@darklightssx
|
(Oy verip yorum yazmayı unutmayın... iyi okumalar ♡♡♡) "Ne olur gelme Luis... Beni seviyorsan gelme" Zamanı geri almak ister miydiniz? Ben iki gün öncesine almak ve Frost'a onu affettiğimi söylemek isterdim. Koskoca iki gün geçmişti ve ben kendi içimde nefretle yanıyordum. Ona içtenlikle 'seni affettim' demek isterdim. Gözlerimin önünde yaptığı bu şeyden sonra yaşamak bile zulüm gibiydi. O oyunda 'bilmiyorum' demek yerine 'evet affettim' demek isterdim. Ben o pisliğin kafasına sıkıp göz göre göre öldürmüştüm. Bu yaptığımın cezasını Frost çekmiş aynı şekilde alnından vurularak öldürülmüştü. Kanları yerle bütünleşmiş izlerini bırakmıştı. İki gündür yanıma sakinleştirmek için geliyorlardı ama hiç iyi hissetmiyor 2-3 kelimeden fazla kelam etmiyordum. Arada sırada bana sarılıp güldürmeye çalışıyorlardı acı içinde tebessüm edip omuzlarında ağlıyordum. Dün ilk kez Luis'in omzunda ağlamış kendimi olabildiğince serbest bırakmıştım. Diğerlerinin yanındayken birkaç gözyaşı dökerken Luis'in yanında gözlerine bakar bakmaz sanki duygularımın kilidi açılmış gibi büyük haykırışlarla ağlamıştım. Frost'la o kadar kavgalıyken nasıl oluyorda kendimi deli gibi kaybetmiştim. Eğer onda böyleysem Luis veya Teo ölseydi galiba bende ölmüştüm. Şuan Leo'nun omzuna yaslanıyordum. Tamamen kendimi kaybetmiş bir şekilde... "Su ister misin?" Başımı ruhsuzca sallayarak reddettim. "Aç mısın?" Ağlamaktan boğazım ağırsa da, "Hiçbir şey istemiyorum" diyerek umursamazca konuştum. "2 gün oldu, kendini toparlayamadın mı daha?" Cevap vermedim. Kendimi toparlayacak gücü bulamıyordum. Yanımıza bir çanak suyla gelen Nino'yu elimle reddettim. "Konuşmaya tövbe mi ediyorsun be kızım" Sessizce bir iç çektim. O görüntü ömür boyu zihnimde kalacaktı. "Tembelliğe alıştın bakıyorum, günlerdir burada seni bekliyoruz" Luis'e göz devirip gözlerimi kapattım. "Bu uyku yetmedi mi sana?" Omuz silktim. "Yola devam etmeyecek miyiz?" "Bayan Miller'ın keyfi ne zaman isterse o zaman başlayacağız" Az bir şey gülümsedim. Çünkü keyfim sonsuza dek gelmeyecekti. Sırtım ne kadar ağırsa da biraz doğruldum. Kafamı Leo'nun omzundan kaldırıp bacaklarına yasladım ve ayaklarımı kendime çekerek yattım. Leo bana dik dik bakıyordu. Gülümseyerek, "Bir yatak olmadığım kalmıştı" dediğinde yine cevap vermeden gözümü kapattım. Uyumayacaktım sadece yorgun olduğumu kanıtlayacaktım. Hiçbir yere gitmek ve birinin daha bu şekilde ölümünü izlemek istemiyordum. Ama kesinlikle izleyecektim. Yapmak istemediğim şeylerin yaşanmasına alışmıştım. 🕸🕸🕸🕸🕸 Gözlerim hafifçe aralandı, elimi ağzıma götürüp esnediğimde tamamen açtım. Ne olup bittiğini 3 saniye sonra anlamıştım. Ben şuan yerde değildim. Biraz kımıldandığımda ilk gördüğüm şey Luis'in bana bakan mükemmel yüzüydü. Yere baktığımda beni taşıdığını farkettim. Beni kucağına almış üşenmeden taşıyordu. Aslında pozisyonum gayet rahattı. Çaktırmamaya çalışıyordum. "Uyandığına göre artık kendin yürüyebilirsin" deyip beni yere bırakacağı sırada kollarım onun boynunu doladı. Ensesinde birleştirdiğim ellerim adeta zincirlenmişti. Uyku sersemliğiyle düşünmeden kafamı göğsüne yasladım. "Belim koptu yaklaşık yarım saattir kucağımdasın" dakika bir gol bir kafamı hızla çekip somurttum. Neyi ima etmeye çalışıyordu? "Ağır mıyım yani?" Gülerek reddetti. "Hayır, ama zaman geçtikçe sırtım ağrıyor" Ellerimi ensesinden çekerek göğsümün üstüne koyup yavaşa karnıma doğru indirirken, "Ohh! Canıma değsin" dedim. "Değsin zaten, canından önemli mi?" "Tabiki de önemli benim canım için bir fedakarlık yapıldı zaten. Bir tane daha istemiyorum. Fıtık mı olmak istiyorsun?" "Ağır değilsin seni saatlerce bu şekilde taşıyabilirim. Sadece birkaç gündür uyumadığım için sırtım ağrıyor" "Bu senin hatan beni ilgilendirmiyor. Madem beni uyurken taşıyorsun aynen devam et çünkü hâlâ yorgunum" "Emredersiniz!" Alayla söylediği bu sözden sonra tebessüm ettim ve gözümü kapatarak kafamı yine göğsüne yasladım. Diğerleri fısıltılı konuşuyor muhtemelen benim dinlenmem için zaman veriyorlardı. "Hayatımda gördüğüm en tuhaf kızsın" Kafamı kaldırmadan, "Nedenmiş o? Diğer kızlardan ne farkım var?" dediğimde sesli güldü. "Gördüğüm demiştim, buradaki tek kız sensin mantıkken ilk ve tek olduğun için en tuhafı sen oluyorsun" benimle alay ediyordu. Alıştığım için umursamadım ve alayca esnedim. "Hı hı... evet" bir kedi gibi. Sıcak bir yerde huzuru bulmuş gibi mırıldanıyordum. Farketmeden sohbet etmem ne benim ne de onun gözünden kaçmıştı. Gözüm kapalıyken bile güldüğünü hissedebiliyordum. Bu karanlık zamanlarımda bana fener tutan biriydi. Karanlığımı yok etmeye çalışan veya içine gömülmek isteyen tek kişiydi. "Daha iyi misin?" Uykum tamamen kaçmıştı. Gözlerim kapalı olsada arada açılıyor ve titriyor onunla göz göze geliyordum. Sanki her saniye bana bakıyordu. "Uyumadığını biliyorum" "Uyumadığımı bildiğini ben de biliyorum. Eğer iyi değilim dersem ne yapacaksın?" diye sorduğumda yasladığım sağ göğsünden güldüğünü hissettim. Ama bu gülüş içler acısı bir gülüştü. "Seni burada anlayan tek kişiyim biliyor musun?" Gözümü açtım mavi irislerini görür görmez mideme doğru yakıcı bir sıvı aktı. İçime kimyasal dökülüyor gibi beni yakıyordu. "Beni anlayan kimse yok bence. Benim yüzümden öldü. Ben istemedim böyle olmasını. Onu ben öldürdüm Luis. Hoş, Chris'i öldürdüğüm de hem Harry hem de senin içindi. Hatta biliyor musun o konuda pisman değilim. Sanki tek doğrum buymus gibi." Ardından anında dolan gözlerimi kaçırdım. Bunu farketmişti. "Sorun ne?" "Ben korkağın tekiyim öyle değil mi?" "Bence oldukça cesaretlisin" "Kime göre, neye göre?" "Bana göre... Hatırlatayım; sürekli atar yapıp beni sinir ettin, benim içi zeka dolu kafama yumurta fırlattın, karizmatik vücuduma bir kova su boca ettin, mükemmel saçımı yolup üstüne bozdun, en kötüsü ise bacak arama defalarca tekme attın ve burnumu kanattın. Bunu bir başkası yapsa kafasını kırardım. Senin bunu yapmış olman bir cesaret örneği mesela. Güçlü bir lidere sataşıyorsun sürekli" dediğinde güldüm. Bunların hepsini ben ne ara yapmıştım? Hem kendini hem de beni övmüştü. Bunlar pek cesaret örneği olmasa da iyi hissettirmişti. Gülümseyerek alayaca baktım. "Beni mi övdün, kendini mi?" diyerek yaramaz bir tavırla sorduğumda önüne dönüp bir iç çekti. "Seni övdüm. Hem kendimi övmedim bunlar bir gerçekti. Yakışıklı ve karizma olmam mesela, doğru bence" kendisini şımartıyordu ama ben yüz vermezdim. Tek kaşımı kaldırıp, "Kime göre, neye göre" dediğimde irisleri parladı. "Belki sana göre" dediği an yanaklarıma yine sıcak bastı. Tebessüm ederek çocuk gibi dil uzattım. "Bana göre çok tipsizsin seni önde tutan tek şey gözlerin" "Sadece gözlerim için mi yanımda duruyorsun sürekli?" "Mavi gözler hoşuma gidiyor. İster istemez bakan tekrar bakıyor." "Sadece sen bak" dediğinde tekrardan yola dönüp içimden güldüm. Eğer ona doğru sesli gülersem hiç susmaz daha çok şımarırdı. Her istediğini almak isteyen yaramaz bir çocuktu sanki. Bir kez şımardı mı geri dönüşü olmazdı. Ona döndüğümde gülümsemesi solmuştu. Derin bir düşünceye girmişti. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Acaba yorulmuş muydu? Beni taşıdığı için onu yormuş muydum? Tam bunu soracakken dudakları aralandı. "Moral olur mu bilmem, genellikle iyi moral veren birisi değilim ama belki biraz sıkıntını alır. Ben on kişiden fazlasının ölümüne sebep oldum Malia. Senin gibi yıkıldım, bu davranışlarını anlıyorum ama böyle devam edemezsin. Çok cesursun... Ama cesur olmak yetmiyor. Bir de güçlü olman lazım. Aslanlar da cesurdur ama güçlü olmadıkları sürece avlarını alt edemezler. Harry için Chris'i öldürdüysen, Frost da senin için kendisini öldürttü. Kendini suçlamayı bırak olur mu? Sen böyle yapıyorsan ben öleyim yani. Buradan hele bir kurtulalım sana söz veriyorum, ilk işim kendini iyi hissetmen için her haltı yapacağım" Burnum tekrardan sızlamaya başlayacaktı. Neden tekrar hazırlamıştı ki? Ağlamaktan veya ağlamak üzere olmaktan nefret ediyordum. Güçlü biriydim, Luis'in dediğine göre cesur da biriydim Lakin ağlayınca kedi yavrusuna dönüşmek benim en büyük ezikliğim oluyordu. "Bunu yapmasını istemedim, benim için kendisini öldürtemez. O kadar şey oldu benden nefret etti. Ben buna değmem." irisleri parladı. Gözleri yüzümün her bir noktasını inceledi. En son dudaklarıma baktığında yutkundum. Tekrardan gözlerime döndü, aklından başka bir düşünce geçiyordu. Pembe kuru dudaklarını diliyle ıslattı. Kaşlarını bir milim havaya kaldırdığında dudaklarını oynattı. "Belki de sana olan borcunu ödedi." "Ne borcu?" "Can borcu... Meydanda onu ölmekten kurtardığını gördüm. Sen onu düşmanlığına rağmen ölme riskin varken kurtardın. O da sana borcunu ödedi." "Ben borç falan ödemesini istemedim. Yapmak zorunda değildi. Bu bir intihar ve tam bir delilik. Kim bir aydır tanıdığı üstüne düşman olduğu biri için hayatını verir ki?" "O yapmasaydı ben yapardım." "Buna hayatta izin vermezdim, aklından bile geçirme!" Dudakları kıvrılarak gülümsedi. "O kadar tatlı ve tuhafsın ki şuan aklımdan senin aklının ucundan bile geçmeyecek bambaşka bir şey geçiyor" deyip yine dudaklarıma baktı. Kalbim ansızın hızlanmaya ve sızlamaya başladı. Düşündüğüm şeyi yapması imkansızdan uzaktı. Yapmazdı değil mi... Yapmazdı. Bunu düşünmek dengemi sarsarken eğer beni öperse alt üst olurdum. Beni... Özellikle böyle bir konumdayken asla... İki saattir kucağındaydım ve artık bir garip hissetmeye başlamıştım. Doğrularak omzundan hafifçe ittirdim. "Sanırım artık yürüyebilirim" sanki inat yapıyormuş gibi sinsice güldü ve beni daha sıkı sardı. İyice daralmıştım. Şuan heyecandan, gerginlikten, korkudan, telaştan ölebilirdim. Hatta beyin ölümüm bile gerçekleşebilirdi. Kalbim hızla atıyor, ellerim ve ayaklarım titriyor, vücudum şok geçiriyordu. Sadece beynim çalışıyordu. O da bana derhal bu adamın kucağından inmemi söylüyordu. "Yürüyebilirim" indirmiyordu. Demin o istiyordu şuan bırakmıyordu. Kollarımı birleştirerek omuzlarından ittirdim. Biraz daha güç uyguladığımda sinirden gülmeye başladım. "Seni sapık, psikopat, adi, utanmaz, terbiyesiz, tsunami gözlü dağ ayısı indir beni!" diye gülerek bağırdığımda kafasını istemeye istemeye salladı. En son pes edip beni nazikçe yere bıraktı. Ayakta durduğumda uzun bir süredir yürümediğim için başım döndü. Belimi tutan kolla dengemi sağladım. "İyi değilsen eğer-" "İyiyim iki gündür ayakta durmadığımdan başım döndü sadece. Hem o düşündüğün şey hiçbir zaman olmayacak seni sapık" kahkaha attığında eliyle saçımı karıştırdı. Yanımdan geçtiğinde karşımda gördüğüm ilk kişi Stewart oldu. Bana öfkeli bakıyor gibiydi. Gözlerimi kaçırarak yanından uzaklaştım. Gökyüzü yine siyahtı, yıldızlar yok denecek kadar azdı hatta saysaydım biterdi. "Sizin aşkınızı çözemedim" kulağımın arkasından gelen Issac'in sesiyle yerimde sıçradım. Bunu neden sürekli yapıyordu. Arkamı dönmeden omuzlarımı kaldırıp indirdim. Burnumdan soluklanırken "Ne aşkı!?" diyerek atarlandım. Soluma geçti ve kolunu sağ omzuma atıp kendisine çekerek bir nevi sardı. "Tsunami gözlü lider ile bayan Miller aşkı" işaret parmağımı dudağıma götürüp susmasını istedim. "Yine saçmalıyorsun. Ben uyudum, biraz da senin uyuman gerek. Yorgunluktan beynin kan pompalamayı bırakmış gibi davranıyor" "Beyin kan pompalamadığı içindir belki" Az önceki cümlemi tarttım, fazlasıyla saçma bir cümle kurmuştum. Sıkıntıyla bir iç çektim. Bunu farketmiş olacaktı ki az öncekine kıyas daha ciddiyetli bir tonda konuşmaya başladı. "Sana ne oldu bu kadar ya? Normalde lafları boyu boyuna sıralardın, şuan 3-4 kelimeyi yan yana getiremiyorsun. Aynı konu olduğunu biliyorum ama unut artık. Kolay olmadığını da sadece ben veya Luis değil, hepimiz biliyoruz, seni de anlıyoruz. Burada güvenmen gereken sadece biziz. Senin kötülüğünü de istemeyiz yani. Şahsen ben istemem" güldüğümde tebessümle karşılık verdi. Onlar beni anlıyor muydu bilmiyorum ama Luis gerçekten anlıyordu. Issac kafa dengi biriydi, beni anladığını apaçık gösteriyordu. Sıkıntımın üstünü örtmeye çalışıyordu. "Yani... Bu konunun sonu nereye gidecek?" Omzumdan daha baskılı çekerek, "Fazla depresyonda kaldın be kızım. Ne yalan söyleyeyim atarını bile özledim. Benim cool kızım sad olmuş, bu oldukça sinir bozucu. Bileğinde hâlâ sana verdiğim o hayat ağaçlı bileklik varken hayatını yıpratmana izin verecek son kişi bile ben değilim." Onunla konuşmaya ilk fırsat bulduğum ve Luis bize labirenti anlatacağında bana verdiği o hayat ağaçlı üç bölmeli bilekliğin bende olduğunu dahi unutmuştum. Kolumu biraz yukarı sıvadım. Hâlâ bileğimdeydi. "Hayat ağacını sulaman gerek. Eğer kuru bırakırsan o her daldan bir yaprak düşer. Yaprakların biz isek bari bizim için kuru bırakma. Yıpranan tek kişi sen olmuyorsun" Yüzüne büyük bir şaşkınlıkla baktım. Bu benim tanıdığım Issac miydi? Kesinlikle değildi. "Böyle konuşabildiğini bilmiyordum" "Havalıydı değil mi? Yeri geldiğinde yapabiliyorum böyle şeyler. Oldukça güzel konuştum. Galiba şair olacağım veya özlü sözlü muhteşem bir yazar. İlgi alanım ne kadar bitki, çiçek olsa da onlarla da kariyer yaparım. Düşünsene kitap okumak istiyorsun ama kitabın yok. Kütüphaneye gidip sana uygun bir kitap seçiyorsun o kitabın üstünde de altın harflerle Issac Stafford yazıyor. Baya havalı olurdu." Bu kadar hızlı hayallere daldığını bilmiyordum. Soyadını bile daha şimdi öğrenmiştim. Biz onca zaman ne konuşmuşsak soyadına sıra şimdi gelmişti. "Abartma be sende. Aaa iyiki bir güzel dedik hayaller uçağına binip uçtun!" "Ah be, gör bak yazar olacağım" Gülerek kafamı salladım. "İlk baskısını ben alacağım o zaman" dediğimde arkamızdan gelen birisi hem benim hem de Issac'in omzuna kolunu koyup kafalarımızın arasına girdi. Karanlıkta bile parlayan sarı saçlı sevimli çocuğun yanağından öperek güldüm. "Duydum ki bu çocuk yazar olacakmış" Teo'ya alayla tebessüm edip biraz Issac'i sinir edecektim. "He ya, az önce güzel cümleler kurdu sonra yazar olmaya karar verdi. Bir meslek anca böyle seçilirdi." "Ayıp ayıp, yanınızdayım şuan. Kafalarımızın arasında 5cm falan var duyuyorum sizi. Hem ben seni müsait olunca bir yerde paketleyeceğim daha yumurta sarısı. Bana yaptığın şeyin daha bedelini ödemedin" Teo göz devirdi. "Bütün planı bozdun zaten. Ne eğlenceli olacaktı, çocuğun elinden öptün bunu akıl etmedim. Keşke istediğin yer demeseydim belirli bir yer vardı, du-" Cümlenin devamı çok tuhaf yere giderken Issac müdahale edip sözünü kesti. "Lan! Valla şimdi paketlerim seni Teo. Tövbe tövbe zihnini kim ele geçirdi oğlum senin. Sen bu kadar şey değildin, lanet olsun çarpılacağız şimdi" Teo anlamaz bakışlarla göz devirip tek kaşını kaldırdı. "Oğlum, izin verirsen cümleyi bitireyim. Durduk yere heyecanlandım diyecektim sen ne anladın yine, kestin sözümü?" Issac ile göz göze gelip aynı anda güldük. "Boşver kardeşim başka bir şey diyeceksin sandım. Hem heyecanına tüküreyim senin. Kendine eğlence çıkarmak için bana sataşıyorsun, en son bir çarpacağım o zaman aklın başına gelecek" 🕸🕸🕸🕸🕸 İçimde tarif edemediğim daha doğrusu ne olduğunu bile bilmediğim bir duygu vardı. Korkuyor muydum? Evet ama bu bambaşka bir şeydi. Korkumu sarıp okşayan bir histi. İçime yakıcı bir sıvı döken bir histi. Ellerimde karıncalandırma oluşturan bir histi. Luis'in söyledikleri aklıma kazınmış derin bir kuyuya düşmüştü. Ona baktığım an tekrar gözüme canlanıyordu. Belki de benimle alay ediyor, kafa buluyordu. Saçlarım yağlanmıştı ve galiba ter kokuyordum bu gerçekten iğrençti. Yağlanmış saçla duramıyordum başım kaşınıyordu. Regl dönemim bile bitmişti ve ben yıkanmamıştım. Bu erkekler için bir sorun oluşturmuyordu ama benim gibi kızlar için aşırı sinir bir şeydi. Paslanmış duvarların ardından geçiyor böcek seslerini duymamazlıktan gelmeye çalışıyorduk. Kokum rahatsız ediciydi, öyleki virüs bile rahatsız olur bana bulaşmazdı. Diğerlerinden uzak yürümeye çalışıyor, tekrardan depresyona girmiş bir efekt vermeye çalışıyordum. Arada bir bana bakıyorlardı. Normalde geri bakardım ama yine utanıyordum. Bu tür kızsal olaylar utanılmayacak şeylerdi... Yanınızda bir erkek sürüsü olursa başka tabi. Her kız bu durum karşısında çekinirdi. Mor üstüm beni soğuktan koruyacak kadar güçlü değildi lakin rahat tutuyordu. Soğuktan korunmak için zaten bana örtü veriyorlardı. Ben ellerimi cebime koyarak kimseye bakmadan çamurlu yollardan botumla yürürken ansızın yanıma gelen Luis tekrardan kalp krizi geçirmeme sebep olacaktı. Tsunami gözleri sanki her anımı izliyordu. Ama tuhaf olan şuydu ki zerre rahatsız hissetmiyordum. "Sorun ne? Uzak mı tutuyorsun bizden kendini?" yüzüne bakmadan "Yoo ne alakası var? Öylesine zihnimi dinliyorum biraz" dedim. "Zihnin ne diyor peki?" Yanımda tam dibimde yürüyordu. Zihnimin dediği tek şey ter kokumdu. Ter kokumu almasını ve iğrenmesini istemiyordum. Bu beni daha çok yerin dibine sokardı. "Hiçbir şey, sustu şuan. Sen geldin diye darıldı bana" gülümseyerek elini gitmek istermiş gibi yola doğrulttu. "Ben gideyim o zaman" beklediğim söz tam olarak buydu. Bir anda daha çok telaş yaparak sanki birini evden kovarmış gibi "Olur... git sen" dedim. Başını olumlu anlamda sallayıp yanımdan gideceği anda ansızın durdu ve beni de durdurup daha çok dibime girdi. Anlık gelen öz güvenimle, "Kokuyor muyum?" diye sordum ve ellerimi yüzüme koyup daha çok içime sığındım. Kahverengi, heyelan diye adlandırdığı gözlerime bakan tsunami gözlü bu dengemi sarsan adam dudaklarını kulağıma yakınlaştırdı. "Evet kokuyorsun, hemde çok güzel kokuyorsun. İnanın bana bayan Miller, bu cehennemde güzel kokan tek şey sizsiniz." deyip burnuyla kokumu derin bir şekilde içine çekti. Öyle bir çekmişti ki gerçektende bir daha asla unutmak istemeyeceği koku bu gibiydi. İçimde sanki kelebekler uçuştu o an. Her yerim karıncalandı, ürperdi, diken diken oldu. Deminden beri telaş yaptığım beni rahatsız eden sebep onun hoşuna gidiyordu. Böyle bir şeyi ilk kez hissediyordum. Yanımdan ayrılıp beni yalnız bıraktı. Tarifi olmayan, açıklanamayacak hatta örnek bile verilemeyecek olan bir duyguydu bu. Hızlanan ve kasılan kalbim o gittiğinde bile aynı seviyede atıyordu. Beni üzmemek için söylemiş olabilirdi ama bu amaç için olsa bile gerçekten etkilenmiştim. Neden bilmiyorum ama bir anda bir özgüven girmişti içime... Kendi kokumu sevmemiştim diğerleride sevmezdi belki. Peki neden durduk yere güzel koltuğuma ikna olmuştum? Luis dedi diye güzel mi kokmaya başlamıştım? Yoksa korkmuş muydum? Benden tiksinmesinden ve kokudan dolayı yanıma yaklaşmak istememesinden mi korkmuştum? 'Bence evet' diye yanıtladı iç sesim. "Bence de" diye kendi kendime mırıldandım ve kızarmış yanaklarımı belli edercesine tebessüm ettim. 🕸🕸🕸🕸🕸 Tamamen bir sessizlik hakimdi. Ne böcek sesi hakimdi ne de sesli verdiğimiz nefesler... Adımlarımızdan bile ses çıkmıyordu. Öyleki Lucas'ın yanında yürümesem tek başıma yürüdüğümü falan düşünürdüm. Ne sıcaktı ne de soğuk. Hatta ilk kez fazla soğuk değildi. Bu tuhaftı, güneşin hemen hemen hiç uğramadığı bu cehennemde üşümüyordum. Lucas tereddütle arada bana bakıyor sonra göz kaçırıyordu. Sanki hiç farketmemişim gibi... Demek istediği ama söyleyemediği bir şey olduğunu biliyordum. Ben ona baktıkça yasakmış gibi yeşil gözlerini bana çevirmeyi reddediyordu. Gökyüzü maviydi. Uzun zamandır görmediğim bir mavi. Huzur verici bir mavi. Sevdiğim bir mavi. Hiçbir kuşun uçmadığı bir mavi. Başlarda boyumuzun üç katı olan duvarlar her girdiğimiz yolda daha çok uzuyor gibiydi. Şuan yaklaşık üst üste altı kişi bile yetişemezdi. Ne ara bu kadar uzamışlardı ve ben neden bunu şimdi farkediyordum? Bunu Lucas'a soracağımda ona baktığım an gözünü anında kaçırdı. Öfkeyle bir nefes aldım. Tedirginleştiğini hissettim. "Anlatacak mısın artık?! Deminden beri gözlerini kaçırıyorsun farketmedim sanma! Ne oldu?" "Yok bir şey" "Var bir şey" "Sormaktan korkuyorum sadece" "Ne soracaksın?" "Luis'ten hoşlanıyor musun?" Pat diye sorduğu bu soruya tam bir şey söyleyecekken boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım. Boğazım yırtılırcasına öksürdüm. Lucas sırtıma vurduğunda diğerlerinin dikkatini de çektim ama sağ elimi sorun yok dermiş gibi kaldırıp onlara doğrulttum. "İyi misin?"diye sorduğunda derin bir nefes aldım. Ne diyecektim? Hoşlanıyor muydum? Yok canım daha neler... Kekeleyerek heyacandan, "İ-iyiyim" deyip zar zor konuştuğumda yere bakıyordum. Omuzlarımı dikleştirip yeşil irislerine baktım. "Nerden çıktı şimdi bu durduk yere" "Sadece evet veya hayır de. Bilmiyorum de veya ama bie cevap ver" "Neden ama? Bir cevap mı lazım?" "Şimdi anlatamam ama lütfen tek bir cevap ver" Ondan hoşlanıyor muydum? Yanıma gelince heyecanlanıyor ve elim ayağım birbirine dolaşıyordu ama kesin bir yanıt veremezdim. Luis'i seviyordum nasıl seviyordum? Arkadaş gibi mi? Galiba... Terlerim saç uçlarımdan yanaklarıma kadar akıyordu. Sağ elimin tersiyle terlerimi sildim ve tekrardan ona döndüm. "Hayır, yani bilmiyorum. Emin değilim. Yok ya, tch hoşlanmıyorum" İçimde tekrardan yakıcı bir sıvı aktı. Heyacandan artık her şey olabiliyordu. "Tamam, off lütfen beni yanlış anlama. İnan bana beni ilgilendiren hiçbir şey yok. İstediğin kişiden hoşlan-hoşlanma bu senin bilebileceğin bir şey. Ama sa-" diye devam edecekken arkadan yanımıza gelen ve sol kolunu Lucas'ın sol omzuna atan Stewart onun sözünü keserek, "Ne konuşuyorsunuz bakalım?" diye sorduğunda tebessüm ederek omuz silktim. "Hiç, buradan kurtulunca ne yapacağımızı konuşuyorduk hayallerimizden" "Ahh ahh şu hayaller! Hiçbir zaman gerçek olmayacak o hayaller... Bence üzerinde fazla durmayın gerçek olmayacaklar" karamsar konuşuyordu aslında gayet normaldi ama bir konu açılması için göz devirerek, "Nedenmiş o?" diye sordum. Gülümseyerek sol kolunu Lucas'ın omzundan çekti ve önümüze geçip bize bakarak geri geri yürümeye başladı. "Şimdi ben uçmayı hayal edersem uçabilir miyim?" "Aynı şey mi?" Başını onaylayarak salladı. "Evet, aynı şey. Buradan çıkarsak ne yapacaksınız ha? Daha hangi ülkede olduğumuzu bile bilmiyorken ne hayalinden bahsediyorsunuz? Paris'e mi gideceksiniz yoksa" dedi ve gülerek arkasına döndü. Yine sinir etmişti beni. Sol yanımdaki nemli, delikli duvarın hemen yanında Lucas'la yürüyüp konuşuyorduk. Az önce demek isteyipte diyemediği şeyi merak ediyordum ama o konuya geri dönmek isteyeceğimi sanmıyordum. Merak ettiğim tek şey neden Luis'ten hoşlanıp hoşlanmadığımı sormasıydı. Genelde hiç bu tür sorular sormamıştı. Başkalarının özeliyle ilgilenen biri de değildi. Sanki kendisi sormuyormuş gibiydi. Yüzüne baktığımda bu sefer yeşil irislerini kaçırmamış bana bakıp tebessüm etmişti. "Bana ne diyecektin?" "Ne zaman?" "Az önce, Stewart gelmeden önce bir şey diyecek gibiydin" kasları düz bir çizgi halini aldı. Çenesini büzüp omzunu silkti. "Önemli değildi zaten" diyerek yanıtladığında 'emin misin?' dermiş gibi bir bakış attığımda sol kolunu sol omzuma atıp çekti ve yandan sardı. Aramızda bir kafalık boy vardı. Kahverengi yağlı ve kokan saçlarımı dudaklarını yaklaştırarak kokusunu çekercesine kokladı. Luis rahatsız olmamıştı ama bu bir başkası için aynı olmayabilirdi. "Kötü mü kokuyorum?" "Hayır, hem kötü koksanda umrumda olmaz. Sanki ben çok güzel kokuyorum" dediğinde içimden güldüm. 🕸🕸🕸🕸🕸 "Kıyamet yakın gençler! Marulum bitti. Off hepsini zıkkımlandınız tabi, bu yüzden gayet normal" "Marulsuz ölmezsin" "Marul candır" "Hepsini sen yedin" "Uydurma o kadar iyi bir insanım ki hepsini size verdim. Ahh benim aptal kafam Malia istemediği halde ona verdim diye bitti" Issac marullarının yasasını tutarken benden bahsettiğinde güldüm. Sağ elimi göğsümün üstüne koyup yavaşça karnıma kadar indirirken "Ohh! canıma da değsin. Ben senden meyve isterken bana ondan verirken düşünecektin." dediğimde duvara yaslanan Luis güldü. Issac karnını ovalayarak somurttu. "Açlıktan öleceğim" "Sanki erzaklar bitti ha! Meyve ye sende, tutturdun marul marul marul. En son başka bir şey yedireceğim sana" diyen ve en son Issac'e göz deviren Nino'ya gözlerini kısarak ofladı. 4-5 saat aralıksız yürüdükten sonra Issac'in midesinden çıkan yeri göğü inleten guruldudan sonra yemek ve dinlenme molası vermişlerdi ama ben hiç yorulmamış veya acıkmamıştım... Acaba neden? Saatlerce Luis'in kucağında olduğum için olabilir miydi?! Teo'nun yanına oturmuş yine kafamı omzuna yatırmıştım. Leo da kafasını Teo'nun bacağına dayamış gözlerini dinlendirmek için uzanmıştı. "Buradan kurtulursak yatak veya yastık olacağım. Görünüşe göre en uygun meslek bu benim için" Sessizce güldüğümde o da eşlik etti. Leo sanki gerçekten kafasını yastığa koymuş gibi arada Teo'nun bacağına vuruyor rahat olmaya çalışıyordu. "Sıkıldım" "Bende" Başımı yastık olarak kullandığım omzundan kaldırıp kahverengi parlayan gözlerine bakarak "Antrenman yapalım mı biraz?" dediğimde, "Biraz mı?" diye alayla sordu. Dudaklarımı içe çekerek, "Yola devam edene kadar..." dedim. "Tamam, olur" Ayağa kalkacağı an Leo rahatsız olup bacağına sertçe vurdu. Şahsen benim bile canım acımıştı. Kaşlarını çatan Teo oflayarak sertçe vurulan bacağını kaşımaya başladı. "Leo! Kaldırsana oğlum kafanı. Malia ile atış yapacağız biraz" ruhu bile duymamış gibiydi. Milim kıpırdamadığında Teo yanağını içe doğru çekerek kardeşinin kafasını koymadığı sol ayağını kendisine çekerek kırdı. Ben ise daha rahat kalkması için sağ elimi omzuna koyup destek alarak ayağa kalktım. Sağ dizini de yavaşça kendisine kıracağında Leo mırıldanarak, "İyiki bir dinleneceğim dedim ha. Kırarım o bacağını Teo" umursamaz bakışlarla kardeşinin kafasını aşağı doğru itti. "İzninle ben kendime doğru kırabilir miyim ba-ca-ğı-mı? Kendi bacağımı! Bunun için izin senden izin almam ne kadar normal" Nihayet gözlerini açan Leo böbürlenerek "Abiyim ben oğlum, heralde izin alacaksın" dediğinde Teo başını sallayarak. "Hı hı kesin öyledir." dedi. "Doğum günümüzü bile bilmiyorken nasıl abim olacaksın?" Sinirle ve sabırsızca güldüm. Onlara eğilip Teo'nun sol kolunu kendime doğru çektim ve kaldırmaya çalıştım. "Tek yumurta ikizisiniz siz, ne saçmalıyorsunuz?! Hadisene artık Teo! Kalk sende" En son bıkmış gibi kafasını kaldıran Leo gözlerini kısarak ofladı. "Off! Size bir beddua okurdum ama dua edin ki labirentin içindeyiz" Teo ile birlikte tirkeşleri ve yayları alarak bu yolun hemen bitişiğindeki başka bir yola girdik. Bu sefer Luis'i tembihlemiştim. Biz birlikte her atış yaparken geliyor Teo'yu gönderiyordu. Önümüzde herhangi bir hedef yoktu. Karşımızdaki duvarda çok dikkat çeken kare şeklinde duvarda kullanılmış bir kaya vardı. Teo'ya işaret ederek, "Ona hedef alacağız" dediğimde kafasını onaylayarak salladı. Tirkeşinden bir ok çıkarıp yayına gerdi. Yanağına kadar çektiği oku sol gözünü kapatarak hedefledi. Hazır olduğunda ve iyice nişan aldığında bıraktı. Ok tam hisabet edip duvarı dediğinde bende tirkeşten ok çıkarıp yanıma gerdim. Sol gözümü hedef almak için kapattım. Zihnimde Luis'in bana söylediği şeyler vardı. 'Alacaksın yayı eline... Koyacaksın oku içine... Odaklanacaksın karşındaki hedefe... Bırakacaksın öfkeni de sevgini de' bu düşünceye tebessüm edip oku elimden bıraktım. Teo'nun attığı okun doğrudan yanında durmuştu. Bu sefer Teo ile aynı anda tirkeşten ok çıkardık. "Hanımlar önden" dediğinde başımı yana doğru salladım. "Tch! Aynı anda" baş parmağını ve işaret parmağını birleştirerek tamam dercesine bana uzattı. Okları yayımıza takıp gerdik. Teo benim solumda duruyordu. Göz ucuyla ona baktım oldukça dikkatle hedefe bakıyordu. Bende dikkatimi karşımdaki hedefe verip iyice nişan aldım. "3...2...1... bırak!' dediğinde aynı anda oklarımızı bıraktık. Yan yana attığımız hedefler bizim iyi kemankeşler olduğumuzu söylüyordu. "Ben gidip okları alayım. Hedefte biraz yer kalsın" baş parmağımla onaylayıp yayın alt ucunu yere koydum. Teo benden 9-10 metre uzaklaştığında arkamdan gelen bir ses duydum. "Pişt!" Arkamı döndüğümde kimse olmadığını farkedince durdum. Delirmeye mi başlıyordum? Tekrardan önüme döndüğümde aynı sesi tekrar duydum. "Pişt!" Gerilerek tekrardan arkama baktım. Kimse yoktu. Sadece Teo vardı o da okları çıkarmak için hedefin oraya doğru gidiyordu. "Pişt!" Kalbim hızlanmaya başladı. İleriye birkaç adım atıp, "Kim var orada?" diye sordum. Cevap gelmemişti. Yayımı duvara destekleyerek bıraktım ve Luis'in köyde verdiği cebimden hiç çıkarmadığım hançerimi çıkarıp avucumda sıktım. Botlarımın çıkardığı sesle başka bir yola giderken Teo'ya baktım. Hedefe varmış okları sabitlenen duvardan çıkarmaya çalışıyordu. Bazıları yere düşmüştü yere eğilip onları almaya ve tirkeşine koymaya başladı. "Pişt!" Yerimde zıpladım sadece ses geliyor, bir şey görünmüyordu. Sesin nereden geldiğini bilmiyordum ama ilerleyeceğim sırada yine birisi arkamdan seslendi. "Malia!" Yine korkarak sıçradığımda Carl ellerini sakin olmam için açıp bana doğrulttu. Elimi gerilerek atan kalbime götürdüm. Hançeri tekrardan cebime koyup bıraktım. "Sen miydin Carl? Kalbim gitti!" Elini yavaşça indirip tebessüm etti. "Neden bu kadar korktun ki?" "Boşver" Sesin nereden geldiğini bilmiyordum, az önceki sesleri çıkartan kişi oymuş meğerse... O zaman neden direkt olarak Malia dememişti ki? Bir gün gerçekten kalp krizi geçirecektim. Teo yanımıza gelip ne olduğunu sordu. "Luis çağırdı, yola devam edelim diye" "Daha yeni başlamıştık antrenmana. Bu Luis'te gelmeden bile bize engel oluyor arkadaş. Biz ağız tadıyla hiç çalışamayacak mıyız?" diye sitem ettiğinde güldüm. "Evet, çok haklısın" Okları bana uzatıp verdi. Tirkeşime koyarken son kez arkama baktım. Bir küsurat hızla başka bir duvarın arkasında bir şey görmüş gibi oldum. Bakar bakmaz jet hızıyla kaybolmuştu. Yorgunluktan hayalde görmüş olabilirdim. Boş verip diğerlerinin olduğu yola girdik. "Hadi bakalım, devam ediyoruz. Issac nihayet doydu" "Doymadım... Doymak zorunda bırakıldım" Sessizce güldüğümde bana o simsiyah gözlerini kısarak baktı. Yola devam edeceğimiz sırada içimden bir şey unuttuğum geçti. Etrafıma bakındım... Yayımı nereye koymuştum? En son duvara yaşlanmış bir şekilde bırakmıştım. "Yayımı unuttum hemen geliyorum" dediğimde başlarını sallayarak tamam dediler. Aynı yola girdiğimde yayımı bıraktığım yere baktım lakin orada değildi. Ben başka bir yere mi koymuştum? Kaşlarımı tekrardan çatıp biraz yürüdüm. Yayım yoktu. Ellerimi yumruk yaparak gözlerimi ovaladım. Göz göre göre Luis'in bana verdiği yayı kaybetmiştim ama buraya koyduğuma emindim. Hafif bir rüzgâr esti. Kahverengi kır saçlarımın bazı tutamları bu rüzgârla geriye doğru uçtu. Başımı çevirip geriye döndüğümde başka bir yolda gördüm onu. Biz oraya gitmemiştik bile yayımın orada ne işi vardı? Burası karışık bir labirentti. Her yer her yere benzediği için atış yaptığımız yeri bile unutmuştum sanki. Yaya doğru ilerlediğimde bir çıtırtı sesi geldi. Böcekler de cızırtı çıkartabilirdi öyle değil mi? Kasılıp gevşeyen kaburgamın düzeni değişmişti. Daha fazla oyalanmadan yay ile aramda olan yaklaşık 5-6 metreyi aşarak oraya vardım. Yayım başka bir gidiş yolunun ucunda duruyordu. Ben herhangi bir yere girmemiştim lakin yayım sanki yer değiştirmişti. Elimi tedirgince uzattım. Yay benim yayımdı, desenleriyle, rengiyle, anılarıyla benim yayımdı. Elimi o desenlerin üstünden geçirdim. Altın görünümlü desenler aynıydı. İçimde başka bir sıkıntı ve gerginlik vardı. Ne olduğunu çözemiyordum. "Malia hadisene!" Karşı yoldan bana seslenen Nino'yu başımla onaylayarak, "Geliyorum" dedim. Diğerlerinin yanına gittiğinde yayın ortasından tutarak elime aldığımda bütün bedenimi sallandıracak aynı sesi duydum. "Pişt!" Her arkamı dönünce duyduğum sesler korkunçtu. Birisi sürekli Pişt diyordu. Bu ya benim aptal zihnimin ya da dalga geçmek isteyen diğerlerinden birinin yaptığı bir oyundu. Az önce Carl yapmıştı ama şuan yalnızdım. "Nihayet delirdin Malia" kendi kendime mırıldanıp diğerlerinin yanına gideceğimde bu sefer de ayak sesleri duydum. Bu sadece zihnimin oyunuydu ikna olmuştum. Sesli bir iç çekip bu sefer durmadan kesin olarak yanlarına gideceğim an sol kolum büyük bir baskıyla çekilip sırtıma yaslanıldı. Korkuyla çığlık atacağım sırada ağzıma kapaklanan büyük siyah eldivenli elle engellendim. Yayım elimden düştü. Beni yayı koydukları başka bir yola açılan yere soktular. Başka bir yol... Kaybolmam icin açılan bir yol... Kalbim hiç atmadığı kadar hızlı attı. Normalde de durduk yere hızlanırdı ama şuan hepsinden daha farklıydı. Ağzımı tutan ve sol kolumu sırtıma yaslayan kişiye dönüp bakmak için boynumu sakinleşip yana doğru çevirdiğimde ne olduğunu bile anlamadan yana çevirdiğim boynuma sivri bir şey batırıldı ve ben donup kaldım. Bir şırıngayı boynuma saplamışlardı. Aniden gözüm karardı, etraf bulanıklaştı. Beynim çınladı. Cırcır böceklerinin çıkardığı bir sesle kulağım çınladı. Hâlâ ağzımda duran siyah eldivenli el gevşedi, tıpkı benim gibi... Yerimde sendelenip bilincimi kaybetmeden önce "Malia!" diye seslenen Luis'in sesini duydum. Gözüm kapandı, şuan bir tuzağa düşmüştüm. Ecelime giden yola ilk adımı atmıştım. 🕸🕸🕸🕸🕸 Gözlerim yavaşça aralandı, başım dönüyordu. Ne olmuştu? Neredeydim? Luis neredeydi? Diğerleri neredeydi? Ölmüş müydüm? Beynimde, elimde ve ayaklarımda karıncanlanmalar vardı. Kahverengi uyuşan gözlerim olduğum yere bakınmaya başladı. Kapalı ve karanlık bir alandaydım. Önümde siyah örtülü beş metre kadar bir masa vardı. Duvarlarda kan izleri. Kırmızı ve siyah kanlar ayırt edilemiyordu ama evet siyah kan da vardı. 10 tane minik yuvarlak lamba vardı. Bu lambalardan ışık çıkmıyordu, yanıp yanıp sönüyorlardı. Çıkardıkları cızırtılı ses beni uyuşturuyordu. Lambaların saniyede bir çıkardığı ışıkla görmüştüm. Üst üste dizili birkaç raf vardı. Silah, ok, bıçak, hançer, kerpetene kadar bir sürü alet vardı. Karşımda büyük bir sandalye vardı. Tek sorun sandalyenin her yerinde ucunun sivri olduğu apaçık belli olan dikenlerin olmasıydı. İşkence aleti gibiydi. Bir tane normal bir insan boyutu için düz siyah yatak vardı. Bu yatağın üstünde bir musluk vardı. Çinlilerin yaptığı gibi su yoluyla olan işkence aletiydi. Gözlerimi ardına kadar açarak etrafımdaki bu lanet eşyalara bakarken bir anda zihnim benim neden burada olduğumu sorguladı. Benim burada ne işim vardı? Kıpırdamaya çalıştım. Beynim nihayet çalışmaya başlamıştı. Ellerim arkadan ince beyaz bir halat ile bağlanmıştı. Ayaklarımı kendime doğru kırmıştım onlar da beyaz ince halatla bağlanmıştı. Saçım başım dağılmıştı ağzımda ise arkadan düğüm atılmış bir bez vardı. Gözümü kapatarak bunun sadece bie kabus olmasını diledim. Ama tekrar açtığımda farkettim kabus değildi. Bunu kilidi açılmaya çalışılan demir bir kapıdan farkettim. Anahtarla kapı açılmaya çalışılıyordu. Açıldıktan sonra içeriye tamamen siyah giyenen iki kişi girdi. Yüzlerinde maske vardı. Birisi elini duvara uzatıp lambayı açmıştı. Karanlıkta belli olmayan küçük yuvarlak paslı bir avize vardı. Doğrudan benim gözlerime bakmışlardı. Boyları benden çok daha uzundu. Aramızda 25-30 santim bile olabilirdi. Ellerimi kurtarmaya çalıştım ama direnmem faydasızdı. Bugün ölecektim. "Umarım buraya getirilirken fazla acı çekmemişsinizdir. Adamlarım bir bayana nasıl yaklaşılır daha idrak edemediler" umursamazca bakıyordum. Az öncekinin aksine şuan korkmuyordum. Ölümü kabullenmek yaşamaktan daha kolaydı. Ağzım bağlı olduğu için konuşamıyordum. Dahası konuşmak da istemiyordum. Benimle ilk konuşan siyah saçlı adam yanındakine işaret verdi. Benim yanıma gelip eğildi. Ben göz teması kurmamaya çalışıyordum. En son ellerini başımın arkasına götürdü ve düğümü çözüp bezi ağzımdan çekip siyah ceketinin açık fermuarlı cebine koydu. Konuşmuyordum gayet sakindim. Hatta bu onları da şaşırtmıştı. "Bizden korkma sizin iyiliğinizi düşünüyoruz" Cevap vermedim. Yana doğru bakıyor yüzlerine milim dahi dönmüyordum. "Ben Franky... Sana şuan zarar vermeyeceğiz diğerleri için yapmak zorundaydık." 'Diğerleri için' neden herkes diğerleri için uygun olmayan şeyler yapıyorlardı. "Ne istiyorsunuz benden" diyerek konuşmaya başladığımda Franky kollarını göğsünde topladı. "Senden istediğimiz şeyi yaptın zaten, yayını almak için geri döndün. Diğerlerinin buraya gelmesi için bunu yapmamız lazımdı. Haliyle hepinizi bir anda öldüremeyiz. Sindire sindire..." deyip ciddi bir sesle konuştu. Hiçbir şey anlamamıştım. Benim yayı unutacağımı nereden biliyorlardı da almamı beklediler? Tekrardan sessizliğe gömüldüğümde Franky yanıma gelip bir dizinin üstüne çömeldi. Başımı ona çevirdim. Sol şakağında derin bir yara izi vardı. Muhtemelen bıçak iziydi. Gözleri koyu kahverengiydi. Bana olan bakışlarında güven vardı. Ama ona karşı tek bir güven patırtısı bile hissetmiyordum. "Bize güvenmeniz gerek belliki siz tek başınıza halledemiyorsunuz o vakit biz yaparız. Sizi buradan çıkartabiliriz." "Size inanmam için ufacık bir sebep söyle" dediğimde gözlerini yumup ofladı. "Yok, ama buradan yürüyerek kurtulamazsınız. Diğer arkadaşların nasıl kurtulduysa siz de o şekilde çıkacaksınız buradan" Şimdi anlamıştım, bu adam beni kaçırarak Luis'lerin beni bulmak için buraya gelip tuzağa düşmesini istiyordu. Diğerleri benim için buraya gelince hepimizi acımadan öldüreceklerdi. Burada birden fazla işkence aleti vardı bizi acı çektire çektire öldüreceklerdi. Yutkundum, yine bu psikopatla göz göze gelmemeye çalıştım. "Senin için gelecekler" Ona bakmadan cevapladım. "Buna emin olamazsın" "Eminim, kimse gelmese bile Luis gelir. O gelirse hepsi gelir" "Luis'in geleceğini nereden biliyorsun?" "Luis seninle mezara bile girer. Sadece senin için değil hepsi için. Kimseyi yarı yolda bırakmaz. Diğer herkes için her şeyi yapar. Kendini ölüme bile atar. Emin olduğum tek şey bu kapıdan ilk önce onun gireceği" diyerek girdikleri demir kapıyı işaret parmağıyla gösterdi. Gözlerim yine karardı. Tedirginleştim. Benim yüzümden bu sefer hepsi ölecekti. Bunu kaldıramazdım, öyleki beni öldürmelerine bile gerek kalmazdı. Çünkü ölüden beter olurdum. Kendimi bu sefer komple kilitlerdim. Kilidimi hiçbir anahtar açamazdı. İstediğim tek şey gelmemeleriydi. Gelmemelilerdi... Bu acıyı bana yaşatamazlardı. Onların ölümünü izleyemezdim. Özellikle Luis'in, Teo'nun, Leo'nun, Issac'in, Lucas'ın, Stewart'ın ve Alex'in ölümünü izleyemezdim. Bu acı katlanılamaz kadar büyüktü. Franky ve diğer arkadaşı beni burada yalnız bırakıp lambayı kapatmış ve kilitlemişlerdi. Beni karanlığa sürüklemişlerdim. Karanlık yalnız olunduğu zaman bir faciaydı. O faciayı yaşamak benj korkutuyordu. Korkuyordum... Ben korkağın tekiydim. Kendimi kandırıyordum, ne olacaktı yani yayımı unutmasaydım. Ne olacaktı yani bir ses duyduğumu Luis'e söyleseydim. Ne olacaktı yani birkez daha benim yüzümden ölüme ip üzerinde yürümeselerdi. 'Korkağın tekisin Malia... Sen hem korkak hem aptalsın' iç sesim yalan söylemiyordu. Doğruydu aptal ve korkaktım. Bunu düşünürken zihnimde bir ses yankılandı. 'Bence oldukça cesaretlisin' Luis'in sesini duyunca başımı yana doğru salladım. Gözüm yine doldu. Burnum sızlayınca gözlerimden yanaklarıma süzülen yaşlara engel olamadım. "Değilim Luis... Cesur değilim! Ben korkuyorum, size bir şey olmasından korkuyorum... Ben cesur falan değilim..." deyip iç çeke çeke başımı arkamdaki duvara vurdum. Zihnim yine susmadı. Onun sesi karanlık sessiz oda da yankılanıyordu. 'Çok cesursun... Ama cesur olmak yetmiyor. Bir de güçlü olman lazım. Aslanlar da cesurdur ama güçlü olmadıkları sürece avlarını alt edemezler.' İçimden ses çıkarmamaya çalışarak ağladım. Bir kere hıckırdığımda başımı arkadaki siyah duvara yasladım. "Lütfen gelmeyin... Lanet olsun Luis, lütfen gelme!" İçimden defalarca aynı şeyi tekrarlayarak dilemeye başladım. Gerçek olması için kendimi öldürebilirdim. Ama gelmemeliydiler. Onların cesetlerini yanı başımda, dibimde, gözümün önünde benim yüzümden akan kanları göremezdim. Önce beni öldüreceklerdi bu ateşde yeterince yanmışken başka bir ateşi daha kaldıramazdım. "Ne olur gelme Luis... beni seviyorsan gelme" ... |
0% |