@darklightssx
|
(Yorum yazmayı ve hikayeyi oylamayı unutmayın... iyi okumalar♡♡♡) "İnsanları asla zaaflarından vurma" Yüzü kanla kaplanmıştı ama bedenin de bir acı hissetmiyordu. Silah sesi hâlâ kulaklarında çınlarken titrek bir şekilde gözlerini açmasıyla kahverengi gözlü adamın gözleri açık, alnındaki korkunç kanamayı görmesi bir oldu. Adam bir anda üstüne düşünce geri çekildi. Aldığı nefesler o kadar derin ve can acıtıcıydı ki elini kalbinin üstünde tutup sakinleşmek bile imkansızdı. Teo hemen kabus görebilecek ve korkunç görüntüleri zihninden silemeyen biriydi. Bu görüntü de Max'ten sonra zihnine girecekti. "İyi misin?" Korkuyla kafasını salladı. Diğer ela gözlü adam arkadaşının alnından ateş etmiş ve onu göz açıp kapayıncaya kadar öldürmüştü. Sadece saniyelik bir farktı. Bir saniye bile gecikseydi o mermi Teo'nun kafasının içinden geçecek ve öldürecekti. Teo yüzüne fışkıran kanları eliyle temizlerken bağırış ve koşan ayak seslerini duydu. O an duraksadı çünkü Leo'nun sesini duydu. Bağıran kardeşinin sesini duymak bile ona yeterdi. Bir dakikaya kalmaz Luisleri görünce sanki üstünde ki bütün yükler buhar olup uçmuştu. Kalbi bir kuş gibi çarparken onların yanına doğru koştu. "Teo!" Leo diğerlerinden hızlı bir şekilde koşarak kardeşine ulaştı ve huzur içinde sımsıkı sarıldı. Gözlerinden korku, rahatlama ve mutluluk gözyaşları akarken kardeşine ölene kadar bu şekilde sarılmayı diledi. Onun kardeşinden başka kimsesi yoktu. Diğerleri kardeşlerinin olduğunu bile bilmiyor ve hatırlamıyordu. Bu onlar için çok değerliydi. "Özür dilerim" dedi ve biraz geri çekildi. Kardeşinin yüzünde ki kan damlalarından yaralandığını düşündü ama öyle bir şey olmadığını anlayınca bu hayatta verdiği en rahatlatıcı ohlamayı verdi. Sonra aniden kaşlarını çattı. "Bir daha nereye gidersem gideyim peşimden gelmeyeceksin. Amacın beni kalp krizi geçirterek öldürmek mi?" Kestane rengi saçları terden alnına yapışmıştı. Eliyle alnını sildi. Teo kafasını biraz eğdi sanki bu olanlar onun suçuymuş gibi özür diledi. "Girdiğin her çukura gideceğim Leo! O çukurda ölüm olsa bile gideceğim! Seni yalnız bırakmaktansa ölüm ile burun buruna gelmeye razı-" daha sözünü bile bitirmeden Leo omzundan çektiği gibi yine sarıldı. "Eğer benim yüzümden ölseydin asıl kendi çukurumu ben kazardım. Eğer ölürsen seni gömmek istemiyorum, ölmeni istemiyorum. Ve söz veriyorum ben de gittiğin her çukura gideceğim. O çukurda ölüm olsa bile gideceğim!" Kardeşinden ayrıldı ve söz veriyorum işareti yaparak parmaklarını birleştirdi. "Kardeş sözü veriyorum... ama yinede ölme" tereddütle başını salladı. Malia, Leo ayrılır ayrılmaz Luis'i beklemeden Teo'nun boynuna atladı ve hıçkırırarak ağlamaya başladı. Az önce çıkan silah sesinden dolayı öldüğünü düşünmüşlerdi ve dehşete düşmüşlerdi. Ondan ayrılınca yüzündeki kanlara baktı ve eliyle silip tekrar sarıldı. "İyisin değil mi? Bir daha bunu yapma... lütfen! Yanımdan ayrılma, Leo'yu sakinleştiriceğim dedim silah sesi yüzünden ayakta felç geçirdim" dedi ve Teo'nun yüzüne baktı, burnunu içine çekip gözyaşlarını dökmeye devam etti. Teo onun ağlamasını veya korkmasını istemiyordu. O da yeteri kadar korkmuş ve gerilmişti ama bu olayın burada kapanmasını istiyordu. Malia'nın gözyaşlarını sildi ve ona sarılırken saçlarının arasından bir abi edasıyla öptü. Malia'nın ilk sıcak teması kardeşi gibi gördüğü Teo'dandı. Luis sakinliğini koruyordu, tebessüm etti ve sıkıca sarıldı. "Bir daha bize de haber ver" başıyla onayladı. Diğerleride sarıldıktan sonra Luis kahverengi gözlü adamın yerde duran cesedine doğru gitti. Yakından bakınca kafasından vurulduğu ve merminin alnından çıktığını gördü. Elinden düşmüş olan silah hemen kolunun altındaydı. O an anladı Teo gerçekten de ölüme gidecekken kurtulmuştu. "Kim vurdu bunu?" "Koyu ela gözlü ve gözünün altında yara izi olan siyah maskeli bir adam. Bu beni öldürecekti normalde bir işi çıktığını söylediğinde yanımızdan ayrıldı. Sonra..." Luis elini kaldırıp sözünü kesti. "Yolda giderken ayrıntılı anlatman gerekecek. Sana söyledikleri veya kendi aralarında konuştukları her şeyi kelime kelime en inci ayrıntısına kadar hatırlaya bildiğince anlatmalısın. Belki bu bizim için bir kurtuluş yolu olur." dedi. Isaac çantasından beyaz bir mendil çıkardı ve Teo'ya uzattı. "Önce yüzündeki kanı temizle ama." mendili aldı ve yüzünü silmeye başladı. Luis o esnada adamın kolunun yanındaki silahı aldı ve mermi olup olmadığına baktı. İçinde mermi vardı bu onlar için bir nevi korunma yolu olabilirdi. Silahı pantolonunun cebine soktu ve tam yollarına devam edecekken duraksayıp tekrar cesede baktı. "Gelsene!" Cesede doğru eğildi ve kanları umursamadan adamın ceplerini kurcaladı. Cepleri kısmen boştu. Pantolon cebine bakarken eli bir şeye değdi. Cebin içinden çıkan yıpranmış bir kağıttı. Ama işe yarayabilirdi. Kağıdı diğerlerinin yanına giderken açtı. Kağıttaki yazıya anlam veremeden bakıyordu. 'Yapmanız gereken tek şey ARTIK UYANMAK!' yazıyordu. Kaşlarını çattı ve sinirle nefesini verdi. "Bu konu hakkında bir şey biliyor musun?" Kağıdı Teo'ya uzattı. Usulca başını salladı. "Birkaç şey anlattılar." "Ne dediler?" "Artık uyanmamız gerektiğini söylediler, kağıtta yazdığı gibi" "Her şeyi en baştan anlat Teo" "Tamam" 🕸🕸🕸🕸🕸 Malia'nın anlatımıyla "Alnıma doğrulttu sonra silahı, gözüm kapalıyken ateş sesi geldi. Onun ela gözlü arkadaşı beni öldürmesin diye onun kafasından ateş ederek öldürmüş. Hayatımdaki en gergin anları yaşadım cidden. Bir an öldüm sandım, rahatlama girdi içime" Teo anlatırken ben defalarca kez ölmüştüm. Silah sesi tüylerimi ürpertmişti zaten. Ses mağarada yankılanırken sanki bana ateş edilmiş gibi acı çekmiştim. Teo anlatırken Leo ellerini yumruk yapmıştı. Her sözünde kendisini suçluyordu. "Onların amacı bizi öldürmek mi! Bu iyi bir şeymiş gibi bahsediyorlar. 'Uyanmanızı' da ne demek? Bize tuzak falan mı kuruyorlar?" Delly her şeyi sorgularken Luis tek bir cevap bile vermemişti. Sanki düşünerek bu gizemi çözecekti. "Bu infaz emri nereden geliyor?" O an duraksadık. Teo bir infaz emrinden de bahsetmişti. Bizi öldürmek için emir alıyorlardı ama şuana kadar kimse silahla öldürülmemişti. Labirent virüsünden veya dikenli sarmaşıklardan ölmüşlerdi. Onların amacı tam olarak neydi? "Ben de aynısını sordum, 'seni ilgilendirmez' dedi. Onları görenleri öldürüyorlarmış." Luis kaşlarını çattı ve ona döndü. Ben hiçbir şeye anlam veremiyordum. Gizem çözmek bana göre değildi. "Onları sen görmedin, onlar seni gördü! Bu durumda seni öldürmemeleri hatta oradan uzaklaşmak için her boku yapmaları gerekiyordu. Onları sen görmedin, Leo gör-" şimdi anlamıştı. Duraksadı ve Leo'ya baktı. Gözlerini ardına kadar açmış bu gerçeği sindirmeye çalışıyordu. "Seni ben sandılar. Onları ben gördüm ama ikizimsin diye seni öldüreceklerdi." Teo kafasıyla istemeye istemeye onayladı. Leo sinirle ona doğru yürüdü. "Mal mısın oğlum sen, ben o değilim deseydin ya, ölmek mi istiyorsun!?" bütün mağara Leo'nun sesiyle inlenince yukardan birkaç minik taş düştü kafama. "Niye söylemedim acaba? Kardeşimin peşine düşüp onu öldürmelerini ben niye kabul etmedim. Bu kesinlikle mallık zaten Leo" Onu korumak için yapmıştı ama Leo bunu istemiyordu. Ama biliyordu ki o da olsa böyle yapardı. Her şeyi düzeltip buradan çıkmak için tekrardan yürümeye başladık. Etrafıma bakıyordum, duvarlar harabe içindeydi. Kafama tozlar düşmeye devam ediyordu. Mağaranın tavanına bakar bakmaz lanet tozlar biraz gözüme girdi. Gözümü ovaladım açamıyordum, şuan çok pis yanıyordu. "İyi misin?" Luis ne olduğunu sorduğunda gözümü açmadan daha doğrusu açamadan kolunu tuttum. "Toz girdi gözüme, bu tavan üstümüze çökmez değil mi?" diye konuştuğumda tuttuğum kolunu sertçe çekti. Gözümden yaşlar geliyordu birisi üflediginde zorla açtım ve kolunu tuttuğum kişiye bakıp biraz sinirlendim. "Teo geldi işte, onun kolunu tut! Bana elleme, erkek virüsü!" Erkek virüsü mü!? O kadar kişi varken en manyağına denk gelmiştim. Frost'a omuz silktim. Mağara da umursmazca ve elim gözümü ovlayarak yürürken laf atmadan duramadığım için cevabını verdim. "Galiba senin bana alerjin var" diye daldım olaya. Şahsen benim ona alerjim vardı. "Hem de çok, yanıma gelince ellerim kaşınıyor. Kesinlikle alerjik" hissedebiliyordum "O ellerini senin münasip bi-" "Malia!" diye susturdu Luis şaşırıp gülerek. Bana mı gülüyordu? Başını iki yana salladı ve işaret parmağını bana alayca salladı. "Size bu sözcükler hiç yakışmıyor bayan Miller" sanki ondan öğrenecektim. "Ahh lütfen gelip yakıştırsanıza! Sinir sistemimi bozmayın bay tsunami gözlü, dağ ayısı!" Herkes bana bakıyordu. Galiba sinir hastası olmuştum. Deminden beri ağlıyordum ve şizofrene döndüm. Luis bana dudaklarını kıvırmış bakıyordu. Onu sinir etmeye çalışıyordum ama sanki hoşuna gitmişti. "Laflarınız boyunuzu aşmış bayan Miller" kollarımı birbirine doladım. Sonra bir elimi çeneme götürüp yeni lafımı doğrudan yapıştırdım. "Ben de niye bu kadar uzun olduğunuzu düşünüyordum. Belli ki bütün işi bir yana bırakmış laf taşıyorsunuz bay tsunami göz" Yüzü soldu bu lafım fazla mı ağırdı acaba. Issac elini ağzına götürüp güldüğünde ağzının payını laf sokarak verdiğimi anladım. Bu benim sorunum değildi. Birisi bana laf atarsa otomatik olarak ben de atardım. Hem de deprem etkisi bırakacak lafları düşünmeden söylerdim. Bünyem bana alışmıştı sanırım. "Bir şey demeyecek misin?" Ben ne zaman akıllanacaktım acaba... Gözlerindeki bakış benim uğraşmak istemediğini ve benim kazanmış olduğumu söylüyordu. Boynunu iki kez çıtlattı ve sadece "Aptal yaratık" dedi. Ben değil sanki zihnim konuşuyordu. Çok açık sözlüydüm. "Sen de seviye atlamış halisin" birisi kolumu çekiştirdi ve boğazını temizledi. "Malia sen bu zamana kadar bunları söylemek için mi bekledin? Tak tak tak lafı beklemeden atıyorsun." Harry şuan umrumda bile değildi. Neden sinirliyken benimle konuşuyorlardı. "Birinizde biz konuşurken araya girmesin be! Şuan kim olsa patlayabilirim. Bunu idrak etmek çok mu zor? Belli ki beyninizde bununla ilgili sorunlar var. Keşke laf bir top olsada kafanıza atıp nöronlarınızı düzeltebilsem, komple girerdi belki bu sefer. Hem boydan hem..." lafın devamı çok kötü bir yere giderken yine birisi beni durdurdu. "Malia!" Bu sefer beni durduran kişi Teo'ydu. Ona asla bir şey söyleyemezdim. Hepsi o kadar garip bakıyorlardı ki bana Galiba hepsini kızdırmıştım. "Neyse bu size ders olsun, sinirliyken bana yaklaşmayın!" dedim ve bilmediğim bir yoldan yürümeye devam ettim. "Sen Malia'ya boşuna yaratık demiyormuşsun anlaşılan Luis. Bu sincap biraz sorunlu. Benim birkaç günde düşünemeyeceğim lafların hepsini sana soktu" diğerleri gülmeye başlayıp benim gittiğim yoldan gelmeye devam ettiler. Isaac'i bu yüzden seviyordum. Olayları pek ciddiye almıyordu ve espriden anlıyordu. Yanıma geldiklerinde her şeyi unutmuş gibi davrandım. Bazıları bana sinirden gülüyordu. Bazıları da söylediğim lafları daha sindirememişti. O bazılarında sevgili liderim Luis de vardı. Bana sinirli bakıyordu. O bakışları alaycı bir bakıştı. Önden yürürken beni umursamadan omzuma yavaşça omuz vurup geçmişti. Sanki şuan bana trip atıyordu. Yanımdan giderken hızlı adımlarla yanına gidip sol kolunu tuttum. "Trip mi atıyorsun bir de! Çocuk musun sen?" Kolunu çekti ve omuz silkti. Şaşkınlıkla yüzüne bakıyordum. "Sana senin gibi karşılık veriyorum, gör bakalım nasıl oluyor?" Hadi ama! Benim kendime tahammülüm yoktu. Bir de bu mu çıkmıştı başıma? "Şaka mı yapıyorsun?" Cevap vermedi. Teo yanıma gelip, "Ne yaptın ettin nihayet Luis'in de ayarlarını bozdun." dedi ve saçımı karıştırdı. Oflayarak kolunu hiç bırakmamak üzere tuttum. Teo'nun yanı benim kolumdu. Mağara o kadar büyüktü ki bir an labirentte olduğumuzu unutmuştum. Şuan korkmuyordum. Sanki bütün korkularım sadece sevdiklerimin zarar görmesiydi. Kimseye bir şey olmasını istemiyordum. Az bir süredir birlikteydik en fazla bir ay olmuştu ama onları o kadar sahiplenmiştim ki tek bir sorun olunca bile kalbime iniyordu. Teo'yu bulmadan önce çıkan silah sesinin onu vurmaması her şeye bedeldi. 🕸🕸🕸🕸🕸 Mağaranın çıkışını bulmak birkaç saatimizi almasına rağmen nihayet çıkabilmiştik. Mağaranın çıkışında mola vermek için durduğumuzda hemen Teo'nun yanına gidip omzuna yattım. Uzun zamandır bu kadar rahat değildim ve şuan en mutlu anımdı. Sanki üstüme rahatlık örtülmüştü. Benim kafam Teo'nun omzunda. Teo'nun kafası ise benim kafamın üstünde kır saçlarımın arasındaydı. Bir süre uyuyamadık ve uzunca sohbet ettik. Issac bizim sesimizden rahatsız olup uyuyamadığı için birkaç sefer bizi azarladı ve marul verdi. Onun sayesinde marulu seviyordum. Karanlık bir ara bana korkutucu gelmişti ama sanki onunla bütünleşmiştim. Beni korkutmuyordu. Sadece rahatsız ediyordu. Meşale, ışığı benim güneşimdi. Hem az da olsa ıslatıyordu hem de ışık kaynağıydı. Eski zamanlardaki insanlar oldukça zeki olmalılardı. Mantıklı bir iş çıkarmışlardı. Sabah damla damla yüzüme akan sularla gözümü açmıştım. Yağmur mu yağıyordu? Gözümü açıp baktığımda sinir bozucu bir şekilde göz devirdim ve gülüp yine gözümü kapattım. Isaac tam bir ruh hastasıydı. Hiç bitmeyen marulunu ıslatmış o marul suyuylada beni ıslatıyordu. "Ya bi' yürü git!" Elimle bir sineği kovar gibi ona vurduğumda bu sefer sanki üstüme dolu yağdı. "Gerizekalı!" Bu sefer suyu olduğu gibi üstüme dökmüştü. Yanımdaki Teo da ıslanıyordu ama benim gibi hırçın olmadığı için şikayetçi değildi. "Uyansana artık minik sincap!" "Sana ne be!" Elimle yüzümü kapattım. Ne yaparsa yapsın umrumda değildi derken saçlarımın arasınında ıslandığını hissettim. Saçlarımın arasından da yine yüzüme akmıştı. Sinirden çığlık attım ve elinde ki çanağı alıp bütün suyu yüzüne vurdum. Yerde bağdaş kurmuş ve gözünü kapatmış gülüyordu. Beyaz tutamlı saçları alnına yapışmış su akıtıyordu. Sonra duvarın yanına yaklaştı ve yanıma oturup kulağıma fısıldadı. "Bu şekilde hem gıcık hem de çok eğlenceli oluyorsun. Buradaki herkes emekli olmuş amcalar gibi. Aramızda kalsın ama en çok Luis öyle." Elimle ağzımı kapatarak güldüm. İkimiz de ıslanmış bir şekilde dedikodu yapıyorduk. "Luis zaten bir kaya! Eğlence onun istasyonundan geçmiyor malesef." sessizce güldük. Arkasından en son konuştuğumda beni dinliyordu ama şuan çaprazımda oturmuş kafasını arkaya yaslayarak uyuyordu. Bu şekilde boynu tutulurdu. Neden düzgün bir şekilde uyumazlardı ki! "Uyumayı da biz öğreticeğiz anlaşılan. Baksana boynu tutulacak!" Kafasını salladı. "Boynunun tutulmasına alışık o merak etme." Sanki bir yanım yanına gitmemi söylüyordu. Beni ilgilendirmiyordu ama canımı sıkmıştı. Bir insan niye kendini hiç önemsemezdi. Luis o kadar umursamıyordu ki bu şekilde uyuyordu. Ayağa kalktım sanki beni çekiyordu. Pürüzsüz yüzü o kadar güzel görünüyordu ki uzun bir süre bakılı kaldım. "Luis!" seslendim ama duymadı hatta kıpırdamadı bile. "Luis!" Kollarını birbirine dolamış ve sağ ayağını kendisine çekmiş, sağ kolunu da üstüne koymuştu. Kafası o kadar yamuk duruyordu ki kesin tutulmuştu. "Luis, uyansana! Off" Ellerimi kafasına uzattım saçları elime değdiğinde bir sızı girdi içime. Ona dokunduğumda niye canım yanıyordu. Elim saçında biraz uzun durmuştu. Kafasını nazikçe kolunun üstüne yatırmaya çalışırken gözünü açtı ve bana bakıp gülümsedi. Kalbim o an çıkacak gibiydi. Utanarak yüzüne bakıyordum. Bir heykel gibi kalmıştım önünde. "Beni bu kadar önemsediğinizi bilmiyordum bayan Miller" Bana oyun mu oynamıştı? İçimden bir ses Isaac'in de bu oyuna katkısı olduğunu söylüyordu. Kahverengi dalgalı saçını hâlâ tutarken intikamca gülümsedim ve hiç düşünmeden yukarı doğru çektim. Güldü, saçını benden kurtarmak için çekti ve acıyla inledi. Diğerleri de bizi izlerken gülüyordu. Isaac pisliğide dahil. "Az sonra aynısı sana da olacak Isaac!" Hiç umursamadan gülmeye devam etti. Ona da eğlence çıkmıştı. "Kafan kopsun Luis! Öl! Geber! Boynun tutulmasın diye gelmez olaydım. Boynun değil ama beynin tutulmuş." Ben saçını çekmeye devam ederken acıttığımı biliyordum ama gerizekalı gülüyordu. "Eğer şu pençelerini saçlarımdan çekmezsen az sonra eğitim almayacaksın!" dediği an önce küçük bir şok geçirdim sonra elimi saçından çektim. "Seni dövmek en seveceğim aktivite olacak" dudaklarını kıvırdı. Tek kaşını kaldırdı ve alayca başını salladı. "Az önce öyle değildi ama. Bu arada sana daha önce de söyledim, insanların arkasından konuşmak güzel bir şey değil." Omuz silktim. Resmen benimle dalga geçiyordu. Aslında sadece göz dinlendiriyordu ve diğerleride bunu biliyordu. Ne zaman gerçekten uyumuştu ki? Isaac bundan faydalanıp beni tuzağa düşürmüştü. "Aynılarını yüzüne bakarak da söylerim." "Söyle." dedi benim gibi dengesiz birine. Önüme düşen saçlarımı arkaya attım hâlâ ıslaktı. Boğazımı temizledim ve elimi açıp parmak sayarak sırayla saydırmaya başladım. "Sen odun, kaya, taş, düşüncesiz, psikopat, eğlence yoksunu, sıkıcı, bencil, tuhaf ve gıcık birisin! Daha varda saymaya üşeniyorum." Herkes gülmeyi keserken o sadece yüzüme baktı. Hiçbir şey söylemedi. Yalandan bir tebessüm kapladı yüzünü. Gözleri başka yüzü başka konuşuyordu. Yüzündeki o solgun bakış can sıkıcıydı. Her zamanki gibi anında pişman olmuştum. Neden bu kadar dobra bir insandım ki? "İyiymiş, beni tanıdığına sevindim" "Sen bana ne derdin? Sinir bozucu, aptal ve yaratık demekten başka ne diyorsun?" Hâlâ kendimi savunduğuma inanamıyordum. İç sesim benden daha zekiydi. Keşke o konuşsa ben sussaydım. Yine sustu. Ne o bir şey söyledi ne de diğerleri. Küçük bir şaka yapmışlardı ama galiba yine uzatmış ve aptalca saçmalamıştım. "Yahu biz az önce gülüyorduk, ne ara suratları astık ya?" Ron sessizliği bozduğunda emin oldum, her şeyin yine içine etmiştim. "Ben senin yüzüne kötü olan hiçbir şeyi söylemezdim! Ama seni anlatan en doğru sözcük aptal olman! Eğlencelisin, komiksin arada sırada etkileyicisin ve genel olarak da sinir bozucusun. Burnunun dikine gidiyorsun. Kelimelerini hiçbir şekilde tartmıyor direkt söylüyorsun. Sana kötü olan bir şey demem ama her sözüme karşılık vermen gerçekten rahatsız edici Malia." Teo'ya döndü. Beni işaret ederek, "Okçuluğa sen çalıştırırsın. Eğer sorun çıkartırsa da biraz dövüşmeyi öğretirsin." dedi ve dizinden destek alarak ayağa kalktı. Yeni ne yapmış etmiş onu sinir etmiştim. Tam bir gerizekalıydım, ne olacaktı yani boş çenemi kapalı tutsaydım. "Sen öğretecektin ama..." "Ben neden seni düşüneyim ki? Bencil herifin tekiyim ben. Kendi işini kendin gör." Trip mi atacaktı yine? Geçen sefer attığında çok kısa sürmüştü. Bana tahammül etmek o kadar zordu ki küsmek isteyeni birkaç dakikada yoldan çeviriyordum. Labirentte bizden uzaklaşmak için bir yola girmişti. Tıpkı köyde yaptığı gibi canı sıkıldığında yalnız kalmak istiyordu ve çekip gidiyordu. Ne kadar peşinden gitmek istemesemde gittim. Karakteristlik özelliklerimde pek özür dileyen biri değildim. Ama pişmandım, kendimi affettirmem gerekiyordu. Kimsenin bana somurtmasını ve özellikle trip atmasını istemiyordum. Yine aynı pozisyonda yerde oturmuştu. Sol ayağını kendisine çekmiş, sağ ayağını da uzatmıştı. Sol kolu sol dizinin üstündeydi ve başını duvara yaslamıştı. "Trip mi atacaksın yine?" Cevap vermedi. "Şaka yapmıştım sadece" umrunda bile olmadı. "Özür dilerim." bir saniye bile dönüp bakmadı. "Eşeklik ettim." Hareketlendi ve kafasını onaylayarak salladı. Uzun zamandır kaşlarımı çatmamıştım ama o an çattım. "Konuş lütfen... Birisinin beni duymazlıktan gelmesi canımı sıkıyor. Özellikle o sensen" Cevap vermedi yine. Çünkü o da biliyordu eğer konuşursa öfkesi geçecek ve beni cezalandıramayacaktı. Bu duygu canımı çok acıtıyordu. Eğer buraya gelmeden öncede böyleysem galiba arkadaş edinmem biraz zor olmuştu. Bana kızması, bağırması ve özellikle trip atması can sıkıcıydı. Sanki her bir hareketinde dayak yiyordum. Bana kızdığı zaman bir şey beynime vuruyordu. Bağırdığı zaman kalbim sızlıyordu. Trip attığı zaman ise içime anlamadığım bir sıkıntı giriyordu. Bir delik açılmış ben de o deliğin içine düşmüştüm. O deliğin içinden sevdiklerimle çıkmak istiyordum. Ve evet sevdiklerimin arasında şuanlık baştan dördüncü sırada Luis geliyordu. "Beni çok iyi tanımışsınız, tebrik ederim." kolunu çekiştirdim. Konuşması bile içimi rahatlatsada bana küs veya kızgın olmamalıydı. Onun bana sinirlenmesi sık rastlanan bir şeydi ve haklı olan taraf yine oydu. Ama benim doğamda bu vardı. Aklıma gelen ilk şeyi söylüyordum, tartamıyordum bile. Galiba en kötü ama en iyi özelliğim buydu. "Özür dilerim" "Dileme, çünkü bu dileğin kabul olmayacak." "Bence kabul olacak. Hem sen beni yanlış anladın." Konuyu değiştirmem gerekiyordu. Zaten sürekli boş yapardım bana inanmayacağını biliyordum ama şirinlik yaparak belki sinirini biraz olsun alabilirdim. "Ben odun derken normal odundan bahsetmedimki. Yani sen odun değilsin işte. Eee sen... dalsın! Odun değil." güldüğünü duyunca umutlandım ve saçmalamaya devam ettim. "Sana taş derken de kötü bir şey demedim.... Taş gibi adamsın anlamında." dediğim cümleye kahkaha attığında biraz fazla saçmaladığım için düzelttim. "Somut bir şey istiyorsanda, çakıl taşı veya... ay taşı, evet! Sen bir ay taşısın. Taş derken onu kastettim. Kötü bir şey değil ki bu." Çok büyük atmıştım ama gülüyordu. "Ay taşımı? Atacak başka bir şey bulamadın mı?" "Obsidiyen mi diyeyim?" Mavi renk gözlerine gerçekten çok yakışıyordu. Bütün gün sıkılmadan onu izleyebilirdim. Bir yanlış üç doğruyu değil, üç doğru bir yanlışı götürürdü. Konuşup anlaşabilmek varken bütün doğruları götürmemeliydik. "Neyse barıştık değil mi?" Yüzüne tatlı ve şirin bir gülümsemeyle baktım. Kafamı omzuma yatırıp güldüm. "Biraz daha kalalım böyle" "Benden daha inatçısın ama" "Hep sen mi baş ağırtacaksın?" Ellerimi iki yana bilmiyormuş gibi açtım. "Bana kızgın kalmanı istemiyorum ve bana laf atma. Biliyorsun kendime engel olamıyorum, ben de laf atıyorum." Gözlerini kıstı. Dudakları ve kaşları düz bir çizgi halindeydi. "Lafların boyunu aşmış lafının nesi kötü?" Saçımı geriye attım ve ayağa kalkıp iyice doğrularak önüne geçtim. Kendimi baştan aşağıya işaret edip, "Bana kısa demeye çalışıyorsun" dedim. Hiç beklemediğim bir tepki verip o da ayağa kalktı ve tam karşımda durdu. Elini kafamda tutarak kendisine göre ölçtü. Omzuna yetişmeme 3-4 santim falan vardı. "Çünkü kısasın! Birisi sana bir şey dediğinde bir metrelik boyuna aldırış etmeden laf atıyorsun" Kaşlarım hâlâ sinir bozucu bir şekilde çatıktı. Ama tatlı ve şirin gözükmeye çalışıyordum. Onun gözleri açık olduğu için kendimi görebiliyordum. Kafamı ağaca bakar gibi kaldırdığım için onun gözünden komik görünüyordum. "Sanki senin boyun 2 metre!" Kafasını bilmiyorum anlamında salladı. "Ölçmedim ama max 1.90 var-" "Yok deve!" gözlerini o kadar profesyonel devirdi ki bir an o göz olmak istedim. "Bak işte, çok sinir bozucusun" Omuz silktim ve güldüm. Ellerimle oynayarak yüzüne baktığımda, "abartıyorsun çünkü" "Omzuma bile zar zor yetişiyorsun Malia" "Bu benim sorunum değil, seni şeker fabrikasında esnetmişler. Hem sadece ben kısa değilim... sen çok uzunsun" bahanem çoktan hazırdı bile. Kafamda tartmadan böyle şeyleri söylemek benim en iyi özelliğimdi galiba. "Ben sana niye bir şey anlatıyorum ki dönüp dolaşıp o laf beni buluyor. Bir de buradaki herkesle aranda 10-20 santim fark var ama sen kısa değilsin biz uzunuz öyle mi?" İlk kez bir laf bulamıyordum. Bu lafın altında ezilmiştim bile. Beynim durmuş ve görevini yerine getirmiyordu. Yapacak bir şey olmadığı için boğazımı yalancılıktan temizledim ve konuyu değiştirdim. "Aynen öyle! Sizde sorun var hem sen bana trip atmıyor muydun en son? Dayanamadın değil mi bana?! Tabi dayanamazsın, çünkü karşında mükemmel ötesi, vazgeçilemez ve dayanıklı bir Malia Miller var." Kendime durduk yere pay çıkardığım ve aptalca bir ego yaptığım için gülümsemişti. Madem laf atamıyordum o zaman ben de biraz kendimi överdim. Dediği tek şey, "Aynen öyle" kısa bir cümleydi. Ama bana karşı yenildiğinin de bir kanıtıydı. Kollarımı arkada bağladım ve masum bir çocuk gibi ayağımla yere bir daire çizmeye başladım. "Özür dilerim" bu sefer içtenlikle dediğim için affedeceğini biliyordum. Zaten bana ceza vermek için küçük bir trip atmıştı. Ona attığım laflardan değil bana bir ders vermek için kızmıştı. Ama bana bu bile işlemiyordu. "Dileğiniz yalnızca bu seferliğine kabul edildi bayan Miller ama eski Luis biraz geç gelecektir. Eğlence yoksunu birisinden fazlasını beklemeyin. " Ellerimi arkadan çekip önümde sevinçle çarpıştırdım. "Çocuktan farkın yok." diye beni tatlı bir imayla azarladı. Neden bilmiyordum ama onunla kısa bir süreliğine bile küs kalmak bana çok koymuştu. Reddedemiyordum, ne kadar uğraşırsam uğraşayım vaz geçemiyordum... Luis'i seviyordum. Ama arkadaşça, Teo'yu ne kadar seviyorsam onu da o kadar seviyordum. Veya ben öyle sanıyordum... 🕸🕸🕸🕸🕸 Yerde oturmuş kafamı dizime yaslayıp dinlenirken yanıma biri oturdu. Saniyeliğine dönüp bakarsam sırıtan Isaac'i göreceğimi bildiğim için umursamadım. Bu çocuk gerçekten ruh hastasıydı. "Bu kadar kızacağını bilmiyordum. Aslında kızmadın, boş yere atar yaptın." sesinden pek alaycı bir imâ yoktu. Kafamı kaldırmaya üşeniyordum o yüzden yine yüzüne bakmadım. "Hey sincap, sana diyorum!" Neden bana sincap diyordu ki? Ne saçma bir lakap! "Bu kadar gıcık atar yapacağını bilseydim gerçekten yap-" bir süre sessiz kaldı. Sonra oflamaya başladı. "Ahh dürüst olacağım, yine yapardım. Çünkü komikti." Bu sefer kafamı gülerek kaldırdım. Sinirim zaten bozuktu bir de o daha çok bozuyordu. "Sağ ol yaa!" Elini göğsüne iki kez vurdu. "Ne demek, her zaman." Sanki bir anda sinirlerim gitmişti. Sadece iki saniye falan konuşmuştum ve bütün sinirlerimi alıp götürmüştü. Galiba fazla abartmıştım. Öyle şeyler yapıyorlardı ki kendimi elektrik onları da elektriğimi atmak için olan toprak gibi görüyordum. Şuan bu vibe veriyorlardı. "Abarttım değil mi?" "Yani sanki seni kuyuya atmışım gibi davrandın. Hem Luis... neyse" hızlı bir tepki vererek anlatmasını işaret ettim. "Ne Luis'i? Anlat!" Kolunu tutup yırpalarcasına çekiştirdim ama elini ağzına götürdü ve fermuar gibi kilitledi. Yalvaran bakışlar attım. Sanki devlet sırrı verecekti. Birkaç dakika merakım yüzünden kolunu çekiştirdim. En son derin bir of çekti ve kaşlarını düz bir şekilde tuttu. Yanıma yaklaştı şuan dedikodu yaptığımız anı yaşıyor gibi hissettim. Eğer bu da bir oyunsa bir marulla Issac'i suluyacaktım. "Luis fazla eğlenen biri değil ama eğlendiren biri küçük cadı. Ve inan bana bizim yanımızda senin yanında olduğu gibi bütün acılarını unutup gülmedi." Benim yanımda gülmesinin tek nedeni aptal olmamdı. En umursamaz bir insan bile benim aptallığıma gülerdi. Bu sözünden yola çıkarak hiçbir yere varamadığım için daha açık bir şekilde anlatması için, "Yanii? Ne var bunda?" dediğimde yine ofladı ve elini yumruk yapıp hafifçe kafama vurdu. "Sen harbi malsın Malia. Luis sadece senin yanında gerçekten gülüyor diyorum." Kaşlarımı çattım. Eee ne vardı bunda? Çok mu tuhaftı bu durum. Anlamayan gözlerle simsiyah gözlerine baktığımda bıkmış bir ifadeyle kafasını omzuna yatırdı. "Offfff! Yok bir şey. Ben hiçbir bok söylemedim. Unut! Ben buraya hiç gelmedim" Yanımdan kaçar gibi kalkıp gitmişti. Sadece arkasından bakmakla yetindim. Luis'in bana gülmesinin neyi iyiydi? Kendimi mal gibi hissediyordum bana gülünce. Ama bazen o kadar sempatik gülüyordu ki yüzünün parlaklığı gözlerine yansıyordu. İnsanın gözlerinden her şey çok net okunurdu. Birisi yalan bile söylüyorsa gözler bunu anlatırdı. Mutlu mu, gözlerinin içi parlardı. Üzgün mü, bakar bakmaz gözleri dolardı. Kızgın mı, öfke saçardı ve gözlerinde yok olunurdu. Umutsuz mu, yüzü asık olurdu ve ona bakınca İnsanın içi burkulurdu. İnsanlar kapalı ve tozlu kitaplar gibiydi. Sayfaları açılmadıkça ve tozları alınmadıkça onları anlamak imkansızdı. "Malia!" Bana seslenen Teo'ya baktım, ardından elinde tutuğu yay ve tirkeşimi gördüm. Luis'in inadı inatdı. Ayağa kalktım ve bana uzattığı yayı alıp tirkeşi omzuma geçirdim. "Antrenman zamanı" kafamı onaylayarak salladım ve hazırladıkları hedeflere yol aldık. Labirentte bulunduğumuz noktadan sağa döndük. Önümüzde üç tane yere zar zor çakılmış ve üstüne saman çuvalı koyulmuş tahta çubuklardan hedefler vardı. Teo, yayı elimden aldı ve omzumdaki tirkeşten bir ok alarak hedefe doğru gerdi. Profesyonel gibi duruyordu. Yayı gerdi ve saniyeler sonra tuttuğu oku bıraktı. Okun gittiği yöne baktım çuvalın tam ortasına sabitlenmişti. Yayı elime aldım. Tirkeşten bir ok çıkartıp yaya koydum ve yayı gerdim. Gözümü hem okun ucuna hem de gidecek olan hedefe odakladım. Saniyeler sonra tam emin olunca oku bıraktım. Oku bırakırken hafif bir rüzgar esmişti ve sanki bu atışa bir efekt verirmiş gibi saçımı havalandırıp havalı bir ortam yaratmıştı. Ok, Teo'nun attığı çuvalın solundaki çuvalın tam ortasına saplanmıştı. "Görünüşe göre birileri alışmış" kafamı salladım ve yayı ona uzattım. Elimden yayı alırken tirkeşten bir ok daha çıkarıp ona verdim. Yayı gerdi ve benim gibi hem okun ucuna hem de hedefe odaklandı. Tam oku bırakacakken, "Teo!" diye bir ses duyunca irkildi ve ok elinden rastgele gitti. Okun gittiği yere bakmadım ama hedefe saplanmamıştı. "Ya, yine ne var? Geçen sefer de ok atarken bölmüştün. Bana bak Luis, eğer her zaman çalışmayı böleceksen bana verme kendin hallet!" Luis bu tepkiye sessizce güldü. Kollarını arkada bağlamıştı. Teo'nun yanına gelip yayı elinden aldı ve kulağına bir şey fısıldadı. Teo'nun yüzünde bir gülümseme gerçekleşti ve ne dediğini bilmediğim için meraktan kafayı yedim. Teo el sallayıp gittiğinde yine bu tsunami gözlü liderle baş başa kaldığımı farkettim. "Bana attığınız saçma trip, görünüşe göre sona ermiş." Yayı elinde tutarken tirkeşimden bir ok aldı ve hedefe doğrulttu. Mavi gözleri hedefi hızla kavradığında oku bıraktı. Ok Teo'nun attığı okun hemen yanına saplandı. Eğer bir milim daha yana kaydırsaydı ok ortadan ikiye bile bölünebilirdi. "Ben size bazı ergenlerin yaptığı gibi trip atmadım, sadece hareketlerinize dikkat etmeniz için bir oyun oynadım bayan Miller. Ve gördüğüm kadarıyla size bir daha oyun oynamayacağım." Fazlasıyla resmî konuşuyordu. "Benli sizli konuşmasak mı acaba!?" Yayı elime aldım ve ok çıkartıp hedefe doğru gerdim. Göz ucuyla hem ona hem de hedefe bakıyordum. Bana nasıl baktığını merak ediyordum ama bana bakmıyordu, atacağım hedefe bakıyordu. Oku elimden bırakıp attığımda hedefi çok yakından sıyırmıştım. Çuvalın tam yanından geçmişti. Sinir bozukluğuyla yine elime bir ok aldım. "Dikkatinizi bana vermemenizi öneririm bayan Miller. Hedefe odaklanın ve dikkat çekici başka bir şey bulun" Oku elimde tutarken bir anda donduğumu hissettim. Sadece göz ucuyla bakmıştım, bunun nasıl farkında olabiliyordu. "Sadece bir anlığına dikkatim dağıldı" "Bana bakarken dikkatiniz dağılıyorsa eğer, bir daha bakmamanızı öneririm" Bu tribin kaçıncı seviyesiydi. Araya mesafe açmıştı ve iş arkadaşıymışım gibi konuşuyordu. Her sözümde bir açığımı buluyor ve beni kendi silahımla vuruyordu. Bana 'eğlence yoksunu birinden fazlasını bekleme' demişti. Bu sözüm onu gerçekten kırmış olacaktı ki bu şekilde davranıyordu. Elimdeki yayı ben dalgınken aldı ve tirkeşimden bir ok daha çıkardı. Yayı bana bakmadan gerdi ve hedefe doğrulttu. "Sana öyle dediğim için üzgünüm. Ama lütfen araya bu şekilde mesafe açma!" Elinde tuttuğu yay gevşedi. Ok az bir şey yere doğruldu. Yüzünde bir duygu oluştu bana anlamadığım ifadeyle baktı. Gözlerinden bile ne hissettiğini anlayamamıştım. Kapalı ve kilitli bir sandık gibiydi. Bana ne olduğunu anlatmamak için kendini kilitlemişti. Ve o kilitli sandığı açamadığım için onu anlayamıyordum. "Eğlenmiyor musun?" Bakışlarım yere çevrildi. Kafamı olumsuz anlamda salladım. Yüzüne bakmadım çünkü yapacaklarının bir sınırı yoktu. Yayı labirentin duvarına yaslayarak bıraktı. Elindeki oku ise tirkeşin içine geri koydu. Bana neden böyle mesafeli olduğunu biliyordum ve hakta veriyordum. 'eğlence yoksunu' Her şeyi mahveden kelimelerdi. Beni hiç olmadığım kadar kötü hissettirmişti. Gözlerim daha fazla dayanamadı ve pişmanlıkla doldu. Burnum sızlamaya başlamıştı bile. "Ben bir yıl burada yalnız kaldım. Yapacaklarım şeyler sınırlıydı. Barınak yoktu, yemek yoktu. Ben buradayken kimse yoktu. On iki yıl Malia. On iki yıl! Kendi arkadaşlarını, arkadaşları için öldüren bir katilim sadece. Bu şekilde nasıl eğlenebilirim? Ben kimseyi unutamamışken, hâlâ diğerleri için öldürüyorken, birden fazla fedakarlıklara göz göze gelirken nasıl eğleneyim? Bir de başka ne demiştin... haa bencil! Haklısın bencilin tekiyim." Gözümden bir yaş tutunmayı bırakıp firar ettiğinde ardından bir tane daha düştü. Burnum yavaştan akarken içime çektim. "Özür dilerim gerçekten. Az önce beni affetmiştin. Ne oldu yine? Kahretsin, gerçekten özür dilerim. Bunları söylerken düşünmemiş-" "Ne zaman bir şey söylerken düşündün?" Bir kez daha burnumu çektim. Gözyaşlarım düşmeye devam ederken başımı kaldırdım ve dolu, yaş gözlerimi onunkilerle buluşturdum. "Bana öğrettiklerin arasına bu da girdi Luis. Ama lütfen bana sinirli olma. Tamam bayan Miller diyebilirsin ama lütfen bana mesafeli davranma. Buradaki her şeyim sizsiniz. Hepiniz! Siz olmasaydınız ben çoktan ölmüştüm. Dediğim her şey tamamen aptallığıma dayalı. Asıl bencil olan benim. O kadar bencilim ki düşüncesizliğimin nereye gittiğinin farkına bile varamadım." Gözlerine yalvarır gibi baktım ve yanağımdan bir damla daha yaş akarken elini yanağıma uzattı. Gözleriyle yaşımı takip ederken eliyle yanağımdaki yaşı sildi. "Bu hayatta iki şeyi unutmayın bayan Miller. Birincisi size asla mesafeli olmayacağımdır. İkincisi ise..." elini önüme düşen saçlarımda gezdirdi. Sonra iki elini de omzumun biraz altına koluma koydu ve moral verirmiş gibi hafifçe sıktı. "Sen bencil değilsin," dedi kafasını iki yana sallayarak. "Aksine o kadar güçlüsün ve iyisin ki pişmanlıktan yalvararak karşımda ağlıyorsun... Ağlama Malia. Bana istediğin her şeyi söyle. Beni ne kızdırırsın ne de aramıza mesafe koymama neden olursun. Ama herkes benim gibi değil. Bazılarının canı bu laflarınla gerçekten kırılır ve özür dilesen bile kırılan şeyi eski haline döndüremezsin. Bu da sana ikinci dersim olsun. İnsanları asla zaaflarından vurma" Elimin tersiyle kıpkırmızı kalmış gözümü sildim ve burnumu bir kez daha içime çektim. Ellerini kollarımdan çekti. Duvara yaslamış olduğu yayı aldı ve bana uzattı. Tirkeşimden bir ok daha çıkardım, ondan aldığım yayıma taktım ve hedefe doğru gerdim. "Bir insanı zaafından vurursan onu kırabildiğin gibi yenedebilirsin. Gerisini sana bırakıyorum doğru yerde doğru zamanda" Dudaklarım kıvrıldı. Hedefe tamamen odaklandığımda oku bıraktım. Çuvalın tam ortasını delmiştim. "Ok senin bir silahın. Hem ruhsal olarak hem fiziksel olarak. Fiziksel olarak kendini korumana yardımcı olacak." "Peki ya ruhsal olarak?" diye sorduğumda elimdeki yayı gösterdi. "Ruhsal olarak ise," dedi ve bir iç çekti. "Alacaksın yayı eline," yayı elimden aldı ve sol elinde tuttu. "Koyacaksın oku içine," omzumdaki tirkeşten bir ok çıkardı ve yaya geçirdi. "Odaklanacaksın karşındaki hedefe," yayı gerdi ve gözünü birkez bile kırpmadan hedefe baktı. "Bırakacaksın öfkeni de sevgini de!" dedi ve gerdiği oku bıraktı. Ok hiç olmadığı kadar hızlı gitti. Önce çuvalın ortasına hatta okun yarısına kadar gelecek şekilde içine girdi. Sonrada ağır çekimle zorla sabitlenen tahtayı devirdi. Yayı elime verdi ve gülümsedi. "Çok iyi bir eğitmene sahipsiniz bayan Miller" Şaşkınlıkla ve büyük bir hayranlıkla ona bakıyordum. Yayı almam için bana uzatıyordu ama ben yüzüne bakıyordum. Bir anda kendime gelerek yayı aldım ve sol elimde tuttum. "Alacaksın yayı eline," diye başladım söze. Gülümsediğini hissettim. "Koyacaksın oku içine," tirkeşte duran son oku çektim ve yaya geçirdim. "Odaklanacaksın karşındaki hedefe," gözlerimi bir kez olsun kırpmadan bi avcı edasıyla durdum. Milim kıpırdamadan hedefe baktım. Son olarak ise, "Bırakacaksın öfkeni de sevgini de!" dedim ve oku bıraktığımda Luis'in devirdiği çuvaldaki gibi önce ok hedefin içine saplandı sonra çuval üstündeki ağırlık yüzünden yavaşça ama sert bir şekilde yere devrildi. Gülümsedim hem de uzun zaman sonra içtenlikle gülümsedim. Yayı elimden bıraktım omzumdaki tirkeşide yere bıraktım. Onları yere bırakır bırakmaz Luis'e döndüm ve o ne olduğunu anlamadan ayak ucuna kalkıp ona sıkıca sarıldım. Elleri şaşırmış olacaktı ki havada asılı kalmıştı. Kalp atışının sesini çok net duyabiliyordum. Şaşkınlıktan kalbi hızlanmıştı. Elleri önce saçıma dokundu, sonra belimi kavradı. Ona sarılırken fazla içime çektiğim burnum karıncalandı. Hapşırmak için kötü bir zamandı. Konsantre olmaya çalıştım ama hapşuruğum bir anda iki kez çıkıverdi. "Çok yaşa!" "Sen de" Ondan ayrıldığım ve yerdeki yayı elime, tirkeşi ise omzuma aldım. Luis okları almak için hedeflerin oraya gitmişti. Okları toplayıp getirirken bir kez daha hapşurdum. Alerjim mi vardı benim de bir şeye? "Hasta olmadın umarım. Yarın aynen yola devam edeceğiz" "Hapşuran herkes hasta mı oluyor niye?" "Olma yani, birde senin hastalığınla uğraşamam" "Olmam" Diğerlerinin yanına gittiğimizde ilk önce gözüme çarpanlar Stewart ve Lucas oldu. Stewart, Lucas'ın omzuna yaslanmış uyuyordu. Lucas ise bir çantaya kafasını yaslamıştı. O çanta da Delly'e aitti. Delly çantasını takarak arkaya yaslanmıştı. Görünüşleri oldukça komikti. Bir yolunu bulup zincirleme uyumuşlardı. Isaac, Teo, Leo, Harry ve Frost yan yana dizilmiş konuşuyorlardı. Burada görmediğim tek kişi Alex'ti. Alex neredeydi? Diğerlerinin yanına gittim ve yay ile tirkeşimi bıraktım. Frost beni gördüğü gibi sinirle nefesini için çekti. "Alex nerede?" diye sorduğumda onlarda etrafına baktı. Ayaklandılar ve diğer yollara baktılar. "Hayda!" Teo ve Leo diğer yollara girdiler ve aramaya başladılar. "Yine kaybolmayın!" Ron onlara seslenirken Leo baş parmağıyla onayladı. Ben ve Luis'de diğer yollara baktık ama görünürde yoktu. Luis elini yine stres anı ensesine götürdü. Sinirle, "Buradan ayrılmamak ve birlikte kalmak çok mu zor!" diye kafayı yerken bir bağırış sesi geldi. "Alex!" Cevap gecikmedi. Ne çok yakından geliyordu, ne de çok uzaktan. "Malia! Gelin hemen bir şey buldum" bu kesin olarak Alex'ti. Ne bulmuş olabilirdi ki? Yönünü ve nerede olduğunu kaybetmemesi için mantık olarak yerinden ayrılmamış ve bizi strese sokmuştu. "Ses ver!" dediğimizde tekrardan karşılık verdi. Yaklaşmış olacaktık ki sesleniş sesi oldukça yakındı. Farklı bir yola girince gözlerim ardınca açıldı. Gözlerimi hemen duvarlardan ayırdım ve Alex'in yanına gittim. Zarar görmediği için sevinçten sarıldım. Diğerleride içeri girdi. Özellikle uçarak giren Lucas gözümden kalmamıştı. Geldikleri gibi önce duvarlara baktılar. Luis de dahil. Burası bazı eşyalarla doluydu ve duvarlarda yazılar vardı. Luis bir duvara doğru gitti. "Kanla yazılmış" Her şey neden biraz düzelmeye çalışırken daha da karmaşıklaşıyordu. "Emin misin?" diye yanına gidip sorduğumda kaşlarını çattı. "Bu konuda hiç yanılmadım. Kan ile yatıp kan ile kalktım. Bu kan labirent virüsüne yakalanan birinin kanı. Belki de bizden birinin kanıydı." Luis bunu söylerken diğerlerinde bir hareketlenme olmuştu. Bunu beklemiyorlardı, şahsen ben de beklemiyordum. Isaac eşyaları kontrol ederken ve duvarı incelerken konuya girdi. "Kaybolanları bulmuşlar bir de kanlarına elleyip, duvarlara geleceğimizi bildikleri için kanla korkutucu bir görüntü oluşturmak amacıyla yazı mı yazdılar yani?!" Isaac bu şekilde söylerken çok imkansız gelmişti. Eğer bu bir labirent virüsü kanıysa bunu yazanların ölmeleri gerekiyordu. "Bizim buraya geleceğimi nasıl biliyorlardı? Biz bile bilmiyorken onlar nasıl biliyordu?" Ron'un sorusu üzerine Leo söze girdi. "Mektupta her şey görünüp biliniyor yazmışlardı ve bize sadece yılda bir kez mektup geliyordu. Yani yılda bir kez görmeye geliyorlardı. Bize o mektubu getirdiklerinde zaten oranın yıkılacağını da biliyorlardı. Bizi onlar çıkarttı. Onların gelmemizi istedikleri noktaya geldik. Yani burada kesin olan tek bir şey var o da..." Teo kolunu Leo'nun omzuna attı ve onun sözünü devam ettirdi. "Doğru yoldayız. Bu da bunun işareti. Çözemediğimiz bu bulmacalarda, sorularda yakında sona erecek ve cevaplarını bunu umursamadan yazanlardan, bize bunca şeyi çektirenlerden alacağız." Duvardaki hem siyah hemde kırmızı kanla yazılan yazılara baktım. Gözüm sadece tek bir yazının üstünde uzun bir süre takıldı. "Her şey ne sona erdi ne de daha yeni başlıyor... UYANIN!" ... |
0% |