@darklightssx
|
Otura otura aşırı sıkılmıştım. Eslem annemin yatağında uyuyordu. Beraberdik, yanına annem not yazmıştı. Su içmek için mutfağa giderken rastgele görmüştüm. 'Kardeşin sana emanet.' Bunu yazmasına ihtiyacım yoktu. Çünkü zaten Eslem benim sorumluluğumdaydı. Yatağıma geçer geçmez tekrardan ayağa kalktım. Çok sıkılıyordum böyle. Oturmayı severdim ama toplantı için o kadar heyecanlıydım ki hemen olsada bitse keşke. Yeni bir başlangıç yapmak istiyordum. Dışarı çıkmak istiyordum ama Eslem'e de bakmalıydım. Eslem'i parka ya da sinemaya mı götürsem? Hem o eğlenmiş olurdu hem de ben zaman geçirmiş olurdum. Üstümde 500 TL nakit vardı sadece. Onu da Mahlas sanki pembe bale eteği giyen ve asa tutan diş perisiymiş gibi yatağımın altına koymuştu. Bunu yanlışlıkla hayal edip gülmüştüm. Mahlas'ın elinde pembe asa, üstünde pembe bale elbisesi olduğunu düşünmek bile faciaydı. Ben eğer kolumu yastığın altından geçirmeden uyuyamayan biri olsaydım kim bilir o parayı ne zaman farkedecektim. Belki alışverişte yapardım. Aile kartı bendeydi. Eslem için kıyafet ve bebek arabası alabilirdim. Kişisel ihtiyaç alabilirdim. Mahlas'ı arayıp haber verdim. Kartın içinde henüz 40.000 TL olduğunu söyledi. 10.000 ile burayı tutmuştuk. Geri kalanı da benim ve onun maaşıydı. Zaten alışveriş için en az 5.000 kullanırdım. Uygun fiyatlı bir şeyler almamı hazır almışken ona da gofret almamı istedi. Giyecek ikinci bir kıyafetim olmadığı için aynı şekilde gidecektim. Mavi kazak, altına siyah kot. Saçım dağılmıştı, ayrıca yine kabarmıştı. Suratımı asarak boy aynasından saçlarıma baktım. Berbat hâldeydim önce duş almalıydım. Banyo da en azından şampuan, duş jeli ve saç kremi vardı. Yaklaşık yirmi dakika duş aldım ve saçımı banyo dolaplarında tesadüfen bulduğum saç kurutma makinesiyle kuruttum. Aynaya bakıp gülümsedim. Daha iyiydim. Dolapları biraz daha kurcaladım. Hiç mi bakım eşyası yoktu? Şansa diş macunu bulmuştum ama fırça yoktu. Oflayarak macunu açtım ve sağ işaret parmağıma sürdüm. Bir zamanlar bunu annem öğretmişti. İğrenç bir yoldu ama iş görüyordu. Dişlerimi fırçaladıktan daha doğrusu parmakladıktan sonra beyaz tebessümüme baktım. Yine dolaplardan birinde bulduğum siyah kıskaçlı tokayla saçımın önlerinden bir tutamını aldım ve arkada bağlayıp kıskacı taktım. Biraz önüm açılmalıydı. Saçlarım bana nefes aldırmıyordu. Hava serindi, umarım yağmur yağmaz saçlarım kabarmazdı. Banyodan çıkıp salona geri girdim. Eslem uyanmış beni görünce gülmüş ellerini birleştirmişti. Büyüdükçe yanağında gamzelerin olduğunu görüyordum. Çok güzel ve çok minik tatlı gamzeleri vardı. Gamzelerini görmemle aklıma nedensizce itfaiyeci gelmişti. Bana yazdığı not hâlâ bendeydi. Erkekler bize hakkettiğimiz değeri ve saygıyı verince biz de onlara verirdik. Ben o kağıdı çöpe ya da yere atmak istememiştim. Çünkü tanımadığım biri beni ve ailemi düşünmüş, iyilik yapmıştı. Eslem daha dün banyo yapmıştı ona annemin sabahın köründe hazırladığı mamayı yedirmek için Nasogastrik tüpünü aldım ve yavaşça Eslem'in burnundan geçirerek karnına doğru götürdüm. Mahlas bana nasıl yapacağımı öğretmişti. Her yapışımda canım acıyordu. Eslem'e boruyla mamasını yedirirken Miray aramıştı. "Efendim Miray?" "Ne yapıyorsun?" "Eslem'e mama yediriyorum, sen?" "Hiç öylece oturuyorum da Şirin ben çok sıkıldım ya. Bir şeyler yapalım mı?" "Ben de mamayı yedirdikten sonra AVM'ye gidecektim. Sinema izleyip alışveriş yapacağım sen de gel istersen." "Eslem daha 1 yaşında bile değilki, sinemaya alırlar mı?" "Ya zaten korku filmine falan girmeyeceğim ki çocuk filmleri falan vardır illaki. Canım sıkılıyor benimde. Zaman öldürmem gerek. Sen de gel hem elim çok dolu olacak, biraz yardım edersin." dediğimde cevabı gecikmedi. Onu biraz alışveriş arabası gibi kullanacaktım ama o bunu sorun etmiyordu. Birlikte olalım yeterdi. "Tamam olur, biraz yorulursam belki eve geldiğim gibi kafamı gömüp yatabilirim." "Tamam o zaman yarım saat sonra AVM'nin önünde ol." "Tamam. Bu arada D&R'a geçecek miyiz?" dediğinde güldüm ve iç çektim. Aylardır gitmemiştik. "Bu sefer hangi kitabı alacaksın?" diye sordum merak ederek. "Sherlock Holmes- Suç Uyanıyor alacağım." Bu Sherlock sevdası neydi ya? Her gittiğimizde alıyordu. Bu serinin 4. kitabıydı yanlış hatırlamıyorsam. "Filmini izledin yetmiyor mu?" dedim alay ederek. İkimizde film ve kitabın farklı olduğunu bilirdik ama Miray'ı sinir etmeyi seviyordum. "Ya neden kimse film ve kitabın farklı şeyler olduğunu anlamıyor? Harry Potter'ın filmiyle kitaptaki aynı mı sence? Ginny kitapta daha güçlü ve cesurdu örneğin. Filmde pek sevemedim onu. Ama Draco ve Cedric hep mükemmeldi." Doğru söze ne denir? Her ne kadar 6. filmden sonrasını izlememe fırsat olmasa da güzel bir seriydi. "Tamam Miray, tamam. Ben de alacağım zaten. Gece uyumadan önce okurum. Odamda dolabın içine koyduğum tüm kitaplarım yandı. Bir de onların acısını çekemem." Yanan kitaplarım aklıma geldikçe sinirlerim bozuluyordu. Eğer ağlamam gerekirse bahane olarak belki bir gün bunu kullanırdım. "Başın sağ olsun." dedi. "Allah razı olsun." dedim. Eslem'in maması bittiğinde aynı yavaşlıkla boruyu çıkardım. Miray telefonu kapatmış, büyük ihtimal hızla hazırlanmaya başlamıştı. Onun da gelmesi iyi olurdu. Konuşacak ve eğlenecek bir arkadaşa ihtiyacım vardı. Yarım saat sonra Eslem'i kucağımda taşır bir şekilde AVM'nin önünde bekliyordum. Çantam olmadığı için önüme çıkan ilk çantacıdan siyah sırt ve kol çantası, bordo bir cüzdan aldım. Eslem'in ilaçlarını, biberonunu ve emziğini sırt çantama koydum. Kol çantasına telefonumu ve cüzdanımı koydum. Böyle daha iyi olmuştu. AVM çıkışında nüfus müdürlüğüne falan da gitmem gerekecekti. Çünkü kimliğim de yoktu. Her şeye en baştan başlayacaktım. Düşünürken yorulmuştum. Miray beş dakika sonra bir taksiyle gelmişti. Yine çok şık olmuştu. Beyaz crop üstüne sarı blazer bir ceket giymişti. Altında da mavi kot vardı. Bence gitaristliği bırakıp manken olmalıydı. Giydiği her şey çok yakışıyordu. Sarı düz saçlarında kombinine çok yakışan papatyalı bandaj vardı. Yüz makyajı yine aynıydı. Yine kombini gibi sarı ela olan gözlerine dümdüz ve simetrik bir eyeliner çekip gelmişti. Güneş gibi daha doğrusu bal peteği gibiydi. "Selam." dedi gülerek. Eslem onu görünce gülmüş elini sallar gibi yapmıştı. Miray onun parmaklarından öpmüş, sevecen bir tavırla saçlarını okşamıştı. Burnuna hava borusu takmıştık, o yüzden Eslem'in yüzünden öpemiyordu. "Çok bekletmedim değil mi?" dedi bana da sarılarak. "Pek değil, zamanlaman güzel." Tam koluma girecekti ki Eslem'i tuttuğum için bu mümkün olmadı. "Önce bebek arabası alalım." dedi. Miray, Bora gibi temas bağımlısıydı. Yürürken yanında her kim olursa olsun koluna girerdi. Benim koluma girememek onun için bir sınavdı. Birlikte bebek arabası seçmek için bebek mağazasına ilerledik. Beşikler, arabalar ve oyuncaklar hepsi çok güzeldi. Eslem'e göstererek onun beğenmesini istedim. Bazılarına boş gözlerle bakarken bir bebek arabasında gülümsedi. Tuhaf bebek sesleri çıkarttı. Valla Mahlas'dan daha akıllıydı. Hiç yormuyordu. Mahlas'la bir alışveriş yapacağımız zaman hiçbir şey beğenmiyordu. Eslem kahverenginin bir tonunda krem renkli bir araba seçmişti. Aslında benimde çok hoşuma gitmişti. Bir çalışanı çağırıp fiyat sordum. "2399 lira efendim." Miray'la aynı anda gözlerimizi açıp birbirimize baktık. Yapacak bir şey yoktu. Sonuçta zaten biriktirdiğimiz paralar Eslem içindi. Bu bebek arabası ona feda olsun. Miray fiyatı duyunca çalışana bir soru sordu. "O kalan 1 lirayı biz mi vereceğiz siz mi?" dediğinde ona bakarak koluna yavaşça vurdum. "1 liranın lafını mı yapıyorsun burada?" dedim sinirden gülerek. "Sence ben mi yapıyorum? Ben anlayamıyorum neden direkt 2400 değil de 2399?! Ben karışmam o 1 lirayı istiyorum. Para ağaçtan toplanmıyor. Hem bunun kavgasını niye bana yaptırtıyorsun? Para senin paran, savunsana kendini." dediğinde sinirden daha çok güldüm. Şaka falan mı yapıyordu? Eslem'i arabanın içine oturttum. Miray'a bakarak kollarımı onun omzuna koydum. "Canım arkadaşım benim, kartla ödeme yapacağız. Az önce dediğin gibi 2400 değil, 2399 TL çekeceğiz. Biz kârdayız, 1 lira hâlâ bizde." Bunu söylerken yine gülmüştüm. Konuştuğumuz konuya bak ya! Miray kadın çalışana trip atarcasına göz devirdi. "Yemin ederim 1 lirayla aynı kaderi yaşıyorum. Hiç değerimiz artmıyor. Varız zarar, yokuz zarar." Bence hazır dışarıdayken Miray'ı psikoloğa da götürmeliydim. Hangi insan kendisini 1 liraya benzetirdi ki? "Ya, direkt 2400 çeksene Şirin! Bak takıntım var benim. Ben lisede bile sınavdan sonu 1 ya da 9 olan bir not alınca sinir krizi geçiriyordum. 51 alıyordum hocanın 50 yapmasını istiyordum. Düz hesap yapın işte. Beni bu adanın belediye başkanı yapmaları gerek, millet refah bir hayat sürer." Şimdi gerçekten de adaya yeni bir başkan seçilmesi için aday olsalar Miray mı daha çok oy alırdı yoksa Bora mı? İkiside aynı kafa yapısına sahipti ama benim oyum Miray'a. "Ben şunu ödeyip geliyorum sen dışarda bekle. Bak rezil oluyoruz şu an." deyip arabayı kasiyerin olduğu yere doğru sürdü. Eslem gülerken Miray somurttu. Bu kıza gerçekten hayrandım. Bebek arabasını alıp sinema salonu için yürüyen merdivenlere ilerlemiştik ki U dönüşü yaparak asansöre ilerledik. Asansörün gelmesi için birkaç dakika beklesekte gelmişti. Ama doluydu. "Ah bu şaka olmalı." dedi Miray oflayıp elini alnına vurarak. Bari insanlar bize bakarken demeseydi. "Biraz sabır." dediğimde dudaklarını büzdü. Ben utanmıştım onun yerine. "Yay burcuyum ben Şirin. Sabrın anlamını bilmiyorum." Benim burçlara inanmadığımı bildiği halde burçları da ortaya katıyordu. Asansör kapandı. Birkaç dakika daha bekleyince yandaki asansör açılınca direkt içeri girdik. Bir teyze vardı sadece içerde. 4. kat sinema katı olduğu için o düğmeye bastım. Asansör kapanınca beyazları çıkan ve yüzü buruşuk olan teyze önce Eslem'e ardından bize baktı. "Neyi var bu zavallının?" diye sordu. Zavallı mı? Bu kelime sadece hayattan umudunu kesen ve kimsesiz insanlara söylenen bir şeydi. Eslem'in umutları vardı, çünkü benim umudum vardı. Hangi şekilde olursa olsun bunu bu şekilde söylemesi kırıcıydı. "Zavallı değil yanında ablası var." dedim. "Bir de teyzesi." dedi Miray. Ona sorgulayıcı bakışımla dönüp baktım. "Teyze mi?" "Teyzesi olmuyor muyum?" Ben cevap vermeden kendisi düşündü. "Ha doğru ya, ben de ablasıyım. Teyzesi olmam için senin çocuğun olması gerekiyordu değil mi?" Normalde daha zekiydi. Bugün sanırım içmişti. "Kardeşim SMA tip2 hastası teyzeciğim onu biraz eğlendirmeye getirdim." Kadının umrunda değilmiş gibi tek kelime etmedi. Ne değişik tipler vardı. Kadın 3. katta durdu. Asansör geri kapandı ve 4. kata çıktık. Yemek bölümüyle sinema girişi aynı kattaydı. Kahvaltı yapmamıştım. Sinemaya bilet aldıktan sonra Miray'la ortaklaşa pizza almayı düşündüm. "Aç mısın?" diye sordum. Heyecanlı çıkan sesiyle başını salladı. "En çok sevdiğim soru bu biliyor musun? Açım, hadi pizza yiyelim." İç sesimi okudu resmen. "Ben de tam bunu diyecektim. Sinema için bilet aldıktan sonra pizza alalım." "Tamam kabul." Vizyondaki filmlere bakmak için sinema girişine doğru ilerledik. 🔥🔥🔥 Pizzalarımızı alıp yedikten sonra salon 2 tarafına ilerledik. Yanımızda bebek olduğu için arabayı girişte patlamış mısırcının yanına koyduk. Güvenlik olduğu için çalınmazdı. Salona geçmiş, E11 ve E12 numaralarındaki koltuklarda oturmuştuk. Pizza yedikten sonra Migros'a gidip abur cubur almış, sırt çantama koymuştuk. Salon 4-9 yaş çocuk ve halinden hiç memnun olmayan ebeveyn doluydu. Film başlayalı daha 20 dakika olmuştu. Eslem gülerek ve eğlenirmişçesine izliyordu. Miray'a baktım o da bana baktı. "Şirin biz şu an neredeyiz?" diye sordu Miray alayla. "Sinemada." "Ne yapıyoruz?" "Film izliyoruz." "Hangi film?" "Kral Şakir." "Peki biz kaç yaşındayız?" "Sen 25, ben 26" "Peki bu ne kadar normal?" "Hiç." 5 dakika sonra Film bir oyunla başlamıştı. Şakir bilgisayar oyunu oynayıp ölüyordu. Aslında komikti ama sıkılmıştım. Sanki zaman hiç geçmiyormuş gibiydi. Miray oflayıp esneyerek kolumu dürttü. "Bir bilet ne kadardı?" "70 TL" "Ben o 70 TL ile üç tane çiğ köfte yerdim." "Eslem için." dedim. Uykum gelmesine rağmen bu ânı bozmak istemiyordum. "Ya hatırlamayacak ki zaten. Mesela ben 5 yaşımdan öncesini hatırlamıyorum. Kız daha 11 aylık." "Olsun, ben anı biriktiriyorum." "Parka götür o zaman." Telefonumu çıkarıp saate baktım. Saat daha 14:28'i gösteriyordu. "Zaman öldürmemiz gerek." "Zaman değil ben ölüyorum şu an." "Sus ve izle Miray." "Neyi izleyeyim, Cibilik denilen oyunun içindeki ördeğin, sırf oyun oynanmıyor diye sitem etmesini mi yoksa Necati'nin merdivenden Stack Ball gibi sekerek inmesini mi izleyeyim?!" Kulağa filmdekinden daha komik gelmişti. Gülerek mısır yedim ve filme odaklandım. Filmi izlemeye devam ederken Necati merdivenden yere çakılırken bir koalayı ezmiş ardından poposundaki telsizden Mirket'in sesi gelmişti. 'Aaa popom konuşuyor.' dediğinde Miray'la aynı anda bu söze gülüp izlemeye devam ettik. 'Odanızda mısınız?' diye sordu Necati. 'Yok hamamdayım.' dedi Mirket telsizden. Necati kahkaha atarak, 'Çok şakacısınız Mirket Bey.' deyip biraz daha kahkaha attı. Ardından bir hamamda elinde çay tepsisi tutarken, 'Şaka değilmiş adam gerçekten hamam da çalışıyor.' dediği yerde Miray da bir çocuk gibi gülmüştü. Ben onun gülüşüne salondaki ebeveyn ve çocuklarda bizim gülüşmemize gülmüştü. 1 buçuk saat sonra 'Seni çok seviyorum, aslan oğlum.' 'Aslan babam.' İşin ironik tarafı ikisininde gerçekten aslan olmasıydı. Film hemen sonra bazı film içi fotoğraflardan sonra bitmişti. Nedense 1 buçuk saat değil de yarım saat gibi gelmişti. Çok güzel mesajlar içeriyordu. Kendimizi sevebilmemiz için başkalarının ne dediğinin bir önemi yoktu. Önemli olan bizim kendimizi nasıl bulduğumuzdu. Görünüş hiçbir şey için önemli değildi, insan kendisini olduğu gibi sevebilmeliydi. Kişiliğim yalnız ben istersem değişirdi. Davranışlarım ise yanında olduğum kişiye göre. "Bitti mi ya? Off, ben çok sevmiştim. Bunun başka filmleri varsa eğer gidelim tamam mı? Eslem bahane çizgi film şahane." deyip film yarım saat önce ara verince aldığımız kolaları içtik. Herkes sahneyi boşaltırken biz oturup konuşuyorduk. "Necati olmasaydı, Kral Şakir diye bir şey olmazdı. O brokoli sahnesi çok güzeldi." dedi Miray. "Benim en sevdiğim sahne Remzi'nin, Şakir'e güvenip ona can hakkını vermesi. Keşke her baba böyle olsa. Çocuğuyla gurur duysa, onu sevse, ona güvense." derken sesimde kıskanma vardı. Çizgi film karakterini bile kıskanmıştım. Miray, "Katılıyorum." dediğinde koluna yavaşça dirsek attım. Bana dönüp baktığında yanımdaki koltukta oturan Eslem'e baktı. Eslem uyumuştu. "Yani biz bu filme küçük prenses için geliyoruz ama o uyuyor biz seyrediyoruz." dediğinde gülerek Eslem'i kucağıma aldım ve merdivenlerin yolunu tuttuk. Mısırcıya emanet ettiğimiz bebek arabasına yatırarak arabanın şapkasını indirdim. Parlak ışık onu rahatsız etmesin, rahat uyusun diye. 🔥🔥🔥 Pansiyona gelir gelmez Eslem'i taşıyıp yatağa yatırdım ve kapının önüne dizdiğim eşyaları odaya taşıyarak öylece bıraktım. Miray az önce bitkin bir şekilde taksiye binip gitmişti. Onu da yormuştum. Tam 7.850 liralık bir harcama yapmıştım. Ama hepsi lazım olan şeylerdi. Gelmeden önce de Miray'ın isteğiyle çiğ köfte de yemiştik. Şimdi de karnım ağrıyordu. Ama bütün bu eşyaları taşırken acısını unutmuş, kalorileri bir anda eritmiştim. Pansiyon çalışanları bana yardım etmiş, bir sürü eşyayı odama kadar taşımışlardı. Yorgunluktan ölecektim, saat altı olmuştu. Alarmı kurup yatağa geçtiğim gibi gözlerimi kapattım ve saniyesinde alarmım çaldı. Sadece gözümü kırpmıştım ama saat 8 buçuk olmuştu. Neden hep böyle oluyordu? Gözümü kırptığım gibi uyanmaktan nefret ediyordum. Ölmüş müydüm yoksa? Alnımdan ter akıyordu. Yastığım da ıslaktı. Ter kokusundan nefret ederdim. Uyanınca etrafıma baktım ama yerde eşya falan yoktu. Mutfaktan ve yatağımın üstünden sesler geliyordu. "Kapat artık şu alarmı!" dedi Mahlas. Alarmımın hâlâ çaldığını o an farketmiştim. Esneyerek ayağa kalktım. Annem mutfaktan yanıma gelip sarıldı ve alnımdan öptü. "Her şeyi almışsın kızım, çok sağ ol. Yemek hazır olur şimdi. Belli ki alışverişte çok yorulmuşsun, ağabeyin yüzüne su döktü ama yine uyanmadın." dediğinde kaşlarımı çatarak yatağımdan yastığımı alıp Mahlas'ın kafasına attım. Bende terledim sanıyordum. "Anneciğim size şimdiden afiyet olsun, ben gelmeden önce hem pizza hem de çiğ köfte yedim. Aç değilim. Az sonra çıkacağım zaten." deyip aynalı dolabımı açtım. Bugün giymek için kendime güzel bir kombin yapıp almıştım. Lavaboda üstümü giyinip hemencecik hazırlanmıştım. Saçlarımı yine arkadan kıskaçlı tokayla sabitlemiştim. Dikkat çekmemek için baştan aşağı simsiyah giyinmiştim. Siyah tişört, üstüne siyah deri ceket ve yeni siyah kot pantolon giymiştim. Kot pantolonumun sol üstünde zincir de vardı. Daha havalı duruyordu. Deri ceketimin cebinde siyah maske de vardı ama gözlük takmak istememiştim. Karanlıktı zaten. Aldığım makyaj malzemeleriyle resmi bir toplantıya gittiğim için İdil'in yaptığı gibi bir makyaj yapacaktım. Dudaklarıma kırmızı ruj sürüp, gözlerimden düz bir eyeliner çekmiştim. Göz altlarıma concealer sürüp makyaj süngeriyle yaydım ve hafif göz altı morluklarımı kapattım. Hoş daha önceden yüzümdeki morlukları saklarken şimdi göz altı morluklarımı saklıyordum. Elmacık kemiklerime belirgin olsunlar diye kontür uygulayıp fırçayla yaydım. Son olarak burnuma ve yine elmacık kemiklerime highlighter koydum. Bu seferde başka fırçayla yaydım. Kaşlarıma maskara sürmeme gerek yoktu. Zaten güzel ve belirgindi. Aynaya baktım. Yine parlıyordum. Hem sahnenin hem de kendi hayatımın yıldızıydım. Lavabodan çıkıp makyaj malzemelerimi dolaba koydum. Mahlas mercimek çorbası içerken kaşlarını çatarak bana baktı. Boy aynasından kendimi inceledim ve hazırdım. "Nereye gidiyorsun?" dediğinde dışarıya sinirle bir nefes verdim. "Dün dedim ya arkadaşıma gideceğim diye." "Arkadaşın gelsin, sen niye gidiyorsun? Hem kimmiş bu arkadaş?" Sanki Eymen'in adını versem anlayacak. "Bardan arkadaşım." dedim İdil'i kastederek. "Erkek olacak mı peki orada?" Hayır dercesine başımı iki yana salladım. Beni kısıtlıyordu ve bundan nefret ediyordum. "İdil Mahlas, İdil! İdil'in evine gidiyorum. Biraz dertleşeceğiz. Kız kıza olacağız." dediğimde çorbasını içmeye devam etti. "He tamam git ama geç kalma." Başımı sallayarak onayladım. "Saat birden önce evde olurum." "Anlamadım?! Saat 11'den önce evde ol Şirin. Dışarısı tehlikeli." Sinirim tepeme çıkıyordu. Günüm güzel geçiyordu ama illaki içine edecekti. "Pardon da 2 saat için nereye gidiyorum ben?" diye sesimi yükselttiğimde yatağımı işaret etti. "Çok doğru, o yüzden otur ve gitme bir yere." diye bağırdı. Beni kısıtlamasından ve korumaya çalışıyormuş gibi yaptığı bu tavır hiç hoşuma gitmemişti. Tarık gibi beni kısıtlıyordu. Kız olduğum için zayıf olduğumu düşünüyordu. Ben başıma bir şey gelirse kendimi koruyabilirdim. Şu an Mahlas'ın Tarık'dan bir farkı yoktu. Anlık öfkemle düşünmeden konuşmaya başladım. "Tarık'a benziyorsun biliyor musun Mahlas?" diye bağırdım. Dediklerimi kulağım duyuyordu ama engel olamıyordum. "Sen de tıpkı onun gibi olmuşsun! Emir veriyorsun ve hakkımı elimden alıyorsun. Allah senin gibi olan her erkeğin belasını versin!" diye bağırdım. Annem mutfaktan koşarak yanımıza geldi. Dediklerimi o da duymuştu. Mahlas dediklerim karşısında elindeki kaşığı boşluğa düşürdü. Bu kadar patlayacağımı düşünmemişti. Çok sert konuştum... Lanet olsun ben ne dedim böyle!? Siyah kol çantamı alıp topuklu botlarımı giyindim ve doğrudan dışarı çıktım. Ağlamayacaktım. Eğer ağlarsam makyajım bozulurdu ve gideceğim toplantı da kimseye bir şey çaktırmak istemiyordum. Kendimi pansiyondan dışarı attım. Esen rüzgâr yüzüme vuruyor beni rahatlatıyordu. Az önce dediklerim için pişman olacağımdan ve Mahlas'ın beni affetmeyeceğinden emindim. Çünkü Mahlas'ın en korktuğu şey buydu. Tarık'a benzemekten korkuyordu ve ben ona benzediğini yüzüne yüzüne söylemiştim. Bunu nasıl söylerdim? Beni korumak için böyle bir tepki verirken ona nasıl bunu diyebilir üstüne beddua okurdum?! Kulaklarım dediklerimi tekrar duyuyordu. 'Sen de tıpkı onun gibi olmuşsun!' Gözümü kapattım ve ağlama isteğini yuttum. Bir süre sonra siyah BMW pansiyonun önünde durdu. Şoför koltuğunda Eymen yani Kartal oturuyordu. Ön sağ koltukta ise İdil vardı. Arka kapıyı açıp şoför koltuğunun arkasına oturdum. Tam hava almak için cam açacaktım ki klimanın açık olduğunu farkettim. "İyi misin?" dedi İdil başını bana çevirerek. "Olacağım." Kollarımı kendime sararak başımı cama yasladım. Eymen hızla ilerlerken ben dışarıyı izliyordum. "Bir şey mi oldu?" diye sordu Eymen. Konuyu uzatıp kendi canımı sıkmak istemediğimden, "Klasik ağabey-kardeş dramı işte. Bir şey yok." dedim. İdil rastgele bir şarkı açtı ve keyifleri yerine getirdi. Taylor Swift'in, Look What You Made Me Do şarkısı çalıyordu. Müziğin sesini açmışlardı. Çünkü herhangi bir tehlikesi yoktu. "Çok güzel olmuşsun bu arada." dedi Eymen. İltifatına teşekkür ettim. "Barda Şirin örgütte Alev olacağını biliyorduk ama Alev'in bu kadar çekici olabileceğini düşünmemiştim." dedi İdil bana beğeni dolu bakışlar atarak. "Bugün ayrı güzel olmuşsunuz. Karanlık yola ışık saçıyorsunuz." dedi Eymen ikimizden de kastederek. "Biz hep ışık saçıyorduk, sadece sahne ışıkları başkalarının üzerindeydi." dedi İdil. Bu hareketleri onu çok çekici kılıyordu. Karadul, İdil'in içini gösteren bir ayna gibiydi. Hepimizin başka kişilikleri vardı ama daha onları tanımıyorduk. Öyle ki gülüp kahkaha atan kişiyle ağlayıp haykıran kişi farklı karakterlerdi. Sadece kendilerini bulabilmeleri için aynaya bakmaları gerekiyordu. Ve benim burada kastettiğim şey gerçek ayna değil. Yumruk tokuşturmak için sol yumruğunu bana uzattı İdil. Moralim yerine gelmişti, sağ elimi yumruk yaptım ve tokuşturduk. Bir süre sonra kendimizi ormanlık bir alanda bulmuştuk. Burasının neresi olduğunu bilmiyordum. Filmlerdeki gibi özel mülk binası ormanın derinliklerinde bir yerdeydi. Eymen gaza bastı, sonuçta burada kimse yoktu. Hız yapmak istese kimse engel olamazdı. Tabii eğer buracıkta kusmazsam. Bir sağa bir sola dönüyor bir anda gazı basıyordu. Klima yetersiz kalırken camı açtım. Yüzüme biraz hava gelince art arda yutkunmaya başladım. Bu benim orta okulda bulduğum bir çözümdü. Ardı ardına yutkununca mide bulantısı geçiyordu. Kartal birkaç dakika sonra nihayet durmuştu. Ölecek gibiydim. "Hadi aşağı." dediğinde kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Serin hava tüm bedenimi soğuttu. Bana yeniden canlılık verdi. Çevreme bakındım, o sırada İdil koluma girdi. Kartal önümüzde yürürken peşinden gittik. Burada ağaç ve böcek seslerinden başka bir şey yoktu. Yanılacağımı biliyordum. Çünkü her klişe filmde sıradan karanlık bir ormandan aradıkları bina çıkardı. Baş karakter hep inkar eder, burada hiçbir şeyin olmadığını söyleyip ardından zort olurdu. Ben kendi hikâyemin başrolü olduğum için inkar etmiştim bile. Eğer bir şey olsa gözükürdü. Bir ışık bile yoktu. "Ne aradığımızı biliyor muyuz? Çünkü ben hiçbir şey göremiyorum." dediğimde Eymen arkasına dönüp durdu. "Çünkü aradığımız şey yukarıda değil... Aşağıda." deyip bir ağacın dibinde durdu. Ağacın gövdesinde kare bir bölme vardı. Onu kendisine doğru çekip ağacın kabuğunu kaldırdı. İçinde olan gizli kırmızı bir düğmeye bastı. İdil beni geriye doğru çekti. Yer hafif titrerken birkaç saniye sonra yer yarıldı ve merdivenler belirdi. Beyaz Led lambalarla aydınlanan merdivenlere ağzım bir karış bakıyordum. Ben İdil ve Eymen'in yanındayken neden hep böyle kalıyordum? İzlediğim aksiyon filmlerinden daha da havalıydı. Bunu yaşamıştım. Ellerim ayaklarım birbirine girmişti. İdil hâlâ kolumdaydı. Merdivenlerden aşağı doğru ilerlerken Eymen peşimizden gelmeden önce ağacın kabuğunu geri kapattı. Yanımıza geldiğinde ise merdivenleri ve bitki örtüsünü yerine geri koymak için beyaz duvarda tam dibimde duran kırmızı tuşa bastı. Bu gerçekten gördüğüm en havalı şeydi. "Her şeye el işareti çeken orangutan görmüş gibi bakma." dedi Eymen. Elimde değildi, yaptıklarını ömrü hayatımda ilk kez gördüğüm için haliyle şaşırmıştım. Burası tesisin girişiydi. Beyaz loş ışıklarla kaplıydı. Yerle duvarın birleşiminde mavi ışıklı Led lambalar vardı. Uzun bir koridorda yürürken asansörlerin olduğu bir katta durduk. Zaten yerin altındaydık. Daha ne kadar aşağı inebilirdik? "Toplantı odası -3. Katta." dedi İdil bana öğretmek ister gibi. "Burası kaç kat ki?" "4 kat. En alt katta hücre var. Bazı suçlulara işkence çektirmek için buraya getiririz. Hücrenin üst katında makyaj, kıyafet gibi ön hazırlıklar yapılıyor. Üçüncü kat zaten dediğim gibi toplantı odasının bulunduğu kat. Ama o kat da dövüş eğitimi verilen alanlarda var. Keskin nişancılık, bıçak ve silah kullanımı, dövüş ile ilgili bilgileri oradan öğreneceksin. İkinci kat yemek, lavabo ve misafir odalarının bulunduğu kat. Bazıları burada kalıyor. Bu kat ise giriş ve çıkış katı. Aslında öyle göründüğü gibi sıradan bir koridor değil. Hemen yan tarafta otogar var. O otogarda da çeşit çeşit motor ve arabalar var. R6, R25, Ninja H2, S1000ORR gibi çesit çesit motor var. Otogarda da yukarı çıkmak için bir çıkış var. Mesela şu an Kartal'ın arabasını otogara götürmüşlerdir. Hafta da iki kez plaka değiştiririz. Riske gerek yok. Bence burayı çok seveceksin." dedi sanki çok normal bir şey anlatır gibi. Şaşkınlığım daha çok artmıştı. Asansöre bindiğimiz zaman -3. kata bastı. "Ha bu arada sen de dahil yalnızca altı suikastçıyız. Bakalım onlarla iyi anlaşabilecek misin?" Kafaya taktığım bir şey değildi şimdi bu. Motor diyordu! Ben liseden beri bunun hayalini kurarken operasyon için kendi motorumun olacağını söylüyordu. Şu andan itibaren suikastçıydım. Asansör toplantı katında durduğunda kapıdan çıkıp ilerledik. Ağzım ve gözlerim açılmaya çok meraklıydı. Burası adeta başka bir dünyaydı. Beyaz ışıklı duvarlar, yerde de kırmızı uzun bir halı vardı. Halının sonu muhtemelen toplantı salonuna doğru gidiyordu. Üstünden siyah botlarla geçerek büyük bir kapının önünde durduk. Etrafımızda birkaç tane çalışan adam vardı. Hemen sağ tarafta nişancılık çalışma alanı vardı. İçeriden koruma gözlüğü takan ve elinde silah uzun namlulu tüfek olan uzun kızıl saçlı bir kadın görüyordum. Nişan alıyordu ve yaklaşık 10 metre uzaklıktaki kartondan adam modelinin alnından vuruyordu. Sol tarafta ise dövüş alanı vardı. İçlerinde kadınların da bulunduğu bu salonda, kum torbalarına vuruyorlar, spor yapıyorlar ve dövüşüyorlardı. Sertlerdi. Karşılarında düşmanları varmış gibi dövüşüyorlardı. Bu da çok etkileyiciydi. Kadınlara değer verilen ve dövüşte erkekler kadar iyi olduklarını gösteren bir alandı. Ben etrafıma bakarken karşımızdaki kapı açıldı. İdil beni yönlendirirken kulağıma fısıldadı. "İçeride bana Karadul de olur mu?" kafamı sallayarak kabul ettim. Bu demek oluyordu ki onlarda bana Anka diyeceklerdi. Benlik bir sorun yoktu. Bu lakap hoşuma gitmişti. İçeri girdiğimizde bu salonun hayal ettiğimden daha büyük olduğunu görmüştüm. Masanın uzunluğu yaklaşık bizim pansiyon odasının giriş kapısından karşı pencereye kadardı. Neden bu kadar uzun ve genişti? Masanın birkaç metre önünde büyük bir ekran vardı. Sinema salonu perdesi gibiydi. Ama o kadar da büyük değildi. 2 metre civarındaydı. Duvarlarda mavi ışıklı döşemeler vardı. Tavan şık ve sadeydi. Toplantı masasının hemen üstünde bardaki gibi yuvarlak avizeler vardı. Bu da salona hoş bir görüntü katıyordu. Yüzümüzün siyah ekrana dönebileceği bir şekilde düz oturduk. Kartal ortadaydı. İdil onun solunda ben ise sağındaydım. Zaten İdil'in yanında başka koltuk yoktu. Şu anlık koskoca odanın içinde sadece biz vardık. "Heyecanlı mısın?" diye sordu Kartal. "Belli olmuyor mu?" diye cevap verdim heyecandan kekelediğim sesimle. "Aslına bakarsan sen konuşana kadar belli olmuyordu." deyip güldü. Masanın ortasında duran bir su şişesini bana uzattı. İçtiğimde daha iyi hissetmiştim. Çok gerilmiştim. Sabahtan beri bunu beklememe rağmen çok gergindim. "Sakin ol, Serdar Bey iyi bir adamdır. Sadece birkaç soru soracak o kadar. O da seni daha iyi tanıyabilmesi için." "Ne tür sorular?" diye sordum. "Değişiyor. Örneğin bana sorduğu ilk soru bir motorum olsa kaçla gideceğim olmuştu. Kulağa saçma geliyor ama ben dümdüz karanlık bir yol verin son gaz bile giderim dedim." "O ne dedi?" "Ya kaybetmekten korkmuyorsun ya da artık kaybedecek hiçbir şeyin kalmadı dedi." "Doğru mu peki?" diye sordum. Gözlerindeki parlaklık silindi. İstemesede başını salladı. "Doğruydu. Ama artık değil. Çünkü artık kaybetmekten korktuğum bir şey daha var." deyip İdil'e baktı. İdil utanırcasına tebessüm edip kırmızı oje sürdüğü parmaklarını Kartal'ın parmaklarından geçirerek elini tuttu. Aşk dolu gözlerle Kartal'ın mavi irislerine baktı. "Hiçbir yere gitmiyorum. İstesende benden kurtulamayacaksın kocacığım." dediğinde Kartal buruk bir gülümsemeyle İdil'in elini tutup dudaklarına götürdü ve parmaklarından öptü. Böyle bir aşk nasip olur mu be! Tam o sırada salonun kapısı açıldı. İdil ve Kartal aynı anda ayağa kalkıp arkalarına yani kapının olduğu yere döndüklerinde ben de kalkıp döndüm. Ellerini önde tutup başlarını selam verircesine eğdiler. O yüzden ben de eğdim. Bir adam masanın başına doğru ilerlediğinde Kartal bana koluyla dirsek attı. "Kambur olacaksın sadece birkaç saniye durman yeterli." dediğinde utanç yüzüme vurdu. Düz durup onlar gibi arkamı döndüm. Adamın yüzünde siyah maske vardı. Siyah koltuğuna oturdu ve eliyle bizimde oturmamız için komut verdi. Serdar denilen adam bu olmalıydı. Siyah maskesini çıkarttı ve siyah eldivenli sol elini masaya koyarak parmaklarıyla teker teker ritim tutarcasına vurup bana baktı. Ben daha yaşlı birini bekliyordum, bu adam otuzlu yaşlarında gibiydi. Kumraldı, gözleri koyuydu ve sol kaşının üstünde dikiş izi vardı. Adamın yüz hatları keskindi, karizmatik bir tipi olduğu kadar ürkütücüydü de. "Diğerleri nerede Kartal?" dedi Serdar Bey. "Hemen gelirler patron. Begonya antrenman yapıyordu. Kuzgun ve Pegasus'u görmedim." Lakaplar oldukça etkileyiciydi. En azından tek mitolojik lakap benimki değildi. Pegasus lakabını koyanı şu an merak etmiştim. Kapı Kartal'ın sözünden sonra açıldı. İçeriye ikisi erkek birisi kadın olmak üzere üç kişi girdi. Kadın ateş kızılı saçlara sahipti. Saçlarını açık bırakmıştı. Baştan aşağıya bizim gibi simsiyah giyinmişti. Az önce gördüğüm nişancı kadın bu olmalıydı. Erkeklerden sağ tarafta olanı doğal sarı saçlıydı. Çok genç duruyordu. Sadece fiziğine bakarak bile en fazla 20 yaşında derdim. Yanındaki erkek ise kısa siyah saçlıydı. Sağ kaşının üstünde yarabandı vardı. Siyah gömleğinin ilk iki düğmesini açtığı için boynunun sağ tarafında kuru kafa dövmesi olduğunu farketmiştim. Sadece boynunda değil bileklerinde de dövme vardı. Sol bileğinde bir kuş dövmesi vardı. Sanırım Serdar Bey'in bahsettiği Kuzgun denilen adam buydu. "Heh geldiler işte." dedi Kartal. "Kusura bakma patron, antrenmana dalmışız." dedi kızıl saçlı kadın. Kartal antrenmanda olduğunu söyledi. Muhtemelen Begonya dediği kişi bu kadındı. Yoksa başka kim kendine kırmızı bir çiçek adı verirdi ki? "Sorun değil, geçin oturun." diyerek eliyle bizim önümüze oturmalarını işaret etti Serdar Bey sakin bir ses tonuyla. Begonya benim önüme, sarı saçlı erkek ortaya, kısa siyah saçlı adam ise Serdar Bey'in sol köşesine İdil'in karşısına oturdu. Üçününde bana baktığını hissettiğim için göz teması kurmamaya onlar hariç her yere bakmaya başladım. Sınıfa yeni gelen öğrenci gibi hissediyordum kendimi. "Evet, Kartal ve Karadul zaten benden bahsetmiştir ama bende kendimden biraz bahsedeyim sevgili Anka." dediğinde kalbim yerinden çıkacaktı. Göz teması kurup Serdar Bey'e baktım. Başımı olur anlamında saçma bir şekilde salladım. "Ben Serdar Çavuş, Orenda Örgütü'nün lideri ve müdürüyüm. Örgütün ismi kulağa saçma gelebilir ama senin ve masada gördüğün diğer suikastçıların burada oluş sebebini de içinde barındırıyor. Kötü giden her şeye rağmen vazgeçmemek, çabalamak ve bu saçma düzene el koyarak hayatı daha yaşanılabilir bir hâle getirmek. Burada gördüğün herkes bunu istiyor." Ben de istiyordum. Ne istediğimi ne için savaşacağımı iyi biliyordum. Serdar Bey, sol eliyle sağ elini birleştirip parmaklarını birbirine geçirdi. İşaret parmakları birbirine saniyede bir vuruyordu. "Başından geçenleri biliyorum. Kartal ve Karadul seni barda çalışmaya başladığın ilk günden beri izlediler. Aradığımız kriterlere uyuyorsun. Öfkelisin ve intikam istiyorsun. Hem intikam hem adalet. Ve şunu unutma sevgili Anka. Bir silah eğer kötü adamı hedef alıyorsa orada adalet vardır. Bir silah eğer sevdiğin birine zarar veren bir adamı hedef alıyorsa orada intikam vardır." Sözleriyle ve sakinliğiyle bana güven vermişti. Kartal ve İdil'in de dediği söze anlam katıyordu. Ama adalet ya da intikam isterken de birini öldürme riskim vardı. "Öldürmek zorunda mıyım?" diye sordum telefonda konuşurken sormama rağmen. Serdar Bey başını hayır anlamında salladı. İşaret parmaklarını birbirine bastırarak elini yüzüne yaklaştırıp parmaklarının ucunu burnuna değdirdi. "Kimseyi öldürmek zorunda değilsin. Ben yanımda katil yetiştirmiyorum. İster yaralarsın, ister komaya sokarsın, ister içinde olduğu evi yakarsın. Bu senin seçimin. Biz hepimiz burada bir aile olduk. Amacımız tek ve net. Umarım açıklayıcı olmuştur." Konuşmasını bitirdikten sonra arkamda bir anda beliren bir adam önüme bir kağıt ve kalem koydu. Sözleşme kağıdıydı. Altında adım yazıyordu ve imza atmam gerekiyordu. "Şimdi bu formu imzalamanı istiyorum. Düşünmekte özgürsün. Çünkü bu, bundan sonraki hayatını belirleyecek Anka." Kağıdın üstünde büyük harflerle yazan yazıda kaldı gözlerim. 'BİR UMUT 100 CAN' yazıyordu kağıdın en üstünde. Altında da kırmızı ve büyük harflerle, 'ORENDA ÖRGÜTÜ' yazıyordu. Örgütün adı tuhaftı ama anlamı ve içerdiği mesaj güzeldi. Yazılanları okudum. Sözümden dönmememi, ancak hak yerini bulduğu zaman ara vermem gerektiği yazıyordu. Ayrıca 52 maddenin bazılarıda yazıyordu. Kimseye hem kendi hem de örgüt hakkında hiçbir şey bahsetmeyecektim. Bahsettiğim kişi ailemden olsa bile susturulacaktı. "Susturulur derken? Ne anlama geliyor bu?" diye sorduğumda başlarını öne eğdiler. "Bizi tehlikeye attıkları anda keskin nişancı tarafından öldürülürler. Bu konuda Kuzgun daha bilgili. Ona sorabilirsin." deyip imalı bakışlarla kısa siyah saçlı adama baktı. Ne yani birine örgütten mi bahsetmişti? Ve bunun sonucunda... Kuzgun başını konuşmak istemediğinden öne eğdi. Ailesinden birini mi öldürmüşlerdi? Bunu nasıl yapabilirlerdi? Ona olan bakışlarımı farketmiş olacak ki öfkeli gözleriyle bana döndü. "Sakın o gözlerle bakayım deme. Acımana ihtiyacım yok." dedi sert bir sesle. "Acımadım." dedim sakın bir sesle. Sesimi yükseltmek istemedim çünkü haklı olmazdım. Serdar Bey'e dönerek kaşlarımı çattım. "Bu yaptığınız şey saçmalık. Ailesinden birini öldürmeniz doğru değil!" dediğimde rahat bir şekilde cevabını verdi. "Ailesinden değildi." Kuzgun, Serdar Bey'e ölümcül bir bakış attı. Gözlerinden ateş çıkarcasına. "Hamileydi!" dedi üzerine basa basa. "O benim ailemden değildi çünkü ailem oydu!" dedi. Konuşurken öfkeden boyun damarları belirginleşmişti. Karısını öldürmüşlerdi. Hem de karnında bebek varken? Şimdi teklifi kabul etmemi mi bekliyorlardı cidden? Kartal başını bana çevirdi. Onun da suratı asıktı, bana cesaret verircesine buruk bir tebessüm etti. "Bu kabul edilecek bir şey değil Serdar Bey. Sırf eşine bu sırrı söyledi diye kadını öldürdünüz mü?!" diye bağırdım. Hem kadın haklarını savunacaktık hem de hamile bir kadın öldürecektik. Oh ne ala! "Bizi riske sokacak hareketlerde bulundu." dedi bir de üstüne gülerek. İdil ve Kartal sustu. Bir şey demediler. Begonya ve sarı saçlı gencin Pegasus olduğunu düşündüğüm kişi de sustu. Kuzgun öfkeyle soluklanırken Serdar Bey alay mı ediyordu? Buna izin vermezdim. Diğerleri korkuyor diye bir şey söylemiyorlarsa benim bir korkum olacak değildi. Adamın hamile karısını öldürdükleri yetmiyormuş gibi bir de masum bebeğinde canına kıymışlardı. Kim bilir o kadın ne umutlarla istiyordu o bebeği. Kuzgun baba olacaktı belkide. Onların bu hakkını elinden alan bir örgüt lideri benden saygı göremezdi. Kartal'ın pantolonunun bana doğru olan arka sağ cebinde siyah tabanca vardı. Ne olur ne olmaz diye yanında taşımıştı. Sinirle ayağa kalkıp o tabancayı aldım. Benim almamla Kartal ve diğerlerinin de ayağa kalkması bir oldu. Silahın namlusunu doğrudan Serdar Bey'e doğrultmuştum. Sonuçta ne demişlerdi, bir silah kötü adamı hedef alıyorsa orada adalet vardır. Serdar Bey iyi biri değildi. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?! İndir o silahı. Daha onu ateş edemeden her yerinden kurşun girmesini istemiyorsan indir şunu!" dediğinde alayla gülümsedim. Ayağa kalkamadan sadece elini bir şey yapmamam için kaldırmıştı. "Siz ciddi misiniz? Sizi Karadul ve Kartal'ın anlattıklarından yola çıkarak iyi biri sanmıştım. Az önceye kadar bana güven vermiştiniz. Ne demek adamın karısını ve karnındaki bebeği öldürmek?! Siz iyilik yaptığınızı mı düşünüyorsunuz? Bu saf kötülük ve işte," dedim gözlerimle silahı işaret ederek. "Şu an silah kötü adamı hedef alıyor. Sizin deyiminizle bu bir adalet!" dedim. Silah kullanmayı bilmiyordum ama izlediğim filmlerde böyle tutuyorlardı. İki elimlede tetiği kavramıştım. "Alev tamam, indir o silahı." dedi Kartal. Böyle bir durumda nasıl bu kadar sessiz kalabilirlerdi? Hiçbirinin mi beyni ya da kalbi yoktu. Midemi bulandırıyorlardı. Erkekler işte, hepsi iğrençti. Serdar Bey ayağa kalktı. Elim titremiyordu ve kendimden emindim. Benim yanıma yaklaşıp silahın önünde durdu. Silah şu an onun kalbini hedef alıyordu. Adam sandığımdan daha uzundu. Sıcak bir tebessüm etti. "Kartal, önünde her kim olursa olsun bir kadına zarar vermişse onu düşünmeden öldürebilecek seviyede olduğunu söylemişti. Dikkatimi çekti. Bu öfkenin sadece şiddet uygulayan sıradan insanlaramı yoksa zengin, başarılı, güvenilir adamlara da mı olduğunu bilmek istedim. Bu girdiğin son sınavdı." dedi. Kaşlarımı çattım. Bu da ne demek oluyordu şimdi? Bu da mı bir sınavdı yani? Benimle dalga mı geçiyorlardı? Kuzgun'a döndüm. Sıcak bir tebessümü yoktu, dahası beni öldürmek ister gibi bakıyordu. O yüzden bir tepki vermemişti. Öfkem ikiye katlanmış gibi hissettim. "Siz dalga mı geçiyorsunuz benimle?!" diye bağırdım sinirle. Sesim salonda yankılanmıştı. Serdar Bey beni sakinleştirmek için sol elini sağ omzuma koyacakken geri çekildim. "Bunun için üzgünüm ama dedikleri kadar feminist misin bilmem gerekiyordu." Sağ elini güven verircesine gülümseyerek bana doğru uzattı. "Orenda Örgütüne tekrardan hoş geldin Alev Asena. Ya da namı diğer Anka." Kartal elimdeki silahı almak için sol elini uzattı ve karşılık vermediğimden rahatlıkla aldı. Serdar Bey'in bana uzattığı ele baktım. Bunun sadece bir test olduğunu ve beni sadece denemek için yaptıklarına sinirlenmiştim. Oradan bakılınca dalga geçilecek birine mi benziyordum? Oflayarak sol elimle Serdar Bey'in sağ elini tutup sıktım. Kartal ve İdil bana onlardan daha çok güven veriyorlardı. Rahatlamış bir şekilde önümdeki sözleşmeye tekrar göz gezdirdim. "Susturmaktan kastınız ne peki?" "Sadece konuşacağız. Konuşmaktan anlamazsa tehdit edeceğiz. Kimse zarar görmez. Bunun hiç olmaması için kimseye bir şey anlatma." Başımı kabul edercesine salladım ve mavi tükenmez kalemin kapağını açıp derin bir nefes alarak sözleşmeyi imzaladım. Kalemi kağıdın üzerine koyup Serdar Bey'in karşısına geçtim. "Bir tane daha test istemiyorum Serdar Bey. Bu artık rahatsız edici bir hal almaya başladı." Başını onaylayarak salladı. "Ben istediğim cevabı aldım zaten. Sana sadece tek bir soru soracağım." dedi. Bahsettiği soru Kartal'ın bahsettiği sorulardandı. Herkese farklı şeyler sorduğunu düşünüyordum. Ne soracağını bilmediğimden her şeye hazırlıklı olmaya başladım. "Neden bu işi kabul ettin?" diye sordu. Bu işe neden bulaştığımı sormuştu. Hayat hikâyemi anlatmak istemiyordum. Hayat hikâyesini anlatan tek kişi Şirin'di. Alev hikâyeyi anlatmayacak onu yönlendirecekti. "Ateş yakabileceği her şeyi yaktıktan sonra söner. Benim hayatımda yakılmaya değer kim varsa alevlerin esiri olacak. Beni bu işe sürükleyen ve gözümü döndüren babamdan başlayarak cehennemi yaşatacağım. Kurtulursa kurtulur, ölürse ölür. Çoğunun yaşama şansları olacak ama onu kullanana kadar çoğu kül olacak." Gururlu bakışlarla bana baktı. Gözleri umutla parlıyordu. Sanki o da en az benim kadar bu hayattan memnun değildi. Her şeyi değiştirmek istiyordum. Yeni bir başlangıç yapmak istiyordum. Bu, bu kadar zor olmamalıydı. "Amacını biliyorsun Anka. Yaşamayı haketmeyen insanlara cehennemin nasıl bir yer olduğunu göster. Hem de detaylıca." Kararlıydım. O merdiven basamaklarını tırmana tırmana karanlığıma gün ışığı açtıracaktım. Sadece kendi hayatımı değil kardeşimin hayatını da mükemmel yapmak için çaba gösterecektim. Karanlığın ateşi artık yangın çıkartacaktı. O yangında yanmaya hak kazanan insanlar o yangında ya yanacak ya yeniden var olacaktı. Yazar olmanın en sevdiğim yanı bir sır varsa o sırrı yazarak öğrenmek. Şahsen ben Eymen ve İdil'in evli olduğunu bırak muhabbet ettiklerini bile bilmiyordum. Dkdhxjshxhhchshxxj Eymen ve İdil'in âşkını valla kıskandım. İşte birisi sevecekse erkek gibi değil adam gibi sevecek. Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? |
0% |