Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Selene Sistemi

@darksideofthepeopl

"Haklıydık."
Hemen ardından Kiron söze girdi.

“Lilya, bu ne anlama gelir bilmiyorum ama dinle: Üzerinde çalışmalar yaptığımız kan senin kanınla örtüşüyor. Bu demek oluyor ki bizi buraya getirmelerinin sebebi sendin. Başından beri senin ölmemen için uğraşıyorlardı. Hatta çalışmalara başladığımız zamana bakılırsa bu çok önceden detaylıca planlanmış ve aşama aşama geliştirilmiş bir şey. Sana neden ihtiyaçları var bilmiyorum ama seni hayatta tutmak için her şeyi deniyorlar. Yine de seni buraya getirmişler. Gözlerinin önünde olmanı istiyorlar.”

Herkes aynı şeyleri söylüyordu ama benden ne istediklerini hiç anlamıyordum. Onlara verecek hiçbir şeyim yoktu. Onlardan alacak da… Neden benim peşimdelerdi?
O sırada korkunç bir gerçeği fark ettim. Eğer haklılarsa…

Haklılarsa bu ailemin benim yüzümden öldüğü anlamına mı gelirdi?
Ellerime baktım. Görevlilerin söylediklerini hatırladım. “Ataları kendini feda etti…”

Benim yaşamam için kaç kişi daha ölmeliydi? Kaç kişiyi öldürmeliydi ellerim nefes almak uğruna?

“O zaman benim buraya gelmem sizin için sorun oluşturabilir.” Dedim telaşla ayağa kalkarken. Bir başkasının daha benim yüzümden öldüğünü görmek istemiyordum.

“Kendinize dikkat edin, lütfen. Benim için çok değerlisiniz.”

“Sen de dikkatli ol, tatlım.” Dedi Asa.

“Kendini onlara kaptırma, Lilya. Eğer onlara benzersen savaşı baştan kaybedersin.” Dedi Kiron. Asa da kapıyı açmadan önce bana sarıldı. Telaşla koridora çıktım. Çabucak buradan uzaklaşıp kaybolmuş gibi yapmalıydım. Birine toslamamla dengemi kaybedip yere düştüm.

“Ah! Acıdı.” Tek ayağı üzerinde sekmeye başladı Miras Bozuntusu. Çabucak toparlanıp ayağa kalktım. Ne kadar sinirlensem de bir şey dememeliydim. Kraliçenin oğluna düşkün olduğu barizdi.

“Birileri koşarken önüne bakmalı.”

“Affedersiniz, majesteleri.” Dedim üstümü düzeltirken.

“Bir Dian’a göre çok uysalsın, Lilya.” Dedi beni incelerken.

“Anlamadım?”

“Belki de yaşamındandır. Hayır hayır, öyle olsaydı Vita da senin kadar akıllı olurdu.”

Vita mı? Annemin ismini nereden biliyordu bu Miras Bozuntusu? Bir dakika… Benim ismimi nereden biliyordu? Neden bana Lavinya demiyordu?

“Sen..”

“Sorularını cevaplamak istemiyorum. Burada ne aradığını sormayacağım bile. O doktorlar, değil mi?”

“Hayır, sadece kayboldum.”

“Zekisin, Lilya. Bana meydan okumuyorsun ama niyetini de açık ediyorsun. Bu ucuz yalana kanmayacağımı bildiğin her hâlinden belli. Yine de en ufak korku belirtisi sezmiyorum.”
Meydan okur gibi üzerime doğru yürümeye başladı. Başımı iyice kaldırdım ve duruşumu mümkünmüş gibi daha da dikleştirdim. Tolerans da bir yere kadardı yani. Egoist bir tavırla ekledi:

“Başını derde sokmak için yeterince güçlü olmadığımı mı sandın?”

Bana ihtiyacı olduğunu biliyordum. O yüzden üçümüzden birine herhangi bir zarar vermeyecekti. Ben de gururumdan ödün vermeyecektim. Nergis’in güven konusunda söyledikleri önemli değildi. Bu pislik annemden bir paçavraymış gibi bahsedemezdi.

“Ah, yanlışın var. Ben senin gücünün gayet farkındayım. Peki sen, Miras Bozuntusu? Sen benim yapabileceklerimin farkında mısın?”

Gülümsedi ve geriye çekildi.

“Miras Bozuntusu demek… Sadece damarına basmak gerekiyormuş.”

Harika, şimdi de benimle oynuyordu.

“Affedersiniz, majesteleri. İzninizle yolculuk için hazırlanmam gerekiyor.”

“Tabii. Kaçmana izin vereyim.” dedi bir adım kenara çekilirken. Çabucak odama döndüm.
...

Kapıyı açtığımda Nergis odada volta atıyordu.

“Lilya! Şükürler olsun, başına bir şey geldi sandım!”

“Nerelerdeydin?”

“Acıkmışsındır diye bir şeyler hazırlamaya gitmiştim.”

O kadar çok şey olmuştu ki açlığım aklımdan çıkmıştı.

“Teşekkür ederim. İyi ki varsın.” Dedim getirdiği yiyecekleri birer ikişer ağzıma atarken. Yine şu mayhoş kremalı şeyden getirmişti. Tadı gerçekten çok güzeldi.

“Neler oldu?”

“Asa ve Kiron’u görmeye gittim.”

“Doktorları mı?”

Doktor değillerdi ama düzeltmeyi gerekli görmedim. Onlar için Asa ve Kiron Dünya’dan gelmiş sağlık uzmanlarıydı. Pek de yanılıyor sayılmazlardı sanki.

“Evet, onlar.”

“Ne oldu?”

“Bırak şimdi onları. Daha önemli bir şey var.”

“Anlatsana.” Dedi merakla ve biraz da korkuyla.

“Kraliçe ilk görevimi verdi. Daha doğrusu eğitim almamı istiyorlar. Prensin geçirdiği eğitimi hızlandırılmış bir şekilde geçirecekmişim.”

“Ne!? Ama bu senin için ölüm anlamına gelebilir!”

“Nasıl yani?”

“Prensin geçirdiği eğitim alelade bir eğitim değil, Lilya. Sadece güven tazelemekle ilgili değil. Mana kullanma yetine de bağlı. Büyücülerle de savaşacaksın. Orada bazı kademeler var. Sırasıyla güçsüzden güçlüye doğru ilerliyor. Bir nevi sistemi yönetmeye uygun olup olmamanı da ölçüyor ama tabii eskisinden zayıf testler var. Prens çocukluktan beri birçok mana kullanma eğitimi geçirdi. Onun bile zor tamamladığını söylüyorlar. Sen hiç eğitim almadın, Lilya. En ufak bir büyücüyle karşılaşmanda ölürsün!”

“Demek o yüzden..”

“Ne o yüzden?”

“O yüzden beni yalnız göndermiyorlar. Prensle gidiyorum.”

“O zaman işler değişir. Demek Arina işini erken bitirmek istiyor.”

“Nergis, artık bana da anlatacak mısın?”

“Pek bir şey bildiğim yok, Lilya. Tek bildiğim şey seninle işleri bitene kadar seni öldürmeyecekleri. Ama asıl amaçlarını bilmiyorum. Bu yüzden sana güvenlerini kazanmanı söyledim. Eğer Prens’in güvenini kazanırsan, hatta daha da iyisi kalbini kazanırsan; kraliçe seni öldürmez. Oğlunu her şeyden çok önemser o.”

Daha çok kendi kendine düşünür gibi ekledi.

“Tarih tekerrürden ibaret olsa da umarım evren bu seferliğine bize müsaade eder.”

“Prens konusunda… Ben… Biraz batırmış olabilirim.”

“Nasıl batırmış olabilirsin? Onunla görüştün mü ki?”

“Az önce ilk defa görüştük. Daha doğrusu atıştık. Ona çarpıp yanlışlıkla ayağına bastım.”

Bir kahkaha patlattı.

“Ne yaptın, ne yaptın? Ayağına mı bastın?”

Gülmekten neredeyse gözünden yaş gelecekti. Az önceki hâlinden eser yoktu.

“Neresi komik bunun?”

“Ahahahahahhahhaa kusura bakma, sadece prensi o halde düşünemedim.”

“İnan bana yapabilseydi ağlardı.” Bunu duyunca tekrar kahkahalara boğuldu.

“Arina görseydi planı çöpe atar, seni oracıkta öldürürdü.”

Kendimi tutamadım ve ben de kahkaha atmaya başladım. Birkaç gün önce hayatım altüst olmuşken Güneş’in ortasında bir Heliosluyla kahkahalar savuruyordum şimdi. Ne garipti şu evren. Ne zaman dibe çöksek bir şekilde çıkarıyordu bizi daha dibe batırmak için.

“Peki sonra? Hiçbir şey demeden ayrıldınız mı?”

“Özür diledim ama Dian’a benzemediğimi söyledi. Beni tehdit etti. Ben de karşılık verdim. Karşılık vermeme memnun olmuş gibi bir hali vardı.”

“Çok ilginç.”

“Bence de. Peki neden Dian’lar burada hırçın olarak biliniyor?”

“Sanırım Büyük Savaş’tan kaynaklanıyor, Lilya.”

“Büyük Savaş mı? O da ne?”

“Önceden Güneş Sistemi yoktu. Ay’ın egemen olduğu Selene Sistemi vardı. Anlayacağın şuanki Güneş Sistemi aslında önceden Ay’a aitti. Helios kitaplarında anlatılana göre zamanla Dian’lar iyice kontrolden çıkmıştı. Son İmparatoriçe Maria, Selene Sistemi’ndeki toplumların tamamına zulüm ediyor, haksız yere birçok kişiyi öldürüyordu. Hiçbir halk buna sesini çıkaramadı. Ama Helioslular buna dayanamayacak raddeye gelmişti.

Güneş, sistemde Ay’ın erişemediği yerleri aydınlatıp ısıtan enerji kaynağıydı. Dianlar Heliosluları haksız yere fazla çalıştırıyor, hatta bazı Helioslular çok fazla çalışmaktan gelen yorgunlukla ölüyordu. Arina’ya göre artık birinin bir şey demesi gerekliydi. Kral Febus bu konuda çok sessiz kaldığı için Kraliçe Arina yönetimi tamamıyla devraldı ve Dianlara savaş ilan etti. Diğer gezegenlerin savaşacak gücü yoktu. Dianlar ise teslim olmaya hiç niyetli değildi. Bazıları kehanete inandı ve zamanı geldiğinde tekrar dirilmek için ruhlarını gezegene sakladı. Kalan kısmıysa esir düşmemek için savaşarak öldüler. Uzun ışıklar süren savaşın sonunda Arina’nın yönetiminde Helios’lular kazandı ve yönetimi Güneş üstlendi. Güneş böylece şimdiki bulunduğu konuma geldi. Savaşın sonlarına doğru Dian’lar tüm umutları tükenince İmparatoriçe Maria’yı inandıkları kehanet gerçekleşene kadar Dünya’ya gönderme kararı aldı. Hain Maria Dünya’ya sığınarak kendini yıllar boyunca gizledi.”

Şimdi daha anlaşılır geliyordu her şey. Büyük büyükannem Maria’nın evi şehirden neden o kadar uzakta yaptığı, Marin’in son sözleri, Heliosluların Dianlara olan nefreti, prensin bana söyledikleri… sanki her şey bir yapboz parçasıymış gibi oturmaya başlamıştı yerine.
“Kehanet nasıl tam olarak?”
“Kehanet Helios’ta yasaklıdır, Lilya. Kimse onu söyleyemez veya öğretemez. Yine de burada doğmuş olanlar bir şekilde bilir. Nasıl ben de bilmiyorum.”

“Peki neden, Nergis? Atalarımın size yaptıklarından sonra, saraydaki herkes benden nefret ederken neden bana yardım ediyorsun?”

“Anlamıyorsun Lilya. Kendi gözlerinle görene kadar anlayamazsın. Zamanı gelince…”

İtiraz etmek üzereydim ki niyetimi anladı.

“Hadi seni hazırlayalım, yolculuğa çıkıyorsun sonuçta.”

“Hazırlanacak bir şeyim yok ki..”

“Olmaz olur mu, Lilya?”

Kalktı ve dolaba gitti. Sarı kıyafetlerle dolu dolabı açtı, askılardaki kıyafetleri kenara itti ve dolabın içindeki sürgüyü açığa çıkardı. İçerisi siyah ve beyaz kıyafetlerle doluydu. Resmen bir Dian için olduklarını bağırıyorlardı.

“Sen bunları nereden..”

“Hazırlık yapmıştım. Uzun süredir seni bekliyordum, Lilya.”

Büyük bir valizi açtı ve elbiseleri içine koymaya başladı. Büyük bir valiz demek buna hakaret okurdu açıkçası. Dev gibiydi bu şey.

Elbiselerin yanında günlük kullanımım için ihtiyacım olan şeyleri de ekledi. En tepeye kimsenin şüphelenmemesi için koyduğunu düşündüğüm birkaç sarı elbiseyi de ekledikten sonra valizi kapattı. Sorularımı cevaplamaktan kaçıyordu resmen. Sanki utanacağı çok büyük bir yanlışı vardı da itiraf etmekten çekiniyordu. Daha fazla üstelememeye karar verdim ve sustum.

“Ta-daaaa! İşte bu kadar. Artık hazırsın! Ah, hayır değilsin! Gitmeden önce duş alman gerek! Uzun bir süre banyoya giremeyebilirsin. Yolculuğun ne kadar süreceği belli olmaz.”

Kafamı salladım ve duşa doğru yollandım.

Duştan çıktıktan sonra bana Asa ve Kiron’la vedalaşmayı isteyip istemediğimi sordu.

“İsterdim. Ama Kraliçe bağımızı öğrenirse ben ayrıldıktan sonra onlar için büyük bir sorun olabilir.”

“Hiç sorun değil, bana bırak.”

“Ne yapacaksın ki?”

Bir anda bacağıma sert bir tekme attı.

“Ah!”

Öyle bir çığlık attım ki gören birinin bana bıçak sapladığını falan zannederdi.

“Ne yapı-“

Cümlemi tamamlayamadan içeri muhafızlar doluştu. Odamı işgal etmeyi ne çok seviyorlardı böyle.

“Neler oluyor?”

“Emir, bilmiyorum! Birden çığlık atmaya başladı.”

Ben hâlâ acı içinde inliyordum. Helioslular ne yemişlerdi de bu kadar güçlülerdi böyle? Birden planını anladım. Az önce Asa ve Kiron’u görmek istediğimi söylememiş miydim ben? Beni oraya gönderiyordu işte. Fark ettiğim anda daha da bağırmaya başladım. Biraz daha zorlasam ağlayacaktım. Emir bir koluma girdi.

“Ne bakıyorsunuz? Yardım edin de doktorlara götürelim onu!”

Gerçekten telaşlanmıştı. Daha sonra bunun için özür dilemeye karar verdim. Beni taşıdılar ve Asa ile Kiron’un olduğu laboratuvara götürdüler. Yüzlerinde öyle telaşlı ve şaşkın bir ifade vardı ki…

“Neyi var?!” Dedi Asa. Oyunu sürdürdüm ve ölüm kalım meselesiymiş gibi konuştum.

“Bacağım! Bacağıma birden kramp girdi! Çok acıyor!”

Asa telaşlı bir şekilde yanıma geldi. Bacağımı yoklarken ben de dokunduğu yer acıyormuş gibi davranıyordum.

Sonunda bir şey olmadığını anlayınca rahatlar gibi oldu ve bilerek yaptığımı fark etti. Muhafızların bakmadığı kısacık bir süreyi yakaladım ve göz kırptım.

“Pek bir şeyi yok. 15-20 dakika içerisinde iyileşecektir.”

Dedi Kiron’dan serumu isterken. Muhafızlar ayrılırken serumu takıyormuş gibi yaptı ve onlar gider gitmez bir kenara fırlattı. Koşar adımlarla kapıyı kapattıktan sonra tekrar yanıma geldi.

“Neler oluyor?”

“Beni özlemediniz mi? Çok üzüldüm.”

“Gerçekten, Lilya. Ne oldu?”

Kiron’un sesinin ciddiyetiyle espriyi bir kenara koymaya karar verdim.

“Vedalaşmaya geldim.”

“Ne?!” İkisi anlaşmış gibi bir ağızdan söyledi.

“Kraliçe beni diğer gezegenlere gönderiyor. Uzun bir süre -hatta belki hiç- görüşemeyebiliriz.”

“Neden? Gitmek zorunda mısın ki? Saray senin için daha güvenli değil mi? Dışarıda ne olduğunu bile bilmiyorsun.”

Asa’nın sözleri beni gülümsetmişti. Önemsenmek ne hoş bir duyguydu böyle. Ailemin yokluğunun yarattığı boşluk her gün daha da artarak kendini iyice fark ettiriyordu.

“Evet, gitmek zorundayım. Zaten burada olmakla dışarıda olmak aynı şey benim için. İkisi de yeterince tehlikeli.”

“Bizden istediğin herhangi bir şey var mı, Lilya?”
“Yok.”
Söyler söylemez fikrimi değiştirdim ve ekledim:

“Aslında var, Kiron. Birbirinizi bırakmayın, olur mu?” Tekrar düşünüp bir şey daha eklemeye karar verdim.

“Bir de Nergis, benimle ilgilenen görevli. Onu bulun ve birbirinize ne olursa olsun destek çıkın. Bu saray tehlikeli bir yer. O size yardımcı olacaktır. Sizin de ona yararınızın dokunacağına eminim.”

Başlarıyla beni onayladıktan sonra bana sarıldılar.

“Teşekkür ederim. Her şey için teşekkürler.”

“Biz teşekkür ederiz, Lilya. Senin sayende tekrar yaşamı bulduk.”

Beni bıraktıktan sonra kalktım ve gitmeye hazırlandım. Asa benim için kapıyı açtıktan sonra dışarı çıkacakken arkamı döndüm. Onları unutmamak için zihnimdeki kamerayla bir fotoğraflarını çektim. Birbirlerine sarılmış, mutlu bir çift… Umarım hep böyle kalırlardı.

….

Odaya geri döndüğümde Nergis benim yatmam için odayı hazırlıyordu. Işıkta uyumaya alışkın olmadığım için birkaç gün önce bir kumaş parçasını perde yapmıştık. Tabii Güneş’in merkezinde Güneş’ten kaçamazdınız ama en azından bir miktar engelliyordu.

“Hadi, hadi. İyice dinlenmen gerekiyor. Prensle yolculuk kolay olmaz. Kafanı şişirir o senin, uyuyamazsın bile.” Kıkırdayarak söylemişti bunu.

“Şaka yapıyorum de, n’olur.”

“Hiç de yapmıyorum. İşin zor.”

“Ah, Evren hangi günahımın cezasını kesiyor bu sefer?”

Tam bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki kapı çalındı.

Loading...
0%