanki sorgulayıcı tavrımla ona bakarken, "Böylesi daha güzel." demişti. Elfida geldiğim bu restorantın adıydı. Daha önce duymuştum ama hiç gitme fırsatım olmamıştı. Çok lüks ve pahalı bir yer gibi duruyordu. Mağdur olmamak için bahşiş parasını kullanmak zorunda kalacaktım. Kapının direkt yanında elinde bir dosya tutan, hostes gibi giyinen kadın bizi durdurdu. "Rezervasyon yapmış mıydınız?" Aren başını reddederek salladı. "Hayır yapmadık ama umarım boş bir masanın vardır." dedi. Kadın bizi tanımış olacak ki gözleri bir anda parladı. "Bir dakika ben sizi tanıyorum. Köprüaltı grubu değil misiniz?" Bora gülerek başını salladı. "Tam üzerine bastınız." dedi. Kadın heyecanlanmış gibi bize bakıyordu. Elindeki rezervasyon defterini sıkı sıkı tutuyordu. "Ben patrona haber vereyim. Çünkü üzgünüm ama rezervasyonsuz giriş kabul etmiyoruz." başımızı tamam anlamında sallayıp kadının telefonla konuşmasını bekledik. "Tabii efendim. Siz nasıl isterseniz." dedi kibar bir sesle. Ardından sıcak gülümsemeyle bizi içeri davet etti. Bizi boş bir masanın yanına yöneltti. "Şu an çalışıyorum ama buradan ayrılmadan önce sizinle fotoğraf çekilmek isterim." dediğinde popüler olmanın ne kadar berbat bir şey olduğunu bir kez daha anlamış oldum. Birilerinin seni tanımış olması kötü bir şeydi. Benim şansıma bu dedikodu olur, herkes boş konuşurdu. Kadın bizi köşede bir yerde boş bir masaya oturtturdu. Aren yanında oturmam için bana yer verdiğinde onu kırmayıp yanına oturdum. Miray ve Bora ise karşımızda yan yanaydı. Burasının içerisi dışarısından daha pahalı görünüyordu. Uzun avizeler, altın kaplamalı ve aşk meleği desenli duvarlar, yere serili olan kırmızı halı, masa bile pahalı gibiydi. Altın kaplamaydı. Bir mekanda bu kadar gold görmek göz ağırtıyordu. Ayrıca herkes süslenmiş, püslenmiş gelmişti. Ben makyaj malzemelerim yandığından nemlendirici bile sürememiştim. Miray en azından eyeliner çekmiş, tilki gibi olan gözlerini ortaya çıkarmıştı. Dudaklarını hafif nemlendirmek için gloss sürmüştü. Makyajı hep aynıydı. Kendi tarzını bulmuştu. Yanımıza bizim yaşlarımızda garson bir erkek geldi. Kısa saçlı, kirli sakallı ve mavi gözlü biriydi. Önümüze dört tane menü koydu ve seçmemizi bekledi. "Hoşgeldiniz ne alırdınız?" diye sordu kibar bir sesle ve cebinden bir not defteri çıkardı. Miray fazla inceleme gereksinimi duymadan, "Ben bir salata alabilir miyim? Tatlı olarak da aşure istiyorum." dediğinde Bora ona yandan bir bakış attı. "Salatayı evde kendine yaparsın. Daha güzel şeyler istesene." dedi. Tabii o nereden bilecek? "Peki 3 tane salata var. Mevsim salatası mı, dana etli mi yoksa tavuklu mu?" diye sordu garson. "Normal mevsim salatası olsun, ben veganım." dedi Miray. Bora ona bakarak kaşlarını çattı. Sağ elini sol elinin avucuna vurdu. Bunu yaparken sanki 'vah vah!' diyormuş gibiydi. Garson bozuntuya vermeden, "Geçmiş olsun abla, bulaşıcı mı?" diye sorduğunda beklemediğim bir soru olduğundan güldüm. Miray şaşkınlıkla kaşlarını çattı. "Ne alaka ya? Et ürünleri yiyemiyorum, hastalık değil bu." Garson da tıpkı Bora gibi acıyarak bakıyordu. "Abla keşke hastalık olsaydı ya. Çok büyük geçmiş olsun." dedi. Bora resmen kahkaha atmamak için zor duruyordu. Miray gözlerini devirdi. "Off ne ablası ya? Aynı yaşta sayılırız. Hatta sen, benden büyüksündür." Garson güldü ve omzunu silkti. "Saygı olsun diye." "Teyze de istersen." dedi Miray alayla. Garson elindeki not defterine bir şeyler yazarken Miray'a döndü. "Benlik bir sorun yok ama siz istemezsiniz." dediğinde Miray'ın yüzüne bakarak gülmeye devam ettim. Sanırım bu garson bizi tanımıyordu ve bu daha samimi hissettirmişti. Miray, Allah'tan sabır istercesine ofladı. "Sabır ya." Ben pilav ve köfte sipariş etmiştim. Tatlı olarak da künefe istemiştim. Uzun zamandır yememiştim ve en sevdiğim tatlı buydu. Aren iskender, tatlı olarak tiramusu istemişti. Bora ise o kadar seçenek arasından iki dürüm çiğ köfte almıştı. En sevdiği tatlının mozaik pastası olduğunu söyleyerek dünyanın en basit pastasından istemişti. Restoranda gelmek yerine bunları evde de hazırlarlardı. Hayvanlarda bile olmayıp biz insanlarda olan en kötü özellik üşengeçlikti. Onlar yemeklerini yiyip sohbet ederlerken ben o mesajlaşmayı düşünüyordum. Elimdeki kaşıkla pilavın sunum şeklini sadece bozmuştum. Yememiştim, kızarmış eti dilimlemiş ama sadece bakmakla yeltenmiştim. İştahım kaçmıştı. 'Kadın suikastçı' olmak doğru bir şey değildi. Ben normal kalmak istiyordum. Masum ve sıradan olmak. İnsanların hayatını kurtaracağım derken onlara zarar vermek istemiyordum. Hem evlerini ateşe verirsem kaldıkları apartmandaki kişilere zararım olurdu. Geniş açıdan bakarsam bu hiç doğru değildi. Kardeşimin hayatı için diğer insanların hayatını umursamazlıktan gelemezdim. Barda şarkı söylemeye devam edecektim. Yavaş olsa da en azından sevdiğim bir şeyi yaparak para kazanıyordum. Körüklü'nün sonu olmak değil bir başlangıcı olmak istiyordum. Daha iyi insanların olacağı, çocukların huzurla büyüyeceği bir ada olmasını istiyordum. Bu isteğimi ne polisler yerine getiriyordu ne de avukatlar ya da hakimler. Adalet mülkün temelidir derlerdi ama ben adalet falan göremiyordum. Kadın cinayetleri devamlı artıyordu, şiddet devam ediyordu, çocuklara tecavüz, hayvanlara işkence ediliyordu. Bunlarla uğraşmak istemeyen insanların gözü kördü, kulakları sağırdı, dilsizdi. Hiçbirinin umrunda değildi. Lakin bu hayatı yaşıyorduk. Biz gençler bu neslin devam etmesini sağlayacak fidan isek toplumu yeşertmek için her yolu deneyecektik. Yeri gelir suikastçı da olurduk. Bir yanım bunu kabul etmememi, doğru olmadığını söylüyordu. Bunun benim vazifem olmadığını söylüyordu. Lakin diğer yanım da kabul etmemi söylüyordu. Benim ve annem gibi olan çok genç kız ve evli kadın vardı. Onların hayatını kurtarabilirdim. Peki ben kimi dinleyecektim? Kabul etme diyen Şirin'i mi yoksa kabul et diyen Alev'i mi? Böyle bir hayatı biz istememiştik. Defalarca kez darbe almayı, acaba yarın ne olacak diye düşünmeyi, korkudan her defasında kapımı kilitlemeyi alışkanlık haline getirmeyi ben istememiştim. Ben de her kız çocuğu gibi babasının aslan kızı olmak istemiştim. Bana masal okumasını, beni salıncakta sallamasını ya da omzunda taşımasını istemiştim. Bunu yapan her babayı görünce imrenmiştim. Benim gibi olan bir sürü genç kız vardı. Onlarında aileleriyle bir hayali vardı ve gerçekleşmesi bir o kadar da zordu. Sadece Eslem'i değil diğer bütün genç kızları da kurtarabilirdim. Aşağılamaktan bıkıp usanan kızlara cesaret verebilirdim. Bunu düşünmesi ne kadar güzelse de bir eyleme dönüştürmesi bir o kadar da korkunçtu. Bardayken sahne hep Şirin'e aitti. Lakin mesajlaştığım adam sadece Alev'i istiyordu. Yapabileceklerimin o da farkındaydı. Yarın tüm gün bunu düşünecek en doğru kararı verecektim. Ama bunu düşünürken dikkat edecek kişiliklerime fazla yüklenmemeye çalışacaktım. Kim olduğumu ve gerçek benliğimin hangisi olduğunu işte o zaman karar verecektim. "Şirin! Sana diyorum iyi misin? Her şey yolunda mı?" Aren kolumu dürttüğünde bakışlarım ona döndü. Sanki bir anlığına, 'Suikastçı olsam nasıl olurdu?' diye düşünmüş evleri ateşe verdiğimi hayal etmiştim. "Evet iyiyim. Ne oldu ki?" Aren önümde duran ve sadece çatalla karıştırdığım pilavla etimin olduğu tabağı gösterdi. "Yemeğine hiç dokunmamışsın bile." dediğinde alaya alıp çatalla pilavı ve eti gösterdim. "Bak pilav az önce böyle değildi." dedim. "Et de böyle değildi, demek ki dokunmuşum." Eğlenmediğim için Aren'in canı sıkılmıştı. "Neyin var senin?" dedi Bora ilgili bir şekilde. "Ruh gibisin. Bir şey düşünüyorsun ve o düşündüğün şey canını sıkıyor." "Evi yandığı için olabilir mi Bora?" dedi Miray. Niyeti beni üzmek değil üstüme gelmelerine engel olmaktı. Ama şu an ev olayını düşünmüyordum. Başka şartlar altında olsak onlara söylerdim ama adam bunun bir sır olmasını istemişti. Eğer başıma bir şey gelirse boku yerdim. O zaman ne olacaktı? Beni kim kurtaracaktı? Ama bir yandan da hayatıma dair çoğu şeyi biliyorlardı. Off! Ben neden daha yüzünü bile görmediğim birini dinliyordum, işte o ayrı konu. Ben de bilmiyordum. Çıldırmamak elde değildi. Yalan söylemek istemediğim için düşündüğüm başka bir şeyi söyledim. Beyaz yalan sayılırdı. "Senin teklifini ve pansiyonu düşünüyordum. Hangisi daha uygun olur diye." Bora başını sallayarak anladığını söyledi. Daha sonra bu konuyu gerçektende düşünmem gerekiyordu. Zihnim düşüne düşüne kütüphane olmuştu. Her düşündüğümü sanki ayrı bir kitapta tutuyor o kitabı da rafa kaldırıyordum. Zamanı gelince açıp bakıyor, düşünmeye devam ediyordum. Beynim patlayacaktı. "Ne teklifi ya?" dedi Miray. Bora açıklarcasına sol eliyle beni işaret edip beden dilini kullana kullana anlattı. "Hani Şirin'in evi yandı ya... He işte benim, ailemle önceden kaldığım evi biz kiraya vermiştik. Uzun zamandır da boş. Ben de Şirin'e dedim işte, isterse oraya taşınabilirler diye. Kira benim için sorun olmaz, babam biraz sorun çıkartır ama ben onunla konuşurum." Sonra bana bakarak sıcak bir tebessümle, "Senin için ne zaman uygunsa verirsin." dediğinde teşekkür edercesine başımı salladım. Bu zamanlarda ev kirası çok pahalıydı. Pansiyonda her ay 5 bin lira vermemiz gerekiyordu ama Bora'nın kiradaki evine kim bilir ne kadar verecektim? "Bunu akşam ailemle konuşurum. Zaten bugün barda kalacağız. Yarın ola hayrola." deyip yemeğimizi yemeye ve konuşmaya devam ettik. Bu sefer onlarla zaman geçirmek için başka düşüncelere dalmamaya çalıştım. Biz güle eğlene sohbet ederken yanımıza 14-15 yaşlarında kestane saçlı, kahverengi gözlü bir kız çocuğu koşarak geldi. Heyecanlı bir şekilde bize bakarken, mutluluktan gözü dolmuş bir şekilde gülüyordu. "Şey merhaba Ceren ben. Sizin çok büyük hayranınızım. Daha reşit olmadığım için beni bara almıyorlar ama dışarıdaki pencereden hep sizi dinliyor ve izliyordum. Gerçekten çok yeteneklisiniz. Fotoğraf çekilebilir miyiz?" dedi titreyen elleriyle telefonunu tutarken. Diğerleri de tıpkı benim gibi kıza bakıp tebessüm ederken kız benim yanımda olduğu için ricasını kıramadım. "Tabii ki." dediğimde mutluluktan havaya uçacak gibiydi. Telefonunun kamerasını açtı ve selfi yaparak bizi de çekti. Heyecandan eli titriyordu. Kız teşekkür edip gidecekken onu durdurdum. Nedense içimden ona sarılmak gelmişti. Sarılmayı sevmeyen ben masum bir güzelliği olan bu kıza kollarımı sarılmak istercesine açtığımda her an ağlayabilecek gibi gülümsemişti. Bana sıkıca sarıldığında gözüm yaşarmıştı. Bu hisse bayılıyordum. Sadece ikimizin olduğu bir fotoğraf çekti ve tekrardan teşekkür etti. Ceren benden sonra Aren'e çekinircesi baktığında Aren gülerek onu yanına çağırdı. Ona da sarılıp fotoğraf çektirmişti. Daha o sormadan Miray'da ona sarılmıştı. Parmaklarıyla kalp yaparak fotoğraf çekilmişti. "Miray abla, Şirin abla gerçekten çok güzelsiniz." dedi bize imrenircesine. Bu iltifatına teşekkür ettiğimizde ona da iltifat etmiştik. Miray ona tekrardan sarılarak, "Ya teşekkür ederiz, sen de çok güzelsin. Yerim seni." dediğinde kız gülercesine Bora'ya baktı. "Bora abi yemin ederim favorim sensin. Aynı yaşta olsaydık seninle evlenebilirdim." dediğinde bir anda kahkaha atmıştık. Bora kıza sarıldı ve güldü. Kız bunu dediği an yüzü utançtan kıpkırmızı olduğunda Bora, "Çok teşekkür ederim." dedi ve kıza sarılıp fotoğraf çekildi. "Çok teşekkür ederim, gerçekten. Hepiniz harikasınız, sosyal medya sizin sayenizde sallanıyor." dediğinde yüzümdeki gülümse anlığına silindi. "Anlamadım, sosyal medya derken." "Sizin için açılan bir hesap var. #köprüaltı_ hesabın adı. Hiç görmediniz mi? Şirin abla senin iki gün önce söylediğin bir şarkı viral oldu. 3 milyon izlenmesi var. Nasıl haberiniz olmaz. Hatta açıp açıp izliyorum." dediğinde kan beynime sıçradı. Bizim bu hesaptan haberimiz yoktu. Tarık bu şekilde mi öğrenmişti benim barda çalıştığımı? Ceren hesaba girip bana videoyu gösterdi. 3,7 milyon izlenmişti. Benim hesabım priv olduğu için ben bakmıyordum. Gerçek hesap açsam herkes beni tanırdı, riske girmek istemediğimden priv hesap açmıştım. Kendi telefonumu çıkardım ve bu hesaba girdim. Diğerleri kıza teşekkür ettiğinde gülerek gitmişti. Benim olduğum videoya girdim. Gerçektende iki gün önce gönderilmişti. Videoyu izledikten sonra yorumlara baktım. Yorum sayısı beni ayrı ürkütmüştü. 14.633 yorum vardı. Gözümün önüne ilk gelen yorumları okumaya başladım. 'Çok güzel bir kadın, sesi de harika. Umarım bir gün o bara gitme şansım olur.' 'Arkadaşlar, Bora ve Gökay'ın hesabının adını bilen var mı? Bir arkadaş soruyorda.' Bu yorumu okurken gülmüştüm. 'Aren, bu karizma nereden geliyor?' 'Bora>>> Aren' karşılaştırma yapmanın iyi bir şey olduğunu sanmıyordum. İkisi de yetenekli ve yakışıklıydı. 'Miray nasıl bu kadar yetenekli ve güzel olabilir ya? Bal peteği gibi kız.' Bunu Miray'a söylediğimde kızardı, iltifat alınca utanıyordu. 'Niye herkes Bora ve Miray'ı shipliyor? Abi görmüyor musunuz Bora, Gökay'a aşık. Daha mükemmel bir çift olamaz.' Bir anda gülecekken kendimi tuttum. Bunu Bora'ya söylerdim ama Miray'la onu shiplemeleri de hoş değildi. Sırf yakınlar diye birbirlerinden hoşlanıyor mu olacaklardı? 'Şirin'in sevgilisi var mı?' Olmasını istemiyorum. 'Bora, o bakışlar ne yiğidim. On parmağında on marifet. Adam şarkıyı yaşıyor gibi çalıyor.' Bunu da Bora'ya söylediğimde gülerek onayladı. "Tabii, ne sandınız." dedi. 'Herkes Bora ve Aren'den hoşlanırken sen Eymen için ölüp bitiyorsundur. Sırf bu yüzden piyano kursuna başladım. O bakışlar ne aslanım! ♡♡♡' Bunu da ilk fırsatta Eymen'e gösterecektim. 'Şirin abla gerçekten sesin çok güzel.' Oraya eyvallah yazmayı çok isterdim. Bu tür yorumlarla karşılaşınca yüzümde yeni bir tebessüm oluşurken gördüğüm bir yorumla hemen söndü. 'Ya bana mı öyle geliyor yoksa Şirin ve Aren arasında bir şey mi var? Abi çok yakışıyorlar. Aren'in ona bakışlarını görmüyor musunuz? Yani adamın hakkı var, Şirin çok güzel bir kadın.' Bu yoruma sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim. Aren'le beni yakıştırmalarına anlam verebiliyordum ama bu hiç hoş olmuyordu. 'Aren ve Şirin'in sevgili olmasını isteyenler yorumu beğensin.' demişti bir kişi yorumda. Yutkunarak beğenme sayılarına bakmıştım. 7347 beğenme, 684 yorum vardı. Yorumlarda da bunu onaylamışlardı. Aren, "Yorumlara bakıpta canını sıkma. Bu hesabın sahibini bulacağım, merak etme." dediğinde sıkıntılı bir sesle ofladım ve telefonu kapattım. Aren bana gerçekten iyi davranıyordu. Ama benim için arkadaştan başka bir kişi değildi. Ona değer veriyordum. Neden hayran kitleler arkadaş olanları bile sevgiliymiş gibi gösteriyordu ki? Özel hayata gerçekten kimsenin saygısı kalmamıştı. Bir saat sonra Elfida restoranından çıkmadan önce girişteki kadında bizimle fotoğraf çektirmek istediği için kırmayıp çekilmiştik. Aren ve Bora hesabı beraber ödemişti. Ne kadar kabul etmek istemesemde ısrarcı olmuşlardı. Ben bara doğru gidiyordum. Mahlas'a söylemiştim. Annemle Eslem'i de alıp gelecekti. Sonra nereden kalacağımızı falan konuşacaktık. Hava karardığı için Aren, beni bırakmak istediğini söylediğinde reddettim. Kendim gidebilirdim. Israrcı oldu. Bu saatte başıma bir şey gelebileceğini söyledi. Güvenli bir yer olmadığı için kabul ettim. Bora ve Miray bizden ayrılıp birlikte sohbet ederek gitmişlerdi. Giderlerken konuştuklarını duymuştum. "Ya nereden biliyorsun? Belki bir ineğe sadece çikolata verirlerse çikolatalı süt yapar. Denemeden bilemeyiz." demişti Miray. Bora ise bu konuştuklarının saçmalığına gülerek başını salladı. "Yeşil bir kurbağayı mora boyarsan, çocukları mor mu olur Miray?" "Hayır." "Eee aynı mantıkla düşün?" Miray gözlerini devirerek önden yürüdü. Bora da ona gülmeye devam ederek peşinden gitti. Sokakta yürüyorduk. Sokak lambaları bize ışık olmuştu. Aren ellerini cebine koymuştu. İkimizde konuşmak istiyorduk ama ikimizde çekiniyorduk. "Şirin? Sana sormak istediğim bir şey var." dediğinde durdum. "Nedir?" diye sordum. Önümde durdu ve gözlerini kaçırdı. "Bak, seni üzmek veya yük olmak istemiyorum. Ama aramızdaki ilişkiyi merak ediyorum." Konunun nereye geleceğini anlamıştım. Onu üzmeyi asla istemezdim. Ama onun için gerçekler acı verecekti. "Nasıl diyeceğimi de bilmiyorum ama..." gözlerine bakarak sözünü devam başka türlü devam ettirdim. "Aren sen çok iyi birisin. Sana ben de hayrandım. Yakışıklısın, düşüncelisin, yeteneklisin. Huylarının hepsi gerçekten çok güzel." dediğimde bunun sonunun nasıl gideceğini biliyormuş gibi devam ettirdi. "Ama?" dediğinde sessiz bir iç çektim. "Ben sadece arkadaş kalmak istiyorum. Yani beş aydan beridir beraberiz. Seni tanıma fırsatım oldu. Ben, bana hissettiğin duyguları sana karşı hissedemiyorum Aren. Evet çok iyi birisin ama üzgünüm. Bizden olmaz." Bakışlarını sokak lambalarına çevirdi. Eli hâlâ cebindeydi, ayaklarını stresle yere vuruyordu. Birkaç saniye sonra tekrardan benim kahverengi harelerime döndü. "Ne değişti Şirin?" dedi geçmişe yönelerek. "Bir zamanlar benden hoşlandığını biliyorum. Bunu çok belli ediyordun. Seni gruba aldık diye mi bana olan duyguların değişti? Sana yanlış bir şey mi yaptım? Duyguların neden değişti?" Eskiden de olsa sadece hoşlanmış ve etkilenmiştim. Her şey dışarıdan göründüğü gibi olsaydı yıldızlar gerçekte bu kadar büyük olmazdı. "Bilmiyorum tamam mı? Aren ben sana zaten hiç âşık olmadım ki. Ben sadece hoşlandım. Yetenekli ve başarılısın. Sadece hayranındım senin. Bu aşk değil. Çok etkileyici davranışların var ama bana göre değil." dediğimde yutkundu. Hayal kırıklığına uğramış gibi yüzünü astı. "Sen nasıl olmamı isterdin?" dediğinde omzumu silktim. "Ben ne istediğimi bile bilmiyorum ki. Bir çıkmazda gibiyim. Zihnimin içinde çok ses var." dediğimde ellerini cebinden çıkardı ve benim ellerime yöneldi. Sıcak elleri benim önümde tuttuğum ellerimi kavradı. Hayır Aren, yapma. Bu doğru değil. "Hepsini susturabilirim." dedi ellerimi baş parmaklarıyla okşayarak. Bütün bedenim kaskatı kesilmişti. Sonbahar rüzgârı yüzüme vururken onun da arkadan kahverengi saçları dağılıyordu. "Beni tanıyorsun Şirine, seni üzecek hiçbir şey yapmam. Sadece bir şans ver. Seni olması gerekenden daha mutlu yaparım." Gözlerimi kaçırdım ve yere baktım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum şu an. Sol elimi bıraktı. Sağ elini benim çeneme koydu ve ona bakmamı sağladı. Gözlerimin dolduğunun farkındaydı. Başımı olumsuz anlamda sallamama rağmen buruk bir tebessüm ederek, "Seni seviyorum Şirin," dedi. "Bunu sen de çok iyi biliyorsun. Ne zamandır sana açılmayı bekliyordum. Ve şimdi açıldım işte. Büyüleyicisin, o kadar büyüleyicisin ki seni her gördüğümde göz bebeklerim yerinden çıkacakmış gibi büyüyor, kalbim kulaklarımda atıyor. Sesin bana şifa, gülüşün bana oksijen oluyor. Bana sadece tek bir şans ver lütfen." Kalbim her an çalışmayı durduracak gibiydi. Çünkü yanlış şeyler olmak üzereydi. İstemediğim şeyler. Ama bir şey diyemiyordum. Dilim tutulmuş gibiydi. Aren sağ elini çenemden saçlarıma doğru götürdü ve saçlarımı okşadı. "Her bir saç telinin benim için ne kadar kıymetli olduğunu bilemezsin." dedi. Sağ elimi ondan kurtarmaya çalışıyordum. Tutuyordu ve bırakmıyordu. Gözlerimden bir damla yaş yanaklarıma akmıştı. "Aren yapma." dedim mırıldanarak sağ elimi onun sol elinden çekerek. "Seni seviyorum Şirin. Bana sadece bir şans vermeni istiyorum. Her şeyi daha iyi yapabilirim." dedi. Sesi güven veriyordu. Ama benim istemediğim şeyleri yapıyordu. Sol eli hâlâ saçlarımda hissediyordum. Parmakları yanağıma değdi. Gözlerimi kapatıp derin nefesler almaya başladım. Parmakları yüzümü okşadığında gözüm kapalı olduğu için Tarık'ı görmüş gibi oldum. Aren'in şu an yaptığı bana Tarık'ı hatırlatıyordu. "Aren lütfen." dedim sağ elimle onun elini yüzümden çekerek. "Yapma, hem kendine hem de bana zarar verme. Bu yaptığın hoş değil. İğrenç. İstemiyorum. Böyle davranmaya devam edersen senle arkadaşta kalamam." dedim gözlerine baka baka. "Neden Şirin? Neden ben anlamıyorum. Başka birinden falan mı hoşlanıyorsun? Bana neden bir şans vermiyorsun?" Beni darlıyordu ve ona karşı patlamak istemiyordum. Gözlerimden yaşlar bir bir akarken hem onlara bakıyor hem de gözlerimin içine. "Cidden sadece ünlü olmak için mi girdin bizim ekibe? Tek amacın bu muydu? Tek amacın ünlü olmak mıydı Şirin?" dediğinde gözümü karartmayı başarmıştı. Benim neyi ne için yaptığımı bildiği hâlde bunu nasıl söylerdi?! Sağ elimle yanağına hokkalı bir tokat attım. Attığım tokadın etkisiyle başını omzuna doğru eğdi. Bağırdım, ağlayarak yüzüne yüzüne bağırdım. "Yeter! Sana hiç âşık olmadım bundan sonrada olmam! Sen, sen bana babamı hatırlatıyorsun Aren! Sen bana her türlü eziyeti çektiren o lanet adamı anımsatıyorsun! İstemediğim hiçbir şeyi yapmam ve kimse bana bunu zorunlu kılamaz. Arkadaş kalacağız ve ben bütün bu olanları unutacağım. Senin de öyle yapmanı istiyorum. Yoksa bir daha suratına bile bakmam!" deyip önünden ayrıldım. Gözyaşlarım akmaya devam ederken elimle onları sildim ve arkama dönüp bakmadan koşarak bara doğru ilerledim. 🔥🔥🔥 Ertesi gün olmuştu. Şu an saat öğlen dörttü. Dün gece bara gittiğim gibi kapıyı açmış ve lavaboya giderek elimi yüzümü yıkamıştım. Kendime geldikten yarım saat sonra Mahlas'lar gelmişti. Onlarla yatmadan önce nereye taşınacağımızı falan konuşmuştum. Annem ev kiralarının çok fazla olduğunu söyleyerek pansiyona gitmek istediğini belirtmişti. Zaten o istedikten sonra bize laf düşmezdi. Bugün Mahlas Kindle pansiyonuna bakacak ve bir oda kiralayacaktı. Ona aldığım bahşişi vermiştim. Yeni bir kredi kartı çıkarmıştı. Parayı da içine yatırmıştı. Aile kartıydı. Tüm para o kartın içine konulacaktı. Kime lazımsa kullanabilecekti. Ama biz özel ihtiyaçlar haricinde parayı biriktirecektik. Ta ki ilaç parasını tutturana kadar. Düşünmek için bolca zamanım olmuştu. Bütün gece hiç uyuyamamıştım. Zihnim konuşmuştu, ben dinlemiştim. Aren'i düşünmüştüm. Ona karşı sert olmak istememiştim ama sınırını aşmıştı. Ben eğer âşık olsaydım ya da birini sevseydim bunu belli ederdim. Eğer ilk günlerde Aren'den hoşlandığımı belli etmişsem bunu her türlü belli ederdim. Artık bu konuyu açmayacaktım. Hem pişman oluyordum hem de kendimi kötü hissediyordum. Akşam Palamut Çiftliği'ne gidecek miydim bundan da pek emin değildim. Ne olacağını bilmiyordum ama artık hayatıma çeki düzen vermek istiyordum. Artık ben olmak istiyordum. Kimsenin bana karışamadığı bir hayat yaşamak o hayatta da ailemle mutlu olmak istiyordum. Teklifi kabul edecektim. Ama Eslem'in ilaç parasını tamamlayana kadar. Ondan sonra hemen işi bırakacaktım. Zaten maaş olarak her ay hesabımda 50.000 TL olacaktı. Her yaptığım suikastte 10.000 TL alacaktım. Ayda beş kere yangın çıkacaktı. Hem sadece hakedenlere hakettikleri dersi verecektim. Bu bir nevi iyi bir şey sayılırdı. Birkaç saattir o adamın dediği amblem üzerine çalışıyordum. Madem benim lakabım Anka olacaktı. O zaman beni temsil eden şeyin bir Anka kuşu olması gerekiyordu. Biraz uğraştım durdum ve Google'dan da yararlanarak kendi amblemimi çizdim.  Bar bugün kapalıydı. 4 haftada bir kapatıyorlardı. O yüzden kimse bizi rahatsız edememişti. Mahlas iki saattir yoktu. Onunla gitmek istemiştim ama o annemle gitmişti. Ben ise minik nohutuma bakıyordum. Eslem bana bakarak tebessüm etmeye devam ediyordu. "Ben her şeyi düzeltmek için her şeyi yapacağım ablacığım. Senin için kötü yola da girsem, hayatımı riske atacak bir şey de yapsam seni iyi edeceğim. Hayatını güzelleştireceğim. Sen büyüyeceksin, çok güzel bir kız olacaksın bundan bir şüphem yok, sonuçta ağabeyine değil bana çekmişsin." deyip güldüm. Onu kucağımda taşıyor sallıyordum. Allah'ım gerçekten çok tatlı ve usluydu. Özel bir çocuktu. Her şeyin en iyisine layıktı. Ona barı gezdirdim. Enstrümanları, kulisi gezdirdim. Kuliste siyah tekli koltuğa oturtturdum ve mikrofonun başına geçtim. Fişi çıkardığım için sesim yankı yapmayacaktı. Eslem'e bu şekilde güzel bir ninni söyleyecektim. Lakin söyleyeceğim ninninin ben sözlerini değiştiriyordum. Eslem'in en sevdiği ninniydi. "Uykudan uyanmış, gülermiş bakarmış" dediğimde güldü ve elini salladı. "Ablası onu çok öpermiş severmiş "Ailesi onu çok severmiş severmiş," Onu öptüm. "Öpermiş öpermiş" dedim. Kucağıma aldım ve sarılarak dans ettirdim. Barın kapısı çalana kadar gülerek oynuyorduk. Kulisten çıktım. Mahlas ve annem gelmişti. Mahlas gülerek yanımıza kollarını açarak koştu. Bize sarılacağını düşünürken Eslem'i kucağımdan aldı ve havaya zıplatıp yakaladı. Eslem gülerken benim kalbim çıkacaktı. Annem, Mahlas'ın koluna vurdu. "Oğlum yavaş, top mu o?" dediğinde Mahlas gülerek Eslem'in minik burnunu öptü. "Benim güzelim bir melek. Uçuruyorum onu." dedi ve Eslem'i tutup havaya zıplatıp yakaladı. Eslem her defasında bunu gülüyor, tatlı sesiyle kahkaha atıyor bizi de gülüşüyle güldürüyordu. Mahlas onun gülüşünü sevdiğinden hep onu fırlatıp duruyordu. "Mahlas! Düşüreceksin ya!" "Ben meleğimi asla bırakmam. Hep yakalarım onu. Ben varken düşmez o." dediğinde güldüm ve duygulandım. Annem ben üç yaşındayken Mahlas'ın beni taşıyıp zıplattığını söylüyordu. Benden yalnız üç yıl büyüktü. Altı yaşında beni zıplatırken az kalsın düşüyormuşum ama beni yakalamıştı. Daha altı yaşındayken söylediği şeyi az öncede söylemişti. 'Ben hep yakalarım onu, düşmesine izin vermem.' demişti. Ben hatırlamıyordum, bana annem anlatmıştı. "Eee oda nasıl? Güzel mi?" dediğimde annem beğenmiş gibi başını salladı. "Evet çok güzel. Sen ve ağabeyin ranzada yatacaksınız." dediğinde Mahlas ile aynı anda, "Yukarısı benim!" dedik. Bana gözlerini kısarak baktı. Ben de aynı şekilde gözlerimi kısarak baktığımda annem güldü. "Âlemsiniz valla." "Ben ağabeyim, o yüzden benim sözüm geçerli." "Allah Allah! Bende kardeşinim, hep benim isteğim oldu ve yine öyle olacak." "O en küçük kardeşkendi canım. Artık ortancasın, o yüzden kapat çeneni." "Mahlas uzatma, yukarıda ben yatacağım!" "Bok yatarsın!" Annem Mahlas'ın kıçına vurarak, "Mahlas! Kardeşin var oğlum." dedi. Mahlas, Eslem'in sol kulağını kapatıp sağ kulağını kendisine yaslayarak tekrar söyledi. "Bok yatarsın." Gözlerimi devirdim. Bu nasıl doktordu ya? "Göreceğiz bakalım. Kim daha hızlı kaparsa." Mahlas sabır ister gibi Eslem'i anneme uzattı. Eslem de bizi anlıyormuş gibi gülüyordu. "Kızım ben kalacağım. Uzatma, küçüksün sen daha. Düşersin kırarsın kafanı." Cümlesini devam ettirdim alayla. "Dedi merdivenlerden inerken düşüp kafasını yaran kişi." Mahlas bu lafı kaldıramayacağı için o da benim cümlemi devam ettirdi. "Dedi ben düşünce özenip kendini merdivenlerden atan ve burnunu kıran kişi." Kaşlarımı çattım. "Öyle bir şey olmadı." "Mesela yani." Allah'ım sabır. 🔥🔥🔥 Akşam olmuştu, dışarıda işlerimin olduğunu söyleyip çıkmıştım. Annemler pansiyona gitmişti. Mahlas o kadar didişmemizden sonra ranzanın üst tarafını kapmış bana fotoğrafını atmıştı. Saatin sekiz olmasına yirmi yedi dakika kalmıştı. Ben kararımı vermiştim. Gidecektim ve ne olacaksa olacaktı. Bir taksi çağırıp Palamut Çiftliği'ne doğru yol aldım. Allah'dan taksici beni tanımamıştı. Bir 15 dakika sonra geldiğimizde taksiciye ücreti ödeyip arabadan indim. Burası eski bir çiftlikti. Neredeyse terk edilmiş gibiydi. Yol ormana doğru çıkıyordu. Hava kararmış, parlayan hilal yerini almıştı. Yarasalar uçuyor, cırcır böceği sesleri kulak tırmalıyordu. Yerler çamurluydu. Burada kimsecikler yoktu. Hâlâ benimle dalga geçtiklerini düşünüyordum. Bu düz ormana açılan yol beni çekiyor gibiydi. Ormana doğru ilerledim. Ne olur ne olmaz diye yerde bulduğum kalın ve uzun ağaç dalını aldım. Bu yol beni en son kulübe gibi bir yere getirmişti. Kulübenin içinde ışıklar yanmıyordu ama kapısının sağında ve solunda iki tane yanan gaz lambası vardı. Çok sessiz ve ürkütücüydü. Baykuş sesi de duyuluyordu. Kulübeye yaklaştığımda biraz ilerde bir erkek silueti gördüm. Aniden görünce korkudan kalbim çıkacaktı. Adamın arkası dönüktü. Siyah deri ceket, altınada siyah pantolon ve siyah ayakkabı giymişti. Tamamen bir suçlu gibi duruyordu. Bu mesajlaştığım kişi olabilir miydi? "Hey! Geldim işte. Konuşacaksak gel konuşalım, yoksa hemen giderim buradan." dediğimde hareketlenmiş ve başını biraz bana doğru çevirmişti. Yüzünü göremiyordum. Karanlıkta duruyordu. Kulübenin kapısı açıldı. İçeriden iki tane tıpkı o karanlıkta duran adam gibi simsiyah giyinen adamlar çıktı. Bana doğru ilerlerken geriye doğru adım atacağım sırada birine çarptım. Kalp krizi geçirmeme ramak kala elimdeki sopayla ona vuracakken sopayı tuttu ve elimi döndürerek alıp yere attı. Aynı korkuyla ayağına topuklu botumla basıp bacak arasına tekme attım. Adam ansızın yere çöküp inledi. Arkamı bile dönmeden yardım istemek için bağıracağım sırada siyah eldivenli biri arkamdan yaklaşıp eliyle ağzımı kapattı. 'Aha şimdi işim bitti. Kesin sıçtım. Organlarımı mı alacaklardı yoksa Tarık'ın adamları olarak beni mi öldüreceklerdi?' Ağzımı kapatan adamdan kurtulmak için onu iterken diğerleri önümde durdu. Karanlıkta duran adam başını yere eğerek yanıma doğru ilerledi. İnleyerek bağırmaya çalışıyordum ama çok zordu. Ben buraya niye gelmiştim ki? Çok salaktım! O adam önümde duran diğer iki adamın tam ortasına geçti. Arkamda bacak arasına tekme attığım adama bakıyorlardı. O adam ayağa kalktı, öfkeli gözlerle bana baktığını görünce boğazım tıkandı. Ortadaki adam elini kaldırarak arkamdaki adama bir işaret yaptığı an o adam elini ağzımdan çekti ama bu seferde kollarımdan sıkı sıkı tuttu. Derin bir nefes aldım ve kaçma girişiminde bulunmak için aptalca bir karar verip geriye doğru kafa attım. Kafam o adamın burnuna çarpmış olacaktı ki acıdan bağırdı. Kollarımı bıraktığında arkamı dönerek o adamın bacak arasına da dizimle tekme attım. Bu adamda diğeri gibi inleyerek dizlerinin üstüne düştü. Tam kaçmak üzereyken sağ taraftaki bir adam kolumu tuttu. Yüzüme bir yumruk savurunca başımı yana kaydırdım. Bir kadına el kaldırıyordu! Siyah topuklu botumla karnına tekme atarak onunda inlemesine sebep oldum. Ortada duran adam aynı umursamaz bakışlarla bana bakmaya devam etti. Gözlerini göremiyordum, bu karanlıkta siyah güneş gözlüğü takmıştı. Sol tarafımda duran adamsa benim kollarımdan tutarak engel oldu ve tekrar ağzımı kapatmaya çalışacakken elini ısırdım. Adam inleyip sol elini çekti ve sağ eliyle beni boğazımdan sıkacakken bileğinden tuttum ve ters yöne doğru döndürdüm. Adamın kolunu kırmak için tam dirseğine sağ dizimle tekme atacakken ortalarında duran gizemli adam, "Yeterli!" dedi. "Sadece küçük bir testti Alev." Bir saniye.... Ben bu sesi tanıyordum... Adamın kolunu şaşkınlıkla bıraktım ve aynı şaşkınlıkla bana bakan o simsiyah giyinen adamın yüzüne baktım. Siyah maskesini ve siyah gözlüklerini çıkarmış gururlanmış gibi tebessüm ediyordu. Bu sefer çok net bir şekilde düşüp bayılacaktım. Gözleri doğrudan beni baştan aşağıya süzüyordu. Ne işi vardı bunun burada? "E-Eymen?!" dedim dudaklarımı zorla hareket ettirerek. Ellerini siyah pantolonun ceplerine koydu ve tebessüm ederek başını eğdi. "Orenda örgütüne hoşgeldin sevgili suikastçı Alev Asena, namı diğer Anka." ... Ayayayay yazarken ellerim birbirine girdi. Hele sonunda öyle heyecanlandım ki. Bu arada ben de yazarken öğrendim Eymen olduğunu KXJSNXBSHZJZNZ hiçbir fikrim yoktu. Umarım beğenmişsinizdir. Biraz geç bitirdim ama buna değdi bence. Örgütün adına bir şey bulamadım o yüzden pintterestte bulduğum ve anlamı hoşuma giden Orenda'yı yazdım. |
0% |