Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm Sisli Patika

@darklightssx

"Belki de tek ihtiyacımız olan pes ettiğimiz anda bile yanımızda olan dostlarımıza sarılıp veda etmekti..."

Şu an için emin olduğumuz tek üç şey vardı. Birincisi bu kocaman labirentde doğru yoldan gidiyorduk. İkincisi birileri tarafından izleniyorduk. Üçüncüsü ise buradan kurtulabilmemiz için daha çok yol vardı.


Karnımda sancılanma hissediyordum. Bu sancı gerçekten çok büyüktü. Aklımda iki ihtimal vardı. Birincisi soğuk aldığımdan kaynaklı olabilirdi. İkincisi ise daha beteriydi. Hatta o kadar beterdi ki labirentte hasta olmak daha iyiymiş gibi geliyordu. Regl sancısı olmasından korkuyordum. Burada hiçbir şey yapıp engelleyemezdim. Erkekler vardı ve ben sancım şiddetlenirse asla yürüyemez ve onları yavaşlatırdım. Kimseye bir şey çaktırmamaya çalışıyordum ama çok zordu. Elimde takvim yoktu. Bugün günlerden ne bilmiyordum. Regl dönemimde olduğumu bile unutmuştum.


"İyi misin?" Leo'ya kafamı salladım ve hiçbir sancım yokmuş gibi aptalca sırıttım. "Evet iyiyim. Hemde doğru yolda olduğumuz için çok daha iyiyim" Kolunu omzuma attı. Zaten üstümde çok ağırlık vardı şimdi kolunu da bu yükün üstüne almıştım.


Acıyı unutmaya çalışıyordum, kolay değildi ama biz kızlar için zor diye bir şey yoktu.

Utanıyor muydum? Evet utanıyordum. Ama bu utanmam regl olacağım için değil kanı engelleyemeyeceğim ve kötü kokacağım içindi. Tek kız olmak şuan için berbattı. Neden her olayda erkekler daha şanslı oluyordu?


"Sırayla girin tek tek!" Önümüzde dikenli sarmaşıklar vardı. Büyük dikenler bir kere batsa bile zehri salardı. Luis tek tek girmemizi ve dikenlerin ufacık batmasını bile engellemeye çalışıyordu. Isaac ben en arkada zar zor yürürken yanıma geldi ve beni önüne aldı. "Zaten ufacık boyun var, kaybolma!" Normalde şuan benimde laf atmam gerekiyordu. Ama acım artıyordu. Onları endişelendirmek istemiyordum.


Sadece kaşlarımı çattım ve çocuk gibi dil uzattım. Daha yıkılmamıştım. Bir Malia Miller kolay yetişmiyordu. Bunlar benim için vız gelir vız giderdi.


Tek bir acılı inlemem bile istemediğim dikkatleri üstüme çekerdi. İç sesim kendi kendine,"acıyı unut, canın yanmıyor, acımıyor, acımıyor" diyerek beni rahatlatmaya çalışıyordu. Isaac arkamdan gelirken ve dikenlerin arkasından geçerken, iç sesimi dinleyerek bir oh çektim.


"Korkuyor musun cimcime?" Bu nasıl bir hitap şekliydi!


"Cimcime mi!?" Arkamı dönüp birkaç santim uzun olan yüzüne ve siyah gözlerine bakarak gözlerimi kıstım.


"Sorum o değil." dedi ve konuyu uzatmamı istemedi. "Sorun ne, iyi misin sen? Deminden beri kıvranıyorsun" Bunu nereden anlamıştı? Kafamı reddederek salladım. "Yoo ne alakası var?! İyiyim ben"


Alt tarafı hepinizin içinde regl olup sancı çekeceğim.


"Tamam o zaman, sen nasıl istersen." Kulağıma eğildi ve fısıldayarak, "Eğer hastaysan veya sadece karnın ağrıyorsa bana söyle iyi gelecek bir şey yapabilirim belki" dedi ve gülümsedi. Ona şuan minnetle bakıyordum.


Tabiki de önce Isaac anlamıştı. Bitkilerle arası iyiydi ve buradaki doktordu. Anlamasına şaşırmamalıydım. "Teşekkür ederim" çapkınca ve etkileyici bir şekilde göz kırptı ve elini yumruk yapıp göğsüne iki kez vurdu. "Her zaman" Sanki konuşmak acımı unutturmuştu. Ve biraz olsun rahatlatmıştı. Bu zamana kadar bir sürü kişi tanımıştım. Bazıları -Isaac ve Frost gibi- onları anlamak zordu. Isaac ciddiyetsiz ve bazen sinir bozucu biriydi. Ama ayriyeten bir abi gibiydi. Az önce de çok sempatik bir şekilde yaklaşmıştı. Az sonra da galiba gıcıklaşacaktı. Frost zaten tuhaftı. Sadece beni sevmiyordu. O yüzden onu anlayamıyordum. Ben ilk geldiğim gün bana arsızca konuştuğu için ona vurduğumdan beri, hiçbir şey bilmezken benden nefret etmeye başlamıştı.


Hava yine kararmıştı, güneş görmüyorduk artık. Bir sağa bir sola dolanıyorduk sadece. Ama doğru yoldaydık bu da iyi bir şeydi. Dikenli sarmaşıkları arkamızda bırakmış ve rahatlamıştık. Böcek sesleri kulak ve baş ağırtıyordu. Soğuk bir hava vardı. Labirentin içine hiç güneş girmiyordu. Sanki hep aynı mevsim yaşanıyordu burada.


"Mola zamanı." dedim hevesle. Biraz dinlenmem gerekiyordu yoksa daha fazla dayanamayacaktım.


Luis önde yürürken bana döndü. "Daha yeni başladık yürümeye, hemen mi yoruldun?" Başımı onaylayarak salladım. Yorulmamıştım ama böyle giderse çok kötü şeyler olacaktı.


"Lütfen" diğerlerine baktı. Teo ve Leo ellerini bellerine koymuş bir tepki vermiyorlardı. Isaac'in sanki umrunda bile değildi. Stewart yanıma geldi. "Evet yorulmuş işte mola verelim" Luis başıyla onayladı ve oturmamızı işaret etti. Gülümseyerek labirentin duvarına yaslandım. Bu aralar fazla mola veriyorduk. Yürümeye yeni başlamıştık ama canım acıyordu.


"Hayırdır biz küs müyüz?" Stewart ve Lucas iki yanıma oturdu. Alex ise Lucas'ın yanına dizlerinin üstüne çömeldi. Sonra da bağdaş kurup oturdu. "Hayır, küs değilim. Niye ki?"


"Bu aralar bizimle konuşmuyorsun. Yani İkizler, Isaac hatta Luis... bizden daha yakınsın. Yani kıskanmak gibi olmasın ama bizimlede arada konuşmanı istiyoruz." Stewart bu zamana kadar neden bana bunu söylememişti? Onları ertelediğimi biliyordum ama bunun için üzüldüklerini düşünmemiştim.


"Özür dilerim. Farkında değildim ama bundan sonra dikkat ederim." Sevimli bir imayla gülümsedim. Stewart sol kolunu açtı ve beni omzumdan tutup kendisine çekti. Lucas ise bize yaklaştı ve güldü. "Bir hafta aynı evi paylaştık biz. Bu kadar kolay mı unuttun ya?" yeşil gözleri bana bakarak parıldıyordu.


Şöyle bir düşününce onları gerçekten ihmal ettiğimi farkettim. "Tamam o zaman birbirimize bazı sorular soralım. Hem eğleniriz hem de zaman geçer." kafamı sallayarak onayladım. Belliki Alex sohbet etmek istiyordu. Diğerlerinide yanımıza çağırmak istedim ama bu sefer yapmayacaktım.


"En sevdiğiniz renk ne?" diye söze girdi Alex. "Benimki turuncu diye de ekledi. Kızıl kestane saçlı birinin turuncuyu sevmesi oldukça mantıklıydı.


"Siyah" 


"Biraz doğal ol yaa."


"Doğalım işte. Siyah sevmeyen de ne bilim yani biraz tuhaftır Lucas" Stewart ve Lucas söz dalaşına girerken bir an en sevdiğim rengin ne olduğunu unutmuştum. Benim en sevdiğim renk neydi? Pembe olmadığı kesindi. Galiba ben de en çok siyahı seviyordum. Siyah, mor ve kırmızı en sevdiğim renklerdi. Tam siyah diye cevaplayacakken gözlerim onu buldu. Luis ayakta dikilmiş benim yayımla bir şeyler yapıyordu. Sanki ona baktığımı hissetmiş gibi bana döndü. Mavi gözleri karanlıkta bile kendisini belli ediyordu. Şuan karar vermiştim galiba en sevdiğim renk maviydi.


"Mavi, hem koyu hem de berrak göl mavisi" dedim düşünmeyi unutmuş gibi. Lucas ne olduğunu anlamış gibi güldü. Ne olduğunu daha ben bilmiyordum.


"Aslında favori üç rengim var. Siyah, kırmızı ve mor. En sevdiğim üç renk. Belki maviyi de ekleyebilirim."


"Benimki de yeşil" Çok şaşırmıştım (!) Aslında benimde göz rengim yeşil olsa ben de yeşil derdim. Ama mavi gözler daha güzel ve samimi geliyordu bana.


"En korktuğunuz şey?" bu sefer soruyu ben sormuştum. Pat diye aklıma gelmişti. "Benimki karanlıktı ama o korkuyu yendim galiba. Karanlık bana korkutucu gelmemeye başladı." Solgun ve garip bakıyorlardı. Yalan söylüyordum, karanlıktan hâlâ korkuyordum. Karanlık sadece bedensel değil ruhsaldıda. Ve ben ruhsal olarak karanlığa düşmekten korkuyordum.


"Yükseklik korkum var sanırım. Duvarlara baktıkça başım dönüyor." diye yanıtladı Alex.


"Ben neyden korktuğumu pek hatırlamıyorum ama belki boğulmak olabilir. Labirente ilk geldiğimiz gün boyumuzun üstüne kadar su vardı ve nefes alamamaktan korktum. Hatta şuan emin oldum boğulma korkum var." dediğinde tebessüm ettim. Zaten bir daha o kadar suya batmayacaktı.


"Benim bir korkum yok." dedi Stewart. "Cesurluk kanımda var." Göğsünü kabartarak kendisini övdü. Alex konuyla alakasız güldü. Lucas'ın yanına yaklaştı ve kulağına bir şey fısıldadı. Lucas da onun gibi güldüğünde biz Stewart'la üvey evlat gibi ne olduğunu düşünüyorduk. Lucas şeytani bir gülümsemeyle ve iğleneyerek, "Cesurluk kanında var öylemi?" dediğinde Stewart başıyla onayladı.


"Sen geçen yatağının altından hamam böceği çıktı diye yatağında zıplayarak bizden yardım istemiyor muydun?! 'Lucas! Yalvarıyorum Alex! Alın şunu buradan. Ölümümüm böyle olmasını istemiyorum. Lan Lucas!' Sonrada yatağının altından çıkıp üstüne geldiğinde bebek gibi bağırıp spiderman gibi Malia'nın yatağına atlamamış mıydın?"


Ben gözümde canlandırıp kahkaha atarken Stewart kıpkırmızı kalmış Lucas ve ona bu fikri söyleyen Alex'e baktığında daha çok güldüm. "Ben bu sıralarda ne bok yapıyordum acaba? Bütün eğlenceyi kaçırmışım." Şuan çok eğleniyordum ama keşke onlarla birlikte olsaydım.


"Böcek korku sayılmaz sadece iğreniyorum." kendisini savunmaya çalışması ayrı komikti. "Yav he he!" Stewart ayağa kalktı. Lucas'ı bu sefer öldürecekti. Lucas da onunla beraber kalktığında kaçmaya başladı. Ben ve Alex ise onları film izler gibi izleyip gülüyorduk.


Bazıları bize aptala bakar gibi bakarken bazıları da yanımıza gelip oyuna dahil oldular. "Ben soracağım. Ama tek kız Malia olduğu için ona soruyorum." Soruyu sadece bana mı soruyordu? Kesin kötü bir soruydu.


Delly gülerek, "Buradan kimle sev-" devamını getirmeden böldüm. "Yok ebesinin a-" Luis de benim sözümü karşı duvarda otururken kesti. "Küfür ağzınıza yakışmıyor." dedi. Buradakiler kahkahalar atarken ben en dibe batmıştım.


Sevgili olmak istemiyordum ki.


"Bende gözün mü var?" diye düşünmeden aptal gibi bir soru sordum. Kahkahalar artarken Delly gülerek olumsuz anda reddetti. "Saçmalama Malia. Benim tipim değilsin." sonra gözüyle karşı duvarda Luis'in yanında oturan ve sohbet eden Isaac'i işaret ederek, "Benim tipim o!" dedi.


Ağzımı ardına kadar açtım. Delly gay miydi? Isaac de mi? Yok canım! Isaac eşcinsel olamazdı. Ellerimle ağzımı kapatıp Isaac'e baktım. Hiç erkeklerden hoşlanıyor gibi durmuyordu. İlk fırsatta ona bunu soracaktım. Delly'nin ondan hoşlanmasına mı kahkaha atayım yoksa Isaac'in haberi olmadan düştüğü bu duruma mı?


"Görüyorsun değil mi Malia, öyle bir yoklukta ki birkaç yıl önce erkeklerden hoşlanmaya karar verdi." Dedi Ron gülerek.

Delly omuz silkti. Ben hâlâ algılamakta zorluk çekiyordum. Tamam bu onların kararıydı ama çok garip bir anda meydana gelmişti. Aklıma köydeyken Delly'nin, Isaac'i öptüğü gelince sırıttım. Isaac sinirlenmişti bu duruma. Şuan çok merak ediyordum.


"Eee cevap vermeyecek misin Malia?" Başımı hayır anlamında salladım. Kimseden hoşlanmıyordum. Hem labirentde ilişkiye giremezdim.


"Galiba hayır, siz kendi hâlinizde takılın."


"Şimdi ben soruyorum hepinize, sizin birine yaptığınız ama ona bunu söylemediğiniz bir şey var mı?" Bunu söyleyen oyuna dahil olmayan Frost'a aitti. Bir anda oyuna dahil olmuştu. Şaşırmıştım doğrusu. Ondan beklenmeyecek hareketlerdi.


"Hımm ona yaptığımız bir şey eğer gizliyse ve bilmediği bir şeyse söylemek zorunda mıyız?" diye sordu Nino. Gayet mantıklı bir yaklaşımdı. Ama ben böyle bir şey yapmamıştım. Yaptığım her haltı biliyorlardı.


Frost ve diğerleri başıyla onayladı. "Söylemek zorunlu."


Önce Carl söz aldı. "Aramızda kalsın ama iki yıl önce Leo uyurken üç gün boyunca altına yarım çanak su dökmüştüm. O da altına işediğini zannetmişti" şaşkınlıkla ben dahil hepsi güldüğünde neden o zamanlarda burada olmadığım için üzülmüştüm. "Kesinlikle aramızda."


Ron, "Lan sen ciddi misin? Teo, Leo üç gündür altına işediği için bir hafta benimle birlikte kalmıştı." Nefes almak bile zordu. Gülme krizine girmiştim.


"Ohaa ama! Bu da yapılmaz" Leo bizi dinleyip gerçeği öğrendiğinde sinirden gülmeye başlamıştı. "Ben rezil oldum o kadar. Oyun muydu hepsi ve ben bunu şimdi mi öğreniyorum Carl?" diye bağırdığında Carl sırıtarak gülmeye devam etti. Hiçte pişman görünmüyordu.


Sonra Nino söze girdi. "Ben de bir kaç yıl önce Isaac'den gizli gizli bahçesinden meyve toplamış ve bazı çuvalların içine saklamıştım. Bize meyve hariç her şeyi verdiği için yaptığım küçük bir şakaydı. O herkese meyvelerin nereye gittiğini sorduğunda bir tavşanı suçlayıp onu ormana göndermiştim ve olmayan tavşanın peşinden gitmişti." Bunlar nasıl şakalardı?!


"Nee!?" Isaac, Nino'nun dediklerini duymuş gibi yanımıza kadar geldi. "Ben o tavşanı bulacağım diye az kalsın kayboluyordum." Güldüğümüzde o da sinirden güldü ve oyuna dahil olarak söze girdi.


"Bunu biliyorsunuz zaten ama Malia falan bilmiyor. Bende birkaç yıl önce kömürle iki kolumu dirseğime gelecek kadar boyamıştım ve Luis'e virüse yakalandım diye şaka yapıp role girmiştim. Onun bu şakayı anlaması beni yatağa bağlayıp eline testereyi almasıyla benim söylemem üzerine sona ermişti. Benim şaka yaptığımı terlerden akan kömürlerle anlamış o da bana bu eşek şakasını yaparak kalpten gitmemi sağlamıştı." Artık tepki bile veremeyecek hâldeydim. Neler neler yapmışlardı. Ben çok kötü zamanlarda gelmiştim. Ben de böyle anılara dahil olmak istiyordum. Buraya geldikten bir hafta sonra girmiştik buraya ve eğlenceli anılar biriktirememiştim.


Peter da gülmesinin ardından dahil oldu. Gülmekten gözü dolmuştu. Dolan gözlerindeki yaşı sildi. "Ben de Delly uyurken çamurla altını kirletmiştim. Tıpkı Carl'ın Leo'ya yaptığı gibi ama ben altına sıçmış gibi göstermiştim."


"Vay şerefsiz! O gün gerçekten altıma yaptım sanmıştım."


Bu şekilde anı biriktirmek gerçekten çok eğlenceliydi.


"Ben de Teo yıkanırken su çanağının içine gölden bulduğum bir balığı atmıştım. Kafasından aşağıya balık düşünce öteki tarafa doğru yol almıştı. Balığın üstüne görmediği için zalimce bastı ve kayarak poposunun üstüne düştü. Ben yine uslu durmamış ve sakinleştiği zaman kafasından aşağıya toprak atmıştım ve su kovasını o görmeden almıştım. O bana beddua ederken çıkmıştım sonra. Off yaa ne kadar da zalimim! Umarım beni affetmişsindir Teo!"


Biz şaşkınlıkla ve gülerek Tom'a bakarken Teo neye uğradığını şaşırmıştı. Luis'e bir şey anlatırken bizi duymuş ve eli açıkta kalmıştı. Tepkisi çok komik ve tatlıydı. Boşlukta duran elini alnına vurdu.


"Hadi ama onu sen mi yapmıştın Tom!? Ben onu Isaac'in yaptığını düşündüğüm için gece olunca hayalet gelmiş gibi gösterip eşyalara ip dolayıp uçurmuştum. Hatta yatak örtüsünü kendisine sarıp solucan gibi bir sağa bir sola kıvrınmıştı. Garip sesler çıkarıp tövbe etmeye bile başlamıştı. O an çok komikti." Teo bile böyle bir şaka yaptıysa ben artık bir şey bilmiyordum.


Isaac kaşlarını çattı. "Lan siz ne istiyorsunuz benden? Ölmemi mi istiyorsunuz? Herkes benim üstüme oynamış oğlum! Ben o gün bunu senin yaptığını bilseydim sabah uyandığında Leo yerine senin üstüne kumaş boyası dökülürdü. Ben biliyordum yaa! Karıştırmışım sizi. Boş yere günaha girdim" diye sitem ettiğinde bu sefer de Leo çıldırdı.


"Yaa benim ne günahım var? Bir ayırt edemediniz bizi. Ben bir kere bile şaka yapmadım size." en masum olan kişinin Leo olması gözüme çok sevimli gelmişti ta ki Luis'in,


"Uydurma lan! Harry'nin uykusu ağır ve derin olduğu için üşenmeyip ormana kadar sürüklemiş ve üstüne yaprak atıp bizden onu bulmamızı istemiştin. Biz onu bulduğumuzda da bizden onu hatırlamadığımızı ve ilk kez gördüğümüzü söylememizi istemiştin." önce bir sessizlik sonra ani bir kahkaha patlaması atmıştık. Leo da az değildi. En azından şakaları kaliteliydi.


"Yok artık Leo! Bunu sen mi yaptın cidden! Ben uyurgezer olduğumu düşünmüştüm. Luis'in beni zincirlemesini bile istemiştim."

Leo sinsi ve şeytani bir gülümsemeyle dudaklarını kıvırdı.


"Bende Luis bir gün ormanda baltayla odun keserken yanındaki ağaca ok atmıştım. Bizi buraya getiren adamların attığını sanıp etrafına bakınmıştı. Okun üstüne çam sakızı sürmüştüm. Eline yapıştığı için oku çıkartamamıştı. Oku çıkartıp yere attığında da şaka olduğunu anlayıp küfür ederken baltayı eline aldı ve yine odun kıracakken balta eline yapıştı."


Luis, Ron'a tehlikeli bakışlar atarak güldü. Kafasını iki yana salladı ve boynunu iki yandan da çıtlattı. "Hımm bunu öğrendiğim iyi oldu." dedi ve tehditkar bakışları Ron'u hedef aldığında şeytanice gülümsedi.

"Neyse geçmiş bitmiş öyle değil mi?" Kendisini koruyuo gülmüştü. Sonrada bir sessizlik olunca yeri izlemeye başladılar. Yüzlerindeki acıyı net bir şekilde görebiliyordum. Şuan farkediyordum da eskileri özlemişlerdi. Burada olmak değil yine o zamanlara dönmek istemişlerdi. Onları birazcık kıskanıyordum. Çünkü daha önce böyle bir anım hiç olmamıştı. Geldiğim yerde de yalnız olduğumu hissedebiliyordum.


🕸🕸🕸🕸🕸


"Malia!"

"Onun neyi var?"

"Aman tanrım!"

"Yaralanmış mı?"

"Biraz çekilin şöyle." Gözümü ağır ağır açıp önümde duran ve bana telaşla bakan erkek milletine baktım. Gözlerimi ovaladım ve esnedim. Ben ne ara uyumuştum? Karnım artık ağırmıyordu ve bu şuanlık iyiye işaretti.


Luis yanıma geldi ve kolumu açıp biraz inceledi. "Yaralandın mı sen?" Neydi şimdi bu? Sadece saniyeliğine uyumuştum bunlar neyden bahsediyorlardı?


"Hayır, ne yaralanması?" Luis gözüyle üstümü ve yeri gösterdi. Üstüme bakıp utanç komasına girmeye hazırlandım. Şuan öyle bir andaydımki labirent virüsüne yakalanıp hemen ölmek istedim. Elimle kan lekesini kapattım. Gözümü utançla kapattım. Kahretsin regl olmuştum.


"Kanaman var. Yaralıysan söyle. Pansuman yapalım, mikrop kapıp riske girmesin." Elimle yüzümü kapattım. Kafamı iki yana salladım. Onlara bunu açıklamak ayrı bir eziyetti.


"Ahh hayır! Yaralı değilim, sadece... şeyy" diye mırıldandığımda sorgularcasına bana bakmaya devam ediyorlardı.


"Off! Sizi sığırlar, çekilin şuradan! Luis başka bir yola gidin. Malia'nın küçücük bir sorunu var. Önemli bir şey değil bende geleceğim şimdi." Isaac şuan benim için en güzel şeyi yapmıştı. Luis ona ne olduğunu sorar gibi baktı ama ağzına fermuar çekti ve başka bir yola gitmelerini söyledi.


"Yavv biraz söz dinle... senden sonraki liderim ama sözüm dinlenmiyor." Ben sinirden kıpkırmızı bir halde gülerken onlar yanımızdan uzaklaştı. Başka bir yola döndüklerinde Isaac bana baktı.


"Çok sorunlusun. Bak bize böyle dertlerimiz var mı?" Küçük bir kahkaha attım. "Erkek olmak isterdim şuan."


Çantasından bazı şeyler çıkardı. Bezleri bir bütün gibi toplayarak bana verdi. "Bununla idare et. Zaten yemek düzenin farklı olduğu için fazla akmaz." onaylayarak elindeki bezi aldım.


"Sen nereden biliyorsun?"


"Ayakta can çekişmenden farkettim. Sen çok gençsin daha, neden bu kadar hızlı oldu anlamadım."


"Ben çaktırmamaya çalışıyordum aslında hem gençlik ile ne alakası var gayet normal bir şey. Tabi siz ne bileceksiniz bunu hiç yaşamadınız."


"Benden kaçmaz ve asla yaşamak istemem... neyse al ve ye şunları. Size vitamin olsun." elime birkaç meyve ve olmazsa olmaz, asla bitmeyen marulu verdi. "Teşekkür ederim her şey için... bugün gözüme girmeyi başardın."


"Karnının şişmesi gerekmiyor muydu?" Aniden karnıma bakarak sorduğu soru üzerine dondum. Kafamı alayla sallayarak güldüm ve reddettim. "Saçmalama, tamam biraz şişer ama fazla belli değil ki." diyerek karnıma baktım. Neyden bahsediyordu?


"Aman boşver! Hadi giyin üstünü. Rahat et."


Çantamı açtım ve yedek bir üst çıkardım. Isaac yanımdan ayrılırken bezle kanları temizledim. Sonra üzerimdekini çıkardım. Kollarımda ilk geldiğim günden beri izler ve lekeler vardı. Uzun kollu giyindiğim için rahatsız değildim ama bu yaraların nasıl olduğunu merak ediyordum.


Çantamdan çıkardığım üstü üzerime geçirip giyindim. Leo'nun yaptığı bu elbise siyahtı. Ben aslında pantolunu ve mor tişörtü beğenmiştim. Elbise giymek işkence gibiydi ve rahat edemiyordum. Bu sefer post yoktu ama yinede çok güzeldi. Kanama olsa bile görünmezdi. Her detayına kadar uğraşmıştı. Bu yüzden rahattım. Ellerim saçlarıma gittiğinde uçlarının yağlanmaya başladığını farkettim. Kirli olmayı sevmiyordum ama yapacak başka bir şey yoktu.


Üstümü düzeltip yerdeki çantayı omzuma attım. Yayım ve okum burada değildi. Onları da yanlarına almış olmalılardı. Yanlarına gittiğimde merak dolu bakışları benim üstümdeydi. Luis, yanıma doğru telaşla yaklaştı. "iyisin değil mi? Malia'nın nesi var Isaac? Yaralanmış mı? Nasıl yaralanmış?" dediğinde beni bu kadar düşündüğüne önce şaşırmıştım. Sonra utanarak yere bakarken Isaac rahat bir şekilde güldü ve eliyle karnımı gösterdi.


"Hamile!" Yerdeki bakışlarım şaşkınlıkla ve dehşetle onu buldu. Yüksek sesle ve sinirle bir çığlık attım.


"Nee!!!" Elimi ağzıma götürüp şaşkınlıkla yüzüne bakıyordum. Gözlerim dolmuştu. Beni anladığını düşünmüştüm ama beni hamile sanmıştı. Sorduğu aptalca sorular bunun içindi. Karnımın neden şişmediğini sorduğunda aklından böyle bir şey düşüneceğini tahmin bile edememiştim. Hamile olduğumu nasıl düşünürdü? Şimdi çıldıracaktım!


"Isaac! Sen ne diyorsun, bak çıldırtma beni!"


Bana baktı ve ne olduğunu anlamadığı için kaşlarını çattı. Tekrardan karnıma bakındı. "Utanacak ne var bunda? Utanma, olur böyle şeyler. Ama aklımda tek bir soru var... Ne ara ve kiminle sev-" konu çok saçma ve fesat yerlere gidiyordu. Yerin dibine girmiştim. Elimle yüzümü kapatıp çığlık attım.


"Isaac! Ben hamile değilim!" diye bağırdım sinirden gülüp ağlayarak. Psikolojim bozulduğu için gülmekten ağlamaya başlamıştım. Karnımı tutmuş nefes alamayacak bir şekilde kahkaha atıp ağlıyordum. Diğerleri benim manyak ve şizofren olduğumu düşünüyorlardı.


Luis'in bana olan bakışlarını görünce yine büyük bir kahkaha attım. Resmen hepsi buna inanmıştı. "Ya bakmasanıza öyle. Yemin ederim hamile değilim. Ne hamileliği ya?! Bu yaşta? Ya Luis bakma öyle lütfen" bakışlarında çok tuhaf bir duygu en çok da korku vardı.


"Hamile değil misin? Neden?"


"Ne demek, neden? Isaac sen beni sınamaya mı çalışıyorsun?!" Sinirle saçlarımı yolmaya başlamıştım.


"Ya o kadar hayal kurmuştum bir bebek olacaktı şimdi."


"Ne bebeği!!!" Delirecektim. Şuan en çok istediğim şey onu öldürmekti. Beni yerin dibine sokmuştu.


"Hamile olsa burada mı doğuracak niye?" Harry'nin sorusu üzerine daha çok şaşırdım. Bunlar ne diyordu! Her an kendimi öldürebilirdim. Ben bu utançla yaşayamazdım.


"Off hiç çekilecek gibi değil! Çocuk doğduğuna pişman olurdu." Nino'nun verdiği cevap üzerine ellerini yumruk yapıp havada tokuşturdular.


"Erkek mi olacak kız mı? Kız olsun, fazlasıyla erkek var. Kadraj dolu." Peter'ın sorusu üzerine daha çok sinirlendim ve elimle ağzımı kapatıp yerimde bir çığlık daha attım.


"Ne saçmalıyorsunuz yaa! Hamile değilim ben! Ne bebeği, ne doğurması? Bir de cinsiyete bağladınız. Çıldırmamak elde değil! Benim sevgilim bile yok. Daha evli bile değilim. Regl dönemindeyim sadece. Hem hamile kadınlar regl yaşamazlar. Yola devam edelim lütfen, bütün sinirlerimi bozdunuz. Lanet olsun silahı olan yok mu? Kafama sıkacağım şimdi. Yerin dibine soktun beni Isaac!" Isaac bu iğrenç şakaya gülerken cinlerim tepeme çıkıyordu. Onu tekme tokat dövecektim.


"Adını bile seçmiştim." diye acıklı bir iç çekti Carl.


"Nee!"


"Adı mı ne? Erkek olursa Junior olacaktı. Kız olursa da Jennifer."


Artık tepki dai veremiyordum. Kaldığım yerde sinir küpü olmuştum. Diyecek tek bir savunmam bile yoktu. Resmen delirmiştim. Rezilliğin en dibini yaşamıştım. "Siz ciddi misiniz yaa!?" İç çekerek mırıldandığımda kendi aralarında güldüler. Artık ağlamaya başlamıştım. İlk kez bu kadar utanmıştım. Tüm cihanı terk etmeye gidecektim az sonra.


"Hayır" diye yanıtladı Lucas. Ona dönüp ne olup bittiğini anlamaya çalışır gibi baktığımda o da güldü.


"Sadece şakaydı." 


Bu eğer şakaysa bir daha yanlarına bile yaklaşmak istemiyordum. Nedense içime bir rahatlama girmişti. Olduğum yerde rahatça bir nefes verdiğimde gülme sesleri arttı. Bugün gerçekten delirmek üzereydim.

Luis bile gülüyordu.


"Bu şaka hangi işsizin aklına geldi?" Hepsi aynı anda Isaac'i işaret ettiler. Tabiki de Isaac'ti. Ondan başka birisi olamazdı zaten. Sinirle ona dönerken Teo'nun gülmekten kıpkırmızı kalmış haline baktım. "Aşk olsun Teo, bari sen söyleseydin ne olduğunu"


Omuz silkti. Eğlendiği belli oluyordu. "İşin ucunda şaka varsa şeytan kesilirim. Sadece ben değil hepimiz. Ama bir bebek fena olmazdı." Gözlerimi ağır ağır devirdiğimde bu kadar alay yetermiş gibi burnumdan soluyordum.


"Hahaha tamam çok eğlendik. Ben bunun acısını senden çıkartırım sonra."


🕸🕸🕸🕸🕸


Eğlencemiz sona ermişti. Bu yaptıkları şakayı asla unutmayacaktım. Acaba bugün herkes yaptıkları şakaları anlatırken kıskandığımı farkettikleri için mi yapmışlardı? Bunu farkeden kişi de Issac'den başkası değildi. Beni ne kadar sinir etsede ona uzun bir süre kızgın kalamazdım. İşin ucunda gülüyorduk. Onun görevi de buydu. Zor anlarda bizi mutlu edip güldürmeye çalışıyordu.


Gülmemiz bile sınırlıydı. Her an her şey olabilirdi ve bütün dengeler alt üst olurdu. Gülüp eğlenip anı biriktiriyorduk. Çünkü yaşadığımız şeyler sona erecekti. Er ya da geç ölecektik. Hepsine oldukça alışmıştım. Ne ölmek istiyordum ne de onları ölü görmek istiyordum. Hepsi kardeşti, ben ise o kardeşlerin arasında üveydim. Ama beni aralarına almışlardı ve öz kardeşiymişim gibi davranıyorlardı. Sakaları ne kadar sinir bozsa da kaliteliydi. Saç çekip, şaka demiyorlardı. Sanki uzun bir süre bu şakayı yapmaya çalışmışlardı.


Şaka olsa bile Luis'in bakışlarındaki tuhaflığı farketmiştim. Yaralanmış olmamdan ölesiye korkuyordu. Bu gözlerinden bile okunuyordu. Bana değer veriyordu. O diğerleri gibi değildi. Yalnız kalıp takılmak hoşuna gidiyor gibiydi. Diğerlerinin yanında bile doyasıya gülemiyordu. Sanki bazı sınırları vardı. Korkuyor muydu yoksa yalnızlığı seviyor muydu? Bana yalnızlık korkusu olduğundan bahsetmişti ama yalnızlığı seviyordu.

Sevgili tsunami gözlü liderimi henüz çözememiş ve ne sakladığını anlayamamıştım. Ama onun gülmesini, içtenlikle ve doyasıya gülmesini istiyordum.


Hâlâ bana bakıp sırıtanlar vardı. Luis'in yanında yürüyordum ve ne kadar sinirim bozuk olsada kıkırdıyordum. Madem hayata bir kere gelmiştik öyleyse mutlu ölmek istiyordum. "Sen neden bu şakaya eşlik etmedin? Onlar benimle dalga geçerken sen niye geçmedin?" Bana bakmadan düz yolda omzu dik bir şekilde yürümeye devam etti.


"Şaka olduğunu bilmiyordum?" İşte şimdi daha çok şaşırmıştım. Luis'in bundan haberi yok muydu? O beni gerçekten mi hamile sanmıştı? Yüzündeki korku bu yüzden miydi? Ona neden söylememişlerdi? "Sana niye söylemediler?"


"O sırada onlarla değildim, hangi yoldan gideceğimizi seçiyordum. Oraya gelir gelmez, sen geldin zaten. Bir an seni gerçekten..."


"Hayır... değilim" rahat bir nefes verdiğini işittim. Bu onu neden bu kadar rahatlatmıştı bunu pek anlayamamıştım. "Neden ki? Eğer hamile olsaydım ne olurdu?"


"Labirentteyiz Malia. Bu bir ölüm girdabı ve sen bana bunu mu soruyorsun? Konuyu bombok bir yere çıkardılar zaten. Şakanın da bir adabı var. Böyle dalga geçmek hoş değil... Bu siz kadınların zor bir dönemi ve bununla dalga geçip şaka yapmalarını sevmedim. Tamam ben de güldüm ama yüzündeki tepkiye sadece. Hamile olsan sana mı bakacağız karnındaki bebeğe mi? İkinizde ölürdünüz. Bu sorumluluğu ne sen kaldırabilirdin. Ne de ben buna izin verirdim."


Beni düşünüyor olması o kadar iyi hissettiriyordu ki kendimi pamuk gibi hissetmiştim. Beni düşünüyor, değer veriyor ve sayıyordu. Ama diğerlerini de anlıyordum, beni eğlendirmek için yapmışlardı. Asla kötü niyetli değillerdi. Onlara bu sebepten kızgın değildim hatta onlara olan sevgim daha çok artmıştı. Hepsinin farklı bir kişiliği vardı. İlk geldiğim günkü düşündüğüm bütün ön yargılar zihnimden silinmişti.


"Teşekkür ederim"


"Ne için?"


"Bana değer verdiğin için."


Yüzüme baktı. Gözlerindeki parıltıyı o an daha net farkettim. Düz bir çizgi halini alan kaşları ve diliyle ıslattığı pembemsi dudakları aralandı. Kahverengi dalgalı saçları her rüzgar estiğinde daha çok dağılıyor ve daha güzel görünüyordu. Üstüne giydiği kirli, ıslak, altından biraz yırtık açık mavi tişörtüyle güçlü ve cesur duruyordu. Büyük ve geniş kasları ön plandaydı. Hava ne kadar soğuk olursa olsun muhteşem durmaya devam ediyordu. Onu ilk kez bu şekilde süzüyordum ve çok yakışıklı olduğunu yeni farketmiştim.


"Sana buradaki herkes değer veriyor ama sen bana mı gelip teşekkür ediyorsun?"


"Senin vermene ihtiyacım varmış sanırım. Bana kızıp, küstüğün zaman çok kötü olmuştum." dudakları hafifçe kıvrıldı sonra eski halini geri aldı.


"İyi bari dersini almışsın" Başımı onaylayarak salladım ve göz kırptım. Ellerimi önde toplamış küçük bir kız çocuğu gibi güle oynaya yürüyordum.


Labirent yolunun üstünde siyah bulutlar vardı. Galiba sis geliyordu. Sisin arkası görünmüyordu ve karanlık olduğu için daha korkutucuydu. Altıncı hissimizi kullanarak herhangi bir yola giriyorduk. Burada mantık hiçbir işe yaramıyordu. Ve gördüğüm kadarıyla Luis'in altıncı hissi kuvvetliydi.


Önümüzde dört tane yol, sağ ve solumuzda ise bir tane yol vardı. Hepsine sis düştüğü için olaya hem adrenalin hem de korku katıyorlardı. "Meşaleleri yakın!" Bazıları çantalarının kenarlarındaki meşaleleri çıkardı. Hem sertçe duvara sürterek yaktılar hem de normal kibrit yakarak meşaleleri yaktılar. Harry kendi yaktığı meşaleyi Luis'e uzattı. Hepsi yapmamıştı. Daha önümüzde uzun ve karanlık yollar vardı. Meşaleleri bile bilinçli kullanıyorlardı.


"Nereden gideceğiz?" Nino'nun sorusu üzerine Luis ona döndü ve eliyle altı karanlık, sisli ve korkutucu yolları gösterek,


"Altı tane yol var. Seç, beğen, al." dediğinde Nino kafasını olumsuz anlamda salladı. Yüzünü yollara bakıp buruşturarak,


"Hiçbirini beğenmediysem." diye söylendi. Stewart söze girerek elini çenesine götürdü ve o da labirentin yollarını göstererek,


"O zaman en korkutucu gözükene gireceğiz. Sadece bizi korkutmak için yapılmış aptal bir düzenek. Her türlü öleceğiz zaten. Bari adımız tarihe 'karanlık yollardan korkmadan, cesurla geçen gençler' olarak geçer." diye saçma bir moral verdiğinde bazıları sinirle güldü.


Leo, "Veya,'karanlıktan korksalarda korkuluk gibi durmamak için ölüme yürüyen gençler' olarak." diye kendi fikrini ortaya katınca tabiki Lucas da durmayıp, "Şey de olabilir. 'Labirentte kaybolmuş aptal gençlerin macerası' bence gayet iyi" Bu sanki tarihe geçme ismi değilde kitap veya film tanıtımı gibi olmuştu. Frost öfkeyle nefesini verdi ve dişlerini birbirine bastırdı.


"Oğlum ne boş heriflersiniz lan! Ölüm döşeğindeyiz ve siz aptal aptal konuşuyorsunuz! Böyle saçma fikirler üreteceğinize ne tarafa gideceğimize yönelik fikirler bulsanız. Adımız da tarihe falan geçmeyecek, tarih bile olamayacağız biz! Kim bizi buradan kurtaracak, böcekler yiyecek bizim zehirli kanlarımızı. Tarihe geçmemiz için önce bilinmemiz gerek! Biz sadece, görünmez olan ve çöpe atılmış değersiz hiçleriz"


Uzun süren bir sessizlik meydana geldi. Söyledikleri ağırdı ama yanlış değildi. Biz görünmez olan ve çöpe atılmış bir hiçtik. Sadece buna hak vermiştim. Ama diğerlerininde huzurunu bozmasına izin veremezdim. Hepsi nerede olduklarını gayet iyi biliyorlardı. Öleceklerini biliyorlardı. Sadece bu zor zamanlarda eğlenmek istiyorlardı. Frost'un anlamadığı en önemli şeyde buydu. Hayat bitene kadar devam ediyordu.


Ellerimi öfkeyle yumruk yapıp sıktım. Böyle hitaplar kullanamaz ve bizim bildiğimiz bir şeyi sanki bilmiyormuşuz gibi yüzümüze tokat gibi vuramazdı. Kendi mi normalde de tutamazdım ama bu dönemlerde daha bir hırçın ve dayanılmaz oluyordum.


Alayla güldüm ve Frost'a doğru bir adım attım. Luis benim kolumu tuttu ve olayı büyütmemi istemiyormuş gibi kaşlarını çattı. Kolumu bir çekişte ondan kurtardım zaten sıkmamıştı.

   

"Ciddi misin sen yaa! Haydaa biz de okulda tarih kitaplarına fotoğraflarımızı damgalayıp tüm dünyaya satacaklar sanıp heyecanlanıyorduk. Biz nerede olduğumuzu iyi biliyoruz. Biraz insanlık yapıp ölmeden önce belki son günlerini iyi geçirmeye çalışıyorlar. Sen de onlar gibi biraz insan ol ve moral bozma! Böyle artistlik yapıp öfkeli konuşacağına bir yol bul ve dehle! Her şey güzel gidiyor içine etme!"


Yine bir sessizlik...


Frost'un siyah kadar koyu mavi gözlerindeki o belirgin öfke ve Luis'in göl berraklığı kadar güzel tondaki mavi gözlerinde o belirgin gurur...


Dudakları masumca kıvrılmıştı. Ellerini arkada toplamış ve her zamanki gibi omzu dik başı yukardaydı. Yaptığım bu konuşmadan hoşlandığı apaçık belli oluyordu. Ehh işte arada böyle mantıklı ve iyi sinir patlamaları geçirebiliyordum.


Frost ise onun tam tersiydi. Dudakları şeytanice aralanmıştı ve sık nefesler veriyordu. Gözlerindeki o nefretin sebebini anlayamıyordum. Benden neden ilk geldiğim günden beri bu kadar nefret ediyordu? Beni öldürmek istermiş gibi bakıyordu. Omzu eğikti ve kambur duruyordu.


"Sana kim söz hakkı verdi? Kızsın diye seni öldürene kadar dövemeyeceğim kanunu yok bende! Şimdi kır dizini biz bir fikir bulana kadar otur hadsiz utanmaz kadın! Yoksa daha önce dediğim gibi ben kırarım o bacaklarını!" Tükürür ve iğrenerek söylediği bu cümleler umrumda bile değildi. Az önce bana asla tahammül edemeyeceğim bir küfür etmişti. Beni resmen kadınlığımla vurmuştu.


Diğer hepsinin gözlerine saniyeliğine baktım. Teo'yu görür görmez ilk kez gözlerindeki bu saf nefret dikkatimi çekti. Luis de aynı şekilde ellerini yumruk yapmıştı. Frost'u her an öldürebilecekmiş gibiydi.


Boğazımı temizledim ve bir iki kere yalancıktan öksürdüm. Ben Malia'ysam onun ağzının payını verecektim.


"Ne dedin sen bana az önce?!" Bir adım ileri attı ve daha yakınıma geldi. Aramızda şuan iki adımlık bir yol vardı.


"Kulaklarında sorun olduğunu bilmiyordum? Neden daha önce söylemedin?" diye beni kayde almayıp alaya vurduğunda dudaklarım tehlikeyle kıvrıldı. Dilimi damağıma vurdum ve sırıttım. Bileğimdeki siyah lastikli tokayı alıp saçımı arkadan toplayıp saçma sapan bir topuz yaptım. Şuan çizgim aşılmıştı. Boyum zaten kısaydı, sinirlenince hemen sınırıma geçiyordu. Çok kötü şeyler olacaktı. Biraz sakinleşmek için gözümü kapattım.


"Eğer anlamadıysan tekrar ediyorum, biz bir yol bulana kadar kız başına otur iğrenç, utanmaz, hadsiz yaratık!" sonra her şey saniyelik gerçekleşti.


Gözümü büyük bir nefretle açtım ve iki adımlık mesafeyi tamamlayıp var gücümle yanağına hokkalı bir tokat yapıştırdım. Şat diye bir ses çıktı ve oldukça iyiydi. O kadar onikiden vurmuştum ki acısını ben bile hissetmiştim. Tokadın etkisiyle kafası omzuna düşmüştü. Ağır ağır kaldırdı ve bana doğru sertçe ilerlediğinde gram düşünmeden hatta beynim bile komut vermeden bacak arasına dizimi sertçe vurdum. Acı içinde dizinin üstüne düştüğünde ise havada tuttuğum yumruğumu burnuna geçirdim. Dizinin üstünde acıyla inliyordu. Burnuna ne kadar sert vurmuşsam kanamıştı. Bir eliyle burnunu tutup yere eğiyor bir eliyle de yerden destek alıyordu. Şuan tam anlamıyla benim önümde dizinin üstüne yenilgiyle çökmüştü.


İfadesizce ve intikamcıl bir ifadeyle bakarak kısa siyah saçlarını tuttum ve yukarı çektim.


"Beyninde sorun olduğunu bilmiyordum? Neden daha önce söylemedin?" dediğimde daha iğrenç bir şekilde baktı. Midemi bulandırıyordu. Kesinlikle insan değildi ve labirentten sağ çıkmayı haketmiyordu.


İşim bittiğinde ellerimi birbirine vurdum ve arkada birbirine toplayıp Luis'e döndüm. Gözlerinde gördüğüm ilk şey gururdu. Bu hareketlerimin hoşuna gittiğini ve etkilendiğini görebiliyordum.


"Beni eğitecek misiniz? Okçulukta tamamım ama bana dövüş gerek" parlak gözlerle bakarak kabul etti. Kulağıma doğru yaklaştı ve fısıldayarak,

"Yaptığınız şey ne kadar kötü olsa da oldukça etkileyiciydi bayan Miller! Zamanla bana benziyorsunuz, umarım sizde bunun farkındasınızdır. Ve başka bir idol seçmenizi öneririm, zararlı olan siz olursunuz yoksa"


Konuşması sadece birkaç saniye sürmüştü ama bütün duyguları aynı anda hissetmiştim. Fısıldarken verdiği nefesler tüylerimi diken diken etmiş ve huylandırmıştı. Sanki içimi gıdıklamıştı.


Topuzumdan önüme düşen küçük saç tutamlarımı kulağımın arkasına attım ve onun kulağına yaklaşacak kadar uzun olmadığım için eğilmesini bile istemeden, "Farkındayım ve size benzemekten onur duyarım bay Tsunami gözlü liderim" dediğimde içinden güldüğünü farkettim. Ne acısını ne de sevincini dışarı yansıtıyordu.


"İyiki bir konu açtım... açmaz olaydım! Neyse yolumuza devam edelim. Bir daha da konuşmuyorum. Az önce neler oldu böyle?! Pembe dizi ve aksiyon filmi izler gibi izledim sizi."


Stewart ilk kez haklı konuşmuştu. Kötü bir niyeti yoktu ama konuyu buraya kadar ilk o başlatmıştı. Aslında tek suçlu Frost'du. Eğer o aptal adam abartmasaydı ve konuşmak için konuşmasaydı hiçbir sorun çıkmazdı. Kendisi kaşınmıştı ve ağzının payını almıştı.


Isaac uzun bir aradan sonra yanıma geldi ve alkışlayarak beni tebrik etti. "Aferin kız, iyi tokattı. Yalnız bir daha sakın şeye vurma, izlerken benim canım acıdı. Güçlü kızım benim. Tam bana çekmişsin"


"Hı hı, tabi tabi! Ha bu arada gelsene sana bir şey soracağım şimdi hatırladım" kolundan tutup ayrı bir yere çektiğimde ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bana bakıyordu. "Sorun ne?" Pat diye girecektim konuya. O an ki tepkileri çok komik oluyordu.


"Sen gay misin?" Gözleri ardına kadar açıldı. Kesinlikle çok komik görünüyordu. Tepkisi beklediğim gibi gelmişti.


"Yuhh! Oha! Ne! Hı! Anlamadım! Yürü git! Aaaaa!" Gülerek karşılık verdiğimde çıldıracakmış gibi bana bakıyordu.


"Nereden çıktı şimdi bu? Yoksa... Delly değil mi? Tanrının cezası işte. Görüyorsun o kadar mükemmel bir canlıyım ki hemcinslerim bile benden etkileniyor. Tabi şaşırılacak bir şey değil ama hayır sevgili arkadaşım ben gay değilim. Etkileyici ve yakışıklı olduğum için aşık olanlar var ama ben kendimden başka kimseye aşık olmam, olamam. Kendimi sevdiğim için gay sayılmıyorum ona göre"


Bir insan kendisini nasıl bu kadar sevebilirdi? Ona küçük ve masum bir soru sormuştum normal bir hayır diyeceğine kendisini övmüşte övmüştü.


"Burcunu hatırlıyor musun?" Saçma bir soruydu ama burçlar dikkatimi çeken bir şeydi.


"Doğum günümü bile hatırlamıyorum." acınası halimize kahkaha attığımızda kafayı sıyırdığımızı farkettim.


"Sen ya boğa ya da aslan burcusundur kesin!" Omuz silkti. "Hiçbir fikrim yok belki papağanımdır." kaşlarımı çatıp ne alakası olduğunu düşündüm. Öyle bir burç bile yoktu.


"Ne alaka acaba? Öyle bir burç yok."


"İnsanların başına örgü örmeyi ve çıldırtmayı severim. Yeni bir burç koydum ortaya, Isaac burcu. Papağan!" Tekrardan güldüğümde o da bana katıldı. Ciddi ve aptal ortamlardansa Isaac ile birlikte ölene kadar konuşmayı tercih ederdim.


"Papağan gibi her şeyi tekrarlamıyorsun ki."


"Ona bakarsan balık burçları da su da nefes almıyor." Bu çocuk ne yiyip içiyordu. Kafası ayrı bir güzeldi. "Tamam, sen kazandın."


"Gelsenize artık!" Isaac'le konuşurken zaman nasıl geçiyor farketmiyordum bile. Eğer buradan sağ kurtulabilirsek hepsiyle başka yerlerde gülüp eğlenmek istiyordum.

Zorluklarla savaş içerisindeydik. Elimizde kendimizi korumak için kılıçlar vardı. Ama bazen o kılıçlarla kendimizi yaralıyorduk. Her yaranın geçmesi zaman alırdı ama o yaraları sarmak için motivasyonumuz kalmamıştı.


🕸🕸🕸🕸🕸


Ben Isaac"le konuşurken onlar konuşmuş ve Stewart'ın dediği gibi en korkutucu olan sisli bir patika yolunu seçmişlerdi. Böcek ve yarasa sesleri vardı. Her yer sisti. Yanımda kollarına girdiğim Teo ve Leo, önümüzde Luis, arkamızda ise diğerleri. Leo aydınlık olması ve önümüzü görebilmemiz için meşaleyi tutmuştu. Kimse bu şekilde kaybolmazdı. Ellerindeki meşalelerin ateşi sisin içinde bile belirgindi. Bu girdiğimiz yol diğerlerine göre daha uzundu. Yaklaşık otuz metre falan yürümüştük. Luis'in meşale ateşi sağa doğru döndüğünde onu takip ederek aynı yönden döndük.


"Korkuyor musun?"


"Hayır, daha kötü ne olabilir?!"


"Hehh ne güzel! Bunu dediğine göre başımıza çok daha kötü bir şey gelecek"


Ben ikizler ile söz dalaşına girerken arkamızdan gelenlerin arasından birinin hapşurup öksürdüğünü duydum. Normal bir hayata olsak gayet normal karşılardım ama şuan anormal bir hayattaydık. Luis öksürük sesi duyduğunda durdu ve önce bize yaklaştı sonra da arkamızdan geçip onların yanına gitti.


"Bir sorun mu var?"


"Sadece hapşurdum ve öksürdüm. Garip bir şey mi?" O kişinin Tom olduğunu anladığımda içime bir kurt düştü. Ama yinede normal karşıladım. Labirentte sisli bir patikadaydık. Sisten dolayı hapşırması normaldi.


"Labirentte olmasını istemediğim en önemli sebep bu!"


"Tamam Luis. Sorun yok, gerçekten" yüzlerini göremiyordum ama stresli bir an olduğu belliydi.

Luis'in meşale ateşi tekrardan bize yaklaştı ve önümüzden geçti. Sis sanki hiç bitmiyor ve biz sadece kendi etrafımızda dönüyormuş gibiydik. Arkadan gelen Tom'un ara sıra öksürmesi dışında her hangi bir ses ve sorun yoktu.


Üstümüz sis, altımız sis, sağ-sol her yer bembeyaz sisti. Herkes karanlıkta simsiyah yollarda hiçbir şey göremezdi. Ama sisli havalarda bembeyaz olmasına rağmen hiçbir şey görünmüyordu. Biz insanlar neden sadece siyahı karanlık olarak ilan ediyorduk ki? Tamamen bembeyaz, sapsarı, pespembe veya masmavi ortamlarda da hiçbir şey görünmüyordu. Gözümüzde bunları küçültmüştük.


Bu girdiğimiz sisli patikanın sonu görünmüyordu ama sanki sis azalıyordu. Labirentte, cehennemin merkezinde bulunduğumuz için sislere bile karanlık bulaşıyordu. Siyahın içindeki beyaz gibiydik. Girdiğimiz ortamda belli oluyorduk ama bir kurtuluş yolu bulamıyorduk.


"Bu yoldan sonra sis azalıyor" Luis'in dediği gibi bir on metre yürüdükten sonra sisler dağılmaya başlamıştı. Yine karanlıkla buluşacaktık. Patikanın yolu normalde kestirmeye açılırdı ama biz yine bir patikaya girmiştik. Bu yolun bir kestirmesi yoktu. Bir dert biter daha büyük bir dert başlardı. Kelimenin tek anlamıyla her şey zordu.


Luis'in meşale ateşi daha belirginleşti. Nihayet sisli olmayan ve karanlık olan yola girdik. Rahatlayarak bir iç çektim ve topuz yaptığım dağınık saçımı çözüp tekrardan bağladım. Ellerimi birbirine birleştirip çıtlattım. Bu çıtlatma hem çok hoşuma gidiyordu hem de rahatlatıyordu. "Ohh be valla bunaldım ya!" Bana katılırlarmış gibi başlarını salladıklarında yere oturup su içenleri gördüğümde ben de oturdum.


Çantamı açıp baktığımda içime bir korku girdi. Suyum bitmişti. Çanağı çıkartıp baktığımda bir damla bile suyun olmadığını görünce gerildim. Ya buradan kurtulana kadar bütün su ve yiyeceklerimiz biterse? Virüsten veya zehirlerden değilde açlıktan veya susuzluktan ölürsek ne olacaktı? Bunun önüne geçebilmeliydik.


"Al hadi!" Bir anda önümde beliren su çanağını görünce bana onu veren tsunami gözlüyü hemen elimle reddettim. "Yok susamadım zaten... sadece var mı diye baktım" dediğimde gülümsedi. Çanağı elime vermek için elimi tuttu ve açarak çanağı avucuma tutuşturdu. Küçücük teması bile kalbimi hızlandırmıştı. Suyu istemediğimden değil ona yetememesinden korkuyordum.


"Var mıymış peki?"


"Ney?"


"Su?"


"Haa, yok bitmiş sanırım." Elimdeki çanağa baktım ve olmayan aptal gururumu ortaya attım. Çanağı ona uzatarak, "Ben gerçekten istemiyorum al sen iç" dediğimde tatlı ve saf bir tebessüm etti.


"Ben deve gibiyimdir. Geçen dediğin gibi boy olarak değil ama su konusunda taş çıkartırım. Yani susuzda yaşarım merak etme. Yeteri kadar içtim zaten, bana iki ay yeter" tebessümüne karşılık verdiğimde çanağı yere bıraktım.


"Peki" diyerek kabul ettim.


Benden uzaklaşınca biraz utanarak çanağın tıpasını açtım ve ağzıma götürdüm. Soğuk havada daha çok soğuyan suyun boğazımdan akıp gitmesine izin verdim. Birkaç yudum bile yeterince iyi gelmişti. Aklımın bir ucunda beni ikna etmek için attığı bir yalan olabileceği vardı. Öyle bir şey varsa gerçekten üzülürdüm. Benim için yapmaması gereken şeyler vardı.


Birincisi fedakarlık. 


Böyle iyilikleri hakkettiğimi düşünmüyordum. Evet bana sadece su vermişti ama bu su bir hayat kaynağıydı. Ve Luis'in bana hayatının kaynağını vermesini istemiyordum.


"Evet su molanız bittiyse yola devam ediyoruz" çanağın tıpasını kapattım ve ayaklanmaya başladım. Çantamı omzuma attım. Leo'nun benim için taşıdığı yayı ve tirkeside boynuma geçirdim ve buruşan siyah üstüme biraz çeki düzen verdim. Fazla kan akmıyordu ve sancım bitmişti. Yola devam edebilecek kadar iyi hissediyordum.


Ayaklanıp yola devam edeceğimizde kalkmayan ve hâlâ yere oturan Tom'a döndük. "Kalksana hadi" Nino onu kolundan tutacağı sırada kolunu hemen ondan çekti ve "Sakın dokunma!" diye bağırdı. Şimdi bu tepkiyi anlayamamıştım. Kahverengi kıvırcık saçlarına uzun kollu yeşil gömleğinin en alt ucuyla kapattığı elini götürdü ve dizini kendisine çekip kafasını yatırdı.


"Sorun ne Tom? İyi misin sen?" Nino ona dokunmadan korkarak ne olduğunu sordu. Tom kafasını dizinden kaldırdı ve kızaran gözlerle ve sanki acı içinde ona bakıp yalandan gülümsedi.


"İyi mi? İyi falan değilim! Buradan kurtulacağım için mutluyum sadece."

Burnunu içine çekti ve gömleğinin ucunu biraz daha çekip kolunu tamamen gizledi.


"Neyden bahsediyorsun sen?" Luis onun bir adım yanına çömeldiğinde gözleri direkt olarak kollarını buldu. "Gömleğini kaldır! Kolunu aç Tom!" diye fazla yumuşak olmayan bir sesle bağırdı. Tom onun gözüne yalvararak baktı ama Luis'in emir veren ve tehditkar bakışlarına karşılık veremediği için korku dolu nefeslerini daha şiddetli vermeye başladı.


"İstemiyorum. Lütfen gidin buradan!"


"Kolunu aç dedim!" Daha yoğun ve yankılandırma yapan sesiyle bağırdığında Tom irkildi ve açık kahverengi ela gözlerinden akıttığı yaşlarını koluyla silip titremeye başladı. Sanki havale geçirecekti. Ateşini bilmiyordum ama kıpkırmızıydı ve korkuyordu. Kolunu göstermek istemiyordu ve Luis'i dinlemiyordu. "Lütfen yapma Luis." hâlâ yalvarmaya devam ediyordu.


Luis daha fazla tahammül edemeyerek Tom'un kolunu sertçe çekti ve kolunu sıvazladı. Gördüğümüz ilk şey bizim bu zamana kadar korktuğumuz tek şeydi. Tom'un kolu kömürleşmeye başlamıştı. Eli tamamen simsiyahtı. Bileklerinden yukarıya siyah damarlar çıkıyordu ve simsiyah damarları bembeyaz teninde daha çok belirgin hale gelmişti. Nino'nun gözünden tane tane yaşlar akmaya başladı. Odaklandığı tek şey Tom'un kömüre dönen eliydi. İki koluda parmaklarından dirseğine kadar siyah damarlarla boyanmıştı.


"Lanet olsun!" Lucas'ın tek düz dediği bu sözden sonra kimse nefes bile alamadı. Bu ölüm oyununda bir kişi daha gözlerimizin önünde nefesini verecekti. Havale geçirir gibi daha şiddetli titredi. "Aşı yapabi-" Luis çantasını sertçe yere atıp açtığında Tom onu son gücüyle tutup engelledi.


"Belki de tek kurtuluş yolu ölümdür Luis" tüylerimi bile diken diken eden bu sözler canımı hiç olmadığı kadar yakıyordu. Nino tane tane yaşlar dökerken, Joe ve Ron tepkisizdi. Ron bize arkasını dönmüş, kafasını labirentin duvarına yaslamıştı. Sanki o da hemen şuan ölmek istiyor gibiydi. Joe ise ayakta sadece Tom'a bakıyordu. Gözleri dolmuştu ama ağlamamaya çalışıyor gibiydi.


"Ölmeni istemiyorum ol işte şu aşıyı." Nino onu ikna etmek için her şeyi yapmaya çalışıyordu ama Tom istemiyordu sadece o değil kimse istemiyordu. Tom'un boynuna kadar hızla ulaşan siyah virüslü kan artık burnundan ve dudaklarından akmaya başladı.


Bir kaç sefer öksürmeye başladı ve dudaklarına yetişen siyah ve kırmızı karışımlı kanı yere tükürdü. Kafasını pes edercesine duvara tekrardan yasladı. Omuzları çökmüş görüş açısına bu sefer Teo'yu eklemişti. Duygusal olduğu için kahverengi gözlerinden yaşlar akan Teo zorlukla gülümsemeye çalıştı ama yarı yamalak olsa dahi beceremedi.


"Yaptığım onca haylazlıktan sonra beni affettin dimi sarı maymun." diyip öksürdüğünde Teo hiç olmadığı kadar bitmiş bir vaziyette Tom'un yanına geldi ve yere çömeldi. Elini onun kendisine doğru çektiği dizinin üstüne koydu ve sıktı. "Üstüme istediğin kadar fıçı çamur dökmeni isteyecek kadar affettim. Hem kurtulup ne yapacaksın ol işte şu aşıyı ağzına sıçarım yoksa."


Tom gülmeye çalıştı ama ağzına gelen kanlar buna izin vermedi tekrardan yere tükürdüğünde ağır bir nefes aldı. "Bu aşıyı sizi düşünmeden yaparsam bencil olmaz mıyım? Bir sürü kişi kurtuldu, belki hiç hatırlamadığım ailemle karşılaşırım. Kim bilir belki onlar beni hatırlar ve yanlarına alır. Ya da onları izlerim gökyüzünde. Sizide izlerim kıskanmayın sakın." akan yaşlarımı silip Teo'nun yanına geçtim ve ben de yere doğru çömeldim.


"Onları karşı tarafta görmen için onlarında ölmeleri gerekmez mi? Eğer buradan kurtulursak belkide on-" derken tekrardan öksürdü. Bana kıpkırmızı kan çanağına dönen gözleriyle tebessüm etti. "Senin umudunun bittiğini sanıyordum. Beni umutlandırma, sizi bilmem ama benim buradan sapasağlam kurtulacak şansım ve umudum yok!" Omuz silktim. "Belki de sadece umuda ihtiyacımız vardır. O ateşi söndürdüğümüz içindir bu bütün olanlar."


"İyiki seni tanıdım Malia, kendine iyi bak olur mu? Bu sığırlar sana emanet." Gülümsemeye çalıştım. Gülümseyemedim. Sarılmak istedim. Sarılamadım.


Sonra öfkeyle ve kırgınlıkla ona bakan yanındaki Luis'e döndü. "Sen benim tanıdığım en iyi insandın Luis. Hem en iyi insan hem de en iyi lider." Ardından gözleri bu zamana kadar birlikte olduğu, birlikte yatıp birlikte kalktıkları Joe, Ron ve Nino'yu buldu.


"Ağlıyor musunuz lan!? Bu yola girmeden ilk önce ne söz vermiştik birbirimize? Silin o aptal su damlalarınızı, suyunuz bir gün biterse diye depo yapın, erkek adam ağlar mı oğlum!" Bu durumda verdiği motiveler can sıkıyordu.


"Şu sarılar ağlıyor ama" diyerek ikizleri gösterdi ve dikkati kısa bir süreliğine olsa da dağıttı Joe. Zaten buradaki herkesin Teo ve Leo'yla bir garezi vardı. Durduk yere laf atıp gülüyorlardı ama onlarda bu durumdan oldukça memnundu. Sanki kendilerini bu şekilde mutlu ediyorlardı. Gülmek için ne olsa yapıyorlardı. Buradaki herkes de bundan oldukça keyif alıyordu.


"Teo erkek mi?" Teo burnunu içine çekti. Elinin tersiyle gözünü sildi ve elini ensesine götürdü.


"Kes lan! Öleceksin hâlâ dalga peşindesin" Tom o an son bir kez güldü. "Beni unutursanız sizi karşı tarafta bile sikerim." dedi ve ellerine baktı. Alnında bile görülen damarlar artık onu boğuyordu.


Belki de son defa hepimizin yüzüne gözümüzün içine baktı. Tebessüm ederek,


"Belki de tek ihtiyacımız olan pes ettiğimiz anda bile yanımızda olan dostlarımıza sarılıp veda etmekti. Size ölmeden önce sarılmayı çok isterdim ama hiçbirinizi bu lanet olası riske sokamam. Kendinize iyi bakın ve birbirinize sahip çıkın..." son cümle ve son nefes...


Kafası verdiği son kelimeden ve nefesten sonra yavaşça omzuna düştü. Nino, Ron, Joe ve diğerleri şuan çıldırma evresindeydi. İçlerine çeke ağlıyorlar bağırmamak için büyük çaba sarf ediyorlardı. Ama Luis öyle değildi. Yüzü kızarmış gözü dolmuştu ama göz yaşı dökmüyordu. Ağlamıyor, bağırmıyor, bir yerlere vurmuyordu. Sözün bittiği noktadaydık.


Biz hepimiz ölüme terk edilmiştik. O ölüm bizi sahiplenmiş, kucak açmıştı. Ona güvenenler sarılıp birer karanlık oluyordu. Belki de bu hep böyle devam edecekti. Bizde ölümün üstünden iple geçecektik. Kimileri dayanamayıp düşecek, kimileri pes etmeyecek ve devam edecekti. İçimde bir yerde hâlâ küçücük bir parıltı vardı.


O da kimsenin inanmadığı ve inanmamızı istemediği umuttu.

...


     

  


    

       


Loading...
0%