Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm Doğruluk Mu Cesaret Mi?

@darklightssx

(Yorum yazıp oylama yapmayı unutmayın... iyi okumalar ♡♡♡)


"Öleceğini bile bile direnmek faydasız"


Artık gerçek bir katildim. Az önce hem katil olmuş hem de psikopata dönüşmüştüm. O an içimden ne gelirse öyle davrandım ve hiç pişman değilim. Bir yanım sanki benimle gurur duyuyordu, cesaretimi ve özgüvenimi tebrik ediyordu. Hiçbir şekilde keşke demiyordum. Katil olmak istememiştim elbette. Ama kendimi kendime kanatlamıştım. Sevdiği insanlar için nasıl bir şeye dönüşebileceğimi görebilmiştim.


Bu benim içindi, Harry içindi, Luis içindi, Peter ve Isaac içindi. Eğer o pisliği öldürdüysem bize zarar verdiği içindi. İmkanımız varken kurtarabileceğimiz arkadaşımızı öldürdüğü içindi.


Hiçbir insan katil olmak için doğmazdı. Onu öyle bir boşluğa iterlerdi ki tutunmak için buna maruz kalırdı. Luis ve diğerleri birbirleri için katil oluyordu. Ben kendi arkadaşlarını öldürdüğü için Luis'ten nefret etmiştim. Ama sadece onları öldümemişti. Meydandaki o adamları da öldürmüştü, sadece o değil gözümün önünde Teo bile bunu yapmıştı. Eğer onlar yapmazsa onlar bizi öldürecekti. Bu da bir tür hakkı müdafaaya giriyordu.


Onlarda bencillik yoktu. Kendilerinden çok başkalarını düşünüyorlardı. Leo'ya zarar gelmesin diye ölüme gitse bile susan Teo, Luis'e bir şey yapmaması için hançerini geri almaya çalışıp yaralanan Peter, herkes için arkadaşlarını öldüren Luis, Frost ölmesin diye adamın kafasına yayı geçiren ben... bence fedakarlığa en büyük örneklerdi.


Ben her 'arkadaşlarını acımadan öldürüyorsun' dediğimde boyun ve kolundaki damarlar belirginleşiyor, gözlerinde tsunami çıkıyor ve o gözlerden büyük bir sinir, üzüntü, pişmanlık, nefret gibi duygular görünüyordu. Bu zamana kadar Luis'e yaptığım en büyük haksızlık ondan sırf bu yüzden nefret etmemdi. Ona karşı kin beslemem ve bunu sanki o çok mutluymuş gibi yüzüne vurmamdı. Onunla empati kurmamam, onu anlamaya çalışmamam, kafamın dikine göre gidip, ona laf atmam yaptığım en büyük haksızlıklardı.


Ve ben bunu katil olunca farketmiştim. Şuan onun gözünden bakıyordum. Birisi bana benim söylediğim gibi damara basılıcak sözler söylerse ben bile darılırdım. Bana kızmakta, kırılmakta haklıydı. Sanki Chris'i öldürdüğüm de empati kurup onu anlamaya başlamıştım.


Luis gibi sevdiklerim için katil olduğumda ortak bir noktayı bulup hak vermiştim.


Önümde cansız bir bedenle yatan Chris'e baktıkça iğreniyordum. Önce masumu oynamıştı, sonra Harry'nin ölümüne sebep olmuştu. Belki de şuan hâlâ yanımızda olacakken o bataklıktan çıkacakken Chris buna engel olmuştu. Bununla beraber onun yüzünden Luis beyin kanaması veya daha kötü bir şey geçirebilirdi. Eğer öyle bir şey olsaydı. Silahla değil kendi ellerimle onu boğarak öldürürdüm.


"Şimdi ne yapacağız?"


Luis, Nino'nun sorusunu duymazdan gelip cesede doğru ilerledi. "Teo'yu öldürmeye çalışan adamın üstünde bir şeyler vardı. Belki bu şerefsizde de vardır. Önce işimize yarayan bir şey varsa inceleyeceğiz, ardından yola devam." dediğinde Frost öfkeyle bir iç çekti.


"Az önce bu it yüzünden benim kardeşim öldü lan! Bu kadar mı yani? Yola her şeyi unutup devam mı edeceğiz?" sitem ederken Delly bir kahkaha patlattı. Bu konuya neden gülüyordu bilmiyorum ama sinirden olduğu belliydi.


"Bence o çeneni kapat Ron, çünkü benim üç kardeşimde öldü." deyip gülmeye devam etti. O an daha net farkettim. Gülmüyordu, ağlıyordu. Bu durum onun duygularını karıştırmış gibiydi. Acısıyla kahkaha atarak ağlıyordu. Duvardan destek aldı. Delly uzun zamandır konuşmuyordu. Sanki kendisini yanlız hissediyor, ne yapacağını bilmiyordu. Sessizdi.


Nino omzuna elini koyup destek verircesine sıktı. "Bende aynı durumdayım kardeşim. Bir Ron kaldı yıllardır beraber uyuduğum. Bir de siz, başka kimse yok."


Olaylarının farkındaydım. Onlar buraya geldikleri ilk günden beri beraber ev arkadaşı olmuş birlikte yatıp birlikte kalmışlardı. Ben, Stewart, Lucas ve Alex hâlâ birlikteydik. Onlarla sadece bir hafta beraber geçirdiğim için bu kadar yakın değildik. Ama onlara bir şey olsa yıkılırdım buna eminim.


Bildiğim ve anladığım kadarıyla önce Luis, ardından Isaac, Teo ve Carl gelmişti. Ama Carl, Leo geldiği için ikizlerin ayrılmasını istememiş kendisi Frostların yanına taşınmıştı. Frost, Peter, Carl ve az önce ölen Harry aynı evdeydi. Frost, Harry'le aynı oda da kaldığı için çok bağlanmıştı ve öfke saçıyordu. Delly, Max, Jack ve Rydan birlikte kalıyorlardı. Delly gerçekten de üç kardeşini kaybetmişti.


Son olarak Nino, Ron, Tom ve Joe birlikte yaşıyorlardı. Tom ve Joe aynı oda da Nino ve Ron aynı odadaydı. Bu kadar isim hafızama çok hızlı yerleşmişti. Sanki hepsini daha önceden tanıyordum. Beş kişi tutunmayı bırakmış ve arkalarında büyük bir enkaz bırakmışlardı.


"Bu yüzden mi uzun zamandır sessizdin? Bu aralar fazla konuşmuyorsun çünkü" dediğimde gözyaşlarını sildi. Yeşil nemli gözleriyle tebessüm ederek, "Bazen sessizlikte bir cevaptır" dedi.


Bu cevabı beklemediğim için bir an afalladım. İnsan kızdığında hiçbir şey söylemese bile sessiz kalması onun cevabı olurdu. Burada onlarla kaldıkça yeni şeyler öğreniyor hayatın en karanlık yönlerine kucak açıyordum.


Luis, istemeye istemeye Chris'in cansız bedeninin yanına doğru gitti. Kafasından akan kanlar kurumuştu. Gözü açık ölmüştü, kapatmasına bile fırsat vermemiştim. Ona doğru dizlerinin üstüne eğilip ellerini ceplerine falan geçirdi, cepleri boştu. Siyah ceketini onun kollarından çıkarıp ayağa kalktı. Ceketin içinde fermuarlı bir cep vardı. Fermuarı açıp içinden bir kağıt çıkardı.


Kağıt buruşmuştu ve cebin içinde olmasına rağmen kan bulaşmıştı. Bunu önceden yazdığı belliydi. Kağıt hem eskimiş hem yıpranmıştı. Dörde katlanan kağıdı bir kez açtığında gözleri yine öfkeye büründü. Ona yaklaşıp ne olduğuna baktığımızda tekrardan siyah ve kırmızı kurumuş kan gördüm. Daha kötüsü kanların üstünde bazı isimler yazıyordu. Daniel, Cruise, Pattinson gibi isimler vardı. Büyük ihtimal onlar burada yaşayan ve labirentte kaybolan kişilerin isimleriydi. Luis gerilmişti, kağıdı komple açıp bize döndü.


"Eğer bu mektubu okuyorsanız muhtemelen beni öldürmüş ve öldürdüğünüz yerde çöp gibi bırakıp sırf üstümde işinize yarayacak bir şey var mı diye ceketimi falan çıkartıp özelime girmişsinizdir." mektubun başlangıcı neden bu kadar tuhaftı?


"Lan adam ermiş miydi?" Luis, Isaac'i dinlemeden devam etti.


"Neyse konuyu uzatmayayım, zaten tahmin edebiliyorum. Sadede gelelim çünkü ben kısa ve net bir insanımdır." Luis bunu okurken alaya alıp güldü. Sonra yine ciddiyete bağlayıp, boğazını temizledi.


"Konu şu ki büyük bir hata ediyorsunuz. Bu cehennemden biz bile bir çıkış yolu bulamamışken siz bok bulursunuz. Özellikle başınızda öyle bir lider varken küçücük bir ihtimal bile direkt sıfırlanır." gözlerini devirdi. Koluna vurup, "Dakka başı efekt vermede doğru düzgün oku şunu!" dediğimde devam edecekken Isaac kağıdı aldı.


"İzninle ben devam edeyim." Luis izin verdiğinde önce nerede kaldığına baktı. Nerede kaldığını bulamadığında ve kesin olarak unuttuğunda Luis iç çekerek parmağıyla yerini gösterdi. Isaac kafasını sallayıp okumaya başladı.


"Benim görevim size mektuplar gönderip cehennemin içine getirmek ve ölüme ilk adımı atmanızı sağlamaktı. Zaten öleceksiniz biraz hızlandıralım öyle değil mi?" derken duraksadı. "Vay şerefsiz!" O da konuyla alakasız uzatıyordu. Onunda koluna vurduğumda sırıtarak devam etti.


"Yavaş yavaş azaldığınızın umarım farkındasınızdır. Bir gün sadece 2-3 kişi kalacaksınız. Ve o gün gelince gerçekten her şeyi bir yana bırakıp yola devam mı edeceksiniz? Buranın bir çıkışı yok! Eninde sonunda öleceksiniz. Bunu ya ben yapacağım ya da peşinizde gölge gibi dolanan eceliniz!" Isaac bunları okurken gülüşü iyice solmuştu.


"Kendinize kötü bakın. Kötü bakın ki virüs ile burun buruna gelin. Sonra bana teşekkür edersiniz. Benim başka varyasyonlarım da var. Bunu bilmenizi istiyorum. Zamanı gelince başka biriyle daha karşılaşacaksınız ve o sizin eceliniz olacak... Özellikle de senin Luis."


Isaac, mektubu elinde katlayarak buruşturdu ve Chris'in cesedine attı. Ne olduğunu anlamıyorduk, lakin bildiğimiz bir şey vardı ki bir tuzağa doğru gidiyorduk.


"Seninle ne alıp veremedikleri var?" diye sordu Nino, Luis'e.


"Bir bilsem..." sesi endişeli çıkıyordu. Tuzağa doğru gittiğimizi biliyordu, bize bir şey olacak diye korktuğunu hissedebiliyordum.


Stewart, "Belki de sadece göz korkutmak için söylemiştir. Gerçek olduğu ne malum?" diye sorduğunda bir cevap veremedik.


"Gerçekliği değil gerçek olma ihtimali beni kuşkulandırıyor." dedi Luis.


Ardından birden fazla düşüncelere dalmış gibi bizden biraz uzakta duvara yaslanmış, ellerini göğsünde bağlayarak cesede bakıyordu. Nedense içinde oturmayan bir şeyler varmış gibi görünüyordu.


"Sorun ne?" yanına gidip onun duyabileceği bir şekilde mırıldandığımda omuz silkti. "Bilmiyorum" dedi.


"Yola devam edecek miyiz peki?"


"Evet." dedi sakince. Arkama dönüp diğerlerine baktım. Bataklığa bakıyorlardı. Hepsi -ben dahil- Harry için ağlamıştı, eti benzimiz akmıştı ama Luis ağlamamak için her yolu deniyordu.


"Nasıl yapabiliyorsun?" Umursamaz bakışları beni bulmadan cesede bakmaya devam etti.


"Neyi?" 


"Ağlamıyorsun, neden ağlamıyorsun?" Cevap vermedi. Onun yanına geçip ben de duvara yaslandım. İkimiz yan yana yaslanmış boş yerlere bakıyorduk. Ondan ses çıkmayınca devam ettim. Sessiz kalması sinirimi bozuyordu.


"Harry az önce gözlerimin önünde çamura bulandı Luis. Ben çıldırdım o kadar çıldırdım ki katil bile oldum ama sen-" sözümü kesip "Harry için mi katil oldun?" diye sorduğunda bir an beynim eror verdi, başımı belli belirsiz salladım. Katil olmamda en büyük etken Luis'e vurmasıydı. Neden böyle hissediyordum? O şuan yanımdaydı ama Harry ölmüştü. Ben yinede Chris'i, Luis'e vurduğu için onu yine öldürmek istiyordum.


"Senin için de oldum tabii. Sana yayla vurduğunda içimde öyle bir nefret barındı ki onu öldürmek istedim. İlk kez gerçekten birini öldürmek istedim! Hem galiba kendimi kandırıyorum. Harry için diyorum ama sana vurduktan sonra katil olmak istedim. Ve yine söylüyorum pişman değilim. Yine olsa yine yaparım." desem acaba ne derdi? Herhalde manyak olduğumu falan düşünürdü.


"Senin de bir etkin var tabii... sevdiklerim çoğul bir kelime ve içinde sen de varsın. Öfkem zaten vardı, Harry'i kurtarmanı engellediğinde içimde ateş biraz daha harlandı. Neden sordun ki?"


"Öylesine." 


"Sen de bir insansın ve bunu sadece sen farkedemiyorsun. Liderliğinin arkasına saklanarak duygularını gizleme. Bir gün o duyguların seni öldürecek seviyeye bile gelebilir."


"Ben böyle iyiyim Malia. Bana ne yapıp yapmayacağımı söyleme. Burada düşüneceğim son şey kendim olurum." dediğinde içimde bir yerde bir şeyin çatladığını hissettim. Neden kendisine böyle davranıyordu? Hiç mi sevmiyordu kendisini?


"Hadi yola devam edelim." Konuyu değiştirip diğerlerinin yanına ilerlerken başımı duvara yaslayıp gökyüzüne baktım ve ofladım.


Luis diğerlerini yanına topladı bir çember olup birbirimizin yüzüne bakarken Luis çemberin son boşluğunu doldurdu.


"Yılmak ve yıkılmak yok, son âna kadar devam!" Buruk bir tebessüm ettik. Sonra bağırarak liderlik motivasyon konuşmasına devam etti.


"Pes edip onca şeyi arkada bırakmamıza, kardeşlerimizi gözümüzün önünde kaybetmemize rağmen isyan bayrağını mı kaldıracaksınız yoksa birlikte çıktığımız bu yolun sonunda ölüm size kucak açsa bile fedakarlıkla dolu kurtuluş maceramıza devam edip karşımıza çıkan düşmanlarla cenk mi edeceksiniz?" Diğerleri sessiz kalmıştı ki olaya el atıp sağ elimi çemberin ortasında havada tuttum.


Hepsi hem boşlukta duran elime hem de bana bakıyordu. "Şahsen ben cenk edip bu yerdeki aptal gibi pislikleri öldürüp fedakarlıkla dolu bu zorlu yola devam edeceğim." dediğimde gülme sesleri arttı.


Benden sonra Lucas, elini elimin üstüne koydu. "Sen de katil olmak için can atıyormuşsun baya."


Onun elinin üstüne de Alex elini koydu. "Katil olmaya olumlu bakmıyorum ama siz nereye ben oraya."


Alex'in üstüne Teo elini koyu "Ölümden korkmuyoruz veya öleceğimizi anlayıp üzülmüyoruz. O ölümün bizden aldığı kadar alacakları da var. Bir kurtuluş yolu bulmadan vazgeçmek yok. Ne olursa olsun her zaman..." devam ederken Isaac sözünü devam ettirip "Her vakitte," dedi. Bunlar sanki anlaşmış gibilerdi. Leo elini Isaac'in elinin üstüne koyup cümleye devam etti.


"Sonunda ölüm olsa bile,"


Delly, "korkmadan,"


Stewart, "olay çıkarmadan," dediğinde güldüm, kendisinden bahsediyordu.


Ron, "üşenmeden,"


Frost iç çekerek, "isyan etmeden,"


Nino, "pes etmeden,"


Peter, "arkamızı zorluklara dönmeden,"


Son olarak Luis, "birliğimizi kaybetmeden yola devam edeceğiz, cenk edeceğiz, sevdiğimiz için katil olacağız! Söz mü?" deyip o da elini en üste koyduğunda yine göz göze geldik. Aynı anda "SÖZ!" diye bağırıp ellerimizi havalandırdık. Bu his anlatılacak gibi değildi. Bir filmde olsaydık buraya heyecan müziği koyarlardı.


🕸🕸🕸🕸🕸


Yayım elimde, tirkeşim çantamın içinde ve omzumda, dost bildiğim, kabullendiklerim yanımdaydı. Artık hepsine güveniyordum.


Frost için henüz kesin bir şey diyemem.


Ölsek bile yola devam edecektik. Ama kardeş gibi bağlandıklarım ölürse o zaman büyük bir fırtına kopardı. Ne yapacağımı bilmediğim için daha çok korkuyordum. Elimin bir ayarı yoktu.


Girdiğimiz farklı bir yoldu çünkü buraya çok net güneş vuruyordu. Uzun zamandır vampir gibiydik ve bu güneş gözlerimizi kör etmişti. Sanki yanıyordum. Bir an gerçekten vampire dönüşüp dönüşmediğimi sorguladım ama kan gördüğüm zaman içmek gibi bir niyetim olmadığından karanlıkta uzun süre kaldığımdan mayıştığımı anladım.


"Lan sen bu kadar sarı mıydın Leo!?"


Leo, Peter'a göz devirdi ve güldü. İkizler sarı saçlı oldukları için güneşte daha bir sarı oluyorlardı. Köyde bile bu kadar değillerdi.


"Işığım çoktan söndü ama hâlâ parlıyorsam iyi bir şey heralde." Peter sol kolunu gülerek onun sol omzuna attı.


"Sen bu kadar tipsiz miydin Isaac!?"


"Malia'dan daha güzelim." yine bir konu bana sapmıştı. Bunu yine aynı kişi yaptığı için şaşırmıyordum. Ağzımda geveleyerek, "Tabii canım tabii!" diyerek ona karşılık verdim. Sonra yürümeyi bırakıp durdu. Saçları siyah ve düzdü, eliyle arkaya tarayıp salladı. "Tamam ikna oldum." göz kırpıp yürümeye devam etti.


"Hayatımda bunun kadar kendini beğenmiş birini görmedim ama hoşuma gidiyor." dedi Delly yanıma yaklaşarak.


"Kapa çeneni!" dedi Isaac.


Delly, "Kaşınma öperim!" dediğinde bir kahkaha patlattım. Isaac gözlerini ardına kadar açarak Delly'e baktı ve yüzünü buruşturup öğürdü. Benim yanıma gelip koluma girdi. "Talibim var ama ben sap takılmak istiyorum." bir kahkaha daha attığımda gözüm yaşardı.


Aydınlık yolda aynı adımlarla gülerek geçiyorduk ama ben gülmekten nefes alamıyordum. Isaac arada sırada koluma vuruyor beni susturuyordu. Bir ara saçımı çekmişti. "Komik değil." deyip bana kızıyordu ama ben omuz silkip "Komik!" diyordum.


"Sizi çok pis shipledim kusura bakma." yine koluma vurdu. Kolumu nihayet morarttığı için ondan uzaklaşıp Stewart'ların yanına ışınlandım. Stewart bana trip atarmış gibi davranıyordu. "Ne oldu? Trip mi atıyorsun?"


"Hayır, yanıma gelmene şaşırdım sadece." gözlerimi kısarak ayağına hafifçe bir tekme attım. "Saçmalama, sanki hiç yüzüne bile bakmıyor muşum gibi konuşuyorsun." alayla tek kaşını yukarı kaldırdı. Benim suçum değildi. Isaac, ikizler ve Luis daha eğlenceliydi. Stewart'la konuşacak bir konu bulamazken diğerleriyle gülmek bile bir konuydu. Luis ortalamaydı ama onunla uğraşmak zevkliydi.


Bize sadece yol gösteriyor arada dönüp hızlanmamız için bağırıyordu. Stewart bana trip atmaya devam ederken sıkıldım ve Lucas'ın koluna girdim. "Senin boğazın iyileşti değil mi?" O an aklıma geldi boğazım gayet iyi durumdaydı. Fazla ağlayıp bağırdığım için daha kötü olması gerekiyordu ama hiçbir ağrım yoktu. Katil olmak bana iyi gelmişti galiba...


Tek sorun bana verdiği atkının bende olmamasıydı. Galiba bataklığın orada düşürmüştüm. Mahcup bir şekilde yüzüne baktım. "Atkıyı kaybettim galiba." tebessüm ederek omuz silkti. "Boğazını iyileştirmesi yeter, gerisini boşver."


"Ben sana fazla mı haksızlık ediyorum?"


"Nereden çıktı şimdi bu?"


"Bana verdiğin bu değerin yarısını bile haketmiyorum Lucas."


"Saçmalama Malia, sen benim kardeşim gibisin ve eğer buraya gelmeden önce bir kız kardeşim varsa muhtemelen ona da değer veriyordum. Atkı benim için önemli falan değil ama boğazın ağrımaya devam ederse... ölmeni istemiyorum. Eğer öyle bir şey olursa bana dediğin gibi kimseye sormadan -sana bile- aşıyı koluna saplarım!"


Elim durduk yere saçlarımdaydı. Sanki yoluyordum ama istemiyordum. Benim için bunları yapmalarını istemiyordum. Kalbimde ve boğazımda bir yumru oluşuyor nefes almakta ve yutkunmakta zorlanıyordum. Başa çıkılır gibi değildi. Yeşil gözleriyle bana göz kırpıp omzumdan tutup kendisine çekti. Şuan buna çok ihtiyacım vardı.


"Hayatımın bu kadar değerli olduğunu bilmek garip." omzumu sıkarcasına ovdu. O arada Stewart'ın bize baktığını gördüm. Gözlerinde okunan şeyi anlamıyordum. Ne yapmaya çalışıyordu?


Lucas'la arkadan onları takip edip ayriyetten konuşurken yanımıza gelmişti. Bana trip mi atıyordu bilmiyorum ama hareketleri rahatsız ediciydi. Lucas'ın yüzüne baktı, boynundaki damarın çok sert attığını gördüm. "Bir sorun mu var?" soğuk bir sesle sorduğumda göz ucuyla bana baktı ama umursamadı. "Gel benimle kardeşim seninle bir şey konuşacağım." deyip Lucas'ın kolundan çekiştirdi, yanımdan götürdüğünde iyice ayar olmuştum.


Bu nasıl bir tripse Lucas'la konuşmamı bile istemiyordu.


Stewart neden bu kadar tuhaftı? Frost beni sevmediği için ve kötü davrandığı için ondan nefret etmiştim ama nedense aramız şuan oldukça iyiydi. Peki neden Stewart'dan da nefret ediyormuş gibi hissediyordum? O benden nefret ediyorsa bile ona bir şey diyemezdim. Fazla haksızlık yapıyor ve yanlarına gitmiyor olabilirdim. Ama bu Lucas ve Alex için bir sorun olmazken neden Stewart karışıyordu?


Garip olan şey ise şuan hiçbir şey konuşmamalarıydı. Sadece birkaç metre uzağıma geçmişlerdi. Kaşlarımı çatıp dilimi damağıma vurdum. Hızlı adımlarla koşturup arkalarına gittiğimde geldiğimi farketmemişlerdi. Stewart sessizce fısıldayarak, "Akşam herkes uyuyunca söyleyeceğim diyorum!" dedi.


Lucas kolunu tutan daha doğrusu öfkeyle çekiştiren Stewart'dan kurtulmak istercesine kolunu çektiğinde ona doğru biraz eğildi.

"O zaman neden Malia ile konuşurken araya girdin? Başka bir şey yoksa uzatma Stew!"


"Herkes uyuyunca diyorum Lucas! Sen sadece o kızdan uzak dur yoksa ben durdurmayı bilirim." diye tehdit ettiğinde resmen burnundan soluklanıyordu. Onu ilk kez böyle görüyordum. Birlikte aynı kulübede aynı odada yapmıştık. Sanki karşımdaki o değildi. Tanıdığım eğlenceli ve abi diyebileceğim Stew gitmiş yanına bombok biri gelmişti. Sonra niye yanıma gelmiyorsun? diyordu. Herhalde gelmezdim.


Sinirlendiğini çok net anlayabiliyordum. Biraz yavaşlayıp benden uzaklaşmalarını istediğimde Lucas gözüyle beni gösterdi. Hiçbir şey anlamıyordum ve bu aşırı sinir bozucuydu.


"Uzatma Lucas... uzatma!"


Bu sefer hepimizin duyacağı bir şekilde bağırdığında bütün gözler onları buldu. Luis arkasına dönüp kollarını birbirine doladığında sorgularcasına baktı. "Ne oluyor?"


"Yok bir şey!" Yine gürlemişti ama farkında bile değildi.


"O sesini alçalt!" diye etkiye tepki uygulayıp yavaş adımlarla Luis onlara ilerlerken gözleri tahammül edilemez bakıyordu. "Karşında ve etrafında kimin olduklarını bil öyle cırla!"


Dudaklarım ister istemez kıvrılıyordu. Kendimi toparlamaya çalışıp ciddi bir hale büründüm. Stewart göz ucuyla hâlâ bana bakarken sabrımın sınırına gelmişti. "Neden böyle davranıyorsun Stewart? Bana düşmanmışım gibi bakıyorsun." Omuz silkti. Bir milim bile umursama yoktu.


"O omzunu sikmemi istemiyorsan ergence tavırları bırak! Konunun eğer Malia ile bir ilgisi falan yoksa açıkça söyle" O bir şey demezken Lucas kafasını sallayıp, "Konu Malia zaten ama-" derken Stewart koluna sertçe vurdu. Sanki görmemiştik. Benimle alakalı olduğunu bende biliyordum.


"Senin sorunun ne? Bugün tersten mi kalktın? Güneşi görünce devrim mi geçirdin? Aynı anda hapşurup öksürdün mü? Ne oldu Stew?"


"Galiba güneş çarptı. Beynim yerinden sallandı" dediğinde asla fırsat kaçırmayan Issac kulağıma yanaşıp "Bunun mümkün olması için beyninin olması gerekmez miydi?" dediğinde ona bakarak ofladım. Ne yalan söyleyeyim haklıydı. Stewart'ın bir beyni olduğundan şüphelenmiştim. Halbuki buraya geldiğimde Teo'dan sonra en yakınımdı.


"Bir dahakine ben çarparım haberin olsun. O zaman o yerinden sallanan beynin kökünden kopar!" Tsunami gözlüden soğuk rüzgarlar firar etti. En önemlisi bu bir tehditti.


Arkasına dönüp yola devam ettiğinde Stewart'a omuz silktim ve Luis'in peşinden gittim.


🕸🕸🕸🕸🕸


                                                        

"Doğru yoldan gittiğimize eminsin değil mi?"


"Hayır" 


Bu cevabı beklemiyordum yerimde afalladığımda yüzüne bile bakamadım. Yolu sallıyor muydu? "Sallıyor musun?"


"6. Hissime güveniyorum diyelim biz ona"


"Yalnız 6. Hissine güvenmek umutlu olmakla aynı şey" uzun süre sonra bana dönüp baktı ve umursamaz bir bakış attı. "Alakası yok"


"İşini şansa bırakıyorsun"


"Yol haritası bende yok Malia! Ermiş de olmadığıma göre hangi yol güvenli görünüyorsa ona giriyorum" dediğinde bir iç çektim.


"Ya yanlış yoldaysak?" Deyip susmadığımda göz ucuyla bana bakıp güldü.


"Muhtemelen zaten yanlış yoldayız"


"Ölümden hiç mi korkun yok?" Yine bana dönmeden ve göz ucuyla bile bakmadan düz güneşli yolda bir soru sordu.


"Benim sürekli söylediğim bir söz vardır, bilir misin?" Kesin moral bozucu bir şeydi.


"Hangisi olduğunu söyle, sadece bir söz söylemiyorsun." Birkaç saniye sessiz kaldı.


"Öleceğini bile bile direnmek faydasız" dediğinde sadece gözüne baktım ve bakmaya devam ettim.


Sustum, bu cümlesi ve düşüncesi karşısında ne diyebilirdim ki?


"Öleceğine mi inanıyorsun?"


"İnanmıyorum, eminim! Çok yakında benden kurtulacaksın" dediğinde yürümeyi bırakıp durdum. Yine neyden bahsediyordu?


"Saçmalama sana 'ölmeyeceksin, ölürsen seni döverim' demiştim. O sözümün hâlâ arkasındayım. Senden kurtulmak istediğim son şey bile değil. O yüzden böyle konuşma"


Yine bir süre sessiz kaldık. Konu açmak istiyordum ama aklıma bir şey gelmiyordu. Gözleri çok sevdiğim için buna göre bir konu açmak istediğim için saçma bir şey uydurdum.


"Luis eğer benim gözlerim bir doğal afet olsaydı ne olurdu?" Bu soru üzerine güldü. Gözlerini yukarı çevirdi kısa bir an gökyüzünü inceleyip tekrardan bana döndü.


"Bilmem, kahverengi olduğu için muhtemelen heyelan falan olurdu." Tebessüm ettim. Elim hiç farketmeden saçlarıma gitti ve orada biraz oyalandı.


"Aslında haklısın, benim gözümde bir savaş çıksa heyelan gibi olduğum yerden başka bir yere yığılırdım"


Mavi huzur verici aynı zamanda iç savaşı olan tsunami gözlerinin ardındaki duyguyu çözemedim. Sanırım bana hak vermişti.


"Eğer sana bir şey olsa ben de o yığılan toprak enkazının altında kalırdım" dediğinde kalbimin durduğunu her milimine kadar hissettim.


Dediği tek bir cümle o kadar anlam barındırıyordu ki içim içime girmişti. Gözlerimiz uzun bir süre birbirlerine bağlandı.


"Ah Romeo Romeo neden Romeo'sun sen?" Luis'i çıldırtmak isteyen Delly ve diğerleri bize gülüp alay ederken kendimi toparladım ve yalancılıktan öksürdüm.


"Delly! Eğer bana Luis'in söylediği gibi romantik bir cümle söylersen seninle olmayan ilişkimi gözden geçiririm"


"Aha, yine cıvıttı!" dedi alnına vuran Ron.


"Bana bak lan! Şımarmaya devam edersen sivri uçlu bir diken bulup sana acımadan zevk ala ala sokarım Issac" kapalı tutamadığımız ağzımızdan birer kahkaha çıktı.


Her şeyi bir yana bırakmıştık. Gülmek bile sınırlı gibiydi. Her bir adım uçurumun üstünden ince ip ile yürümek gibiydi. Her an dağılabilirdik, kötü olaylara zaten bağışıklık kazanmıştım. Artık hayıflanmak istemiyordum ama ister istemez oluyordu. Güneşli yolun bitmesine az kalmıştı. Şuan karşımızda iki farklı yol duruyordu. Bir tanesinde hâlâ güneş vardı ve aydınlıktı. Diğeri ise tam tersi yine karanlıktı ve güneş girmiyordu. Bu nasıl mümkün olabiliyordu. Güneş ışığı ortadan ikiye kesilmiş gibiydi.


"6. Hissin ne anlatıyor?" Aydınlık yoldan gideceğimizi bile bile sorduğum soruya sadece omuz silkti ve karanlık yolu gösterdi.


"Karanlık yoldan gideceğiz"


"Nee?" Güneşi görmemeye görmemeye aydınlığı unutup vampire dönüşmüştük ama o karanlığı seçmişti.


"Şöyle düşün, bu aydınlık yolun güzel göründüğüne yanılıp içeri girersek başımıza kötü şeyler gelebilir. Şuan dışının görünüşüne göre yadırgıyorsun daha içi var. Yani demek istediğim göz yanıltmasıyla tuzak kuruyor olanilirler" teorisi kimisine göre mantıklıydı kimisine göre yani bana göre değildi.


"Veya senin böyle düşündüğünü tahmin ettikleri için oyun oynuyor olabilirler. Buradaki adamlar oldukça zeki ve senin nasıl düşünüp düşünmeyeciğini biliyorlarmış gibi bir halleri var" dediğimde elini çenesine götürdü.


"Yani sen diyorsun ki onlar benim karanlık yolu seçeceğimi bildikleri için tam tersi bir tuzak hazırladılar."


"Aynen öyle" kafasıyla kabul ederek "Bu sefer senin dediğin gibi olsun bakalım" dediğinde yine masumiyetle tebessüm ettim.


Aydınlık yola doğru yürümeye başladığımızda içime ansızın kötü bir his oturdu. Bu hissin ne olduğunu bilmiyordum ama gerilmiştim. Luis'in kolundan tutup önüne geçtim. "Emin misin?" Soruma karşılık olarak sadece aydınlık yola baktı. "Hiçbir şeyden emin değilim. Artık ne olacaksa olsun" deyip benim yanımdan geçtiğinde dışarıya gerginlikle bir nefes verdim.


Yayımı omzumdan çıkardım ve elimde tutup avucumla iyice kavradım. İçimden bir ses yine kötü şeyler olacak diyordu. Acaba aydınlıkla hata mı yapmıştık? Şuan yola girmiştik ama ben çoktan pişman olmuştum. Belki de verdiğim bu karardan sonra birileri daha ölecekti. Benim yüzümden böyle bir şey olursa kendimi affetmezdim.


Emin ve kesin adımlarla gidiyorlardı. Ben içimdeki stresi boşaltamıyordum. "İyi misin?" Yanıma sessizce gelen Peter'ın sesini duyunca irkildim. "Bilmiyorum biraz gerildim sadece" Kaşları düz bir çizgi halini alarak gevşedi. "Anlıyorum olur bazen öyle şeyler. Ama merak etme her şey kontrol altına girecek"


"Hiç inancım yok" dediğimde içinden sessizce güldü. "Bunu sen mi söylüyorsun? Luis seni geldiğinden beri baya değiştirmiş anlaşılan. Daha geçen katil olduğunu yüzüne vurarak öfke saçıyordun" Dudaklarım aptalca kıvrıldı gülümsemem birkaç hafta önceki köyde yaşadıklarımıza bitti.


Beynim benimle oyun oynuyor gibiydi geçmişe ışınlanmış gibi hissettim ve zihnimdeki seslere kulak verdim.


Dedikodu iyi bir şey değil bayan Miller"

"Dedikodu yapılırken insanları gizli gizli dinlemek de iyi bir şey değil Bay... Soyadın ne?"

"Ne yapacaksın?"

"Atar yapacağım!" .

"Bir kerede sessiz ol ve atar yapma!"


"Çok garip bir yaratıksın!"

"Çok gorop bor yorotokson, sensin o be! Tsunami gözlü, dağ ayısı"

"Doğru konuş!"

"Yalan konuşmuyorum"


"Ölmeden önce söylemek veya sormak istediğiniz bir şey var mı bayan Miller?"

"Eee aslında soyadınız olabilir bay... Evet soyadınızı bilmek istiyorum"

"Ölsem de söylemem."

"Sebep? Sır mı?"

"Keyfim istemiyor, soyadımı bilmen sürekli bana benim gibi karşılık vermen demek"


"Beni deli ediyorsunuz bayan Miller!"

"Siz de beni deli ediyorsunuz bay... söylemeyeceksin değil mi?"


Her şey daha yeni başlıyor bayan Miller! Bu işe umut ederek mi devam edeceksiniz yoksa umudu kendiniz mi yaratacaksınız?"

"Sayenizde her şey tamamen değişti bay soyadı gizli olan tsunami gözlü beyefendi... Umudu kendim yaratacağım!"


"Luis!"

"Hı!"


"Sakın ölme, valla döverim seni"

"Amma da meraklısın beni dövmeye..."


"Alacaksın yayı eline,"

"Koyacaksın oku içine,"

"Odaklanacaksın karşındaki hedefe,"

"Bırakacaksın öfkeni de sevgini de!"


"Teşekkür ederim"

"Ne için?"

"Beni sevdiğin için"


"Dikkatinizi bana vermemenizi öneririm bayan Miller. Hedefe odaklanın ve dikkat çekici başka bir şey bulun"

"Sadece bir anlığına dikkatim dağıldı"

"Bana bakarken dikkatiniz dağılıyorsa eğer, bir daha bakmamanızı öneririm"


İnsan sevdiği ve sevdiklerini korumak için katil bile olabilir'

"Ben Malia Miller," 

"Ve sevdiğim kişiler için katil bile olurum!"


"Şu hareketlerinize bakın. Siz az önce bu şerefsizi hançerleyerek etkisiz hale getirip, sonra kafasına gözünüzü bile kırpmadan kendinizden emin bir şekilde, cesaretle katil mi oldunuz bayan Miller?"

"Bu çok etkileyici olmalı"

"Evet çok etkileyici"


"İnsan sevdiği için katil bile oluyor desene"

"İnsan sevdiği için katil bile oluyor"


Zihnim benimle dalga geçerken gülümsediğimin farkında değildim ta ki birisi tarafından sertçe kolum çekiştirilene kadar. O kişi Teo'ydu ve beni çektiği yer sivri dikenli bir sarmaşıktı. Ben kör olmuş gibi önümdeki şeyi farketmemiştim. Şaşkınlıkla Teo'ya bakarken o beni azarlıyordu.


"Aklın nerede senin? Göz göre göre dikenle mi bütünleşecektin?" dediğinde elim enseme gitti. Onu da korkutmuştum diğerlerinide.


"Issac sana havale ediyorum" Luis beni yine ona emanet etmişti. Issac oflayarak, "Issac öldü! Neden bakıcılık yapmak zorundayım ki gözü kör olmuş"


"Sadece bir anlığına dikkatim dağıldı"


"Bu cümleyi bi yerden hatırlıyorum... umarım tekrardan bana bakmıyorsunuzdur bayan Miller" nutkum tutulmuş gibi kala kalıp yutkundum.


"Ne alakası var? Benim dikkatimi sadece siz mi dağıtıyorsunuz bay soyadı belli olmayan tsunami gözlü bey efendi?" diye sorduğumda sırıttı.


Omuzlarını dikleştirip yaylana yaylana yanıma geldi. "Dağ ayısına ne oldu?"


"Hiç dağa çıkmadığını var saydım, bu sebeple küçük bir güncelleme geldi. Ama eğer istiyorsan labirent ayısı diyebilirim"


"Henüz ayıcılıktan terfi etme zamanı gelmemiş Luis" Issac'in esprisine hepimiz bir kahkaha patlattığında Luis dışarıya bıkmış bir nefes verip Issac'e döndü.


"Susman için ağzını mı bağlayayım yoksa meşale ateşiyle mi mühürleyeyim?" Issac yaramaz bir tavırla sırıttı. Ellerini yukarı kaldırıp ağzına fermuar çekti.


Bu hallerini gerçekten çok seviyordum. Dayaklıktı ama sevimliydi. "Mola verelim mi biraz?"


"Bu soruyu reddedecek kadar bunamadık"


"Senin fermuarını iblisler mi açıyor lan!" Issac göz devirdi, kollarını birbirine bağladı ve duvara yaslanarak yere çömeldi.


Bende aynı şekilde duvara yaslanıp yere çömeldiğimde soluma Teo girdi onun yanına da Leo. Sağ tarafım boştu ama bir anda Luis gelip oturunca şaşırdım. O her yanıma gelince nefes alıp verişim bozuluyordu. Otururken eli yerde duran elimin üstüne geldi ve sıcak avucuyla kısa bir an ısıttı. Anında elini çekmeseydi daha çok ısıta bilirdi.


"Oyun oynayalım mı?" Ron'a dönüp baktığımızda ciddi olup olmadığını çözemedik. Gülümseyerek "Ciddiyim" dedi. Kimse onu kayde almaz iken ben doğruldum. "Ne oynayacağız?" Bu sefer gözler benim üzerimdeydi. "Çocuk musunuz?"


"Zamanımızı iyi değerlendirmeye çalışıyoruz" Ron bana katılır gibi başını salladığında cebinden hançer çıkartıp yere koydu. "Doğruluk mu cesaret mi?" Oflama sesleri geldiğinde biraz modu düştü ama hemen ayağa kalkıp yanına geçtim. "Ben varım"


"Off şaka mı yapıyorsunuz?" Nino'nun bu tavrı üzerine omuz silktim ve elimle gelmesini söyledim. Bu kadar kolay kabul edeceğini tahmin etmiyordum resmen benim çağırmamı bekliyordu. Diğerleri hâlâ bize bakarken hepsine tek tek bakıp gelmeleri için işaret yaptım. "Ya ölüm yakın diyorsunuz biraz anı biriktirelim." Kımıldamamışlardı bile ama onları duygusal bağ ile vurabilir ikna edebilirdim.


Somurtarak, "Tabi siz daha ne anısı biriktireceksiniz ki ben yokken yeterince anı biriktirmişsiniz zaten ama ölmeden önce ben de istiyorum. Bunu bana çok mu görüyorsunuz?" deyip üstüne dudaklarımı büzdüğümde ayaklanmalar oldu. Hevesle ellerimi birbirine çocuk gibi vurdum.


Büyük bir çember oluşturduğumuzda gelmeyen tek kişinin Luis olduğunu gördüm. Frostla aram düzeldiği için o bile gelmiş beni kırmamıştı. "Hadi başlayalım" Ron'u elimle durdurdum. "Bekle biraz" deyip ayağa kalkıp oturan Luis'in yanına gidip yukardan dik dik baktığımda kafasını yukarı kaldırdı.


"Hadi kalk seninle de anı biriktirmek istiyorum"


"Bu şekilde mi?" 


"Evet, dışlanan öğrenci gibi uzaktan bizi izlemene izin vermeyeceğim" dedim ve sol dizinin üstüne koyduğu elini tuttum. Gözleri onun elini tutan ellerimdeydi. Sıcacık eli bana temas ederken başka hissettirmişti şuan bambaşka hissettirmişti. Sadece kaldırmak için elini tutuyordum ama sadece o bile çok farklı hissettiriyordu.


Luis sağ elini yere değdirerek destek aldı ve benim yardımımlada ayağa kalktı. Elimi hızla çekip kurtardım. Tekrar oturduğum yere geçip Teo'nun ve Leo'nun arasına girdim. Luis ise tam karşıma geçmiş Issac'in yanına oturmuştu.


Ron hevesle hançeri avucuna alıp yere koydu ve hızla döndürdü. Hançer en az 4-5 kere dönüp soru ucu Nino'ya, cevap ucu Leo'ya gelecek şekilde durdu.


Leo biraz doğrulup hazırım anlamında kafasını salladı. Nino gözlerini kısarak, "Doğruluk mu cesaret mi?" diye sordu.


Leo bir an bile düşünmeden "Doğruluk" dediğinde dudaklarını buruşturdu.


"Hımm... en utandığın an neydi?" Leo elini düşünürcesine şakağına koydu. "Carl bana eşek şakası olarak altımı ıslattıktan sonra Teo özellikle şu karşınızdaki iblis Issac'in bakışlarından ve kahkahalarından çok utandım. Kendimi açıklayamadığım için hiçbir şeye bu kadar utanmadım." dediğinde hayal kurdukça yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu.


Leo hançere uzandı ve o da 4-5 tur döndürdü. Hançer ben ve Frost'da durunca biraz gerildim. Soruyu o soracaktı. O da en az benim kadar kasılmıştı. "Doğruluk mu cesaret mi?" Bu soruya cesaret diyeceğimi sanmıyordum.


"Doğruluk" dediğimde tahmin etmiş gibi anında soruyu sordu.


"Benden hâlâ nefret ediyor musun?" Yutkundum. Nefret ediyor muydum? Bana onca şey söylemiş iftira atmıştı. Bana sadece tebessüm ettiği için ve karışmayı kestiği için onu sevmeli miydim? Her şeyi unutup en baştan başlayabilir miydim?


"Bilmiyorum... yani o kadar olan şeyden sonra ne yapacağımı bilmiyorum"


"Bana 2. bir şans veremez misin?"


"Bilmiyorum sen bana ilk geldiğim günden beri durmadan iftira attın Frost. Ne yapacağımı veya her şeyi unutup unutamayacağımı bilmiyorum." dediğimde yüzü düştü. Gözlerinde yine nefret ve öfke vardı, tek fark bu sefer nefret edip öfkelendiği kişi ben değildim... kendisiydi.


Hançeri elime alıp döndürdüm. Biraz daha hızlı döndürdüğüm için 5-6 tur falan dönmüştü. Soru Teo'ya cevapta Issac'e gelecek şekilde durdu. "Doğruluk mu cesaret mi Issac?" Gerçekten bu soruyu merak ettim. Hatta en eğlenceli kısım bu olacak gibiydi.


"Ben cesur birisi olduğum için tabikide cesaret" dediğinde Teo ilk kez onda gördüğüm bir şekilde çok pis sırıttı. Sanki kafasında bir plan varmış gibiydi.


"İnan bana Issac bu zamana kadar verdiğin en yanlış kararı şimdi verdin" dediğinde güldü. O kadar merak etmiştim ki dirseğimle koluna vurduğumda gülüşü genişlerken Issac'in ki solmuştu.


Tereddütle Teo'ya bakıyordu. "Teo biz yıllardır arkadaşız ama lütfen saçma bir şey isteme benden"


"Herkese yapacağına dair bir söz ver" Herkes merakla bakarken aklımda en ufak bir fikir bile yoktu. Ama Teo şeytanice gülüyor düşündükçe de gülümsemesi artıyordu.


"Ne yapacağına bağlı"


"Söz ver inan bana birinin çok hoşuna gidecek bir şey"


Issac anlam vermeyerek bir iç çekti. "En kötü ne olabilir ki tamam söz veriyorum yapacağım" dediğinde Teo anında bir kahkaha patlattı. Sonra geriye doğru yaslanıp biraz daha güldü.


Biz ona sabırsızlıkla bakarken gülmesi çok sinir bozucuydu. "Hadi ama Teo! Meraktan çatlayacağım kalk ayağa söyle" dediğimde gülmeyi kesip yaşlı gözlerle Issac'e baktı.


"Kusura bakma kardeşim"


"Teo bak geriyorsun beni. Kurban olayım saçma bir şey yapma" diye yalvardığında Teo sinsice sırıttı.


"Delly'i öp" Ani gelen ölüm sessizliği ve kahkahalarımız. Luis bile gözü yaşarırcasına gülmeye başladığında Issac dona kalmıştı.


Hepimiz gülerken o Teo'ya bakıyordu. Teo ellerini iki yana açıp 'beni ilgilendirmez' dercesine güldü.


Alex elini Issac'in yüzünün önünde salladı ama hiç buralı değildi. Delly aksine oldukça keyifliydi. "Aferin sarı lahana gözüme girdin" dediğinde Teo göz kırptı.


"Saçmalama! Bu asla olmayacak"


Teo, "Söz verdin" diyerek ona sözünü tekrarlarken Delly "Evet" diye destekledi.


Issac ilk kez eğlenmiyor gibiydi. Ne kadar komik olursa olsun yüzü asık olunca benimkide asılıyordu. "Başka bir şey iste Teo, bu komik değil" Bir nevi komikti. Ama Delly'e karşı aynı duyguları hissetmediği için canı sıkılmıştı.


"Hadi yaa! İstediğin yerden öp, ben özellikle dudak demedim ki" olaya bir açıklık geldiğinde Issac'in dudakları keyifle kıvrıldı. Dışarıya bir oh verdi.


"İki saniyede gözümden çıktın, neyse yanakta iyi bir şey olmaz" Bu sefer sırıtma sırası Issac'te gibi görünüyordu. Duvardan destek alarak ve sağ elini yanında oturan Alex'in omzuna koyarak ayağa kalktı.


Ellerini birbirine sabitleyerek çıtlattı. Kafasını da çıtlatacakken "İstediğim yerden değil mi?" diye sorunca Teo gözünü kırparak onayladı. Kafasını da çıtlattığında Delly'e doğru yürüdü. Delly sağ tarafta benden 3 kişi sonraki yerde oturmuştu.


Issac yere bir dizinin üstüne çöktü. Tebessüm ederek Delly'e bakarken, "Evlenme teklifi edeceksen burada olmaz" sözü karşısında ani bir göz devirdi ve ofladı. Ne olacak çok merak ediyordum.


Ta ki Issac hepimizi taklaya getirerek Delly'nin elini tutup öpmüştü. Ardından alnına koymuştu. Biz hepimiz onu izlerken Teo bunu düşünmemiş gibi somurttu. "Ben böyle hayal etmemiştim"


"Senin hayaline sıçayım Teo!"


Elimi karnıma götürüp güldüğümde bu sefer Issac yerine geçerken hançeri tam 5 tur döndürdü. En azından keyfi yerine gelmişti.


Hançerin sivri ucu soruyu soracak olan bana, alt tarafı ise cevaplayacak olan Luis'e gelmişti. Şimdi ben ona ne sorabilirdim ki?


O gözlerindeki heyecanla bana bakarak sor dercesine kafasını salladı.


Aklıma ilk gelen soruyu sordum. "En nefret ettiğin şey ne?"


Anında "Labirent" dedi. Bu kadar kısa olmasını istemiyordum.


"En sevdiğin şey ne?"


Omuz silkti. "Hiçbir şeyi sevmiyorum" Kaşlarımı çatıp, "Bizde buna dahil miyiz?" dediğinde bir iç çekti.


"Siz şey değilsiniz kardeşimsiniz yeriniz çok ayrı" O an aklıma hiç düşünmediğim bir soru geldi.


"Benide mi kardeşin olarak görüyorsun?" Kaşları düz bir çizgi halini aldı. Buna verecek bir cevabı yok gibiydi. "Soru hakkı bitmedi mi? Benim bildiğim sadece 1 soru soruluyordu"


"Kuralları baştan yazarım" yine de soruma cevap vermemişti.


Ardından çok yakınımızdan bir silah sesi yükseldi. Bu sesle irkildim. Hepimiz aynı anda sağa doğru baktığımızda bir kişi elinde silahla havaya ateş etmişti. Yaklaşık 10 metre uzağımızda, siyah saçlı, buğday tenli bir adam vardı. Bir ölüm timi askeri gibi giyinmiş her yeri siyahlar içerisindeydi. Cebinde bir tane daha silah duruyordu. Ama bize bir tane doğrultuyordu.


Bağırarak, "Şimdi ben soruyorum! Doğruluk mu cesaret mi?" diye sorunca ürperdim. Ayağa kalktığımızda silahı her birimize doğrulttu.


Daha ne olduğunu bile anlamadan havaya tekrar ateş etti. Yine bu sesle irkildiğimde yüksek sesle haykırdı. "Ben seçiyorum... Doğruluk! Chris'i hanginiz öldürdü?" Yine beynimden vuruldum. Arka taraftan da bir silah sesi duyuldu. Arkamıza döndüğümüzde orada da eli silahlı bir adam vardı.


Chris'i ben öldürmüştüm. Şimdi de ben ölecektim.


Tam tüm cesaretimi toplayarak öne doğru bir adım atacaktım ki birisi kolumdan tutup beni arkasına attı. Bunu yapan Luis'ti. Hayır, buna izin vermeyecektim. Bu fedakarlık kaldıramayacağım kadar büyüktü. Kolumu ondan kurtardığımda bana döndü. "Senin göz göre göre ölmeni izlemeyeceğim" dediğinde koluna vurdum.


"Bende öyle, ölümünü izlemeyeceğim. Özellikle de benim yüzümdense"


Göz temasını keserek beni duymazdan geldi. "Buradaki herkes benim sorumluluğum altında. Ben varken kimse kendini tehlikeye atamaz!"


"Umrumda mı? O pisliği ben öldürdüm. Hiçbirinizin benim suçumu ört bas etmesini istemiyorum" dediğimde başka bir ses yankılandı.


Bu yankılanan ses öyle bir sesti ki geçmişte olan biten her şeyi unutmuş gözüm dolu dolu bağlanmıştım.


"Ben öldürdüm!" Bu ses Frost'a aitti. Kalbim tek atınca nefes alamadım. "Gözümü bir kez bile kırpmadan alnının tam ortasına sıktım." dediğinde gözümden yaşlar akmaya başladı.


Bir ifade bile veremeden ona bakıyordum. Benim için bunu yapacak son kişi bile olmadığını sanıyordum. Ama Frost benim için kendisini ölüm döşeğine itmişti.


"Frost saçmalama, kimse kendi üzerine almayacak ben yaptığımı söyleyeceğim hiçbiriniz tek kelime etmeyeceksiniz!" Frost güldü.


"Yaptığım her halt için bu şekilde özür dileyeceğim, sen karışma Luis bu ekibe bir lider lazım" dedi ve Luis'i ittirip önüne geçti. Yüzünde öfke ve pişmanlık vardı. O pişmanlığı bana karşı hissediyordu.


Donup kalmıştım artık bir şey yapmalıydım. Frost'un kolundan tutup önüne geçtim. Boyu benim iki katımdı.


"Lütfen yapma, cezamı çekmeye razıyım ama ben buna değmem. Seni affettim Frost, senden nefret etmiyorum. Gerçekten nefret etmiyorum lütfen yapma!"


Ellerini saçıma götürdü. Benide arkasına itti.


Ben ağlarken o güldü. "Ya ben kendimden nefret ediyorsam" dediğinde bir silah sesi daha duyuldu.


Bu silah sesi kulaklarımdan ve zihnimden asla silinmemek üzere mühürlendi.


O an her şey durdu. Zaman sanki akmayı unuttu. Biz ve kalplerimiz durdu. Ben öldüm bir silahla bütün kan dolaşımım kesildi. Kanım artık akmıyordu. Zamanı yok sayıp akan tek şey Frost'un alnından giren kurşunun bıraktığı dehşetli kandı.


Gözünü kırpmaya zaman olmadan yüzünü kanla boyamışlardı. İşte bu bir savaştı. Frost benim için bu savaşta mağlup edilmişti. Cansız bedeni yerinden kımıldayıp yere doğru düştüğünde bir ses daha duyuldu.


Bu ses artık yenilen, pes eden, yorulan, umutsuzlukla ve acıyla dolu boğazımdan çıkan yüksek sesli labirentin her bir yolunda yankılanan ve benim defalarca duymamı sağlayacak bir çığlıktı.


Cesaretle girdiğim yolun sonunda benim yüzümden birisi gözümün önünde kan çanağı olmuştu. Şimdi sorma sırası bendeydi.


Doğruluk mu cesaret mi?        


...   


Loading...
0%