Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm Cehennem Ateşi

@darklightssx

Her şey benim için bugünden sonra başlayacaktı sanki. Tek bir telefonla heyecanım korkuya bürünmüştü. Hayal etmesi bile çok zordu. Evleri ateşe vermek ve işkenceden beter bir şey yapmak oldukça zordu. Filizlenmeye daha yeni başlayan bir ağacın meyve vermeye başlaması gibiydim. Yağmur, kar, dolu, fırtına ve yakıcı güneş o filiz için zorlu bir engelken o büyümüş, güçlenmiş ve artık icraat yapmaya başlamıştı.


Eylem, hayalleri gerçeğe dönüştürmenin aracıdır. Düşlerimizi icraata dönüştürürken, gerçekliği şekillendirir ve hayatın dokusuna yeni bir desen katarız. Bu karanlık sürece ben ilk adımı atmak üzereydim.


Suikast için uygun giyinmemiştim. Bu şekilde gidemezdim. Eymen'e somurtarak giyinmiş olduklarımı göstererek, "Bende yedek üst yok ki! Bu şekilde mi gideceğim?" dediğimde beni baştan sona süzdü ve omuz silkti.


"Bence güzel görünüyorsun." Ofladım. Sanki güzel görünüyor muyum diye sormuştum! Güzel göründüğümü zaten biliyordum. Ama şu an kendimi övmek isteyeceğim bir konumda değildik.


"Sence bir suikastçıya benziyor muyum?" diye sordum alayla. Başını omzuna eğdi ve "Tch!" dedi. Boğazını temizleyerek ellerini beline koydu.


"Seni işin ustasına yönlendireceğim. Karadul bu işte çok iyidir." Bundan şüphem yoktu. Oldukça iyi giyiniyordu. Zamanım olmadığından odadan hızla çıkıp İdil'in yanına gittim.


Öylece kalçasını barın üstüne koymuş bir şekilde oturuyor, kadehine doldurduğu kırmızı şarabı kırmızı rujlu dudaklarına götürüyordu. Beni görünce bardan aşağı indi ve tebessüm etti. Uzun zamandır yalandan gülümsediğini gördüğüm İdil, gerçekte kim olduğunu öğrendiğimden beri bana sıcak ve samimi tebessümler ediyordu. Yalandan gülümsemek onun maskesiydi ve ben onun maskesinin ardındaki gerçeği görmüştüm.


"Yardımın gerek."


"Ne oldu?"


Kısık bir ses tonuyla, "Suikast için çağırıldım." dediğimde gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Bu kadar erken mi?!" Demek ki suikastçılar arasından en erken çağrılan bendim. Bu iyi bir şey miydi?


"Giyecek bir şeyim yok. Eymen bana-" Kolumu tuttu ve hızlı adımlarla beni peşinden sürüklemeye başladı. "Ben hallederim. Haydi gel." diyerek beni makyaj odasına doğru ilerletti.


İdil'de bu odanın anahtarı olduğu için kapıyı açtı. İçeri ilk kez giriyordum ve gerçekten güzeldi. Makyaj aynasının kenarlarında Led lambalar vardı. Hoş duruyordu. Arkada kilitli dolaplar vardı. İçeri girdikten sonra kapıyı kapatıp içerden kilitlemişti. Siyah boy aynalı dolabının önünde beklerken askıya astığı fazladan siyah; tişört ve ceket verdi. Zaten siyah kot pantolon giydiğim için ona gerek yoktu.


"Haydi hızlı giyin."


Dediğini yapıp bordo kazağımı çıkardım ve siyah tişörtü giydim. Üzerimde tam olmuştu. İdil'in üstü zaten siyah olduğu için sadece altında ki lacivert pantolonu çıkartıp siyah pantolonunu giydi. İkimizde kadın olduğumuz için ve uzun zamandır beraber olup birbirimize güvendiğimiz için bundan bir utanç duymuyorduk. Birkaç dakika da giyinmiştik. Ben kendi üstlerimi onun dolabına koyup boy aynasına baktım.


'Hazır mısın Anka?' diye sordu iç sesim.


"Gel şimdi de makyajını yapayım."


Makyaj koltuğuna oturdum ve kendimi İdil'e teslim ettim. Birkaç dakika da makyajımı da bitirmişti. Aynaya baktığımda kırmızı rujun güzelliğine önce âşık olmuştum. Rimelim ve eyelinerımda çok hoşuma gitmişti. "Rujun markası ne?" diye sordum. "Maybelline." Vayy! Bundan kesinlikle almam gerekiyordu. İstek değil tam bir ihtiyaç.


Saçımın güzel olduğunu ama açık bırakırsam daha güzel olacağını söyledi. Önce sprey sıktı, sonra da krem sürdü. Argan yağı da sürüp işini bitirdi.


"Sen kocacığımın yanına git, ben hemen gelirim." dediğinde gülümseyerek kapıyı açtım ve Eymen'in yanına gittim. İçeri girdiğimde beni beğeni dolu bakışlarla bir kez daha süzdü.


"Ateş gibisin."


"Eyvallah."


Aren'ler duştan büyük ihtimal çıkmışlardır diye düşündüm. Onların bizi bu şekilde yakalamaları iyi olmazdı. "Diğerleri gitti mi?" diye sorduğumda başını sallayarak onayladı. "Evet, rahat ol."


Rahat bir nefes verdim. Birkaç dakikada İdil de gelince dışarı çıktık. Benden biraz daha bol makyaj yapmıştı. Anahtarla barın kapısını kilitleyip arabaya yöneldik.


🔥🔥🔥


Kartal arabayı tekrardan bir ormana doğru sürüyordu. Neresi olduğunu yine bilmediğim bir yerdi. Bu adada yaşıyordum ama hiçbir yeri bilmiyordum. Gittiğimiz yerde gözüm bir tabelaya kaydı. 'Körüklü Hayvan Mezarlığı' diyordu tabelada. Burayı biliyordum. Bu mezarlığın lanetli olduğu söylentileri tüm adayı sarmıştı. Ölen her hayvanın sesi son bir kez o mezarlığa gidince duyuluyordu ve her seste bir kişi ölüyordu. Ya da o seslerden psikolojisi bozuluyordu ve insanlar intihar ediyordu. Bu bile aksiyon için fazlaydı. Ama yalan olduğu haberleri de vardı. Yine de korkunç bir sessizlik vardı.


"Tamam geldik." deyip arabayı durdurdu Eymen. Ormanın tam içine girmiştik. Arabanın kapısını açtım ve dışarı çıktım. İner inmez gördüğüm ilk şey küçük bir kulübeydi. Yine bir kulübe. Kulübelerde katliam seviyorlardı anlaşılan.


İdil ile birlikte yan yana oraya doğru ilerlerken Eymen kolumdan tutup beni durdurdu. Ona dönüp baktığımda cebinden siyah bir silah ve kelebek bıçağı çıkartıp bana uzattı. "Bilinçli olmakta fayda var." Elindeki silahla bıçağı elime taktığım siyah eldivenlerimle aldım ve pantolonumun arka sağ cebine koyup ceketimle üstünü kapattım.


Tamamen ölüm sessizliği vardı. Kulübeye ilerlerken kapı açıldı. İçeriden çıkan üç kişi vardı. Bize doğru bakarlarken her ne kadar bizim gibi giyinselerde onların da kim olduğunu seçmiştim. Sağda duran Pegasus'tu. Genç bedeni bunu belli ediyordu. Ortadaki kadın Begonya, onun yanındaki de Kuzgun'du. Ellerini bellerindeydi.


Yanlarına gidip başımızı merhaba anlamında salladık. İçeriden yine bağırışma sesleri geliyordu. Kapı açılınca içeriden Serdar Bey çıktı ve yavaş adımlarla yürüyerek tam önümde durdu. Ellerini birbirine sürttü.


"Bugün senin en mutlu günün olacak Anka. İlk suikasti yapacağın kişiyi büyük bir zevkle öldüreceksin." Tedirgindim, ben öldürmek istemediğimi ona zaten söylemiştim. Neden hâlâ birini öldürmemi istiyordu? Benim yapacağım suikast belliydi. Benzin döküp cehennemin nasıl bir şey olduğunu göstermek ve o kişiyi yaptıklarına pişman etmek istiyordum.


Serdar Bey benim için kapıyı açıp sırıttı. Korkuyla atan kalbimi dizginleştirip kapıdan içeriye girdiğim an sanki bütün soluğum kesilmiş gibi hissettim. Sanki kalbim birkaç saniyeliğine durmuştu. Tahta sandalyede bağlı bir şekilde oturan adama bakıp bir kez daha iğrendim. Öldürmek istemediğim gerçeği doğruydu lakin bu istisnayı bu adama göstermeyecektim. Bütün hayatımı alt üst eden Tarık Tufan'ı asla affetmeyecektim. O sadece cehennem ateşinin tadına bakmayacaktı o bundan sonra her defasında o ateşte yanacaktı.


Kulübenin köşesinde duran Boncuk, başını eğerek bana selam verdi. Tarık'ın birkaç adım önünde duruyordum. Gözleri henüz kapalı olduğu için beni görmüyordu.


"Hepinizin eceli olacağım lan! Geberteceğim sizi!" diye bağırdığında Kartal yanımdan geçti. Bu ânı sadece ben değil sanki o da bekliyormuş gibi Tarık'ın yüzüne ilk yumruğu o geçirdi. Bunu görmediği için bağırıp başını omzuna eğdi.


"Ellerine sağlık." dediğimde başını sallayarak güldü. Lakin Tarık benim sesimi duyunca şok olmuş gibi kasılmıştı. Eğdiği başını yavaşça kaldırdı. Begonya, "Biz çıkalım, Anka kendi intikamını kendi alsın." dediğinde Pegasus, Kuzgun ve Boncuk onunla birlikte çıktı. Serdar Bey sol elini omzuma sağ omzuma koydu.


"Sana güveniyorum. İçindeki harlanan ateşi görebiliyorum ve sırf bunun için bu herifi hapisten çıkarttırdım. Şimdi sıra sende. Yüzümü kara çıkarma." dedi. Tarık'ı öldürme isteğimi bildiği için ilk suikastte katil olmamı istemişti. Ne kadar da kurnazdı!


Serdar Bey de dışarı çıkınca içeride sadece ben, Kartal ve Karadul kaldık. Onların gitmesini istemiyordum. Benim mutluluğuma ortak olmalarını istiyordum.


"Eğer o sensen, şunu bil ki buradan kurtulduğum an sadece sana saldırmakla kalmayacak sevdiğin herkesin sonunu getireceğim. Buna hep öldürmek isteyip de öldüremediğim sürtük ananla başlayacağım!" dediğinde güldüm. Belki bir umut değişir diye düşündüm ama o her zamanki Tarık'dı. Bana ettiği hakaretten onun yanında olan Kartal şakağına bir yumruk daha geçirdi. İnleyerek bağırdı. Kartal elini Tarık'ın boğazına götürdü ve arkaya götürerek sıktı.


"Ne kadar yanlış kelime edersen ecelin o kadar hızlı gelir." deyip elini çekti. Tarık yerinde duramıyor, öfke saçıyordu. Kartal'a geri çekilmesini söyledim ve bu hayatta tanıdığım en şeref yoksunu adamın yanına doğru ilerledim. Hâlâ gözü kapalıydı ama adımlarımı ve beni hissedebiliyordu. Arkasına doğru geçtim.


"Kör bile olsan varlığımı hissedeceksin!" diye mırıldandım kulağına.


Pantolonumun cebindeki bıçağı çıkardım. Sivri ucunu kulağına değdirip kulağına bir çizik attığım an bağırdı öfkeyle.


"Sağır bile olsan kendi haykırmalarını duyacaksın!" dedim gülerek.


Sonra yavaşça önüne geçtim. Kulağından akan kan yere damlarken iğrendiğim o yüze baktım.


"Dilsiz bile olsan bana yalvaracaksın!"


Bıçağı sağ bacağına hızla ve sertçe sapladığımda beklemiyor olacakki haykırmaya başladı. Kartal da bunu beklemiyor gibiydi. Karadul'a anlamdıramadığım bir şekilde baktı. Böyle bir tepki vermeme şaşırmış olmalıydılar.


Hep biz kadınların acı dolu çıkan çığlıklarını duyduğu için buna alışkın değildi bu pislik. Tarık'ın gözlerini kapatan bezi çektim. Yaptığım her şeyi görmesini istiyordum. Çünkü bu kez can acıtacaktım.


Bıçağı bana bakarken sağ bacağından çıkardığımda tekrar bağırıp inledi. "Ama hayır Tarık Tufan, seni bu sefer bağışlamayacağım. Anneme, ağabeyime ve kardeşime yaptıklarının bedelini misliyle ödeyeceksin. Canlı halin bizim zararımızaydı. Lakin inan bana gebermiş halin bizim lehimize olacak!" deyip keyifle kanlı bıçağı bu seferde sol bacağına sapladım. Tarık acıyla yine bağırdığında bana değil önce Kartal'a baktı. Kartal gözlerini kaçırarak durdu. Ardından ona tekrardan yumruk attı.


Tarık bu yumruğun etkisiyle başını sağ omzuna düşürdü ve yere kan tükürdü. Sonra bana döndürdü o kahverengi bakışlarını. "Ben senin babanım. Beni öldüremezsin." deyip iğneleyici bir ses tonuyla olmayan babalığını kullandı.


"Babam olduğunu mu zannediyorsun? Senden bırak baba olmayı, tuvalet kağıdı bile olmaz. Biliyor musun, damarlarımda bizi öldürmeye kalkıştığın günden beri intikam kanı akıyor. Senin gibi aşağılık piçlerin soyunu kurutacak bir adalet istiyorum. Ama önce intikamdan başlayacağım." Sadece konuştuğumu, bunu yapacak cesaretin bende olmadığını belli eden gözlerini bıçakla oymak istiyordum ama hayır yapacağım her şeyi görecekti.


Kapının yanına dizmiş oldukları benzin bidonlarını gösterdi. O gösterene kadar dikkat etmemiş, farketmemiştim. "Ne yani, üstüme benzin dökerek beni yakacak mısın Şirin? Babanı yakacak mısın?"


Bıçağı sol bacağından öfkeyle çekip bir kez daha sapladığımda öfkeyle bağırdı. Terlemişti. Kartal bıçağı tekrar sapladığımda sol kolunu omzuma koydu.


"İşkence etmeye gelmedin. Çavuş sana ne yapacağını zaten söyledi. Sadece yak ve bitir şu işi." Hızlı halletmemi istiyordu. Anlamıyordum! Karşıma Tarık'ı getiriyorlardı ve onu direkt öldürmemi istiyorlardı. Önce acı çektirecektim. Ölüm, onun için benden kurtuluşu olurdu. Başımı hayır anlamında salladım.


"Diğer suikastlerde yaparım ama hayır Tarık bu kadar kolay ölmeyecek." dedim.


Tarık, ben bunu söyledikten sonra öfkeli bir kahkaha attı. Başını önüne eğdi ve gülmeye devam etti. "Beni öldüremezsin Şirin. Ben dokuz canlıyım." dedi. Dudaklarım yana doğru kıvrıldı. Bacağına sapladığım bıçağı güçlükle çektim ve bıçaktan akan kanları ona gösterdim. Kendi kanına bakarken bana olan nefretini daha net gördüm. Ama gördüğüm tek şey nefret değildi. Tarık'ın gözlerinde gurur vardı. Ya da ben yanılıyordum. Benimle gurur duyuyor olamazdı.


"Adım Alev! Şirin, senin gibi bir adama boynunu büken güçsüz bir kızdı. Ama ben boynumu bükmem, bundan sonra büktürüceğim! Benim karşımda bükülmeyen o boynu da kırarım!" Bana alayla kahkaha ata ata güldüğünde ondan uzaklaştım yoksa daha kanlı şeyler olacaktı.


Zaten bunu istiyorsun.


Evet zaten bunu istiyordum. Derin bir nefes alıp tekrardan Tarık'ın yanına gidip gülümsedim. Elimde tuttuğum bıçağı sağ kürek kemiğinin olduğu yere saplamamla haykırdı. "Ayrıca evet, seni diri diri yakacağım. Hem ben, hem Allah! Öteki tarafta da yanacaksın. Hem de öyle bir yanacaksın ki benim ateşime şükredeceksin. Allah senin belanı işte o zaman verecek. Cehennem ateşinde!" dediğinde arkamı döndüm ve benzin bidonlarına yöneldim.


Kartal ve Karadul sanki benim bunları yapacağımı hesaba katmamış gibilerdi. Tuhaftı ama bu geçici tuhaflık Kartal yanıma gelip bana yardım etmeye başladığında bozuldu.


Bana uzattığı bir bidonu alıp Tarık'ın yanına getirdim. "Bunu görüyor musun? İşte bu senin sonun. Şah çekiyorum sana Tarık Tufan." deyip bidonun kapağını açtım. Tarık'ın bacağına sapladığım bıçağı geri çektiğimde yine acıyla bağırdı. Bıçağı almak için Karadul yanıma geldi. Siyah eldivenleriyle bıçağı kendisi aldı.


Benzini hiç beklemeden Tarık'ın üstüne dökmeye başladığım zaman yüzüne daha yeni korku inmiş gibi alaycı tebessümü silindi. "Bunu yapamazsın! Benim tanıdığım Şirin bunu yapmaz. Babasını öldürmez! Sadece göz korkutuyorsun, sen katil falan değilsin." dedi.


"Sen beni daha hiç tanımamışsın Tarık Tufan. Ben Şirin Alev Asena! Senin gibi bir itin soyadını almaktan bile iğrenen, bu cesareti annesine ve ağabeyine de veren o kadınım. Herkesin bir maskesi olur. Bir aynanın iki yüzü vardır. Tıpkı bende de olduğu gibi. Masum bir tebessümün altında ne acıların yattığını sen bilemezsin. Ben artık bu acıyı yaşamak zorunda değilim. Ben acaba bugün ne olacak da dayak yiyeceğim, anneme ne yapacak, eve gidince ne kadar bağıracak, kardeşime zarar verdi mi diye düşünmek ve attığım her adımda endişelenmek zorunda değilim! Ne ben ne de ailem buna mecbur değiliz!" Bidonun yarısını onun başından aşağıya döktüm. Her yerine döktüğümde yerlere de dökmeye başladım. Ama önce korku barındıran gözlerine bakıp masum bir şekilde gülümsedim.


Elimle yüzümü gösterdim. "O yüzden sakın masum göründüğüme bakıpta yanılma. Çünkü Şirin değil ama Alev seni cayır cayır yakacak!" İlk benzin bidonunun tamamını döktüğümde Kartal bana yeni bir bidon daha verdi. O bidonun da kapağını açtım, tahta duvarlarada dökmeye başladım.


"Sevdiklerinin zarar görmesini mi istiyorsun!?" dedi. Beni ne zaman tehdit etmeyi bırakacaktı acaba?


"Sence tehditlerinden korkan birine mi benziyorum?"


"Benim kızımın ailesine karşı zaafı vardır!" dedi tüm kulübeyi inletircesine bağırarak. "Hiçbirinizden bir hayır gelmedi bana. O yüzden gözümü bile kırpmadan canınızı alabilirim sizin. Seni çok iyi tanıyorum Şirin! Sevdiklerine olanlardan sonra asıl beni öldürmek isteyeceksin. Bunu erkenden yaparsan daha çok acı çekersin." deyip boş konuşurken ikinci bidonu da bitirdiğimde Kartal yenisini verdi. O sırada bir iç çektim.


"Bitti mi?" diye sorduğumda bu halime hiç alışkın olmadığı için nefretle güldü. "Bitti. Hem sözüm hem senin hayatın."


Bidonu Kartal'a verdim. Benzinlemeye o ve Karadul devam ederken elimi birbirine sürttüm.


"Tamam o zaman, reklam arası bittiğine göre son duanı et!" dediğimde yüzü kasıldı. Sanki daha şimdi ikna olmuştu onu öldüreceğime.


"Teker teker soyunuzu kurutacağım. Ne kadar tehdit edersen et faydasız. Kalbim bir tek senin sözlerine karşılık vermeyecek. O yüzden hadi, son sözünü söyle!" dediğimde başını salladı.


"Bu hayatta en çok sevdiğin kişinin ölümü benden olacak! Merak etme hasta kardeşinden bahsetmiyorum." dediğinde sağ yumruğumu yüzüne geçirdim. Tüh parmağımda yine yüzük vardı. Ona vurduğum an burnu kanamaya başladı. Bu yüzüğü asla çıkarmayacaktım.


"Eslem hakkında doğru konuş. Yoksa o dilin kopartır sana yediririm! Benim onlardan daha çok değer vereceğim kimse olmayacak. Olsa bile sen bunu asla göremeyeceksin." dedim öfkeyle. Umursamaz bakışlarla gülümsedi.


"Her insan âşık olur kızım. Sen sen ol, kendi iyiliğin için âşık olma." dediği söz karşısında kanım donarken yüzüne bir kez daha vurdum. Sonra beni sevdiklerim ve seveceğim kişiler için tehdit ettiğinde tekrar vurdum. Kaşı ve burnu kan içinde kaldığında yine güldü.


"Hiçbir erkek bana layık değil. Ayrıca sen artık bir ölüsün."


"Göreceğiz!"


"Sen göremeyeceksin." deyip yüzüne tekrar vurdum. Kartal ve Karadul her yere benzin dökmüştü. Tarık'ın kurtulması imkansızdı.


Kulübeden dışarı çıktığımızda Kartal ve Karadul kulübenin dışına da benzin dökmeye başladılar. Her tahtayı benzine boyadıktan sonra Kartal yere de benzin döküp kapıya doğru götürdü. Serdar Bey bana sigarasını yaktığı kibritini verdi.


Bunun artık her şeyin sonu olduğunu anlamıştım. Bundan sonra hiçbir şey aynı olmayacaktı. Çünkü artık bir katil olacaktım. Ruhumun katilinden intikamımı alacaktım. Bu can acıtıyordu ama can acıtıcı bir şey değildi. Bugün benim özgürlüğümdü. Bugün benim mutluluğumdu. Bugün küllerinden doğan Anka kuşunun şahlandığı ilk gündü.


En son Tarık'a şah çektiğimi söylemiştim, o ise hamlesini yanlış oynamıştı. Benden özür dilemesi, artık her şeyi yoluna sokmaya çalışacağını söylemesi gereken yerde beni yine tehdit etmişti ve bu artık onun için bir sondu. Kibrit kutusundan bir kibrit çekip onu kutunun yanındaki kükürde sürttüm. İkinci sürtüşümde yanan kibrite baktım. Küçücük bir kıvılcım bile bir çok şeyi değiştirirdi.


Önce yanan kibrite ardından kulübeye baktım. "Şah... mat!" deyip kibriti yere bıraktım. Kibriti bırakmamla yerdeki benzin mavi bir alev aldı ve kulübeye doğru ilerledi. Benzinle yıkanılan ev dakikasında yanarak ateş altında kalmıştı.


Küçücük bir kıvılcım gerçekten de birçok şeyi değiştirmişti. Ve kastettiğim tek şey kıvılcım değildi.


Benzini döktüğümüz her yer yanıyordu. Kulübeden birkaç adım uzakta olmamıza rağmen ısıyı hissediyorduk. Yüzümde bir tebessüm belirdi. Gözlerim doldu.


Bitti mi?


"Bitti." dedim. "Artık bitti." Ben bunca yıl beklemiştim, bunca yıl kendimi, 'Karşılıksız son olmayacak! Hiçbir şey sonsuza kadar sürmeyecek!' diye diye avutmuştum kendimi bu zamana kadar.


Dumanlar ve ateşler gökyüzünü kaplamaya başlarken ben sadece kulübeyi izliyordum. Ateşi seyrediyor, yok oluşu izliyordum. "Aradın mı itfaiyeyi? Yangını söndürsünler, ormandayız sonuçta ağaçlar, yapraklar falan tutuşmasın. Bazı canlılar insanlardan daha değerli oluyor." dedi Pegasus, Kuzgun'a. Kuzgun başını onaylayarak salladı. "Gelirler az sonra."


Pegasus'un dediği şeye hak vermiştim. Bazı canlılar insanlardan daha değerliydi. Çünkü onlar masumdu. Hem Allah'ın sessiz kullarını korumalıydık hem de orman yangınına engel olmalıydık.


"Hadi gidelim artık." dedi Kartal. "İşimizi hallettik." Bunu bana doğru söylüyordu. Ama istemiyordum. Bu yangın sönene kadar hiçbir yere gitmeyecektim. Tarık'ın öldüğünden emin olmam lazımdı. Çünkü onu tanıyordum. O tehdit etmişse yapardı.


"Söndürülene kadar burada kalacağım." dedim alevler içinde kalan kulübeyi gözlerimi kaçırmadan izlerken.


Kartal yanıma geldi ve önümde durdu. "Seni yakalayıp hapse tıksınlar diye mi?"


Mavi gözlerine baktım. Omuz silkerek başka şansımın olmadığını söyledim. "Tarık'ın öldüğünden emin olmak istiyorum. Oradan cesedi çıkana kadar gitmiyorum hiçbir yere."


Boynunu iki kez çıtlatıp cebinden araba anahtarını çıkarttı. "Pegasus, Boncuk'a söyle arabayı ormanın derinliklerine çeksin. Bir süre daha buradayız." dediğinde Pegasus başını yarım yamalak salladı.


"O bir süredir yok ortalıkta, annesi aramıştır eve gitmiştir. Ben çıkartırım. Hem daraldım burada." Kartal araba anahtarını ona verdi. "Çarpma sakın." Bunu anlamamıştım işte. İsteyen kişi direkt suikast alanını terk edebiliyor muydu?


"İsteyen kişi suikast alanından öylece gidebiliyor mu?" diye sordum Kartal'a. "Burada gördüğün herkesin sorunları var. Boncuk'un annesi rahatsız olduğu için ona izin veriyoruz." Hepimizin sorunları olmasının ve hiç kimsenin kusursuz olmaması beni üzüyordu.


Bir çocuğun yetişebilmesi için ailesi önemli bir etkendi. Onların yaptığı her şey çocuğu etkilerdi. Sadece iyi anne ya da baba yoktu. Bu hayatta hiçbir çocuğun haketmeyeceği ebeveyinler vardı, sadece anne baba olmak için ebeveyn olmuşlardı. Doğurduğu gibi çocuğunu direkt yurda bırakanlar vardı. Bir gecelik eğlence için bir çocuğun umudunu yitirenler vardı.


Her şeyi düzeltemeyebilirdim. Ama şimdiden başlamıştım. Çocuklar mutlu olacaktı. Özgürlük ve adalet isteyen kadınlar mutlu olacaktı. Onlara şiddet gösterip hayat enerjilerini yiyen adamlar ise cehennemi boylayacaktı.


Bir süre sonra ormanın içinde siren sesleri gelmeye başladı. İtfaiye arabalarının sesi tüm ormanı inletirken Kuzgun, "İtfaiyeciler geldi işte. Yakalanmadan gitmemiz lazım!" dediğinde Kartal da onu onaylayan bakışlar atıp kolumdan tuttu. Ama tutuşu sert değildi. Acele etmemiz içindi.


"Gitmemiz lazım, Serdar Bey yakalanırsak bizi öldürür."


"Siz gidin, benim onun öldüğünden emin olmam gerek." dedim artık yıkılmaya başlayan kulübeye bakarak.


"Neyinden emin olacaksın?! Adam kızartma oldu, hatta kızartma bile değil köz oldu. Şimdi gitmemiz gerek!" dedi Begonya sabrı taşmış bir şekilde. Cevap vermedim. İçimde bir sıkıntı vardı. Bir şey yanlıştı. Begonya oflayarak Kartal'ın kolundan tutup çekiştirdi.


"Sen gelmezsen gelme, hadi biz gidiyoruz." Karadul ona bakarak göz devirdi ve yanımıza yaklaşarak Begonya'nın elini Kartal'ın kolundan tutup çekti.


"Siz gidin biz buradayız." dedi ona bakarak. Begonya daha fazla konuşmak istemeyerek diğerlerine bir kafa hareketi yaptı. Diğerleriyle birlikte ormanın içinde kaybolurken İdil ve Eymen yanımda durdu.


"İçinde kötü bir his mi var?" diye sordu İdil.


"Bilmiyorum. Bana dediklerini sen de duydun. Öyle bir durumda bile kurtulacağından emin gibiydi sanki." Karadul elini sol omzuma koyarak sıcak bir tebessümle içimi rahatlatmaya çalıştı.


"Korkacak bir şey yok. Üstüne benzin döktün önce o tutuşmuştur. Bundan bir kaçışı yok. O adam öldü, için rahat olsun." dediğinde buna gerçekten inanmak istedim. Tebessümüne karşılık verdim ve birlikte ormana doğru yönelmemizle itfaiye aracının sirenler eşliğinde gözüküp durması bir oldu.


İtfaiye aracı tam yanımıza gelirken Kartal, "Hemen ağaçların arkasına geçin." dedi. Karadul beni gizlemek için sağ bileğimden tuttuğu gibi bir ağacın arkasına doğru çekti. Şoför koltuğundaki itfaiyecinin yüzü buraya dönüktü ve bizi son anda görmemişti. "Sakın kıpırdama, bizi farkedecekler." dediğinde başımı yavaşça çıkartıp oraya baktım. Kartal bizim solumuzdaki ağacın arkasına saklanmıştı.


İtfaiyeciler arabadan indiği gibi hortumu aldılar ve kulübeyi söndürmeye başladılar. Hep filmlerde izlediğim sahneler gibi söndürmek için bir hortumu üç kişi tutuyordu. Kalabalıktı, bu kalabalık bizim için daha çok tehdit oluşturuyordu. Birisi hortumun boyunu uzatması için diğerlerine işaret veriyordu. İtfaiye timinin lideri gibi birkaç itfaiyeciyi elini kolunu sallayarak kulübeye doğru yönlendirdi.


Üç itfaiyeci tekme atarak söndürülen, kulübenin kapısını açıp içeri daldılar. Dumanlar gökyüzünü boyarken ateşi söndürmeye başladıkları için daha da duman çıkmaya başlamıştı. Pencerelerin patlamasıyla bizim yanımıza kadar bazı kıvılcımlar fırladı. Ayakkabımla tutuşmadan yanımdaki o kıvılcımı söndürdüğümde Karadul kolumu dürttü.


"Üç deyince ormana doğru koşuyoruz." Başımı salladım. Onları izlerken sağ eliyle bir yaptı ve söyledi. "Bir," hem ormana doğru koşmak için hazırlanıyor hem de itfaiyecileri gözetliyordum.


"İki," ellerinden hortumla kapıdan içeri giren üç itfaiyeciye gözüm takıldı. İçeriden birini çıkartıyorlardı. Hortumla girişi söndürürlerken içeriden kucaklarında taşıdıkları adamda dahil dört kişi çıktı. Adama bakmak için başımı onlara doğru çevirdiğimde Karadul omzuma iki kez dokundu.


"Üç!" diyerek koşmaya başladılar ormana doğru. Onların koşmasıyla arkada öylece kala kalmıştım. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu şu an. Karadul ve Kartal koşarken dikkat çekmiş olacaktı ki bir itfaiyeci tam da buraya bakıyordu. Tam onların peşinden gideceğim esnada donup kalmış, ağaca olabildiğimce yapışmıştım. Kalbim hızlanmaya başlarken itfaiyecinin yaklaşan adımlarını kulağımın dibinde duyuyordum sanki.


Korktuğum şey işte şimdi başıma geliyordu. İçimi kaplayan kötü his dışarıya vuruyordu. Olma olasılığını düşündüğüm şeydi bu. Ağaca o kadar sıkı yaslanmıştım ki geniş ve büyük olmasa kırılırdı. İtfaiyecinin gölgesini yerde görebiliyordum. Tam arkamda duruyordu!


"Yarkın, gel buraya! Yangın orada değil." Tüylerimi diken diken eden kişinin sesini duymamla korkuyla yutkundum. Bu oydu...


Kalp atışım onun sesini duyar duymaz hızlanmıştı hatta duyulacak seviyeye gelmişti. Gerçekten şansımın içine etmeliydim.


"Bir ses duydum sandım." dedi adının Yarkın olduğunu öğrendiğim ama yüzünü görmediğim itfaiyeci.


Agir aceleci çıkan sesiyle, "Ambulansı ve polisi ara, kimliği belirsiz bir ceset var." dediğinde gergin bir nefes verdim. Polis mi?!


Şimdi buracıkta kalp krizi geçirecektim. En azından şu an buna emin olmuştum. Tarık ölmüştü. Onu öldürmüştüm. Hayatımın intikamını almıştım ve pişman değildim.


Başımı yavaşça ağacın arkasından çıkartıp onları gözetlemeye devam ettim. Şimdi buradan kaçmam gerekiyordu. Hiçbir itfaiyeci buraya bakmazken yavaş adımlarla ilerlemeye başladım.


Birisi itfaiye aracının oraya gitmiş telefon ediyordu. Bu kişinin Yarkın olduğunu anlamıştım. Geriye doğru adımlar atıp hızlanmaya başladım. Birkaç dakika boyunca arkama bakmadan koşmaya başladığımda dikkat çekmemiş olmak için bildiğim tüm duaları okumaya başladım. Ormanın derinliklerine doğru koşuyor, şimdi de Karadul ve Kartal'ı aramaya çalışıyordum. Ne o vardı etrafımda ne de Kartal. Cidden hiç mi dönüp bakmamışlardı arkalarına?


Başka bir ağacın arkasına geçip soluklanmaya çalıştım. Adrenalinden başım ağrıyordu. Görülmemiş olmayı o kadar çok istiyordum ki sinirden ağlayacaktım şimdi.


"Her şey yoluna girecek, kimseye yakalanmadın, Tarık öldü, kurtuldun! İlk suikast ücretini de alacaksın. Eslem'i mutlu edeceksin, sakin ol Alev. Sakin ol." diyerek elimi kalbime koyarak ve gökyüzüne bakarak kendimi avutmaya çalışıyordum. Olumlu düşünmeye çalışıyordum. Burnumla içime doğru derin bir nefes daha çektim.


Doğrularak ağaçtan ayrıldım, etrafıma baktım. Kimsecikler yoktu. Nereye gideceğimi, nerede olduğumu bile bilmiyordum. Şimdi ne yapacaktım? Her şeyi daha ilk suikastte berbat etmek üzereydim. Karadul'u aramak için cebimden telefonumu almak için elimi cebime attığımda yeni bir gerginlik daha yaşadım. Telefonum cebimde değildi...


"Hassiktir!"


Ellerim ceketimin cebine, pantolonumun ceplerine gitti ama yoktu. Silah bile sağ cebimde dururken telefonum yoktu. Şimdi ne yapacaktım? Beni nasıl bulacaklardı? Sık nefesler almaya kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.


Ya kulübede ya da ağacın yanlarında düştüyse?


"O zaman boku yeriz!" dedim iç sesime karşı sesli düşünerek.


Bu orman ürkütücü olabilirdi, efsaneleri korkunç olabilirdi ama gerçek olacak değildi. Hem çok sessizdi. Artık ne kadar hızlı koşmuşsam kulübeyi bile göremiyordum.


"Kartal! Karadul!" diye bağırdım. Ama bağırışım yankılanmasın diye kısıktı. Beni duyamazlardı. Elimle kafama vurdum. Neden bakışlarımı Tarık'ın cesedinde çok oyaladım ki?! Begonya'yı dinlemem gerekiyordu.


Ormanın içinde yürürken bir dal kırılma sesi duyunca sağ elim silahı tuttu. Bir dal kırılmıştı, burada tek değildim.


"Kim var orada?" diye sordum elim silahın üstünde gezerken.


Ses gelmedi, bir kıpırdanma falan olmadı. Kalbim gerginlikten hızlı hızlı çarparken bir dal kırılma sesi daha duyduğumda silahımı cebimden çıkarttım ve sesin geldiği yere doğru doğrulttum.


"Her kimsen, elimden bir kaza çıkmadan önce göster kendini." diye ağacın arkasına doğru kısık bir tonda bağırdım. Yine ses çıkmadı, silahı sağ elimle kavrayarak oraya doğrultmaya devam ettim.


Dikkatimi oraya verirken tam arkamda bir hareketlenme oldu. Yaşadığım stresten arkamı dönüp tam silahı oraya doğru ateşleyecekken bir el silahı gökyüzüne doğru kaldırdı. Ben ise korkudan tetiğe bastım ama kurşun gökyüzüne doğru gitmişti. Yutkunarak o elin sahibine baktım.


Kahverengi gözlerim ilk önce nerede görsem tanıyabileceğim bir çift kehribar gözle karşılaştı. Sol eliyle sağ bileğimi tutuyordu. Elimdeki silahı bileğimi biraz eğerek düşürdüğünde en son isteyeceğim kişiye yakalandığım için yine korkuyla yutkundum.


Bareti kafasında değildi, yere bırakmıştı. Yüzünü ve saçlarını yeni görüyordum. Gülümsemeyip sert sert baktığı için yanağındaki gamzeler belli olmuyordu. Giydiği üniformanın içinde terlediği belliydi. Alnı terlemişti ve siyah dalgalı saçlarının önündeki küçük perçemler yine alnına yapışmış duruyordu. Dizilerde ve filmlerde gördüğüm itfaiyecilere taş çıkartacak bir yüz yapısı vardı. Yakışıklıydı hem de çok fazla. Bir insan olamayacak kadar fazla...


"Kimsin sen?" diye tok sesiyle sordu bana.


Beni hatırlamamıştı. Aslında bir bakıma beni makyajla görmemişti. Evden çıkardığı zaman yüzümde küller vardı, üstüm yırtıktı. Saçım daha kabarıktı. Kısaca beni ilk gördüğünde çirkindim.


Bileğimi tutan elini sol elimle çektim. "Seni ilgilendirmez." deyip yanından geçme dürtüsüyle giderken tam beklediğim gibi kolumdan tuttu.


"Dur bakalım." Sabır çekercesine bir nefes aldım ve tekrardan gözlerine baktım. "Elinde silah vardı, içeriden yanan bir ceset bulundu ve olay mahallinden kaçıyordun. Şu an kelimenin tam anlamıyla bir şüphelisin." dediğinde içime yine kurt düşmüş gibi hissettim. Şimdi ne yapacaktım acaba? Yalan söylesemde yemezdi, zaten aklıma yalan da gelmiyordu.


Yanağımın içini ısırdım ve düşünmeye başladım. "Bunlar beni neden suçlu gösteriyor anlamadım. Bazı düşmanlarım var, tehlikeden kaçmak için kulübede kalıyordum. Sonra birisi kulübeye el bombası attı. Aniden patlama oldu ve sizi aramak için telefonumu aldım. Korkudan oradan kaçarken de yere düştüm, düşerken telefonum da düştü. Beni şimdiki gibi şüpheli sanırsınız diye de kaçtım." Yalan ağzımda ne kadar uzun süredir duruyorsa artık sadece yuva değil aile de yapmıştı. Kendime yeni bir senaryo yaratacak kadar iyiydim bu konuda. Ama sadece iyi olmak yetmiyordu. İtfaiyecinin bir de bunu yemesi lazımdı.


Yalan söylemiyormuş gibi kendimi bu senaryoya ikna ettim. Gözlerimin de yalan söylemesi gerekiyordu. Bana bakan gözleri pek de inanmış durmuyordu. Sağ elini üniformasının cebine atıp içinden bir telefon çıkardı. Tek sorun o telefonun benim olmasıydı. Telefonumu bana sorun çıkartmadan uzatıp verdi. Alıp cebime koydum.


"Yine de karakola gidip ifade vermen gerek." dedi. "Düşmanlarının veya arkadaşların her kimse bunu git polise anlat." Anlatmayacağım hâlde başımı tamam anlamında salladım.


"Tamam giderim."


Tam gitmek için adımımı atmıştım ki gitmeme izin vermiyormuş gibi önüme geçti ve güldü. Alaylı bir şekilde gülümserken gözlerim gamzesinde takıldı. Gözleriyle yerdeki silahı gösterdi. "Silahın bu hikâyedeki yeri neydi?" diye sorduğunda silahın yanına gidip elime aldım. Şuracıkta onu öldürüp izimi silebilirdim ama benim görevim masumları değil suçluları öldürmekti. Bu görevi tersine kullanmak isteyecek değildim.


"Kendimi savunmak için." dediğimde başını iki yana doğru sallayıp güldü. O kadar belliydi ki inanmadığı.


Ellerini beline koyup bir kaşını sorgularcasına yukarı kaldırdı. "O zaman neden eldiven takıyorsun? Bence parmak izini saklamak istediğin için. Ayrıca bu dediklerine inandım diyelim. Peki ya kulübenin içinde bağlı olan ve diri diri yanan erkek cesedinin bu hikâyedeki yeri ne?" Öfke tüm bedenimi kaplarken tüylerim ürperdi. Pot kırmıştım. Bu detayı nasıl atlamıştım. Şimdi ne dersem diyeyim inanmazdı.


Alayla gülümseyen yüzü kasılmıştı. "Bana yalan söylemeye kalkışma kadın, eğer bileğinde kelepçe istemiyorsan şimdi ne olduğunu anlat bana!" dediğinde Tarık'ı tamamen unuttuğumu farkettiğim için artık bir kurtuluş yolumun olmadığını net bit şekilde anlatım. İşim bitmişti.


Eğer olanları başından sonuna kadar anlatsam hem ben katil olduğum için hapse girerdim hem de anlattığım için itfaiyeciyi öldürürlerdi. Çünkü tanıdığım biri değildi ve bir tehditti.


Her türlü bir çıkmazın içindeydim. Bu konuda seçim yapmam imkansızdı. Yalan söylemeliydim ama anlattığım hikâyeyi değiştirmemem gerekiyordu. Bu da imkansızdı, olay örgümde böyle bir detayı unutmak saçma olurdu.


"Yalan düşünmek yerine, gerçeği söyle. Katil misin sen?" Bu cümle canımı neden yakmıştı ki? Tarık'ı öldürdüğüm için pişman değildim ama itfaiyecinin bana bıraktığı etki çok büyük oluyordu.


"B-ben..." diyebildim sadece. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Daha ilk günden işi batırmıştım. Diğerlerine söyleyecek hiçbir şeyim yoktu. Bir açıklama beklercesine bana bakıyordu. Şimdi şuracıkta ağlayacaktım.


"Bak ben bunu anlatamam. Ama o adam iyi biri değildi. Bunu haketmişti." Tarık'ın iyi biri olmadığını söyleyerek kendimi iyi göstermeye çalışmıştım.


"Katilsin yani." dedi.


Yüzümü daha çok öfke kaplarken sağ elimle silahı sıkmaya başladım.


"Bana böyle demeyi kes!"


"Ne dememi istersin? Benim bildiğim katile, katil deniliyor."


Başım dönüyordu. Sanki dilim tutulmak üzereydi. Buradan canlı çıkamayacaktım. Kötü şeyler olacaktı bunu hissediyordum. "Yapmak zorundaydım. Ben kötü biri değilim, sadece..." durdum. Cümlemin devamını getiremedim. Çünkü benim yaptığım bu şey adalet değildi. Ben gerçekten katil olmuştum. Ben intikam almıştım. Ben Tarık'ı öldürmüştüm ve şu an ellerim titriyordu.


"Sadece ne? Birini öldürmenin bir sebebi olamaz. Bir insan zevk için birini öldüremez." dedi sert bir tonla.


"Ailemle tehdit etti beni." Gözlerinde gram umursama görmedim.


"Polisler bu günler için var." dedi direkt sözümü bitirir bitirmez.


Silahı yavaşça yere bıraktım. İkimizin de başı derde girecekti. Hissediyordum, hiç iyi şeyler olmayacaktı. "Bak ne olur uzatmayalım. Gitmen lazım." dediğimde başını alayla gülerek yukarı doğru kaldırdı.


"Karakola gideceğiz, ben bir memurum senin elini kolunu sallayarak gitmene izin vereceğimi düşünme bile." Gerginlikle kasıldım, ta ki arkada Kartal ve Karadul'un yanıma doğru yaklaştığını görene dek. Bu daha beterdi. Bizi görmemeleri gerekiyordu. Ne yapacaktım ben!? İtfaiyecinin hayatını tehlikeye atmak üzereydim.


Ellerimi kaldırarak kısaca açıklamaya çalıştım. "Bak konu sadece benim hayatım değil tamam mı? Sadece benim başım belaya girmeyecek. Şimdi hadi git buradan." başını hayır anlamında sallayarak sert olmasada sol bileğimi tuttu. Beni yanan kulübenin olduğu tarafa yürütürken buna bile engel olamadım. Bana göre daha güçlüydü.


"Benimle geliyorsun ve teslim oluyorsun." dediğinde artık gözlerimden yaş akmaya başlıyordu.


Kartal ve Karadul itfaiyecinin tam arkasında buraya doğru geliyorlardı ve Kartal'ın elinde beyzbol sopası vardı. Bagajında koyduğu sopayı getirmişti. Hayır, her şey bok yolunda ilerliyordu. Bileğimi itfaiyecinin elinden kurtarmaya çalıştıkça çekiştirdiği için yapacağım başka bir şey olmadığı için bağırdım. "Yapamam! Konu o değil! Lütfen, gitmen lazım!"


"Bak ilk kez bir kadına bu kadar sert davranıyorum, bunu ben de istemem ama senin karakola gitmen lazım. Bir şüphelisin eğer bunu göz ardı edersem benim de sonum gelir." deyip gözlerimden akan yaşlara baktı. Ama bilmiyordu ki sonu hemen arkasında ona doğru geliyordu.


Bana bakmaya devam ederek en sonunda ofladı ve bileğimi bıraktı. İki elini de omzuma koydu. Güvenilir bakışlarıyla beni sakinleştirmeye ve rahatlatmaya çalıştı.


Yangın çıkartan bir katili sakinleştiren bir itfaiyeciyi hiç görmemiş, hiç duymamıştım. Çok ironikti.


"Ne olduğunu anlatman lazım. Sana yardım edebilirim. Aksi takdirde durum daha da kötü olacak." Başımı salladım, burnumu içime çektim. Gözlerim arkada birkaç adım ilerde parmak uçlarında yavaş adımlarla bize doğru gelen Kartal ve Karadul'daydı. Başımı gelmemeleri için sağa sola salladım ama anlamamışlardı.


Agir bu baş sallama hareketini ona yaptığımı sandığı için bir tuhaflık hissetmedi. "Bunu yapamam." dedim. "Üzgünüm. Hem söyleyemediğim için hem de az sonra olacaklar için."


Kaşlarını çatarak "Ne demeye çalışıyorsun?" diye sordu. "Tehdit falan mı ediliyorsun, ne oluyor?" diye bağırdı. Sonrası ise daha korkunçtu.


Kartal hızlı adımlarla itfaiyecinin arkasına geçtiği gibi beyzbol sopasıyla onun kafasına vurmasıyla Agir'in yere yığılıp bayılması bir olmuştu. Gözlerim korku ve şaşkınlıkla ona bakarken Karadul yanıma geldi. "İyisin değil mi?" diye sordu. Tabii ya ne demezsin!


Kartal'a dönerek korkuyla baktım. "Negan mısın sen, bu nasıl bir vuruş?!  Beyin kanamasından ölürse ne yapacağız?!" diye sorduğumda güldü.


"Gurur verici bir benzetme ama merak etme korkacak bir şey yok. Yapmamız gereken tek şey onu ortadan kaldırmak." dedi Kartal pantolonunun cebinden çıkardığı silahı itfaiyeciye doğru uzatarak. Silahın ucu doğrudan itfaiyeciyi hedef alırken, "Hayır!" diye bağırdım.


O masumdu, ayrıca halkın güvenliğinden sorumluydu. Bir devlet memurunu öldürmek çok daha büyük bir suçtu. Bunu yapan idam edilirdi! Kartal'ın bunu göz göre göre yapmasına asla izin vermezdim.


"Karakola gidecek ve senin robot resmini çıkartacak. Bu riske giremeyiz Anka." diye bağırdı bana Kartal. Yanına gidip elimi silahının üstüne koydum. "O bir devlet memuru. Eğer onu öldürürsen idam edilirsin. Buna izin veremem. Ayrıca biz masumları öldüremeyiz." dedim silahı elinden alarak.


"Bir yerde oturup konuşalım. İkna edelim, bir şeyler yapalım." Ellerim ve dilim birbirine girmişti. Karadul ellerini göğsünün altında toplayarak bir iç çekti.


"İtfaiyeciyi mi kaçıracağız?" diye sordu.


"Tehdit edebiliriz." dedim ne kadar zor olsada. Kartal elini ensesine götürüp kaşıdı.


"Bu çok büyük bir risk." dedi. Bunu ben de biliyordum. Eğer yakalanırsak işte o zaman biterdik ama başka çaremiz yoktu. Yoksa hapse girecektim. Ayrıca itfaiyeci de ölebilirdi. Serdar Bey eğer bir tehdit oluşturduğunu öğrenirse ona acımazdı. Memur olması bile umrunda olmazdı.


Benim yüzümden ölmesini istemiyordum. Benim hayatımı kurtarmıştı ve ona bir can borcum vardı. Aslında canını kurtardığım için bu borcu kapatmış sayılırdım.


"Hapse mi gireyim? Bu riske girmemiz gerek. Hem öldürmeyeceğiz sonuçta sadece göz korkutacağız." Kartal oflayarak beyzbol sopasını yere attı. "Pegasus'u ara mezarlığa getirsin arabayı." dedi Karadul'a. Karadul başını sallayarak onayladı ve Pegasus'la konuşmaya başladı. Kartal, itfaiyeciyi sırtına alarak bahsettiği mezarlığa doğru taşımaya başladı. Fazla belli olmuyordu ama itfaiyecinin ensesinde morluk vardı. Umarım bugün hızlı biterdi.


Yangını çıkartan ve suikastçı olan bendim, anlaşma yapmayı düşündüğüm kişi ise bir devlet memuru ve itfaiyeciydi. Ancak böyle bir saçmalık benim hayatımda bulunabilirdi zaten.


...


Loading...
0%