@darklightssx
|
(Yorum yazmayı ve oylama yapmayı unutmayın... iyi okumalar♡♡♡) "Ben Malia Miller... sevdiklerim için katil bile olurum!" Zaman kavramı burada geçerli değildi. Kesin bir cevabımız yoktu. Tahmin yürütebilirdik ama sadece ihtimallerle yaşardık. Biz buna yaşamak diyebilir miydik? Ölülerin olduğu bir labirentte aldığımız nefesleri boğazımıza dizmek isterken buna "En azından hâlâ hayattayız." diyebilir miydik? Tahminen 5 ay olmuştu. Daha çok geçmişte olabilirdi, gecelere göre hesaplama yapmıştım ve burara gündüz çok kısa sürüyordu. Hatta güneş bile yoktu, 7/24 karanlıktaydık. O kadar alışmıştım ki karanlıkta bile görebildiğimi hissediyordum. Zaman geçtikçe ölmediğime üzülmeye başlıyordum. Madem herkes için tek kurtuluş yolu ölümdü biz niye hâlâ ayaktaydık. Ölmeye meyilli hale gelmiştim. Ağlamaktan yorulmuş ve bıkmıştım. Aptal gibi birlikte güldüğüm kişinin yanımdan ayrılıp ölmesinden bıkmıştım. O kadar saçma bir döngüye girmiştik ki idrak edemiyorduk. Az önce aramızdan bir kişi daha son nefesini vermişti. Joe da Nino ve Ron ile aynı kulübede kalıyordu. Onlar başlarına geleni az önce farketmişlerdi. Anlamıyorlardı artık ama şuandan itibaren intihara meyillilerdi. Nino defalarca kendisini öldürmeye kalktı. Bunu yaparsa Ron da aynı şekilde karşılık vereceğini söylediği için ve Luis'in bunu affetmeyeceğini eceli gelene kadar yaşayacağını söylediği için durdu. Ben ise korku filminde gibiydim. Ölü bir ruh gibi deminden beri yürüyordum. Yüzümde mutluluğa dair tek bir sey bile yoktu. Hatta öyle bir çöküşte hissediyordum ki ilk geldiğim anı görsem onun için de ağlardım. Umutla yeşeren ve filizlenen Malia yıkılmış, yıpranmış ve solmuştu. "Unutmaya çalışıyoruz. Çok zor ama çalışıyoruz." sadece benim duyabileceğim bir sesle söylemişti. Ron'un bunu nasıl yaptığını anlayamıyordum. İki arkadaşıda gözlerinin önünde ölmüştü ama unutmaya çalışıyordu. Benden pek hoşlanmadığını düşünürken şuan konuşmaya çalışıyordu. Ben ne zaman bu erkek milletini anlayabilecektim acaba? "Bunu nasıl yapıyorsun? Biliyorum ben daha kısa bir süredir sizinleyim ama hepinize o kaşar alıştım ki gerçek-" tebessüm ederek kolunu omzuma attı ve sözümü kesti. "Bazen diğerleri için fedakarlık yapmalısındır. Görüp görebileceğin en fedakar insanlar biz olabiliriz hatta." Ela gözlerindeki hüzün her şeyi açıkça anlatıyordu. Kahverengi düz saçları rüzgar estikçe dağılıyordu. "Bunu nereden öğrendiniz peki? Bu fedakarlıklar çok zor! Birinin ölümünü izleyip unutmayı ve hiçbir şey olmamış gibi moral vermeye çalışmayı nereden, nasıl öğrendiniz?" Sessizce bir iç çekti. Kolunu omzumdan çekip eliyle Luis'i işaret etti. "Burada kimse onun kadar güçlü değil Malia. Biz birinin ölümünü görüp unutmaya ardından moral vermeye çalışıyoruz ve sen buna fedakarlık diyorsun." Arkamdan Carl geldi, o da sadece benim ve Ron'un duyabileceği bir tonda Ron'un sözünü devam ettirerek, "Halbuki Luis bizim sağlığımız için yıllardır beraber olduğumuz kişileri acı çekmemeleri için öldürdü. Yanımızda güçsüz görünmek istemediği için bizden uzaklaştı. Kendisinden hep nefret etti sürekli bizim için bir şeyler yaptı. Leo birkaç kumaştan kıyafet yaptı ama kendisi almadı bize yetmeyeceğini düşündü ve yıllarca aynı gömleği giydi." büyük bir etkilenmeyle onu dinliyor aynı zamanda da Luis'e bakıyordum. Her şeye rağmen omuzları dikti. Güçlü durmaya çalışıyordu. "Sizin yanınızda hiç ağlamadı mı? Hiç onun yanında durup engel olmadınız mı?" "Hayır. Luis hep bizden kaçtı. Yanımızda gözünün bile dolduğunu görmedik, ta ki bu zamana kadar. Kaçacak bir yer bulamayana kadar. Ama yine ağlamadı. Eğer ağlarsa bizim yıkılacağımızdan korkuyor. Ayriyetten de bizim için güçlü durması gerektiğini söylüyor. Bize güç sağlıyor." Bu zamana kadar sürekli laf ettiğim bazen de arkasından konuştuğum kişi yıkılacak olan bir evi ayakta tutmaya çalışan demir gibiydi. Ben ona cimri demiştim. Halbuki o kendisi hariç herkesi düşünüyordu. Öldürdüğü kişiler için kendisinden nefret etmiş kendi başına sinir krizi geçirmişti. Yanında kimse yoktu. O kendisini yiyip bitirirken diğerleri onu kendi haline bırakmıştı. Muhtemelen Luis'in yanına derdini anlamak için giden ilk kişi bendim. Yürürken aynı zamanda da konuşuyorduk. Konu durduk yere Chris'e bağlandı. O adam zarar vermese de bize saldırmıştı. Belki de bir casustu. Teo'nun hayatını kurtardığı için ona bir can borçluyduk ama hainlik yaparsa Luis gözünü kırpmadan onu öldürürdü. "Hiç güvenmiyorum şu herife. Bir bokluk yapacak demedi demeyin." Harry kafasıyla onayladı. Önümüzde yürüyordu ama bizim yetişmemiz için yavaş yürüdü. Sonra gözleriyle Chris'i işaret ederek konuşmaya dahil oldu. "Luis onun ağzını arayacaktır. Tek bir hareketle öldürür zaten onu." Ron onaylayarak devam ettirdi. "Can borçlu olmasak anında öldürürdü" Isaac'in yanında yürüyordu. Elini bağlamışlardı ve silahlarından arınmıştı. Arada bize attığı bakışları tuhaf aynı zamanda da şüphe uyandırıcıydı. Aklında bir nevi plan var gibiydi. "Misafir perverliğiniz berbatla eş değer. Sözde en iyi sizsiniz." Isaac ona susması için gözüyle işaret yaptı. Chris sustu, ardından tekrardan arkasına döndü. Nereye bakıyordu bilmiyordum, oldukça garipti. Bir şey arıyor veya plan kurduğu her halinden belliydi. Benimle saniyelik bir göz teması kurup göz kırptı. Bundan rahatsız olmuş ve bakışlarımı kaçırmıştım. Ela gözleriyle her birimizin tek tek yüzüne bakıyor kafasında tutmaya çalışıyordu. Yüzünde hâlâ taktığı siyah maskesi vardı. Gözünde de bir bıçak kesiği izi vardı. İz oldukça derin gözüküyordu. Sanki birisi gözünü yerinden çıkaracaktı. Büyük ihtimalle mücadele ederken olan bıçak iziydi. Luis çantasını omzundan çıkartıp yere attı. Chris'e bakıp ellerini birbirine destek vererek çıtlattı. "Biraz konuşalım mı artık?" diye soğuk ortama soğuk bir hava katmıştı. "Eğer ağızla olursa tamam ama el kullanacaksan her yerim çok ağırdığı için olmaz." Oldukça rahat konuşuyordu. Luis ellerini arkada topladı. Gözleriyle Isaac'e bir işaret yapıp onu o bölgeden uzaklaştırdı. Isaac bizim yanıma gelip çantasını yere attı. Çantasına doğru eğilip içinden erzak yaptığı marulu çıkardı. Bu çocuk yüzünden bu sebzeyi çok sevmeye başlamıştım. Marulu hem benim elime hem de diğerlerinin eline sıkıştırdı. "Uzun zamandır film izlemiyordum, oturun hadi. Belki biraz kavga ve kaos olur." "Az önce zaten bir filmin içinde oynamış gibiydik. Sen o filmde katil adayı oldun." dediğimde kafasını iki yana sallayarak gülümsedi. "Ahh Malia! Ben böyle bir filmde oynasam katil adayı olmaz doğrudan melek yüzlü şeytan olan katil olurdum." dediğinde kendini övdü mü yoksa gömdü mü anlamadığım için devamını getirmedim. Tam o an bir yumruk sesi geldi kulaklarıma. Ne olduğunu baktığımda Chris'i yerde gördüm. Gözünü tutmuştu. "Bu haksızlık! Benim ellerimi çöz hele, ben de göstereyim sana." diyerek ayağa kalkmaya çalıştı. "Casus musun sen?" Luis ona doğru eğilip yakasından tuttu ve yine yere fırlattı. "Sorun bakalım ben arkadaşınıza böyle davrandım mı? Misafir perverliğinize on üzerinden eksi sonsuz veriyorum." dedikten saniyeler sonra Frost onu arka yakasından tutup kaldırdı. Sonra Chris'i duvara kafası patlarcasına sertçe yasladı. Chris başı dönmüş gibi kafasını iki yana salladı. Ardından bir iç çekti. "Ayıp gerçekten çok ayıp! Bilseydim oracıkta öldürmeni isterdim." "Kes lan!" Biz marulumuzu yiyip film izlerken Isaac, Luis'e destek veriyordu. Arada alkışlıyor hatta ıslık çalıp gerilim sağlıyordu. "Harikaa!" Elimle kafasına vurup susmasını söyledim. Yoksa az sonra o dayak yiyecek gibi görünüyordu. Kaşlarını çatıp sinirle marulun hepsini ağzına attı. Luis, Chris'i silkelemeyi bırakıp yakasından tuttu ve düzeltmeye başladı. Omzuna iki kez vurup şeytanice gülümsedi. "Şimdi her şeyi anlat!" "Ne gibi?" Anladığı halde bunu sorduğuna emindim. "Teo'ya uyanmamız gerektiğini söylemişsin, ne uyanmasından bahsediyorsun açıkla?" diye sert ve ürkütücü bir sesle bağırdığında afalladı. "Bunu söylemem yasak!" dediğinde Luis tekrardan onu yakasından duvara çarptırdı. "Anlat dedim!" "Yasak dedim! Beni öldürürler, bana inanmanızı istiyorum. Amacımız kötü değil. Hatta kılıçla ölen arkadaşınız ne kadar şanslı bilemezsiniz." derken Luis bu sefer yumruğu adamın yüzüne indirdi. "Her dakika vuracaksan bir daha asla konuşmam." "Eğer mantıklı bir açıklama sunarak anlatırsan tamam ama saçmalama!" Kafasını sallayarak onayladı. Koyu ela gözlerinde korku yoktu ama endişe vardı. Sanki anlatırsa onu gerçekten öldürürlerdi ve görevi biterdi. "Ne öğrenmek istiyorsun?" diye sorduğunda Luis kollarını yine arkada toplayıp anında yanıtladı. "İnfaz emrini kim veriyor önce bunu söyle?" Chris gözlerini devirip somurtarak Teo'ya baktı. Masum bir şekilde oturup olanları izliyordu. "Cidden bunu da mı anlattın? Ölsen daha iyi olurdu gibi geldi şuan." Öfkeyle verdiğimiz nefesten sonra sustu. Gözlerini kapatıp dışarıya bir nefes verdi. Teo'yu işaret ederek, "Bakın bunu ona da söyledim bu bilmemeniz gereken bir şey yani söy-le-ye-mem!" Tane tane anlatıyordu. Neden söylemediğini bilmiyorduk ama kötü bir şey olduğu kesindi. "Bilmeniz gereken tek şey bu kötü bir şey değil. İnanın bana bu labirentten kurtuluşunuz yok! Biz bile çıkışı bulamadık. Tek yol hepimiz için ölüm. Ölürseniz uyanırsınız." Bu da ne demekti? "Nasıl yani? Ölürseniz uyanırsınız da ne demek?" diye sorduğumda yutkundu. Gözlerini yanlış bir şey söylemiş gibi kırptı. Bana tereddütle akıp, "Neden her cümlemi papağan gibi tekrarlıyorsunuz? Söyledim bitti uzatmayı kesin." dediğinde kaşlarımı çattım. Zaten kaşlarım sürekli çatıktı. Artık alışık hale gelmiştim. Luis ona doğru bir adım atacakken Teo ayağa kalkıp onu durdurdu. "Bu kadar yeterli değil mi? Bana dediklerinin aynısını söylüyor işte." diye Chris'i dayak yemekten koruyunca arkasını ona döndü ve ellerini çözdü. "Zorbalık yok." deyip halatı yere attı. Luis bir şey söylemedi ne söylerse söylesin vazgeçip de doğruyu söyletemeyecekti. Chris tebessüm ederek "Aferin şimdi gözüme girdin ama her boku anlatmamalıydın." Teo omuz silkti. "Eğer o bokluklar bizi ilgilendiriyorsa anlatmalıydım." yine somurttu. "Eee ben acıktım elinizde yiyecek bir şey var mı?" diye ciddiyetle sorduğunda Luis arkasında bağladığı kolunu çekip yumruk yaptı. Onun gözüne sererek, "Elimde taze, sıcacık bir yumruk var yemek ister misin?" Kafasını yukarı kaldırıp reddetti. "Yok doydum ben afiyet olsun." nedense diyalogları komiğime gidiyordu. "Pişt! Yakala şunu" Lucas çantasını açıp ona doğru bir salatalık attı. Chris çevik bir hareketle yakalayıp ne alakası varmış gibi baktı ama sonra omuzlarını kaldırıp iç çekti ve ağzıyla bir ısırık aldı. "Ohh afiyet olsun!" dediğinde Isaac, Peter'a bir işaret yapıp Lucas'ın koluna sertçe geçirmesini istedi. Lucas'ın koluna vurduğunda Isaac'i işaret etti. Isaac her zamanki gibi ciddiyetsiz bir sesle, "Ben gece gündüz uğraşıyorum bu hıyarların büyümesi için ama sen olduğun yerde bir an bile düşünmeden karşımızda duran şuursuz hayvan herife mi veriyorsun?!" dediğinde Chris hariç hepimiz güldük. "Ayıp oluyor ama sizin aksinize o beni düşünmüş" diye bir böbürlenme yaptığında Lucas sinsice gülerek kafasını salladı. Eliyle bir yandan kahverengi saçlarını karıştırarak bir yandan da Chris'i baştan aşağıya göstererek, "Hıyara benzeyen bir adama hıyar vermek istedim işte, fena mı olmuş?" dediğinde Chris bu laf karşısında ağzındaki ısırık aldığı o salatalığı çiğnemeyi bıraktı. Gözleri ise elinde tuttuğu masum salatalıktaydı. "Biraz daha yavaş koysaydın keşke lafı, art arda gelince yükü ağır olduğu için taşıyamadım." gülmemek için kendimi zor tutuyordum ama ağzımdan garip garip sesler çıkıyordu. Nihayet uğraşacak başka birini bulmuşlardı. "Önce hele bir hıyarını sindir. Sonra o yükleri taşı. Fazla hızlı kaldırmaya çalışırsan lafların altında böcek gibi ezilirsin." dediğimde bana sende mi? dermiş gibi baktı. Stewart elini ağzına götürüp sesli bir kahkaha attı. Hepsinin yüzüne tek tek baktım. Bizi gören şuan Chris'in düşündüğü gibi aptal olduğumuzu var sayardı. Buraya girdiğimizden beri dört kişiyi kaybetmiştik ama hâlâ gülüyorduk. Bu iyi bir şey miydi? Onları hemen unutmak kötü olsa da hayata devam etmek iyi miydi? Dört kişiyi ardımızda bıraktık. Bir mezarları bile yoktu. Max hâlâ zehirli dikenlerin esiriydi. O diken kafasında durmaya devam ediyordu. Jack ve Tom hâlâ o lanet duvarlara yaslanmış duruyorlardı. Joe hâlâ kendi kılıcının kesiğiyle savaş alanında yatıyordu. Bir kıpırdanma yoktu. Yanlarında olan tek kıpırdanmalar rüzgardan dolayı saçlarının dalgalanması ve böceklerin onları yemeğe başlamasaydı. Biz bu olan dehşetlere rağmen gülüyorduk. Aralarındaki en güçsüz kişi olduğumu yine düşündüm. Çünkü onlar moral amaçlı ve diğerleri için olanları unutmaya çalışırken ben sürekli onlara hatırlatıp sinirlerini bozuyordum. Sonra da bana kızdıkları için üzülüyordum. Ama ben böyleydim unutamıyordum sürekli zihnimde dolanıyordu. "Biraz antrenman yapmak ister misiniz Bayan Miller?" Luis yayla önüme geldiğinde yine aptal düşüncelerimden arındım ve yayı alıp onayladım. Çantamın yanındaki tirkeşi boynuma attığımda, "Sana emanet bu hıyar." diye Chris'i Isaac'e emanet bıraktı. "Offf yine mi ben!? Burada kaç kişiyiz ama her haltı ben yapıyorum." Luis parmağını dudağını götürerek üstüne basa basa "Kapa çeneni!" dediğinde Isaac onun taklidini yaparken biz oradan uzaklaştık. Luis beni sırtımdan ittirerek yürütüyordu. Başka bir yola girdik. Bu sefer elinde hiçbir hedef tahtası yoktu. Galiba en son atış yaptığımız yerde unutmuştuk. "Nereye atış yapacağım?" diye sorduğumda bilmiyorum anlamında omuzlarını kaldırıp indirdi. Sonra tirkeşten bir ok çıkardı ve karşı duvarın oraya gidip okun ucunu duvara bastırarak üç tane içiçe yuvarlak çizdi. "Hadi bakalım hedefin hazır." deyip yaylana yaylana yürüyerek yanıma geldi. Oku bana uzatıp verdi. Yayıma geçirip okun ucuyla çizdiği hedefe gerecekken, "Daha önce dediklerimi tekrarla." dediğinde göz ucuyla ona baktım. Dudaklarımın kenarı kıvrıldı. Bir iç çekip oku yaya koyarken, "Alacaksın yayı eline," diyerek başladım. Oku yaya koyup çekiştirip devam ettim."Koyacaksın oku içine..." Oku erken koyduğum için beklemeden devam ettim. "Odaklanacaksın karşındaki hedefe" dediğimde oku iyice gerdim. İç içe çizdiği üç çemberin tam ortasına atış yapıp gözüne girmek istiyordum. O en içteki ve küçük çembere odaklandım. Okun ucunu, gideceği yere göre ayarladım. Gözümü bile kırpmadan,"Bırakacaksın öfkeni de... sevgini de" deyip oku bıraktım. Ok gözle görünemeyecek kadar büyük bir hızla hedefin tam ortasına sağlandığında mutluluktan yerimde zıplayacaktım. "Benim öğrencim olduğun çok belli" diyerek kendisini övdüğünde göz devirdim. "Ama daha hızlı olman lazım, her an her şey olabilirmiş gibi davranacaksın." kafamı aşağı yukarı salladım. Kendimi ve yayı gösterek, "Öğrendim ben bu işi, baya yetenekliyim" Beni baştan aşağı süzdü. Bu ne kadar rahatsız hissettirsede hoşuma gitmişti. Bana ne oluyordu? Bunu geldiğim ilk günlerde yapsaydı 'bok mu var ne bakıyorsun?' gibi şeyler söylerdim. Ama şuan kalbimi ısıtıyor ve beni garip bir şekilde ürpertiyordu. İlk geldiğim günden beri neler neler değişmişti. İçimde ne olduğunu bilmiyor bu duyguyu tanımıyordum. Daha yeni tanıştığım biriydi ama içimde ona karşı büyük bir güven oluşmuştu. Kendimizden 4-5 kat büyük duvarların ardında duruyor ve atış yapıyorduk. Luis arada kendisini övüyor, böbürlenip gülüyordu. Her şey normalmiş gibiydi. Tek sorun hiçbir şeyin normal olmamasıydı. Benim okçulukta oldukça yetenekli olduğumu biliyordu. Bu yeteneğinim sebebini kendisinden kaynaklı olduğunu, o olmasa yapamayacağımı söyleyerek sinirimi bozmaya çalışıyordu. Bir yandan haklıydı o olmasa asla ok atmaz ve öğrenemezdim. Ok atışlarını bırakıp dövüşmeye karar verdik. Luis, parmağını benim gözüme sokarak, "Sakın yanlış hareketler yapıp canımı sıkma. Sen bilmiyorsun ama canım acıyor." dediğinde yine şeytanca gülümsedim. Saçlarımı bileğimdeki tokayla yukardan sıkı bir at kuruğu yaptı. Ellerini yumruk yapıp sıkarak önünde tuttu. "O an ki isteğime bağlı. Sinir edersen acımam." Yumruğumu Luis'in beklemediği bir an da onun yüzüne savurduğumda bileğimi tutarak engelledi. Benim hareketlerimi tahmin edebilmesi aşırı berbat hissettiriyordu. Sonra çelme takarak beni düşürmeye kalkıştığında ayağımı yerden kaldırıp onun karnına tekme attım. "Owww!" Luis karnını tutup iki adım sendeledi. Kafasını yere eğip yavaşça yukarı kaldırıp yine boynunu iki yönden çıtlattı ve sahaya geri döndü. Bunu her yaptığında boynu kırıldı sanıyordum. Kalbim yerinden çıkıyordu. Ayağını kaldırıp bana aynı şekilde tekme atacakken o bölgeden çekilip Luis'in yanağına yumruğumu geçirdim. "Bilerek yaptığına eminim. Biraz gerçek oyna! Vur bana." dediğimde Luis kafasıyla reddetti. "Kadınlara el kaldırmam" Sanki hiç dövüşmemişiz gibi saçma bir savunma koymuştu. Beni defalarca dövmüş ve tekme atmıştı. Parmağımı bile kırmıştı ama el kaldırmam diyordu. Gülerek ve elimi ona doğru gel diyerekten sallayarak kendimden emin bir şekilde gelip dövüşmesini istedim. "Olacaklara karışmam." kafamla onaylayıp kabul ettim. O sert dövüşmüyor olabilirdi ama düşmanlarımız benim kız olmamama bakmadan dövüşücekti. Buna hazırlıklı olmam gerektiğini düşünüp kendimi en kötüye hazırlamaya çalışıyordum. Onlarda erkekti ve bir erkeğin ne yapacağını yine erkekler bilirdi. Luis yumruğunu karnıma doğru salladı. Normalde engelleyebilirdim ama az öncekine göre daha çok güç uygulamıştı. Elimle engelleyemedim ama attığı yumruğu yavaşlattım. Luis'in etrafında dolanıp hızla arkasına geçtim ve tam tekme atacakken Luis çevik bir hareketle ayağımı havada yakalayıp tuttu. Canım acımıştı ama ağzımdan tek bir inleme bile çıkmadı. Şuan bir bacağım yukarda bir bacağım aşağıdaydı. Saniyelik bir hareket yapabilirdim ama oldukça riskliydi. Alt tarafı bacağım kırılır deyip kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Halbuki bu risk bile labirentte kabus olurdu. Alt tarafı yerdeki ayağımın üstüne zıplayıp botumla Luis'in çenesine tekme atacaktım. Yanlış bir hareketle bacağım kırılırdı. Derin bir nefes aldım kendimi kanıtlamak için en iyi yol bu olabilirdi. Yere değen ayağımın üstünde zıpladım ve Luis'in yanağına botumla sert bir tekme attım. Çenesine değmemişti. Eğer değerse boynu kesin olarak kırılır hatta ölebilirdi. Bunu düşünmek bile kalbimi sızlatmıştı. Geriye doğru sırtının üstüne düştü. Bende onunla aynı anda ayaklarım boşlukta olduğu için bende sırtımın üstüne düştüm. Ardından bir kahkaha patlattım. Luis eliyle kızaran yanağını tutup bana eşlik etti. Şaşkınlıkla yaşadığı şoku atlatmaya çalışıyordu. "Ne yaptın sen ya! Gözüm karardı. Bir an öldüm sandım." deyip güldüğünde komikmiş gibi yediği tekmeye gülmeye devam ediyordu. Eli hâlâ yanağındaydı. Botumun izi çıkmıştı. Biraz çamurlu bir iz kalmıştı. "Sana tavsiyem bana ne yaptıysan aynılarını düşmanlarada yapacaksın. Tehlikeli yaratık." Elimi ağzıma götürüp kıkırdamaya başladım. Uzun zamandır bana yaratık demiyordu. Bu sözünü bile sevmeye başlamıştım. "Yola devam edelim mi?" diyerek gülmeyi yarıda bırakıp sorduğunda dışarıya oflayarak bir nefes verdim. Ne zaman yola devam edecek olursak birimize bir şey oluyordu. Luis, yerden eliyle destek alıp ayağa kalktı ve yerde oturmaya devam eden benim yanına gidip elini tutup kalkmak için uzattı. Onun hem eline hem de yüzüne bakıyordum. Böyle bir şey beklemiyordum. Daha önce yaptığım gibi ondan yardım almadan kalkacakken gözüm elinden hiç ayrılmadı. Daha önce de yerde otururken bana elini uzatmıştı. Ama o zaman ondan nefret ettiğim için tersleyip somurtmuştum. Neden şuan deli gibi elini tutmak istiyordum? Beni kaldırmasını ve gülmesini istiyordum. Ben ondan nefret ederken nasıl oldu da şuan içimde öfkeye dair tek bir şey bile yoktu. Onu terslemek istemiyordum. Şuan elini tutmak ve hakimiyeti onun eline verip ona karşı yenilmek istiyordum. Gülümseyerek bana uzatılan elini tuttum. Bu Luis'e güvendiğimi gösteriyordu. Bu artık benim için bir yenilmeydi. Ben kendi isteğimle inadı bırakmış Luis'e yenilmiştim. İnatçı kişiliğim kendisini salmıştı. O tutup destek alarak kalktığım el bir değişimdi. Luis'i seviyordum ama bu sevgiyi tanımlayamıyordum. Benim için aşk imkansız bir şeydi. Özellikle labirentte aşk bana göre kesinlikle tanımlanamayacak kadar imkansızdı. Daha önce sevmemiştim. Eğer sevsem muhtelemelen hatırladım. Hatırlamıyordum, belki de sevgilim vardı ama ben hatırlamıyordum. Yanlış bir kişiydim. Üzerdim, mutsuz ederdim, hayal kırıklığına uğratırdım. "Manyaksın biliyorsun değil mi?" dediğinde hâlâ elini tuttuğumu farkettim. Elimi elinden rahatlıkla çektim. Somurtarak, "Biliyorum ve alışsan iyi edersin." "Alıştım! Burada birisinin eğlenceli, psikopat, inatçı, sempatik, antipatik ve sinir bozucu olması gerekiyordu." Devam etmesine izin vermeden sözünü kestim. Yoksa bana laf atacaktı. "Ve sende onları düşünüp bütün bunları kendin halletmeye karar verdin." dediğimde sırıttı. Alayla kafasını iki yana salladı. En onu arkamda bırakıp diğerlerinin yanına giderken dudaklarım kıvrıldı. Yine ne yapmış etmiş bana atacağı lafı ona sokmuştum. Diğerlerinin yanına geldiğimizde medeni insanlar gibi, araları hiç bozuk değilmiş gibi Chris ile konuşup gülüyorlardı. Beni en çok şaşırtan kişi ise Leo'ydu. Diğerlerinin aksine o onlardan uzakta Teo'yla oturmuş, nefret dolu bakışlar atıyordu. Onu öldürecek gibi bakıyordu. Halbuki o kardeşini ölümden kurtaran kişiydi. Luis, Stewart'ların yanına giderken ben ikizlerin yanına gittim. Bana el sallayarak gülümsediler. Teo oturmamı işaret etti ama reddettim. "Leo biraz konuşabilir miyiz?" dediğimde sorgularcasına baktı. Sonra Teo'nun omzundan destek alarak ayağa kalktı. "Ne hakkında?" Teo'nun yanında söylemek istemediğim için sol koluna girerek yürütmeye başladım. "Gel sen." Luis'e öteki yolda olduğumuzu söyleyip haber verdik. Yoksa köpürüyordu. O köpüğüde hiç olmadığı kadar gözümü yakıp ağlatıyordu. Kalbimin kirini değil parlaklığını sömürüyordu. Luis tam bir soğandı. İyi, hoştu ama tersi göz yakıyordu. Can yakmakta üstüne yoktu. Ayrı bir yola geçtiğimizde kollarını göğsünde doladı ve gözlerini kısarak ne olduğunu anlamaya çalıştı. "Bir sorun mu var?" "Hah! İşte aynısını ben soracaktım. Bir sorun mu var?" Kaşlarını çattı. Bir süre düşünürmüş gibi yaptı ama sonra reddetti. "Hayır, niye ki?" diye sorduğunda kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. "Chris'e olan bakışlarını gördüm. Öldürecekmiş gibi bakıyordun." gözlerini benden kaçırdı. Duvarlara bakındı. Elimi gözlerinin önünde salladım. Tekrardan bakışları bende olduğunda omuz silkti. "Sana öyle gelmiştir." Tam bir şey söyleyecekken boğazım ani olarak ağırdı. Bu aralar fazla konuşuyordum azıcık boğazım ağrıyordu. Kimseyi endişelendirmek istemediğim için umursamadım. "Ben aptal değilim Leo. Yanlış anladığım bir şey yok! Chris iyi biri değil ama Teo'nun hayatını kurtardı. Ona borçlusun." gözlerindeki yangını ve öfkeyi gördüm. Ellerini yumruk yapmıştı bana bakmamaya çalışıyordu ama göz teması kuruyordum. "Hayatını kurtarmış olabilir ama Teo ölseydi yine onun suçu olacaktı! Ona silah tutması bile nefret etmem için büyük bir sebep! Yaşadığına şükretmeli." Onun hayatını kurtarmıştı ama Leo silah doğrulttular diye onu öldürebilirmiş gibi davranıyordu. "Silah doğrultmuş olabilir ama sonuç olarak ölme-" bağırarak sözümü kesti. Leo'yu çıldırtmıştım. Gözlerindeki karanlığı gördüm. Şuan beni bile öldürebilirdi. Sözümü keserek kolumu tuttu ve sıktı. "Teo'nun en korktuğu şey ne sence Malia? Geldiği ilk günden beri silahlarla öldürüldüğü kabuslar görüyordu. Ben ondan sonra geldim bana her şeyi Issac ve Luis anlattı. Geceleri ter içinde uyanıyordu. En kötü olan ve beni en korkutan şey ise başındaki yara!" Kolumu öfkeyle sıktığını fark ettiği an önce elini sonra kendisini geri çekti. Kızaran ve öfke saçan gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Benim aklım şuan bunda değildi başındaki yara derken neyi kastetmişti? Teo'nun başında yarası mı vardı? "Özür dilerim... yanlış hareketler yaptım. Malia üzgünüm." onun bilerek bana bir şey yapacağını zaten düşünmüyordum. "Önemli değil." dedikten sonra konunun kaynamasını istemedim. "Devam et, ne yarası bu?" Gözlerini yine kaçırdı. Yutkundu ardından bir iç çekti. "Luis sana ve Stewart'lara her şeyi anlattı zaten. Geldiğimiz zamanlarda yaralarımızı farkettik. Benimki karnımda... bıçak kesiği yarası gibi. Luis'in ki kalbinde ve kafasında her hangi bir yarası yok ama bazı sıyrıkları var. Issac'in de ensesinde morluk var. Herkeste var buraya şans eseri gelmedik hepimize bir şey oldu Malia!" Başım ağrımaya başlamıştı. Bunların hepsi nasıl olmuştu? Benimde kollarımda ve ayaklarımda sıyrıklar vardı. Zamanla umursamamaya başlamıştım. Gerçekten önemli bir şey mi vardı? "Gelin hadi devam ediyoruz!" Peter yanımıza gelip bizi çağırdığında Leo ile göz göze geldik. Kolunu omzuma atıp beni göğsüne doğru çekti. Kahverengi yağlanmaya başlayan at kuyruğu yaptığım saçlarımdan öptü. Tebessüm ederek diğerlerinin yanına gittik. Luis ellerini beline koymuştu. Gitmemiz için bir göz hareketi yaptı. Yerdeki çantamı omzuma attım. Yayımıda boynumdan geçirip sırtıma taktım. Üstüme takacak çok şeyim vardı. Tirkeşimi çantanın içine koymuştum. Sığmış olması garipti. Yine yağmur yağacak gibiydi. Gök gürültüsü ve siyah bulutlar vardı. Aslında labirente girdiğimizden beri bütün bulutlar siyahtı. Her an fırtına hatta kasırga çıkacak gibiydi. Duvarlarda salya gibi iğrenç sıvılar vardı. Bazı aralıklardan daha önce hiç görmediğim böcekler çıkıyordu. Dikenli sarmaşıklar daha küçüktü ama dikenleri çok net gözüküyordu. Yerde bir tane fare vardı. Gördüğüm an kalbim yerinden çıkacaktı lakin ölmüştü. Zehirli dikenler onun da eceli olmuştu. İğrenç kokuyordu. Etrafında böcekler ve karıncalar vardı o zavallı fareyi yemeğe başlamışlardı. Burnumun üstüne yağmur damlası düşünce göğe baktım. Sonra alnıma, dudağıma, yanağıma, saçlarıma tek tek damlalar düşmeye başladı. Yağmuru seviyordum bu hiçbir şekilde bir engel olmazdı. Luis ve Isaac yine en öndelerdi derin bir konu konuşuyorlardı. Ben ise Lucas'ın yanındaydım. Alex onun yanında su içerek yürüyordu. Stewart ona baktığımda bana dönüp gülümsüyordu, gülmek bulaşıcı bir şey olduğu için bende ister istemez karşılık veriyordum. "Korkuyor musun?" Yanımda yürüyen Lucas'ın sorusuna direkt "Hayır." dedim. Neden sorduğunu birçok şey gibi bilmiyordum. "Titriyorsun ama hem sesin biraz kısık çıkıyor. Bu aralar fazla mı bağırıyorsun?" titrediğimin ve sesimin kısık olduğunun ben bile farkında değilken o nasıl farketmişti? Konuşurken azıcık boğazım yanıyordu. Leo ile konuşurken farketmiştim. Fakat bu sesimi kısacak kadar güçlü değildi. Ellerimi pantolonumdaki ön ceplere geçirdim. "Hava biraz soğuk ondandır." Bana döndüğünde yeşil gözlerinin endişeyle büründüğünü farkettim. Olduğu yerde durup çantasını çıkardı ve yere koyup açtı. "Bekle biraz Leo'dan ne olur ne olmaz atkı yapmasını istemiştim. Hastalanma sakın!" deyip çantasından birden fazla kumaş kullanılmış uzun renkli bir atkı çıkardı. "Gerek yok ya! Sende kalsın, ben hastalanmam zaten. Bu kadar kolay olmam merak et-" derken atkıyı boynuma doladı. Tebessüm ederek soğuktan kızaran burnumdan bir makas aldı. "Sana gözüm gibi bakacağım. Şahsen ben muhtemelen fazla yaşamam. Ama sen yaşayacaksın Malia. Ölmeni istemiyorum." ifadesizce ona bakıp gülümsedim. "Ben de senin ölmeni istemiyorum. Yaşayacaksın hem kabul etsende etmesende sana sormadan aşıyı bizzat ben yapacağım. Artık kimsenin ölümünü izlemek istemiyorum." Elleriyle saçlarımı karıştırdı ve beni kendisine çekerek diğerlerine yetişmek için hızlı adımlarla yürüttü. Girdiğimiz bu yol en fazla 25 metre falandı. O yüzden gözden kaybolmamışlardı. Hatta bazıları bizi bekliyordu. "Seni beklemekten o kadar çok sıkıldım ki Malia. Ne yapıyor ediyorsun konuşacak birini buluyor, onu da beklememize neden oluyorsun. Bu arada atkı yakışmış." gözlerimi devirerek Isaac'e teşekkür ettim. Adamı çileden çıkarıp deli edecek kişilik özellikleri onda bulunuyordu. "Şu Chris kesin bir şey yapacak. Sürekli etrafına bakınıyor. Kendimi zor tutuyorum onunla bugün konuştuk. Eğlenceli biri ama aşırı şüpheli. Sırtımızdan vuracak gibi gözüküyor." Peter yanımıza gelip fısıltıyla konuşunca bakışlarım Chris'i buldu. Hayat umrunda değil gibiydi. "Bu niye hâlâ yaşıyor ki? Bırakın geberteyim. Onun yüzünden Joe öldü" Frost bir yumruğunu eline vurarak tehlikeyle ona bakıyordu. Joe ile birlikte aynı oda da kalıyorlardı. Şuana kadar acısını belli etmemişti. Mavi gözleri benimkilerle denk geldiğinde yine öfke saçacağını ve moralimi bozacağını düşündüm ama öyle olmadı. Frost bana gülümsedi. Beni yalnız kalsak boğarak öldürecek olan Frost bana gülümsedi. Onun hayatını kurtardığım için bana artık inanmaya, sevmeye, kabullenmeye başlamıştı. Daha önce hiçbir gülümseme bana bu kadar iyi gelmemişti. Kendimi rahatlamış hissediyordum. Bana öfkeyle ve kinle baktığında düzenimiz alt üst oluyordu. Şuan ise dengeler değişmişti. Gözlerinde sevgi, merhamet en çokta güven vardı. Bana güveniyor muydu? Bu hayatta verdiğim en doğru şey kesinlikle onu az kalsın öldürecek olan adamın kafasına yayı geçirmekti. "Uuu! Belli ki öfke dolu kavgalarınız sona ermiş. Valla dürüst olacağım ben sizin kavgalarınızı seviyordum. Arada yapın böyle şeyler. Kaos hoşuma gidiyor" Harry, Isaac'in omzuna vurup onu susturdu. "Ben sana bir kaos yaratırım görürsün. Delly'e kabul ettiğini söylerim ortalık karışır." Ben neden hiçbir şey bilmiyordum? Neyi kabul etmesinden bahsediyordu? Isaac alaycı bir sesle gülerek,"Seni şakacı seni!" Sonra ciddiyete büründü. "Aklından bile geçirme, ona bunu söylersen Delly beni deli eder." Delly ve deli birbirine benzeyen isimler olduğu için kendince espri yapıp gülmüştü. "Hahaha sen çok mi komiksin ya! Seni şakacı seni." Harry onunla onun gibi şakaya karışık konuştuğunda onlarla birlikte gülmeye başladım. Isaac somurtarak yanımızdan ayrıldı. Çok yol kat ediyorduk. Bu diyalogları oturup konuşmak ve aptal gibi gülmek varken biz cehennemin merkezinde konuşuyorduk. Hem yürüyor hem deliriyorduk. Chris arada sırada bize bakıyor, Mal mı bunlar? bakışı atıyordu. "Gerçekten sizin kafadan istiyorum, öleceksiniz hâlâ boş yapıyorsunuz." Nino onun arkasından yürürken omzuna destek verircesine vurdu. "Tamam en olgun sensin! Yeterki kes o bir boka yaramayan, şuursuz, antipatik sesini." dediğinde tekrardan gülmeye başladık. "En azından olgun olduğumu kabul ettiniz bu da sizin beyninizin içindeki bir miktar hücrelere göre büyük bir gelişme." bize laf mı atmıştı? Aptal demeye falan mı çalışıyordu? Benim düşündüğümü diğerleride düşünmüş gibi durup yürümeyi kestiler. Boğazımı temizleyerek yalandan öksürdüm. "Sendeki fazla hücreler pek işe yaramamış anlaşılan. Bir araya geldiklerinde siyasi bir parti oluşturup, ucuz laflar sergiliyor ve az bir gram biyoloji bilgine mi oy veriyorlar?" Chris'in dudakları kıvrıldı. Tıpkı Luis gibi laf attığım zaman gülmüştü. "Vay vay vay! Bu lafı atmak için kaç yıl bekledin bakayım sen?" Laf atmaya devam ediyordu. "Marul isteyen var mı? En güzel yer başlıyor." yine konuyla en alakasız şekilde konuşuyordu. Harry onu sol yanına çekip eliyle ağzını kapattı. "Birkaç saniye kes sesini!" Isaac somurtarak bizi izlemeye devam etti. Aksiyon filmi izliyormuş gibi bir bana bir Chris'e bakıyordu. Benim kesinlikle asla öfkeli kalamayacağım tek kişi o olabilirdi. Dikkatimi dağıtıp öfkemi azaltmadan devam ettim. En son bana laf atmıştı. "Neyse öhöm öhöm! Saniyelik gelişiyor benim zekam seninki gibi saatte bir işleyip gelişmiyor?" dediğimde gülerek yanıma geldi. "Benden fışkıran zeka sana da ulaşmış demek! Oh iyi demek ki sataşmak için eğlenceli bir yem olacaksın." diğerleri gerilirken beynim bana başka bir laf atma komutu gönderdi. "Bende diyorum bu neden sürekli olarak boş yapıyor. Artık ne kadar zeka fışkırdıysa içinde hiç kalmamış. Eh haliyle kaliteli laflar söyleyememekte geri olmanın sebebini öğrenmiş olduk. Öyle değil mi?" Tekrardan bir ölüm sessizliği ardından ilk önce Luis'in gülüşÿ. Diğerleri ondan sonra gülmeye başladıklarında benim bütün odağım Luis'deydi. Onu ilk kez gerçekten içtenlikle gülerken görüyordum. Bence uzun zamandır böyle gülmüyordu. Gülüşü o kadar güzeldi ki sonsuza kadar sıkılmadan izleyebilirdim. "Bana attığınız laftan sonra en yerinde söylediğiniz laf kesin olarak buydu Bayan Miller. Başarınızın devamını izlemeyi dilerim." eğlendiği her halinden belliydi. Nefes almaya çalışır gibi gülüyordu. Malesef onu da kaybetmiştik. Artık bizim gibi deli olmuştu. "Botto mo yo." Isaac konuşmaya çalıştı. Ardından her ne yaptıysa Harry iğrenerek elini çekti ve onun üstüne sildi. "Iyy köpek gibi yalayıp, salyasını elime bıraktı." Rahat bir tavırla dudaklarını büzdü. "Eee bitti mi? Daha yeni yeni ayak uydurmaya başlamıştım. Biraz daha laf atsa-" "Isaac!" Hepimiz -Chris hariç- sanki anlaşma yapmışız gibi aynı anda adını söylemiştik. Aniden bağırınca yerinde sıçramış ve irkilmişti Kaşlarını çatıp hepimize birden baktı. "Çok ayıp! Komplo kurmuşsunuz bana." Biz neden her yola başladığımızda sürekli böyle oluyordu? Böyle şeyler konuştukça biz hiç buradan çıkamazdık. Biraz sessizleşip dikkatimizi yola verdik. İki kez çıkmaz sokağa girdikten sonra sabrım taşmıştı. Yağmur hafifçe yağmaya devam ederken duvarlarda lekeler oluşuyordu. Bu lekeler çamur gibiydi. Yere doğru duvarlardan kahverengi sıvılar akıyordu. Chris sürekli bir yerlere bakıyor sanki ilk kez gelmiş gibi davranıyordu ama emindim. Yolları biliyordu. "Sen sürekli nereye bakıyorsun?! Sormayacağım diyorum, sormayacağım diyorum ama inadına yapıyormuş gibi görünüyorsun. Kim var? Ne arıyorsun? Neye bakıyorsun? Duvarların rengine mi?" Stewart nihayet patlamış gibi tek bir nefeste içinden geçen her şeyi söylemişti. "Oh be! Nihayet biriniz söyledi?" Delly rahatlamış gibi omuzlarını aşağıya bıraktı. Chris duymazdan gelip yürümeye devam ederken aniden konuşmaya başladı. "Kameralara bakıyorum." kamera mı!? Luis kaşlarını çatıp sertçe kolundan çekiştirdi. "Ne kamerası? Neyden bahsediyorsun sen?" "Size gönderdiğim mektupta açık bir şekilde yaptığınız her şey izleniyor demiştim anlamadınız mı?" dediğinde beynimden vurulmuş gibi oldum. Luis yumruğunu onun yüzüne geçirdi. Chris acıyla duvara çarparak sırıttı. "O mektupları sen mi yazdın lan?" Ellerini yakasında tutup duvara vurup yasladı. Chris sırıtmaya devam ederken, "Her şey sizin içindi. Ve nihayet zamanı gelmişti. Sizin köyde deprem olduğu an dengeler değişti. Burada zaman doğru işlemediği için bilmiyorsunuz." Yakasını tuttuğu elleri gevşedi. Kaşları hâlâ çatılmıştı, öfkeyle soluyordu, boyun ve kolundaki damarları belirginleşmişti. "Buradan daha önce kaç kişi kurtuldu?" diye sordu Lucas. Chris sırıtmayı kesti. Göğe baktı ve kafasını alayla salladı. Elini açıp sayıyormuş gibi parmak eğdi. "1, 2, 3, 4, 5, 6 haa hatırladım, " işaret ve baş parmağını sıfır şeklinde birleştirip "Koca bir sıfır! Burada sağ kalan kimse olmadı. Kabullenin Luis, ö-le-cek-si-niz!" Ağzını yayarak konuşuyordu. "Luis kötü bir sorunumuz var!" Bağırarak Luis'in yanına gelen Delly'nin stresiyle elini alnına vurdu. Endişeyle telaş yapan Delly'e bakıp ne olduğunu sordu. "Harry... bataklık... Lanet olsun gel! Yardım et!" Ne bataklığından bahsediyordu? Fazla aksiyon ve gerilimden başım ağrıyordu. Her saniye bir sey oluyordu. Artık gına gelmişti. Ölsem cidden rahatlardım. Koşarak Delly'nin girdiği yola girdik. Ağzım beş metre açıldı. Elimle ağzımı kapatıp Harry'e bakıyordum. Karşımızda hemen hemen on beş metrelik bir çamur yığını vardı. Keşke sadece çamur yığını olsaydı. Harry'nin dizine kadar gelen ve onu aşağı çeken bir bataklık vardı. Kıpırdandıkça, çırpındıkça hatta konuşunca daha çok batıyordu. Alex çantasınını yere bırakıp uzun bir halat çıkardı. Nino sinirle yanına yaklaşmaya çalışıyordu. Harry yaklaşık olarak 6-7 adım uzağımızdaydı. "Kahretsin! Oğlum senin ne işin var lan orada?" "Stresten çişim gelmişti. Yağmur yağdığı için çamur sandım battığım zaman farkettim boku yediğimi. O an zaten stres ve korkuyla karışık işimi hallettim." Isaac, Alex'ten ipi almış ona sallıyordu. "Konuşma lan! Konuştukça batıyorsun" Bu sefer Chris de dahil olmak üzere hepimiz aynı anda ona baktık. Espri mi yapmıştı? Harry o halde Isaac'e gülümsedi. "Galiba en çok seni özleyeceğim oğlum. Tam zamanında, tam yerinde cuk oturdu bu espri." diyerek gülmeye devam etti. Güldükçe daha çok batıyordu. Bataklık onun beline kadar geldiğinde gülmeyi kesti, tereddütle bize baktı. Olayın ciddiyetinin yeni farkında olmuştu. Demin bir bataklık yüzünden ölmeyeceğini düşünüp gülerken battığını farketmiştk. Harry'nin de ölmesini istemiyordum. Luis, "Tamam sakin ol, oradan çıkaracağız seni." deyip halatı tuttuğu gibi ona fırlattı. Harry halatın ucundan tutarak kendisine çekti, sertçe yutkunup beline kadar gelen çamura baktı. O da ölmek için hazır değildi. Onlar halatı geriye doğru büyük bir güçle çekiyorlardı ama Harry az bir şey bile kıpırdamamıştı. Sadece halatı tutan kolu kımıldıyordu. Hepsi halata asılmış çekiyorlardı. Ayakları önde kendileri gerideydi. Tek bir hareketle onlarda arkaya düşecekti. Chris'in umrunda bile değildi. O sadece izliyordu. Harry halatı çekerken bir anda donup kaldı. Hatta irkildi. "A-ayağım bir şeye ç-çarpıyor" dedi kekeleyerek. Chris kollarını göğsünde doladı. Duvara yaslanarak, "Korkma, alt tarafı senden önce de buraya düşenlerin çürüyen cesetleridir." dediğinde Harry çok saf bir korku besledi. Chris nasıl bu kadar rahattı aklım bile alamıyordu. "L-Luis!" Zorla konuşuyordu. Luis bunu kaldıramazdı artık patlama evresine gelmişti. Halatı elinde döndürerek bileklerine doladı. Sol ayağı önde sağ ayağı arkada destek vererek tüm gücüyle çekti. Güçlükle çıkardığı sesler beni daha çok korkutuyordu. Harry hareket edebilmişti. İki adım kadar yaklaşabilmişti. Diğerleri halata tutunmak istediklerinde Luis anlık olarak bağırdı. "Ani fazla güçle halat kendisiyle birlikte elinden uçar. Sonra asla kurtaramayız." Daha çok asıldı. Harry şuan göğsüne kadar batmıştı. Bize daha çok yaklaşınca hiç beklemediğim şeyler oldu. Chris yanıma gelip pat diye yayı elimden çekti. Ardından halatı çekmekte olan Luis'in kafasına geçirince ağzımdan yüksek sesli bir çığlık çıktı. Saniyeler sonra Luis'i bilinci kapalı bir şekilde yerde görmek anlık olarak geçirdiğim en büyük korkuydu. Diğerleri kilometrelerce öteden bile görünebilir öfkeli gözlerle Chris'e baktı. O ise halinden memnun sırıtıyordu. "O ölecek, kaderi değiştirmeyin! Bu en iyi yol." gözyaşlarımla Harry'e baktım. Kıpkırmızı kalmış bize bakıyordu. Omuzlarına kadar batmıştı. "Birisi bana bataklık yüzünden öleceksin deseydi harbiden gülerdim." dediğinde gözyaşlarım daha çok arttı. Onlar Chris'e yumruk atarlarken ben Harry'e yöneldim. Gözlerimin önünde ölecekti. "Isaac! Stewart lütfen! Bırakın şunu şimdi. Harry yakala şunu." deyip halatı korkarak tekrardan ona attım. Stewart yanıma gelip yardımcı oldu. Halatı tutup çekerken Harry durduk yere bıraktı. "Buraya kadarmış... Her şey sona erdi benim için." yere dizlerimin üstüne çömelip bağırmaya başladım. Aramızda sadece 6-7 adım vardı. Elimi bataklığa değmeden uzatmaya çalıştım. Ama sadece gülümsedi. Son kez bana gülümsedi. "Sizi tanıdığıma sevindim, bari siz kurtulun buradan." dedi. Sonra yukarı bakıp derin bir nefes aldı. Bataklık yüzünüde ele geçirince ağzımdan acı dolu bir feryad çıktı. Stewart bana sarılıp sakinleştirmeye çalıştı hiçbir işe yaramıyordu. Çok yorulmuştum artık dayanamıyordum. Zorlukla dizlerimin üstünde Luis'e doğru yürüdüm. Elimi omzuna koyarak uyandırmaya çalıştım. Hareket ettiğinde şakağından akan kanı gördüğüme korkum kat kat arttı. Onu da kaybedemezdim. "Luis! Uyan lütfen! Sakın ölme! Luis!" Omuzlarından sallıyor uyanmasını bekliyordum. Yaşaması gerekiyordu, zorunluydu. Benim için bunu yapmalıydı. Kulağımı kalbine titreyerek yasladım. Ya atmazsa... Tek bir hareket dahi olmazsa ben ne yapacaktım? Çığlıklarımla ölecektim. Bütün sesleri unuttum sol elimle sol kulağımı kapattım. Şuan hiçbir ses onun kalbinin atış sesi kadar önemli gelmiyordu. Bütün bedenim tek bir şeye odaklandı. dıt...dıt...dıt diye atan kalbinin sesine. Heyecanla kafamı kaldırdım. Ona baktığım sırada mavi gözlerle karşılaşacağımı bilmiyordum. Gözlerini açmıştı. Mavi tsunami gözleri şuan benim sıradan gözlerimin üzerindeydi. Yavaşça doğrulup kalkmaya çalıştı. Oturduğu sırada içimdeki bütün duygular dışarıya çıktı. Ne yaptığımın farkında değilken omuzlarından kendime çekip boynuna sarıldım. Bütün karmaşık duygularım gözyaşı olarak benden ayrılıyordu. Hıçkırarak ağlamaya başladığımda ani sarılmam üzerine eli havada kaldı ama birkaç saniye sonra o da bana sarıldı. "Öleceksin sandım... ölme... yalvarırım ölme Luis!" Hıçkırarak söylediklerimin üzerine diğerleride yanımıza geldi. Chris'i bayıltana kadar döverek kan içinde bırakmışlardı. Isaac yere attığı çantasından su çıkartıp Luis'e uzattı. Su içmesi izin ondan ayrıldığımda şakağındaki kanı görünce yine bir hıçkırık çıktı ağzımdan. Teo yanıma gelip beni kaldırdı. Ona da sıkıca sarıldım, "Çok yoruldum artık... ben de ölmek istiyorum. Bıktım, her birlikte güldüğümüz kişinin ölümünü görmekten bıktım. Ağlamaktan çığlık atmaktan bıktım. Sadece 6-7 adım ilerimizdeydi ama Harry'i de kurtaramadık Teo!" Kafayı yemiş gibiydim. Delirmiştim. Teo sırtımı ovalıyor o ve diğerleride ağlıyordu. Carl, Peter özellikle Frost'u yerde elleriyle şakaklarına vurup ağlarlarken görmek bile dehşetin en büyüğüydü. Luis bir saniye acıyla inlediğinde ayağa Delly'den destek alarak kalktı. Chris uyanmış acıyla hareket ediyordu. Burnundan, kulaklarından, ağzından her yerinden kan geliyordu. Gözü de morarmıştı. Bize bakıp doğruldu ve sırtını duvara yasladı. Sol dizini kendisine yaklaştırıp siyah, uzun, deri botundan başka bir silah daha çıkardı. Zorlukla ayağa kalkıp bize doğrulttu. Hem elindeki silaha hem de sırıtan iğrenç yüzüne bakıyordum. "Hepiniz öleceksiniz! Er ya da geç kendi ellerimle öldüreceğim sizi." dediğinde silahı bana doğrultmuştu. Luis bir adımla siper olmak için önüme geçti. "Biraz erken davran o zaman yoksa ben seni öldüreceğim!" Diye tehditkar bir sesle konuştuğunda Chris elindeki silahı onun kafasına doğrulttu. Luis'in eli arka cebine gitti. Onunda silahı cebindeydi. "Gerçeği göremeyecek kadar salaksın! Buradan sağ olarak çıkacağınıza inanacak kadar aptalsın! Bu silahın önüne geçecek kadar malsın ve..." Luis konuşmasına izin vermeden dikkati dağılmışken çok büyük bir risk alarak yüzüne bir yumruk geçirdi. Chris adımlarını geriye atarken Frost elinden silahını alıp onu duvara itti. "Senin konuşmanı dinleyemeyecek kadar da sabırsızım." diye ekledi. Adam pes etmiyordu atılan yumruk burnuna gelmiş ve kanatmıştı ama umrunda değilmiş gibi kahkaha atıp sırıtıyordu. "Bu mu yani? Ahh düşündüğümden daha da güçsüzmüşsün! Ben sizin için arkadaşınızı öldürmekten kurtardım... O kadar oturup düşündüğümüz plan hiçbir işe de yaramadı sadece birinizi öldürebildim. Ben ne bileyim bu kadar mal olduğunuzu! Bilseydim infaz emri çıkmadan öldürürdüm şu sarışını." diye Teo'yu işaret ettiğinde bu sefer Leo hareketlendi. Nino ve Carl onun kollarından tutmuştu ama küfürler yağdırarak onlardan ayrılıp Chris'e Luis'inkinden çok daha güçlü bir yumruk geçirdi. Burnunun kırılma sesini bile duydum. "Leo!" Öfke krizi geçiriyordu. Zaten nefret ediyordu bu sefer patlamıştı. Ben ise saf nefret ve tiksinmeyle Chris'e bakıyor yumruk yemesinden keyif alarak Luis'in hâlâ arkasında durmuş seyirci gibi izliyordum. Karışmayacaktım çünkü eğer karışırsam sağ çıkamazdı. "Ne planından bahsediyorsun?" Luis sakin bir sesle konuşuyor öfkesini içine atıyordu. Şuan Harry'nin yerinde olmak isterdim. Kurtulmuştu, şuan çok daha rahattı. Chris gülerek, "Aranıza katılma ve bana güvenme planı. Hepinizi tek tek öldürecektim kimsede benden şüphelenmeyecekti." Bataklığı gösterdi. "Ama o arkadaşınızla bir ilgim yok, oraya girmesi kendi aptallığı ben sadece ölmesi için biraz yardımcı oldum." pişman değilmiş gibi böbürlenerek anlatıyordu. Sanki bundan gurur duyuyordu. Leo'yu arkaya almış sakinleştirmeye çalışıyorlardı. O küfürler yağdırıyor eli sürekli hançerine gidiyordu. Luis'in bana verdiği hançer hâlâ bendeydi hatta şuan belimdeki cebime koymuştum. Bence kullanma zamanı gelmişti. Sadece bu aptalın bir atak yapması gerekiyordu. Zaten öldürme gibi bir isteğim yoktu. Amacım yalnız engellemekti. "Daha sizede sıra gelecek merak etmeyin. Kimse darılıp üzülmesin" burnundan akan kanlar yere damlıyordu. Duvardan ve yerden destek alarak ayağa kalktı. Elim belimdeki hançere gitti. Luis'e doğru yaklaşıp yerden silahını almadan önünde durdu. Hemen hemen aynı boydalardı yalnız Luis 3-4 santim daha uzundu. "Kimden emir alıyorsun?" Hâlâ sakinliğini koruyordu. "Ben emir almam! Öldürmek istersem öldürürüm. Eğer şuan yaşıyorsan bil ki vicdanımdan kaynaklı." Hem rahat hem de şüpheli tavırlarıyla daha üst bir rütbesinin olduğunu düşünüyordum. "Hangi vicdan lan! Götünden uydurma." Frost kafasına vurarak bağırdığında Chris'in hâlâ nasıl yaşadığını düşündüm. Hayatımda ilk kez birini öldürmek istiyordum. Elim belimdeki hançerin üstünde doğru zamanı bekliyordum. Chris yere eğilip silahını aldı. Bıkmıyordu burada ölecek bir kişi varsa o da oydu. Hepimize tek tek doğrulttu. Luis hiçbir şey yapmıyordu. Hatta gülmemek için zor duruyordu. Göz ucuyla bana bakıyor içinden kahkaha atıyordu. "Kendinden eminsen silahsız dövüşürsün. Benimde silahım var ama senin gibi bir iti yumruğumla bile gebertebileceğim için ihtiyaç duymuyorum." Chris reddetti. Silahı elinde sallayıp döndürerek, "Ben kendimden eminim ama sizden değilim. İşimi sağlama almak varken neden riske gireyim?" "Bizi risk olarak gördüğüne göre az sonra altına da sıçarsın." Chris, Isaac'e doğru saldırgan bir tavırla yürüdüğünde Luis onu omuzlarından geriye doğru ittirdi. "Sakın!" diye bağırdı. Chris onun ittirmesiyle dengesini kaybedecekken toparlandığında Luis öfkesinden silahı bataklığa attı. Yumruklarını öne sunucaktı. "Sizi ellerimle boğma keyfi varken ne diye silah kullanayım ki?" Isaac asla ders almıyordu. Burnunun dikini gitmeye devam eder bir şekilde, "Uuuu ulti patlayacak az sonra, marul isteyen var mı?" diye sordu. Hay ben marulunu! Göz devirip ona baktım ve işaret parmağımı dudağıma götürerek susmasını işaret ettim. Yoksa gerçekten gevezelikten dayak yiyecekti. Hem de bu sefer ona en çok değer veren Luis'den. "Ya sen susturursun şu aptalı ya da ben başka teknikler kullanırım." diye tehdit ettiğinde Luis, Isaac'i susturmayı bırak ona dönüp "Böyle devam." dediğinde ben olsam ben de çıldıracağım gibi Chris çıldırdı. Yanında olan Peter'ın belindeki hançeri alıp Luis'in boğazına tuttu. Peter o an ne olduğunun farkında bile değilmiş gibi atak yapacakken hançeri ona savurup kolunu kesti. Luis hem hançere hem de Peter'ın kanayan kesik koluna bakıyordu. Gözlerinden bu sefer ateş çıktı. Çizgisi teknik olarak aşılmıştı. Ama ben ondan önce davranacaktım. Chris tekrardan bize bakıp yaklaştığında hançeri bu seferde Isaac'e saplamaya gidecekken hızlı adımlarla önünde durdum. Belimdeki hançeri çıkarıp karnına hızla sapladım. Chris'in elindeki hançer yere düştü. Geriye doğru adımlar atarken hançeri biraz daha içeri geçirdim ve döndürmeye başladım. Her döndürdüğümde acıyla inledi. Elime iğrenç kanı bulaştığında hançeri acımadan sapladığım yerden çektim. Karnından akan kanlar gömleğine ardından yerle bütünleşti. Diğerleri bana bakarken ben Chris'e bakıyordum. Isaac arkamdaydı ve havalı, beğeni dolu kısa bir ıslık çaldı. "Hem seksi hem de cool." dedi. Gülümseyerek kanlı hançeri yerine geri koydum. Luis şaşırmamış benden bunu yapmamı bekliyormuş gibi bakıyordu. Arka cebinden deminden beri beklediği silahı çıkardı. Kıpırdayıp silahı elinden hızla aldım. Bana ve elimdeki silaha baktı, geri almak için hareket yaptığında silahı önünden çekip arkama aldım. Chris kanlar içinde yine iğrenç bir şekilde sırıtıyordu. Muhtemelen onu ölümden kurtardığımı falan düşünüyordu. "Bunu sen yapmayacaksın Luis... izninle ben öldüreceğim!" Hepsi bana şok içinde baktıktan sonra çıldırmış bir şekilde silahın namlusunu Chris'in kafasına doğrulttum. Korku bütün bedenine yayılmıştı. Zorlukla konuşmaya çalışarak, "Sen bir karınca bile öldüremeyecek kadar iyi bir kızsın Malia. Beni öldürmeyeceksin sadece blöf yapıyorsun. Sen katil olmazsın!" dediğinde bu seferde yüksek sesli bir kahkaha attım. Artık teknik olarak bir deliydim. Ruh halim anlık olarak bozulmuştu. Silahın namlusu alnına değmeyecek şekildeydi. Böylece gözleriyle daha iyi bakabilirdi. Korkuyla verdiği nefesler ve terler her şeyi belli ediyordu. Büyük bir keyifle alnından akan terin düşüşünü izledim. Bu sefer psikopat gibi sırıtma sırası bendeydi. "Çok değer verdiğim bir kişi insan sevdikleri için katil bile olur demişti. Sen az önce ölsün diye iki kişiye zarar verdin. İki değer verdiğim insana! Birisi öldü. Harry gözümün önünde bataklığa gömüldü. Luis beyin kanaması geçirerek ölseydi çok daha kötü şeyler olurdu. Beni belkide buraya geldiğimden beri sevmeyen çok kişi vardır ama ben sevdiğim için bunu yapacağım. Birimizin hayatını kurtardın sonra birimizi öldürdün! Hayat borcu falan da kalmadı, durumlar eşit." Dedim yüzüne tükürürcesine. Luis parlak gözlerle beni izliyordu. Gözlerindeki etkilenme net bir şekilde görülüyordu. Silahın namlusunu bakmasına umursamadan tam alnına değdirdim. Hepsinin bakışları benim üstümdeydi. Boğazımı temizleyip hazırlandım. Isaac yanıma gelip kolunu omzuma koydu. Chris'e el sallayarak, "Tahtalı köye mi gidiyorsun ya!? Daha karpuz kesecektik." sağ elini çenesine düşünür gibi götürdü. "Tabii karpuzumuz olsaydı." "Ben hiçbir yere gitmiyorum. Bu kız beni korkutamaz. Onda beni öldürecek gücü bırak cesaret bile yok." Isaac kafasını sallayarak kahkaha attı. Bu çocuğun kafasından istiyordum. "Yolun açık olsun da daha kolay ve rahat gir cehenneme şu güçsüz ve cesaretsiz dediğin kız seni şimdi mis gibi sikecek." Eliyle silahı ve beni gösterdi. Sanki bana komut vermişti. Sonuçta onun da bir liderdi. Artık hazırdım. Bana şu kız diyerek alay ettiği için üstüne basa basa, "Ben Malia Miller," dedim. "Sevdiklerim için katil bile olurum!" gözümü bile kırpmadan kanların yüzüme fışkıracağını bile bile tetiğe bastım. Küsuratlar sonra kanlar içinde yere yığıldı. Alnından çıkan ve benim üstüme yapışan kanlar korkutucuydu ama gram pişmanlık hissetmiyordum. Az önce ilk kez birini öldürmüştüm ve bu özellikle Luis için olmuştu. "Şu hareketlerinize bir bakın. Siz az önce o herifi hançerleyerek etkisiz hale getirip, sonra kafasına sıkıp katil mi oldunuz Bayan Miller?" Gülümseyerek silahı ona uzattım. "Bu çok etkileyici olmalı." silahı elimden alıp arka cebine koydu. Gözlerini gözlerime bağlayıp, "Evet çok etkileyici." dediğinde tüylerim ürperdi. Bir nevi dejavu yaşıyordum. Buna benzeyen bir konuşmamız daha olmuştu. 'Bu hoş olmalı' dediğimi ve 'evet çok hoş' dediğini net bir şekilde hatırlıyordum. Ama konu şuan bu değildi. Ben az önce katil olmuştum. Asla katil olmam, kimse için birini öldürmem diyen ben katil olmuştum. Azıcık bir pişmanlık bile yoktu içimde. İyi yapmışım bile diyebilirdim. "Umarım bu durum seni rahatsız etmez. Katil olmak zorunda kaldığın için üzgünüm. Off Lanet olsun! Ben yapmalıydım." Bana bir şey olmasından korktuğu için kendisi pişman olmuştu. Tsunami ve artık en sevdiğim renk olan gözlere odaklandım. "Yine olsa yine yapardım. Hem hayatımda verdiğim en doğru karar buydu diyebilirim. Bütün öfkemi döktüm." dediğimde gülümsedi. "İnsan sevdiği için katil bile oluyor desene." "İnsan sevdiği için katil bile oluyor." ... |
0% |