@darklightssx
|
Şarkılar; Wonder- Shawn Mendes (Not: Yer ve mekan isimleri hayal ürünüdür. Gerçeklikle bir alakası yoktur. Kısacası tamamen sallamadır.) 'Hayatımızı renklendirmeye çalıştıkça kendimiz siyah-beyaz kalmıştık.' Üzerimdeki şaşkınlığı henüz atlatabilmiş değildim. Neler olduğuna, Eymen'le ne alakası olduğuna da anlam verebilmiş değildim. Burada ne işi vardı? Beş aydır yan yanaydık, şimdiye kadar maksimum 50-60 cümle falan konuşmuştuk. Onu karşımda görünce taş kesilmiştim. Yerde iki büklüm kalan adamlara baktı ve başını hafifçe kulübeye doğru salladı. Adamlar ayağa kalkarak içeri girdiğinde hâlâ üzerimde büyük bir şok vardı. "Eymen? Sen... Nasıl yani? Ne oluyor, açıklar mısın hemen?!" Yüzünde onda hiç görmediğim bir ifade vardı. Sanki bardaki o piyanist gitmişti de yerine bir başkası gelmişti. Psikopat bir adam... Ellerini cebinden çıkarmadan ve bir şey demeden arkasına dönüp kulübeye doğru yürümeye başladı. "Beni takip et Alev. Her şeyi açıklayacağım." Takip etmekle etmemek arasında gidip gelmiştim. Gidebilirdim ve büyük ihtimal bana engel olurdu. Sonuçta bana yazdığı mesajlar hâlâ duruyordu. Neler olduğunu da çok merak etmiştim. Sonuçta Eymen tanıdığım biriydi, bana zarar vermezdi. Ya da ben öyle sanıyordum. Bu gerçekten o muydu? Hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Belki de ikizi vardı. Hareketleri, davranışları, ses tonu bile farklıydı. Hep umursamazdı, sessizdi, inceleme yapar, gizemli davranır, göz kaçırır, beddua okur gibi bize yandan yandan bakardı. Şu an ise daha farklıydı. Cesur görünüyordu, ne yaptığını biliyordu, kendinden emindi, gizemli değildi, az sonra sırlarını meydana çıkaracak gibiydi. Bu ürkütücüydü. Yavaş ve onun aksine kendinden emin olmayan adımlarla onun peşinden kulübeye doğru ilerledim. İçeriden bazı sesler geliyordu. Ne olduğunu zerre anlamış değildim ama Eymen bir şeyler karıştırıyordu. Buna bir ihtimal beni de dahil edecekti. Kapıyı açtı ve içeri girmemi istedi. Benim içeri girmemle ikinci şoku yaşamam bir oldu. Aman Allah'ım burada ne oluyordu?! Kulübenin tam ortasında sandalyeye bağlanmış otuzlu yaşlarında bir adam vardı. Elleri, kolları, ağzı ve gözü bağlıydı. Ben nereye düşmüştüm böyle? Tedirgin olmuş bir şekilde geriye doğru adım atmıştım ki Eymen elini omzuma koydu "Korkma, her şey yolunda. Seni buraya niçin çağırdığımızı zaten biliyorsun Anka. Önce ilk temeller atılmalı öyle değil mi?" Anlamayan bakışlarımı onun mavi gözlerinin üstünde tutuyordum. İlk temel dediği ne oluyordu? Bana Anka demişti, benim gerçekten telefonda konuştuğum Eymen miydi? Ama onunla aynı odanın içerisindeydik. Hiçbir şey belli etmeyerek nasıl onca yazıyı dümdüz bir ifadeyle yazmış olabilirdi? Eymen beni belimden hafifçe öne doğru iterek sandalyede bağlı olan adamın yanına sürükledi. Işık falan da yoktu, her yeri aydınlatan tek şey gaz lambalarıydı. Kimsenin yüzünü seçemiyordum. Kulübenin sağ ve sol köşesinde ellerini önde tutmuş, hazırda bekleyen adamlar vardı. Peki bu bağlı adam kimdi? Neden bağlıydı? Benim ne alakam vardı? Aklımda o kadar çok soru vardı ki kafayı yiyecektim. Adam bizi duyuyordu, giydiğim topuklu botumla attığım her adımda mırıldanırcasına bağırıyordu ama sesi çıkmıyordu. Tam o anda kulübenin kapısı açıldı. O kadar hızlı açılmıştı ki bir kalp krizi daha geçirecektim. Eymen arkasına dönüp bakmamıştı bile. Demek ki birini bekliyordu. İçeriye zarif bir kadın girdi. Eymen ve diğer adamlar gibi simsiyah giyinmişti. Parlak siyah pantolonu, siyah tişörtü ve tişörtünün üstüne giydiği siyah deri ceketle hoş bir görüntüsü vardı kadının. Siyah düz saçlıydı ve saçlarını düzenli bir at kuyruğu yapmıştı. Attığı her adımda deprem etkisi yaratan bir şıklığa sahipti. Ağzında siyah bir maske, gözlerinde de siyah güneş gözlüğü vardı. Neden bu kadar çok siyah giyinmişlerdi? Onlara bakıyordum da baya suçlu gibi duruyorlardı. Onları bu şekilde dışarıda bile görsem suçlu sanırdım. "Anka." dedi Eymen bana bakarak. Neden adımla hitap etmiyordu? Sol eliyle yanında duran kadını gösterdi. "Tanıştırayım, bu Karadul. Kendimi de tanıtayım, ben de Kartal." O sırada benim koyduğum lakabın onlarınkiyle arasındaki fark. En azından hayvanı tutturabilmiştim, ne kadar gerçek olmamasına rağmen. Bu kadının da bir lakabı vardı ve oldukça güzeldi. Kadın maskesini indirip gözlüğünü çıkarınca ağzım beş karış açık kaldı. Gözlerimi ovaladım, belki karanlık olduğu için yanılıyorumdur diye ama hayır bu oydu. Asla aklımın ucuna bile gelemeyecek kişilerin burada ne işi vardı? İkinci şoku da bir güzel yaşamış olmuştum. Birkaç dakika da o kadar çok şok yaşamıştım ki beynim fırlayacaktı. Tam adını söyleyecekken sağ işaret parmağını, sürdüğü kıpkırmızı rujlu dudaklarına götürdü. Burada gerçek adlarını kullanmıyorlardı anlaşılan. Dudaklarımı oynatarak, 'İdil?!' dediğimde gülerek elini salladı. "Sen ne alaka ya? Daha başka yok mu? Siz ikiniz, burası, bu adam, siyah giyinmeler, lakaplar, ne oluyor? Birisi bana anlatabilir mi artık?" dediğimde Eymen gülerek tekrardan başını salladı. Mavi gözleri önümde duran adamı işaret ettiğinde adama baktım ama yine de hiçbir şey anlamamıştım. "Önce ufak bir işimiz var, ondan sonra ne istersen sorabilirsin Anka." "Neden Anka diyorsun ki? Bu adam kim?" "Sorular daha sonra dedim!" diyerek beni tersledi. Ama barda terslediği gibi değil. Daha sakindi. Onunda mı kişilik bozukluğu vardı yoksa. Solumda, kulübenin köşesinde, bizim yaşıtımız olan adamı elini yelpaze gibi sallayıp yanına çağırdı. "Boncuk, adamın ağzını çöz oğlum." dediğinde Boncuk dediği kişi yanımıza koşar adımlarla gelerek adamın ağzını çözdü. Mafya veya havalı suikastçı rolü mü oynuyorduk? Adamın yüzüne baktım ama Allah'dan bunu tanımıyordum. Buna da şükür. Yeni bir şok daha yaşamamıştım. Eymen, İdil'in yanından adamın yanına doğru ilerlediğinde direkt yer değiştirip İdil'in yanına geçtim. Ona sorgulayıcı bakışlarımla bakarken işaret parmağını tekrar dudaklarına götürüp sessiz olmamı istedi. Bir şey demedim. Az sonra her şeyi tek tek soracaktım zaten. "Manyak mısınız lan siz? Kimsiniz oğlum siz, bırakın beni!" dedi adam bağırarak. Eymen ürkütücü bir şekilde gülerek adamın fazla uzun olmayan koyu saçlarından çekerek sandalyenin arkasına doğru yatırdı. Adam inleyerek başını salladı. Eymen'in yüz ifadesinde acımasızlık görüyordum. "Yaptığın onca haltın bedelinin sana pahalıya patlayacağını söylemiştim Erdal!" Erdal dediği adam öfkeyle soluklanarak başını kurtarmaya ve çırpınmaya başladı. Eymen sağ eliyle adamın saçını tutup geriye doğru çekerken sol elini pantolonun arkasına attı. Siyah deri ceketinin altına sakladığı siyah tabancayı oradan çıkarttı. Gözlerim artık bulanık görmeye başlıyordu. Korkuyla kasılan bedenimde hareketine devam eden tek şey sadece o silaha yönelttiğim gözlerim ve deli gibi atan kalbimdi. Eymen'in yüz ifadesine bakılırsa bunu ilk kez yapıyormuş gibi durmuyordu. "Kandan korkan ya da midesi bulanan varsa çıksın." dediğinde ciddi ciddi adamı öldüreceğine ikna olmuştum. O kadar kanı görmek beni de öldürürdü. Tam kapıya doğru yönelecektim ki İdil kolumdan tuttu. "Kandan korkuyorsun musun?" dediğinde başımı hayır anlamında salladım. Kandan korkmuyordum ama midemi bulandırıyordu. Kanın kendiside kokusu da beni boğuyordu. "Midem bulanır." dediğimde beni Eymen'e doğru geri çevirdi. "O zaman mideni alıştırsan iyi edersin. Şimdi iyice izle." sesindeki ton bardakine göre o kadar farklıydı ki devrelerim yanıyordu. Eymen silahı Erdal'ın alnına dayadığı an adam bağırmaya başladı. "Yapma, hayır hayır lütfen! Yemin ederim bir daha tek kelime etmem. Karıma kaldırdığım eli o an kendim kırarım! Yapma bırak, yalvarırım bağışla beni." diye bağırarak ağlamaya başladı. Eymen silahı kendisine yaslayarak tetiği çekti. "Kartal!" diye bağırdım adını söylemeyerek. "Yapma!" İdil beni durdurarak gözlerimi üzerine dikti. "Sen karışma Anka." dediğinde yutkundum. Eymen namluyu adamın alnına yaslayarak sırıtarak bağırdı. "Son duanı et!" Adam bağıra çağıra ağlarken, "Özür dilerim! Allah benim belamı versin ki bir daha karıma vurmayacağım! Elimi bile kaldıramayacağım. Bırakın beni yalvarırım. Ölmek istemiyorum!" dediğinde Eymen alayla güldü ve tetiğe bastı. Tetiğe bastığı an çıkan o tok sesle çığlık attım. İdil benim çığlığımdan irkildi. Kalbim saniyede on kere çarpıyor, kuş gibi kanatlanıyordu. Lakin tek bir sorun vardı, yerde kan falan yoktu. Dahası silahtan çıkan sesde çok azdı. Normal bir silah patladığı zaman tüm mahalle duyardı ama bu silahın sesini anca biz duyabilmiştik. Eymen gözlerini devirerek silahı biraz ilerisinde olan tahtadan bir masanın üstüne attı. Köşede duran adamları yanına çağırarak, "Boncuk ve Çakır alın götürün bu herifi. Eğer evlerinden o kadının tek bir çığlık sesini bile duyarsanız soru sormayın, gördüğünüz yerde gerçek bir silahla deşin içi boş kafasını." dedi. Silah gerçek değil miydi? Sadece göz korkutmak için yaptığı bir hamle miydi bu? Erdal titriyor, ağlamaya devam ediyordu. Eymen bana bakarak ellerini açtı. "Bu işler böyle yapılıyor güzelim, alışsan iyi edersin." Şaşkınlığı hâlâ üzerimden atamıyordum. Eymen hep mi böyleydi? Ve neden bilmiyordum ama bu hali oldukça çekici duruyordu. Onu baştan aşağıya süzerek baktığımı görünce gülümsemeye başladı. Sıcak ve samimi gülümsemesini ilk kez bana gösteriyordu. Barda bir kere bile bu şekilde tebessüm etmemiş, gülmemişti. Aşırı tuhaf bir adamdı. Boncuk ve Çakır denilen adamlar, Erdal'ı sandalyeden çözüp yalnız elleri ve gözleri bağlı olacak şekilde dışarı çıkarttılar. "Bu kadar mı?" "Ne bu kadar mı?" diye sordu Eymen. "Başka bir şey daha yapacak mısınız yoksa aylık şok olma dozum bitti mi?" İdil gülerek, "Aslında bir tane daha var. Önemli bir şey değil ama bilsen iyi olur." dediğinde merakla ne olduğunu bekledim. İdil, Eymen'in yanına doğru gidip bir anda onun dudaklarına yapışınca yepyeni bir şok daha yaşadım. Bu sefer sadece ağzım değil gözlerim de fal taşı gibi açıldı. Eymen'le birlikte gözümün önünde öpüşüyorlardı! Nasıl ya? Onlar sevgili miydi? Ne zamandan beri? Eğer aynı barda çalışmasalardı normal olabilirdi. Ama barda sohbetleri o kadar sıradandı ki gören arkadaş bile sanmazdı. Eymen çok yalnız takılan biriydi. Öyle ki uzaktan biri görse Aren'lerle bile daha yeni tanışıyor sanırdı. İkisi barda birer yabancı gibiydi. Artık ne kadar profesyonelce oynuyorlarsa ben zerre bir şey anlamamıştım. Acaba sorun bende miydi? Ben anlayamıyordum. Merak ettiğim bir diğer şey ise bunun başka kimin bildiğiydi. Eymen, İdil'i silahı attığı masanın dibine getirmişti ve kalçalarından tutarak onu masanın üstüne taşımıştı. O kadar tutkulu bir şekilde öpüşüyorlardı ki kandan değil şimdi bundan kusacaktım. "Tamam! Tamam, ikna oldum! Lütfen başka bir odaya geçin!" diye bağırdım bakışlarımı farklı bir yöne çevirerek. Birkaç saniyede nefes nefese kalmışlardı. Onlara döndüğümde Eymen'in dudaklarının çevresinin kırmızı olduğunu gördüğümde gülmek üzereydim. Oflayarak ellerimi belime koydum. "Bunu başka kim biliyor?" diye sorduğumda İdil, Eymen'e bir ıslak mendil vererek sorumu cevapladı. "Suikastçı olduğumuzu mu?" Sorum bu değildi ama bunun da cevabını almıştım. Oh ne güzel. Çevremdeki birçok kişi suçlu. "O da var tabii. Bir de sevgili olduğunuzu başka kim biliyor?" İdil, Eymen'e bakarak utanmış bir şekilde güldü. Şimdi ne oluyordu? "Biz sevgili değiliz Alev." Kaşlarımı çattım. O zaman niye öpüşüyorlardı? Yemin ederim hem şok hem zort olmaktan beynim uyuşmuştu. İdil bana imalı bakışlar atarak bilmediğim şeyi açıklamaya çalıştı ama ben yine bir şey anlamamıştım. Parmaklarımla şakağıma masaj yaparak ofladım. "Hiçbir şey anlamadım. Burada ne karıştırıyorsunuz? Ben neden buradayım? O adam kimdi? Neden lakap kullanıyoruz? Off beynim patlayacak! Madem sevgili değilsiniz o zaman niye az önce..." derken İdil sözümü gülerek devam ettirdi. "Ben ve Eymen... Alev, biz evliyiz." Tam bir şey diyecekken öylece bakakaldım. Ağzım tekrardan bir karış açık kalmıştı. Diyeceğim şeyin ne olduğunu bile unutmuşken "Oha!" diye bildim sadece. Başka da bir şey çıkamadı ağzımdan. Ne demek biz evliyiz? Bunlar ciddi miydi? Sevgili olduklarını yeni öğrendiğimi sanırken evli çıkmışlardı. Ne zamandan beri evli olduklarını ve ne zamandan beri bizden sakladıklarını düşününce yüzüm düştü. "Ne zamandan beri?" diye sordum somurtarak. İdil sağ kolunu Eymen'in beline koymuştu ve sarılmıştı. Eymen de sol kolunu İdil'in omzuna koymuştu. Eymen, İdil'in başından öperken, "Neredeyse 3 yıl." dedi İdil. Aslında benim kırılmaya bile hakkım yoktu. Sonuçta daha onlarla tanışalı beş ay olmuştu. Bunu muhtemelen diğerleri de bilmiyordu. Çünkü hiç konuşurlarken ya da İdil ve Eymen'in barda derin bir sohbet ettiklerini, imalı bakışlar attığını görmemiştim. Ya onlar Oscar alacak kadar muhteşem oynuyordu ya da biz kördük. "Köprüaltı kurulduğundan beri yani." dedim mırıldanarak. "Oh ne güzel! Neden sakladınız peki? Neden bu kadar yabancı aynı zamanda da yalancı davrandınız?! Ben anlamıyorum mantıklı bir açıklama yapın!" diye bağırdığımda Eymen kolunu İdil'in omzundan çekerek yanıma ilerledi. "Bir kez anlatacağım, dikkatli dinle." Başımı onaylayarak salladım. Az önce Erdal denilen adamın oturduğu sandalyeye ters bir şekilde oturup sandalyenin yaslanma yerine kollarını koyarak bana baktı. "Bundan dört yıl önce. Daha İdil'le tanışmamıştım. Bizim bir müdürümüz var, adı Serdar. Neyse o babasından sonra yeni ve daha iyi bir örgüt kurmak için bütün adayı inceleme altına aldı. Ben üniversite de inşaat okuyordum. Serdar Bey bir süre sonra bizi keşfetmiş ve mesaj atarak iş teklifinde bulunmuştu." İdil'i işaret etti. "İkimizde tek bir amaç için çabalıyorduk. Bu hayatı daha yaşanılabilir bir hale getirmek. Ailemi üç yıl önce silahlı bir çatışmada kaybettim. Onları öldüreni dava ettim ama kazanamadım. Çünkü adalet yoktu. Okulu bıraktım ve teklifi kabul ettim. İntikam almak için her yolu denedim. İlk suikastimi gerçekleştirdim ve ailemi öldürenlere işkence çektirdim. Sonrada silahla kalplerini deldim." Kanım donmuştu. Eymen ailesinin intikamını almak için katil olmuştu. Sevdiklerinin canı için başkalarının canını almıştı. Bu açıdan bakılırsa yaptığı şey yanlıştı ama suçlayamıyordum. Kalp ve beyin aynı anda hareket ediyordu. Kalbi ailesini seviyordu, beyni de intikam almak istiyordu. Ailesini sevdiği için onu öldürenlerden intikam almıştı. Peki bu ne kadar doğru bir hareketti? İdil elini Eymen'in sağ omzuna yasladı. "Ben de psikoloji okuyordum birkaç yıl önce. Ailem bizim evi otel gibi kullanıyordu. Sabah gidiyorlar, akşam geliyorlardı. Bir diyalog yok, sohbet yok. Gelir gelmez yatıyorlar, sonra uyanıp gidiyorlardı. Birkaç hafta yüzlerini bile görmediğim oldu. Bir kızları olduğunu unuttuklarını farketmiştim. Annemin doğum gününde pasta aldım kutlamak için. Eve hiç gelmedi, sırf bu yüzden saat sabah altıya kadar beklemiştim. Sonra aslında iş yerinden akşam on ikiden çıktığını kalan zamanını da yeni sevgilisiyle geçirdiğini öğrendim. Pastayı çöpe attım ve onun yüzünden kendimden nefret ettim. Babamın da annemi iş yerindeki sekreterle aldattığını öğrendim. Normalde bazı örnek aileler bu durumlarda ilk önce çocuklarını düşünür. Ama benimkiler benim varlığımı unuttular. Acaba onlara yetemiyor muyum diye düşündüm, ağladım. İlgimi haketmeyen insanlara vermiştim. Ertesi gün Serdar Bey bana hayatı daha güzel kılmak için bir mesaj attı. Düşünmeden kabul ettim ve Kartal'la işte orada tanıştım. Orenda örgütünde." Neden hâlâ lakabıyla hitap ediyordu anlamış değildim ama konu bu değildi. Hem İdil'in hem de Eymen'in hayat hikâyesi en az benimki kadar korkunçtu. Biz bu hayatı haketmemiştik. Ailemizin gözüne girmek, onları mutlu etmek için çaba göstermiş işin sonunda mutsuz taraf hep biz olmuştuk. Biz hayatımızı renklendirmeye çalıştıkça kendimiz siyah-beyaz kalmıştık. Farkettiğim bir diğer şey ise mesajların Serdar Bey denilen bu örgütün kurucusundan geldiğiydi. Yani benim konuştuğum kişi Eymen ya da İdil değildi. Ben de Serdar Bey'le konuşmuştum. Beni Eymen ve İdil vasıtasıyla izlemiş, takip etmişlerdi. Her şeyi o yüzden biliyorlardı. Şu an taşlar yerine oturuyordu. Sanki düşüncelerim bir yapbozdan ibaretti ve her şey tek tek yerine yerleşiyor gibiydi. Mantığı kavrayabilmiştim. Eymen onun saçını okşayan İdil'in elini tuttu ve parmaklarından öptü. Bakışlarında saf aşk vardı. Şu an farkediyordum ama gerçekten çok yakışıyorlardı. "Serdar Bey ikimizi bu adaya gönderdi." diye devam etti Eymen. "Biz normalde Bilecik'te yaşıyorduk. Sonra ortak iş aradık ama o işte birer yabancı gibi olmamız gerekiyordu. Biraz kafa dinlemek için bara gittik. Orada işte Aren, Bora ve Gökay vardı. Ulaş piyanist ve barda çalışacak bir kadın arıyordu. Biz hemen kabul ettik. Hem kimliklerimiz gizli kalacaktı hem de kimse bizden şüphelenmeyecekti. Çünkü ben piyanist, İdil ise bar güzeli olursa ayriyeten ünlü olursak herhangi bir suikastte en son bile bizden şüphelenmezlerdi. Zaten o zamanlar Köprüaltı kurulalı üç ay falan olmuştu. Biz sadece orada değil başka yerlerde de operasyonlar yapıyorduk. Bir operasyon için formaliteden evlenmemiz gerekti." İdil kıpır kıpır oldu. Sol elini Eymen'in omuzları ve boynunda gezdirdi. Sonra onun sözünü devam ettirdi. "Normalde operasyondan sonra boşanacaktık ama ben bu haylaz, yakışıklı ve cool çocuğa âşık oldum. Boşanmamak için uydurmadığım bahane kalmadı. O da benden kurtulamayacağını anlayınca bana teslim olmayı seçti. Bir süre sonra da âşık oldu ve hâlâ evliyiz. Şikâyetçide değilim. Sanki her gördüğümde tekrar aynı duyguları hissediyor, tekrar âşık oluyorum. Her neyse hepsi bu şekilde tatlım, hayatımız buraya kadar." Tebessüm ettim. Aşklarının başlangıcı hoşuma gitmişti. Klişe bir şekilde ilerlemişti ama sonunda mutlulardı. Suikastçı olmaktan memnun gibilerdi. İdil bana suikastle ilgili bir şey dememişti ama şu an sormakta istemiyordum. "Sormak istediğin başka bir şey var mı?" Eymen bunu aniden sorunca tüm soruları unutmuş gibi hissettim. Lakin hâlâ aklımda bazı sorular vardı. "Benimde mi suikastçı olmamı istiyorsunuz gerçekten? Ben katil olmak istemiyorum. Ben sadece adaletin sağlanmasını, insanların huzurlu ve kadınların daha mutlu bir hayat yaşamasını istiyorum." İdil yanıma geldi. Sıcak bir tebessüm etti. Kollarını omuzlarıma koydu, destek verircesine omuzlarımı sıktı. Sonrada dediğim şeyi aynen kabul edermiş gibi başını salladı. "Bizim örgütün amacı da bu işte. Ama adaleti sağlamak kolay değil Alev. Bunun için yeri gelir katil olmak zorunda kalırsın."Onlarında ne dediğini anlıyordum ama uygulamak istemiyordum. "İnsanlar her ne kadar kötü olurlarsa olsunlar onların canını almak istemiyorum. Değer verdiğim insanlar için hayatımda hiç görmediğim ve değer vermediğim insanların canını alamam." Düşüncesi bile korkunçtu. Birini öldürmek canilikti. Eğer suikastçı olursam sadece göz korkutmak içindi. Tıpkı az önce Eymen'in, Erdal denilen o adama yaptığı gibi. Yeri gelir korkudan kalp krizi geçirtirdim ama yaptığı şeyden köpek gibi pişman olduğuna inanmadan onu rahat bırakmazdım. Lakin aynı şey Tarık için geçerli değildi. Eymen sandalyeden kalktı ve önce parmaklarını sonrada boynunu çıtlattı. Ciddi bir yüz ifadesiyle ellerini önünde tutarak 1-2 adım önümde durdu. "Eğer elinde tuttuğun silah bir kötüyü hedef alıyorsa orada adalet vardır." dedi. Tüylerim ürperdi. İdil, devam ettirdi. "Eğer elinde tuttuğun silah sevdiklerin için bir kötüyü hedef alıyorsa orada intikam vardır." dedi. "Sen hangisini istiyorsun? Senin amacın ne? Bu söylediğimiz şeyler Orenda örgütünün sözleri. Sen hangi yoldan ilerleyeceksin Alev Asena?" Tarık'dan ömrü hayatım boyunca nefret etmiştim. Bize yaptığı zararlardan dolayı ondan hep iğrenmiş, onu öldürmek istemiştim. Eğer bir silah tutacak olsam ve bu silahın namlusu doğrudan Tarık'ı hedef alsa gerçekten de intikam almış olacaktım. Çünkü bu sevdiklerim ve kendim için olacaktı. Bu adalet değildi. Eğer bir silah tutacak olsam ve bu silahın namlusu doğrudan tacizci birini hedef alsa gerçektende adaleti sağlamış olacaktım. Çünkü bu iğrençlikleri yapan bir kişi kötü birinden başka kimse olamazdı. Hakkettiği ceza hapis veya müebbet değildi. Bana göre bu davranışların sonu ölümdü. Allah göz vermişti, beyin vermişti. O gözlerine kendileri sahip çıkacaktı, o davranışlarını kendileri tartacaktı. Birkaç yıl önce çıkan orman yangınlarına teröristlerin payı vardı ve onlardan intikam alırsak adaleti de sağlamış olurduk. Herkes bir gün yaptıklarının bedelini ödeyecekti. Ben her ne kadar öldürmek istemiyor olsamda düşüncelerime güveniyordum. Benim suikastim yangından ibaretti. Evleri ateşe verecektim. Suikasti düzenlediğim kişi o yangından kurtuldu kurtuldu, kurtulmadı yapacak bir şey yoktu. Onlarla medeni bir insan gibi konuşacak, gözlerini korkuyla boyayacaktım. Zihinlerindeki tek bir düşüncenin değişmesi bile toplumun huzurunu etkileyebilirdi. "Ben gideceğim yolu suikasti düzenleyeceğim kişiye göre değiştireceğim. Hangisi neyi hakediyorsa onu görecek." dediğimde birbirlerinin yüzüne bakıp güldüler. İdil kollarını açıp bana tebessüm ederek sarıldı. Ben de ona sarılırken eliyle sırtımı ovalayarak, "Aramıza hoş geldin." dedi. "Hoş buldum." İdil'den ayrılınca Eymen kollarını açarak bana sarıldı. Klasik erkek sarılmasıydı. İçtendi ama belli etmek istemeyecek bir şekilde. Tahta masanın yanına doğru gidip sandalyelerde oturdular. Eymen oturmamı istedi. "Her neyse gel otur, daha sana kuralları anlatacağız. Yarına kadar hazır olman lazım." "Yarın ne var ki?" diye sordum. "Örgüt toplantısı. Saat akşam dokuzda." Somurtarak elimle kafamı kaşıdım. "Dokuz geç değil mi? Ağabeyim izin verme-" derken kaşlarım düz çizgi hâlini alırken İdil'e baktım. Aklıma bir anda pat diye bir soru daha gelmişti. Madem İdil ve Eymen evliydi, o zaman bu İdil neden Mahlas'a yürüyordu? "Senin Mahlas'dan hoşlandığını düşünmüştüm." dediğimde Eymen göz devirdi. İdil onun göz devirmesini gülümsedi ve onun elini tuttu. "İkinizde şiddet gördünüz, ikinizde sorunlu yetişkinlersiniz. Yani ikinizden birinin babanıza ve hayata karşı daha öfkeli olması gerek, intikam almak istemesi ve nefret kusması gerek. Mahlas yalnız bir kere bara geldi. Onu fazla tanıyamadım. Ama seni tanıdım. Acısını gülümsemesinin ardına saklayan herkesi tanırım. Ayrıca bugün barın anahtarını sana verdikten sonra gitmedim ve Mahlas'ın gelmesini bekledim. Davranışları önemliydi. Sonuçta psikoloji okuyorum, eğer içinde başka sorunlar hissetse o da şu an burada olurdu. Mahlas yanına gelince kardeşine sarıldı, ona baba gibi davrandı. Yüzünde tebessüm vardı. Üzgün değildi, çünkü size sahipti. Geçmişini bir köşeye bırakmıştı ve sadece size yönelmişti. Ayrıca o bir doktor, mesleğinde başarılı olduğuna ve daha iyi yerlere geleceğine inanıyorum. Onun hayatını mahvetmek istemem. Ama hakkını vereyim yakışıklı, enerjik, çekici bir adam. Lakin onunla birlikte olmam için Kartal'ın hiç var olmaması gerekiyor. Çünkü başka bir evrende de olsak ben yine ona âşık olurdum. Ne diyebilirim ki, çok bencilim. Kalbim tek kişilik." Mahlas'ın bize olan bağlılığını biliyordum. Tarık'dan en az benim kadar o da nefret ediyordu ama o unutmuştu. Geleceğe yönelmişti. Daha iyi koşullarda yaşamamızı sağlamak için aile kartı bile yaptırmıştı. Geçmişe takılı kalan tek kişi bendim. Geçmişte yaşanılan şeyler bubi tuzakları gibiydi. Birine takılı kaldın mı kurtulamazdın ve işte bu seni öldürürdü. Geçmiş geçip bitmişti. Bize gelecek lazımdı, bir hayatımız olması için yaşamamız lazımdı. Bu sözlerle yalnız kendimi kandırıyordum. Çünkü ben o bubi tuzaklarına tekrar takılı kalır tekrar düşerdim ama o geçmişten bir türlü çıkamazdım. "Son bir sorum daha var." dedim Eymen'e. "Dinliyorum." "İdil sana neden hâlâ Kartal diyor?" "Çünkü asıl adım o." Ne demek asıl adım o? Bize başından beri adını da mı yalan söylemişti? Bu kadarı da olmazdı yani. Bizim Eymen diye bildiğimiz kişinin gerçek adı Kartal mıydı? "Adın da mı yalandı?!" "Yalan sayılmaz aslında. Benim adım, Kartal Eymen Kaya. Ben barda Eymen'i kullanıyorum. Adımın Kartal olduğunu bilen sadece örgüt ve sen. Bu bir yalan değil." dediğinde güldüm. Şu an içime su serpmiş olmuyordu ama en azından daha çok şey öğrenmiştim. Suikastçı olmasam hâlâ ayakta uyuyor olacaktım demek ki. Yaklaşık 1 buçuk saat olmuştu. "Anladın öyle değil mi?" dedi Eymen bana milyonuncu kez. Uykum gelmişti, bayılıp kalacaktım az sonra. Saat on bir olmuştu. Mahlas beni üç kez aramıştı ve üç kez 'on dakikaya oradayım' diyerek geçiştirmiştim. İdil ve Eymen bana örgütün 52 kuralını tek tek üşenmeden sayıp söylemişlerdi. Ama ben sadece dört tanesini hatırlıyordum. 'Kimseye lakabını söyleme. Sivil hayatta diğerlerine imalı bakışlar atma. Ağzından yanlışlıkla olsa dahi hiçbir şey kaçırma. Her suikastte görünüş değiştir.' Başka kural hatırlamıyordum. Görünüş değiştirme olayı şekilden şekile girmekti. Biz kadınlar zaten bu işte bir numaraydık. Makyajla Angelina Jolie bile olurdum. Benim sıkıntı çekeceğim tek şey saçlarımdı. Dediklerine göre örgütün özel kuaförleri vardı ve hepsi beleşe saç, makyaj, aksesuar, giyim gibi görünüşte önemli olan şeyleri hazırlayacaklardı. Sırf bunun için bile örgüte katılabilirdim. Çünkü henüz makyaj malzemesi alacak param yoktu. Eymen benim dikkatimi kendine geri çekebilmek için elini önümde salladı. "Tekrar anlatmama gerek var mı?" diye sorduğunda sağ kolumu masaya yaslayıp elimi yanağıma koydum. "Off tamam anladım ya, artık gidebilir miyim?" Canımın sıkıldığı her hâliyle belliydi. Anlamamak için her şeyi yapıyordu sanki. Eymen keyifli bir şekilde güldü. "Şimdi hepsini say bakalım." dediğinde kendimi lisede sözlüye kalkmış gibi hissettim. Hiç sevmezdim o duyguyu. Sadece dört tanesini bilen ben geri kalan 48 maddeyi nasıl sayabilirdim ki? Doğrularak arkama yaslandım. Ellerimi masanın üstüne koyup parmaklarımla oynadım. Omzumu silktim. "Biliyorum işte, şimdi 52 tane saymama gerek var mı? Zaman israfı." Masumu oynuyordum. Eğer zaman umurlarında olmasa ve bana tek tek saydırsalar kafamdan madde sallardım ama bu madde bile 52 tane olmazdı. O kadar maddeyi nereden bulmuşlar ya? Düşünürken üşenmiştim. İdil sıkılmış olacak ki esnedi. "Neyse zaten kolay şeyler. Ama eğer tek bir yanlış bile yaparsan hepimizi tehlikeye atacağın için örgütten atılırsın." Beni örgüte almak onlar için kolay olmuştu, zaten istekliydim ama görünüşe göre atmak daha kolay olacaktı. Başımı kabul edercesine sallayarak, "Peki tamam, sen bana çıktı çıkarırsın, ben de ezber yaparım." dedim. "Sonra?" diye sordu İdil. "Ne sonra?" Elini alnına vurarak arkasına yaslandı. "Off Alev ya!" "Ne oldu?" Eymen artık bıkmış usanmış olacak ki ezbere bir madde söyledi. "Kural 24: Eğer örgütle ilgili bir sözleşme, makale ya da içerisinde bilgi içeren herhangi bir kağıt bulunursa hemen yakılır ve yok edilir." Derin bir iç çekerek ofladım. Ne zor bir şeydi bu. Hepsini aklımda tuta tuta bildiğim diğer şeyler silinecekti. Zihnim ağzına kadar su dolu bardak gibiydi. Yeni gelen bilgiler içine girince öncekiler taşıyordu. "He tamam hatırladım. Bu arada maddesine kadar bilmeme gerek var mı?" diye sorduğumda Eymen hayır anlamında başını salladı. "Yani biz ezberledik, senin maddesini ezberleme zorunluluğun yok ama ezberlersen daha iyi." Elimi kalbime götürerek dışarıya rahat bir nefes verdim. Belki ezber yaparken aklımda kalırdı ama onu da ezberlemekle uğraşmayacaktım. Yapacağım tek şey, bana yanlış gibi gelen hareketlerde bulunmayacağımdı. "Neyse geç oldu herkes evine." dedi Eymen ayağa kalkıp. Aklımda dolanıp duran bir soru daha vardı aslında. Ben Eymen'e nerede ve nasıl seslenecektim? Yani barda ona Kartal desem sorun çıkar mıydı? Lakabı buydu ama sonuçta ismiydi. "Son bir sorum var." "Soruların niye bitmiyor?" dedi tersleyerek. "Ben sana nasıl hitap edeceğim?" "Barda Eymen, örgütte Kartal." "Neden ki?" "Kartal daha havalı geliyor kulağıma. Ayrıca koyu Beşiktaşlıyım ben." Güldüm ve "Peki." dedim. Benimle aynı takımı tutuyordu. Nihayet ayaklanmış, ev yolunu tutmuştuk. Saat geç olduğu için Eymen beni siyah ve kendisi gibi havalı olan BMW'siyle pansiyona bıraktı. Ona teşekkür ederek el salladım ve içeri girdim. Hangi odayı seçtiklerini bana söylememişlerdi, girişte anahtarları veren bir kadın bana, "Hoş geldiniz." diyerek selamladı. "Merhaba, Mahlas Asena adına olan oda numarası kaç acaba, ben kardeşiyim? "Üst katta no:4" dediğinde teşekkür ettim ve merdivenlerden üst kata çıktım. No:4 yazan kapının önünde durup kapıyı çaldım. Tek vuruşumda kapı hızla açılmıştı. Mahlas kolumdan tutarak beni içeri aldı ve ellerini beline koyarak kaşları çatık bir şekilde bana baktı. "Neredesin sen? Saat on iki olmak üzere." Mahcup bir şekilde bakarak tebessüm ettim. "İşim uzun sürdü ağabeyciğim." Daha istekte bulunmama bile izin vermeden sözümü keserek beni susturdu. "Hayır." dedi sertçe. Gerçekten bir şey isteyeceğimi nasıl anlamıştı? "Önce bir dinle." dedim asla değişmeyeceğini fikrini değiştirmek için. "Hayır dedim. Gecenin bilmem kaçında geliyorsun zaten. Artık saat yediden önce evde olacaksın." Benim zihnimi okuyordu ve bu beni sinir ediyordu. Zaten ben neden Mahlas'dan izin alıyordum ki? Ben yirmi altı yaşında yetişkin, kendimi koruyabilecek bir kadındım. Kendi başımın çaresine bakabilirdim. Kollarımı göğsümün altında birbirine sarıp alaycı ve umursamaz bir bakış attım. Annem o sırada Eslem'i uyutuyordu. Genellike bizim işimize karışmazdı. Yanağımın içini ısırdım. "Anlamadım?! Yetişkinim ben Mahlas. Senden kim niye izin alıyorsa, ben hür irademle yarın saat dokuzda arkadaşımın evine gideceğim bilmiş ol." dedim işin içine yalanda katarak. Madem bir sır olarak kalacaktı, ailemin de tek bir şey bile bilmemesi gerekiyordu. Onlara yalan söylemek her ne kadar canımı sıksa da artık yalan ağzıma yuva yapmıştı. "Ben izin vermiyorum." dedi Mahlas baskıcı bir şekilde. Ofladım ve aynı umursamaz tavrımla yanından geçip yatağımın yanına ilerledim. "Sen, sen niye büyüdün ya?! Küçükken daha çok söz dinliyordun." diye bağırdı arkamdan. Oda küçük sayılırdı, beya bir ranza bir tane de tekli beyaz yatak vardı. Tekli yatakta annem ve Eslem yatacaktı ama ranza daha benim için belli değildi. Ranzanın yanında beyaz, aynalı, iki bölmeli bir dolap vardı. Sağ taraf Mahlas ve Eslem'in, sol taraf annemle benimdi. Duvarlar beyazdı, bazı tablolar açılmıştı. Demir, siyah ve roma rakamlarından oluşan bir duvar saati vardı. Aynısı Mahlas'ın odasında da vardı hatta yangın sırasında kafasına düşüp onu yaralamıştı. Yerler mermerdendi, o yüzden terlik giymiştik. Kapının direkt önünde ve bizim ranzanın yanında büyük bir pencere yer alıyordu. Manzarasında pansiyonun arka çiçekli bahçesi vardı. Güller ve menekşelerin görüntüsü manzarayı daha çekici kılıyordu. Pencerenin solunda bir kapı vardı. Lavabo ve banyo birleşikti. Annemin yatağı ranzamızın arkasındaydı. Önünde de mutfak vardı. Mutfağın kapısı yoktu, doğrudan annemin yatağına bakıyordu. Mutfak küçücüktü. Öyleki içerisindeki siyah masa bile sıkışmış gibiydi. Buz dolabının içinde su ve hazır gıdalar bulunuyordu. Siyah kapaklı çekmeceler dolaplar vardı. Mutfağın siyah-beyaz hoş bir görüntüsü vardı. Öyleki gördükçe içimdeki Beşiktaş sevgisi daha çok artıyordu. Fena değildi, zaten çalıştıkça para toplayacak öncekinden daha güzel bir ev alacaktık. Yepyeni bir hayat kuracak, daha huzurlu yaşayacaktık. Annem, ağabeyim ve ben sadece Eslem'in geleceği için saçımızı süpürge ediyorduk. Onun mutlu olmasını, sorunlar yaşamamasını, kendini kötü hissetmemesini istiyorduk. Çok çalışmamız gerekse daha çok çalışırdık. Annem iş ilanlarına bakmış ve başvuruda bulunmuştu. Mahlas'ın çalıştığı hastanede çamaşırhane çalışanı olmuştu. Pazartesi günü işe başlayacaktı. Normalde hastane kısıtlı çalışan alıyordu ama Mahlas'ın hatrına annemi işe almışlardı. Mahlas artık kendini ne kadar sevdirmişse gittiği her yerden olumlu sonuçlar alıyordu. Hepimizin çalışması daha iyi sonuçlara vesile olacaktı. Mahlas ve annem hastanede çalışınca içimde kötü bir his oluşmaya başlıyordu. Onlar emek verdikleri işi yapıp para kazanacakken ben suikastçı olacaktım. Bu yanlış geliyordu ama zafere giden her yol mübahtır. Zehirli sular içip çıplak ayakla çivilerin üstünden koşsam bile yapacaktım. 🔥🔥🔥 Zaman çok hızlı akıyordu. Mahlas'la yarım saat kavga etsem bile ranzanın üst katını alamamıştım. Aslında uzatmak istemiyordum ama o kadar çok sinir bozucu oluyordu ki kavga etmek istediği belliydi. Onun da eğlence makinesi bendim sonuçta. Ertesi gün olmuştu. Yatağımdan kalkamıyordum, aşırı üşeniyordum ve kendimi yorgun hissediyordum. Telefonumu ranzanın merdivenine koymuştum. Esneyerek elime alıp bildirimlere baktım. En sevdiğim alışveriş mağazasında indirim vardı ama bunun için ne zamanım ne de param vardı. WhatsApp'tan mesaj vardı. Açıp bakınca mesajın Köprüaltı'ndan geldiğini ve Bora'nın yazdığını gördüm. 'Off, keşke tatil üç gün olsa. Birinci günün yarısı yatarım, diğer yarısı acaba iş yapsam mı diye düşünürüm. Böylece zaman geçer, ikinci gün olur ve film izlerim, sonra iş yapsam mı diye düşünüp yarın halletmek isterim ve yatarım. Üçüncü gün de yarım saat çalışıp geri yatarım. Diğer günler de sırf kovulmamak için çalışırım. Ah ah, benim bu adanın belediye başkanı olmam gerekiyor. Ada başkanı seçimlerini en baştan yapalım. Millet daha rahat yaşar.' Mesajı okurken ister istemez uykum olsa da gülmüştüm. Aynı derdi ben de yaşıyordum. Bence de tatil üç gün olmalıydı. Hatta daha fazla. Bora'nın bu mesajının altına Eymen yanıt vermişti. Hiçbir şeyi bozuntuya vermeden nasıl rol yapıyordu? Ben gerçeği bilsem bile öyle rol yapıyordu ki inanıyordum. Birisinin bunlara Oscar vermesi gerekiyordu. 'Bunu yazıp saçma hayaller kuracağına, yataktan götünü kaldırıp yüzünü yıkasan hayata daha çok faydan olur.' Bora bu mesajın altına gözünü kapatan maymun emojisi atmıştı. 'Su faturası fazla gelir.' diye yazdı. Benden üşengeçlerde vardı. 'En azından görüntü kirliliği olmaz.' Eymen'in cevabıyla güldüm. 'Çok agresifsin, Gökay sana masaj yapsın. Bana yapıyor arada, çok rahatlıyorum ama artık bateriye ne kadar vuruyorsa omzumu çıkartıyor.' Komikti ve hayal edince daha da komikti. 'İstemez.' diye yazdı Eymen. 'Ne yapıyorsun şu an?' diye yazdı Bora. 'Seninle konuşuyorum.' Bora, bir kaşını yukarı kaldırmış olan yüz emojisi gönderdi. 'Sg, Eymen sg!' yazıp çıktı. Bence doğru bir cevap vermişti. O sırada Bora'yla konuşuyordu bunun nesi yanlıştı? Eymen yakında bu işin kitabını yazacak kadar iyi olacak gibiydi. Herkesi ayakta uyutuyordu, şahsen ben bile hayran kalmıştım. Bugün tatil olduğu için yataktan kalkma gibi bir isteğim yoktu. Akşam olacak toplantıyı düşünüyordum. Toplantının yerini bilmiyordum, beni Eymen ve İdil mi alacaktı yoksa konum mu atacaklardı? Bunu merak edip mesajlar kısmında Eymen'e girdim. Hiç bir konuşmamız olmamıştı. 'Eymen bir şey sorabilir miyim?' diye yazıp gönderdim. Görmesi için bekledim, mesajı iki dakika sonra görmüş ve yanıt vermişti. 'Sor.' Bu konu beni heyecanlandırdığı için elim ayağım titriyordu. 'Beni siz mi alacaksınız yoksa konum mu atacaksınız?' diye yazdım. 'Ben alacağım. Şimdi mesajı sil!' İstediğim cevabı aldım ama her zamanki gibi sert davranıyordu. Kendisini role fazla kaptırmıştı. 'Çok kabasın. Kaba erkeklerden nefret ederim.' 'Tamam,' diye yazdığında tebessüm ettim. Ardından, 'Şimdi mesajı sil.' yazdı. Gözlerimi devirdim ve yalnız yedi diyalogtan ibaret olan sohbeti temizledim. Onu da anlıyordum maddelerde böyle bir kural da vardı. Pek hatırlamıyordum ama örgütün yerini tesbit ettirecek mesajlar, konuşmalar vesaire silinir, silinmezse polisler yakalar vesaire gibi bir şeydi. Özel hayat mesajlarda bile yoktu. Telefonum alınırsa görmesinler diye Eymen ve İdil'le yapacağım konuşmaları kilitlenmiş sohbetlere taşımıştım. Sadece parmak izimle açılabilirdi. Bu kadar gizem ve olay beni bile yormuştu |
0% |