Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Senaryosuz Oyuncu

@darksideofthepeopl

“Az önceki olay, birçok kişinin kulağına gitmiş. Sarayda her şey çok çabuk duyulur. Yarın bana senden şikayetçi olup olmadığımı sormak için yargıçlar gelecek. Eğer hayır dersem seni desteklediğim çok açık olmuş olacak ve yüksek ihtimalle idam edileceğim. O yüzden şikayetçi olmam gerekecek. Sorun şu ki zaten senden pek haz etmeyen birçok Helioslu bunu duyunca saraydan sürülmeni, hatta idam edilmeni isteyebilir. Bu durumda Kraliçenin insafına kalacaksın. Bunu yapmayı hiç istemesem de olaylar bu şekilde gelişecektir. Yarın seni almaya geldiklerinde teslim ol. Heliosluların ekstra tepki vermesini engelleyelim. Kraliçenin yargısına geldiğinde de olanları tamamen anlat. Odanın kapısını kilitlediğini söyle ve içeriye birinin girdiğini duyunca korktuğunu belirt. Dediğim gibi sonrası Kraliçeye kalmış bir karar. Ama merak etme seni sürmeyecektir. Seni kendinden uzaklaştıramayacak kadar senden korkuyor. Öldüremez de çünkü senin tarafını tutan kişilerin tepkisi yüksek olur. Ayrıca sana ihtiyacı da var. Kötü bir şey olmayacaktır.”

“Anladım.”

“Güzelce dinlen, yarın bundan daha yoğun geçecek.” Ayağa kalktı ve kapıya doğru gitti.

“İyi uykular, gecenin sahibi.”

Elini dudağına götürdü, başına taç yapar gibi parmağını kafasının üzerinde dolaştırdı ve eğildi. Küçükken oyun oynarken Marin’in sürekli oyunun ortasında yaptığı, bana da karşılığında reverans yapmamı tembihleyip durduğu bağlılık yemininin aynısıydı.

Ayağa kalktım ve reverans yaptım.

“İyi geceler, altın renkli çiçek.”

Odadan çıktı ve beni uyumam için yalnız bıraktı. Yatağa yattığımda kafamdaki bütün düşüncelere rağmen yorgunluğun ağır basmasıyla hemen uykuya daldım.

..

Birilerinin kapıyı zorlamasıyla uyandım. Kapıya doğru ilerlerken Bu saatte mi? Diye geçirdim içimden. Gerçi burada saatin nasıl işlediğini bilmiyordum ayrıca her yer hep aydınlık olduğundan ne zaman uyuyup uyanacağımı kestiremiyordum. Ama geç olsaydı biri beni uyandırmaya gelirdi, değil mi?

Kapıyı açtığımda Emir yanında birkaç muhafızla birlikte bekliyordu. Çok acelesi varmış gibi konuşmaya başladı.

“Kraliçe’nin huzuruna çıkıyorsunuz.”

“Hemen mi?! En azından giyinmeme izin verin.”

“Kusura bakmayın, Bayan Lavinya. Hemen gitmemiz gerekiyor.”

Nergis’in kraliçenin abartıyı sevdiği hakkında neler söylediğini hatırladım. Önüne pijamamla çıkmam sadece gözündeki değerimi düşürecekti.

“En azından..”

“Gitmemiz gerek. Bizi zora sokuyorsunuz.” Dedi tanımadığım bir muhafız.

Daha fazla direnmeden onlarla beraber odadan çıktım. Yemek salonunun tam aksinde bir yere gidiyorduk. Bu koridor diğer taraftan daha çok süslenmiş, kraliyet üyelerinin tablolarının altına hüküm sürerken giydikleri taçlar konmuştu. Helioslular saray süslemesini ve şatafatı gerçekten iyi biliyorlardı. Tabii konu abartmak olunca… Taçlar ve tablolar bittiğinde önümüzde devasa bir kapı vardı. Kapının üzerine Güneş Sistemi işlenmişti. Takımyıldızlarıyla gezegenlerin isimleri altlarına yazılmıştı ama ne yazık ki okuyamıyordum. Ama diller hakkında en ufak bir şey biliyorsam bu Almanca olmalıydı. Tüm günümü odamda geçirmenin zararları, diye geçirdim içimden.

Kapıyı açtıklarında tam karşıda Arina bütün ağırlığıyla birçok basamak yüksekteki beyaz kaplamalı, altın sarısı kollukları olan tahtta oturuyordu. Altından yapılmış duvarlarla ve tavandan sarkan kocaman avizeyle resmen bütünleşmişti. İki yanında, yakut bir kolye takan; beyaz t-shirt ile bal renginde deri ceket giymiş Prens ve sırtında beyaz sarı ile detaylandırılmış pelerin giyen, elinde sapında zümrüt olan kılıcıyla Marin’in ikiziyse ayaktaydı.

Nergis ise aşağıda, üzerinde sapsarı bir hizmetçi üniforması; yanında birkaç başka hizmetçiyle beraber durmaktaydı. Ben içeri girince hizmetçilerin hepsinin yüzleri büyük bir korku ve tiksintiyle bana döndü. Beni ve pijamamı süzdükten sonra daha da iğrenir bir ifade takınıp yanımdan olabildiğince uzağa kaçtılar. Neredeyse birbirlerinin üstüne çıkacaklardı.
Hemen reverans yaptım.

“Beni buyurmuşsunuz, Kraliçe Arina.”

Başıyla karşılık verdikten sonra beni süzdü. Aslında tahtın yanındaki herkes şu anda beni süzüyordu. Prensin halimden bayağı zevk aldığı belliydi. Zira gülmemek için kendini zor tutuyordu.

“Evet, Lavinya. Bu hizmetçi senin dün canına kastettiğini söyledi. Muhafızlar müdahil olmasaymış öldürüyormuşsun. Gerçi ben pek inanmadım. Hizmetçiler dikkat çekmek için türlü yalanlar ortaya atar. Yine de kural kitabı gereği böyle olmak zorunda. Söyledikleri doğru mu?”

“Dün tatsız bir olayın yaşandığı doğrudur, majesteleri ama niyetim asla onu öldürmek değildi. İzin verirseniz..”

Nergis’in yanındakilerden biri sözümü kesti ve parmağıyla beni işaret ederek haykırmaya başladı.

“Şuna bak! Küstah seni! Bir de utanmaz utanmaz suçunu itiraf ediyor! Haysiyetsiz!”

Kız ne Nergis’in çabalarını ne de Kraliçenin iğneleyici bakışlarını fark etmiş gibiydi.

“İki yüzlü! Sana kimse hizmet etmemeli! Bir Dian’dan da ancak bu beklenir! Neden buradan gitmiyorsun?! Kimse seni bu sarayda istemiyor!”

Kraliçe en sonunda konuşmaya karar verdi.

“Sana konuşman için izin verdiğimi hatırlamıyorum.”

Kız kraliçenin sözleri üzerine ondan özür diledi ve önünde büyük bir saygıyla eğildi.

 

Demek Nergis’in bahsettiği nefret buydu. Açıkçası hiç tanımadığım birinden gelen nefretin bu derece olmasını beklemiyordum. Kraliçe kızın selamını kabul etmedi. Sinirlenmişti ama söyledikleri için değildi bütün bunlar. Ondan izinsiz konuşulmasından o kadar nefret etmişti ki kızı oracıkta öldürmek istemişti. Bunu salondaki herkesin iliklerine kadar hissettiğine adım kadar emindim.

“Dinliyorum, Lavinya.”

“Dün yemekten ayrıldıktan sonra doğrudan odama gittim, majesteleri. Sonra teklifinizi düşünmek ve biraz rahatlamak için duş almak istedim. İçeri kimsenin girmesini istemediğim için kapıyı kilitledim veya öyle zannettim. Çıktığımdaysa içeriden sesler geldiğini duydum. Tehdit altında hissettim. Meyve tabağındaki bıçağı aldım. Sonrasını size anlatmışlardır.”

“Yani aslında kimsenin canına kastetmek istemedin, öyle mi?” Dedi miras bozuntusu.

“Hayır, eğer onun hizmetçi olduğunu bilseydim, öyle davranmazdım.”

‘Özür dilerim, Nergis. Burada senden öyle değersiz bir varlık gibi bahsetmek hiç hoşuma gitmese de şüpheye düşmemeliler.’

“Anladım, Lavinya. Saray hizmetçilerinde hizmet ettikleri kişinin odasının anahtarı bulunur. Hizmet amacıyla orada oldukları için girip çıkabilirler.” Dedi kraliçe dediklerimi tartar gibi ve ardından Nergis’e dönüp ekledi.

“Ortada kasten yapılan bir durum yok. Tüm bu yaygarayı bunun gibi bir sebep için kopardınız. Şuan yapmam gereken tonla iş varken burada sizin saçmalıklarınızı dinledim.” Nergis başını eğdi ve cevapladı.

“Bağışlayın, Kraliçem. Tekrar olmayacak.”

“Güzel. Çıkabilirsiniz.”

Üçü de abartılı bir şekilde eğilerek selam verdikten sonra ayrıldı.

“Kararını vermiş gibi görünüyorsun, Lavinya. Dinliyorum.”

“Size hizmet vermekten onur duyacağım, majesteleri.” Dedim reverans yaparken.

“Güzel, detayları konuşmak için seni çağırtacağım.”

“İzninizle, majesteleri.” Başını hafifçe eğdi ve onayladı.

Odamdan bayağı uzaklaştığım için Emir’den bana odama kadar eşlik etmesini istedim.

“Teşekkür ederim, Emir. Sen olmasan kaybolurdum.”

“Rica ederim, Bayan Lavinya.”

“Bir şey sorabilir miyim?”

“Tabii.”

“Nergis… Nelerden hoşlanır?”

“Nergis mi? Neden soruyorsunuz?”

“Orası bende kalsın, lütfen.”

“Aslına bakarsanız sizin dünyanızı hep merak etmiştir o. Oradaki canlılar çok ilgisini çeker. Hatta bir tanesine neredeyse tapıyor. Neydi adı… K ile başlıyordu sanki. Ka.. Kalames? Kemerya? Ke… Nasıl unuturum!”

“Kelebek mi?”

“Evet!” Dedi heyecanla ve ekledi.

“Eğer elimde olsaydı ona bir tane getirirdim.”

“Bu biraz zor. Onları yakalaması kolay değildir. Ayrıca çabuk ölürler.”

“Kelebeklerin kendi güzelliklerini göremediklerinden yakınır hep aynaya hiç bakmadan.”

O an anladım Emir’in Nergis’ten ne kadar hoşlandığını. Gezegen gezegen dolaşsanız da milyon tane farklı canlı görseniz de değişmiyordu demek ki bazı şeyler. Özellikle konu duygularla ilgiliyse…

Biz bu sohbeti yaparken odanın kapısına kadar gelmiştik ama Emir buradan çok uzaktaydı.

“Teşekkür ederim, sana da zahmet verdim.”

Sesimi duyunca biraz irkilse de kendini çabucak toparladı. Artık o da benimle odanın önündeydi.

“Rica ederim, Bayan Lavinya; onur duydum.” Dedi ve eğildi. Ben de reverans yaptıktan sonra ayrıldık.

İçeri girdiğimde Nergis beni bekliyordu.

"Gel buraya, her şeyden önce seni giydirelim. Tüm sarayı gecelikle dolaştığına inanamıyorum."

"Emir fırsat vermedi ki!" Dedim o bana dolaptan kıyafet ararken.

"Onun elinde değil, demek isterdim lakin tamamen onun elinde olan bir durum. Bazen inatçı olabiliyor ama rütbesi yüksek."

Diyerek cevapladı beni dolaptan başka bir sarı kıyafeti yere atarken. Bir yandan da kıkırdıyordu.

"Helios'a çok bağlı bir muhafızdır. Kraliçeyi pek sevmez ama Helios'a olan bağlılığı kraliçeden gelen emirleri de harfiyen uygulamasına sebep oluyor."

En son eline aldığı bir elbiseyi idare eder dercesine omuz silkerek çıkarıp bana verdi. Her zamanki gibi sarı ve abartılı bir elbiseydi lakin yemekte giydiğim kadar kısa değildi. Elbiseyi giyerken nefes nefese bir şekilde konuşmayı devam ettirmeye çalıştım.

"Emir gibi birinden daha azını beklemezdim."

"Eh, benim gibi biriyle nasıl arkadaş olduğunu hâlâ çözebilmiş değilim." Dedi fermuarı çekerken.

"Neden ki, ben senden daha iyi bir arkadaş göremiyorum etrafta."

"Onur duydum, Lilya. Ama anlatmaya çalıştığım şey bu değil."

Elbise dizlerimin biraz altına geliyordu. Altın rengindeydi ve siyah sarmal çizgilerle detaylandırılmıştı. Onaylar gibi başını salladı ve saçımı yapmak için beni koltuğa oturttu.

"Anlatsana, biz çıktıktan sonra ne oldu?"

"Hiçbir şey olmadı. Artık Arina'nın emrinde çalışıyorum."

"Kraliçenin emrinde mi?! Neden, ne zaman, nasıl?"

Saçımı tarayan elleri birkaç saniye duraksadı. Benim konuşmaya başlamamla daha yavaş bir şekilde taramaya devam etti.

"Yemekte beni neden getirdiğini sorduğumda beni bulduğunda yaralı olduğumu, bir miras olduğum için de orada bırakmaya içinin el vermediğini ayrıca yönetimde yardımcı olabileceğimi düşündüğünden getirdiğini söyledi. Ardından da bana yardımcı olup olamayacağımı sordu. Ben de düşüneceğimi söyledim. Az önce de kabul ettim."

"Ne yaptın ne yaptın?"

"Kabul ettim. Ne yapabilirdim ki? Benden öylece kurtulurdu. Ayrıca dostunu yakın tut, düşmanını dostundan daha yakın tut derler."

"Gerçi haklısın. Alabileceğin en mantıklı karar o sanırım. Senden kurtulmazdı tabii ama güvenlerini kazanmak gerekli. Eğer öyle olursa her şey daha kolay olur."

"Aklındaki nedir, Nergis? Benimle ilgili bir planın varmış gibi konuşuyorsun ama bana söylemiyorsun. Ayrıca dün neden bana son umudum dedin?"

Ben bunu söylerken saçıma yaptığı topuzu bitirmişti. Önüme geçip başıma altın rengi Güneş sembollü ve taraklı bir toka taktıktan sonra yaptığı işten memnun kalmış gibi geri çekildi ve biraz eyeliner ile hafif kırmızı bir ruj sürdü. Bu işi milyonlarca defa yapmış olmalıydı aksi takdirde bu kadar çabuk bitiremezdi. Tabii yapmıştır, görevi bu.

Dolabın altından çıkardığı siyah topukluları bana giymem için uzattı.

İşi tamamen bittiğinde beni aynanın karşısına götürdü. Gerçekten nefes kesici görünüyordum. Teşekkür etmek istedim ama sorumu cevaplamadan ağzımı açmaya niyetim yoktu. Anlamış gibi ağır ağır konuşmaya başladı.

"İlk geldiğin zaman senin canımı uğruna feda etmeye değer olup olmadığından emin değildim ama sanırım artık biliyorum."

Eğildi ve dün gece yaptığı yemin hareketini tekrarlarken söyledi.

"Miras Lavinya, kraliçe olman yolunda kaderimi senin ellerine teslim ediyorum. Senin ve yüce Opiton'un geleceği için elimden geleni yapacağıma, gerektiğinde canımı vereceğime dair yemin ederim. Kaderim senin ellerinde."

Nutkum tutulmuştu. Bugün hem hiç tanımadığım birinden gelen büyük bir nefret duygusuyla hem de henüz birkaç gün önce tanıştığım birinin bana canını teslim etmesiyle karşılaşmıştım. Nergis'in benden ne beklediğine veya neden bana hayatını verecek kadar güvendiğine dair en ufak bir fikrim yoktu ama tek bir şeyden emindim: Ne olursa olsun ona yardım etmek istiyordum. Kendi kanımda boğulacak olsam bile onun için savaşmak istemiştim o an. Sanki aramızda kimsenin koparamayacağı bir bağ kurulmuştu, sanki evren ruhlarımızı o an birbirine bağlamıştı. Başımı saygıyla öne eğdim.

"Senin ve Opiton'un geleceği için elimden geleni yapacağıma söz veriyorum. İki elim kan ve vücudum yara bere içerisinde olsa da kendimi Opiton için tehlikeye atacağıma yemin ederim, Nergis."

Bu sözler ne ara ağzımdan dökülmüştü, hiç duymadığım Opiton'a neden bu kadar bağlı hissediyordum bilmiyordum ama yeniden doğmuş gibiydim.

Yeminimle birlikte gözleri parıldadı.

"Beni kabul ediyor musun?"

"Nasıl etmem? Buraya geldiğimden beri bana çok yardımcı oldun! Senin gibi birinin bana hizmet etmesi ancak onur verir."

"Biliyordum işte, biliyordum! Onlarca yıl seni beklemenin, lanet Arina yerine sana hizmet etmenin doğru seçim olduğunu biliyordum! Babam asla yanılmamıştı!"

"Baban mı? Onlarca yıl mı? Neyden bahsediyorsun Nergis?"

Kapının çalınmasıyla konuşmamız yarım kaldı. Nergis korkuyla arkama sindi.

 

"Buyurun?" diye seslendim içeriden kapıya doğru.

"Kusura bakmayın, Bayan Lavinya. Rahatsız ettiğim için üzgünüm. Kraliçe sizi çağırıyor."

Dedi baş muhafız -Marin'in ikizi-. Anladığım kadarıyla tüm orduyu o yönetiyordu. Kim bilir, eğer bir krallığım olsaydı belki benim ordumu da Marin yönetirdi.

"Tabii, tabii bir dakika lütfen." Kapıyı açtım.

"Güzel bir bayanla güzel bir toplantı. Daha güzel bir gün hayal edemezdim sanırım."

"Teşekkür ederim, beyefendi."

"Lütfen, bana Samael deyin."

"Memnun oldum, Samael."

"Gidelim mi, Bayan Lavinya?"

"Tabii."

Taht odasına giden koridorlardan hızlıca geçtik. Kapının önüne geldiğimizde durduk. Acelemiz neydi bilmiyordum.

"Bir dakikanızı rica edeceğim, Bayan Lavinya. Kraliçeye geldiğinizi haber edeyim."

"Tabii, bekliyorum."

Beni dışarıda bırakarak içeri girdi. O sırada görevlilerin fısıltı sayılmayan fısıltıları kulağıma çarpıyordu.

"Vay be.." diyordu bazıları.

"Demek Arina bir Dian'ı bile hizmetçisi yapabildi." Diyordu bir diğeri. Öbürü hayretle ekliyordu;

"Öylece bir Dian değil bu koskoca Miras, Miras! Ayakta kaldıklarının son simgesi."

"Artık pek simge gibi durmuyor sanki." Diye kıkırdayarak ekliyordu bir tanesi de.

"Yüce Kraliçemiz söz verdiğini yaptı! Dianlar bile diz çöküyor!" Diyerek Arina'yı yüceltiyordu bazıları.

Birkaçı da bana acıyordu.

"Onun yerinde olmak istemezdim. Düşünsenize, atalarınız esir olmamak uğruna canını feda etmiş; hatta birçoğu çekecekleri acıyı göze alarak ruhlarını gezegene saklamış. Ölümden de beter! Ama karşındaki kişi Arina olduğu için hizmeti altına girmek zorunda kalıyorsun. Çekeceği vicdan azabını düşünemiyorum bile!"

"Sadece esir olmamak için değil, o doğsun diye kendini feda edenler de çok fazla; biliyorsun."

Atalarım mı? Acı çekmek mi? Ruhlarını saklamak mı? Simge miymişim ben? Neyden bahsediyor bunlar?

Aldığım kararın yanlış olduğunu düşünmeye başlamıştım ki kapı açıldı. Ayaklarım geri geri gitse de içeri girdim. Her zamanki gibi her yerden çıkan Miras Bozuntusu da oradaydı. Yine olayları izlemeye gelmişti anlaşılan.

"Çok bekletmedik ya?"

Kraliçe yine uzun kollu bir elbise giymiş, başına ilk günkü tacı takmıştı. 'Buranın sahibi benim!' Diye bağırıyordu resmen.

"Hayır, majesteleri." Dedim reverans yaparken. Başını hafifçe eğerek karşılık verdikten sonra ekledi;

"Görevini merak ediyor olmalısın. Henüz kesin değil ama aklımda bir şeyler var. Bunun için uzun bir yolculuk geçirmen gerekecek. Sorun olmayacağını umuyorum?"

Sorudan çok emir gibiydi. Daha birkaç saat olmamıştı bile ama şimdiden ona hizmet etmekten nefret etmiştim.

"Hayır, majesteleri."

"Güzel." Prense gururla bakarak devam etti.

"Oğlum Güneş Sistemi'ni yönetme öğreniminin ilk evresini tamamladı. Tüm gezegenleri dolaştı ve halkın güvenini tazeledi. Senin eğitiminin ilk evresini ise beraber geçeceksiniz. Biraz daha hızlandırılmış bir şekilde tabii. İkiniz gezegenleri tekrar dolaştıktan sonraysa saraydaki eğitiminizi de tamamlayacaksınız ve böylece yönetime tamamen hazır olacaksınız. Tabii zamanı geldiğinde oğlum tüm yönetimi üstlenecek. Sen gerektiğinde yardımcı olacaksın, o kadar."

'Yemişim mirasını da prensini de! Baksana şuna hiç hayır gelir bir yanı var mı, tek vasfı dikilmek!' Ne kadar bu sözleri kullanmak istesem de ağzımdan dökülenler bambaşkaydı.

"Tabii, majesteleri. Teşekkürler."

Aslına bakarsak bu çok güzel bir haberdi. Sistemi dolaşmak yönetim hakkında daha fazla bilgi edinmem demekti ve zamanı gelince gerçekten işime yarayabilirdi. Ayrıca prensle çıkacağım geziyi de bana olan güvenini arttırmak için kullanabilirdim. Her açıdan harika bir fırsattı bu.

"Bana teşekkür etme, bana kalsaydı sen sadece saraydaki eğitimin bir kısmını alırdın. Prensim bu konuda çok ısrarcı olduğu için seni de hızlandırılmış bir eğitimden geçireceğim."

Tüm iyi niyetli düşüncelerim o anda kırıldı. Ne istiyordu benden bu Miras Bozuntusu? Nasıl kullanacaktı beni?

Ona baktığımda göz göze geldik. Babasınınki gibi bal rengi olan gözleri kendini beğenmiş bir şekilde benimkilere bakıyordu. Sessizliğini bozmamıştı. Tabii teşekkür etmeyecektim.

"Eğitim ne zaman başlıyor, majesteleri?"

"Yarın."

"Yarın mı?!" Dedik ikimiz birden.

Görünüşe göre Arina planlarını oğlundan bile gizli tutuyordu.

 

Loading...
0%