@darksideofthepeopl
|
Uzunca ve sarı örtülü bir masada oturuyorlardı. Kraliçe Arina tahmin ettiğim gibi baş köşeye yerleşmişti. Üzerinde bu sefer dizinin altına kadar uzanan ama yine uzun kollu olan altın rengiyle detaylandırılmış -daha çok kumaşı büyük ölçüde altına boyanmış- siyah bir elbise giymişti. Sağ tarafında onun saçlarına sahip benim yaşlarımda bir oğlan çocuğu vardı. Prens olduğunu tahmin ettiğim bu kişinin yanındaysa kral olduğunu düşündüğüm biri oturuyordu. Kraliçenin kafasındaki kocaman tacın yanında kralınki bir kaldırım taşı gibi duruyordu. Kral, Nergis'in söylediği gibi hasta ve bitkin olmanın tam aksine; canlı ve dipdiriydi. Gözleri bal rengindeydi ve her yerinden bilgelik akıyordu. Tüm bu özelliklerin yanında kralın yine de derin bir hüznü omuzladığını söyleyebilirdim. Ne kadar istemesem de Nergis'in tembihine uydum ve hafifçe eğilerek selam verdim. Prens ve kraliçenin aksine kral başını eğerek karşılık verdi. Prensin karşısındaysa iki boş sandalye daha vardı. Kraliçe eliyle kendi yanındaki sandalyeyi gösterdi ve oturmamı işaret etti. "Hoş geldin, Lavinya." Dedi bana mücevhermişim gibi bakan adam. İçten içe beni hor gören bütün Heliosluların aksine kral beni gerçekten önemsiyor gibiydi. Görünüşe asla aldanma diye kendime telkin ettim. Sessizliğimi korudum ve sahte bir gülümsemeyle karşılık verdim. Kimseye güvenemezdim. "Yemek birazdan servis edilecek. Ardından bana istediğini sorabilirsin, Lavinya." Kraliçenin sözlerine başımı salladım. Daha önce hiç dikkatimi çekmeyen prensin bana baktığını fark ettim ve savaşı sürdürmek istercesine gözlerimi gözlerine kenetledim. Bakışlarında anlamlandıramadığım bir duygu vardı. Saygı? Umut? Peki ya... Aşk? Hayır, hayır, hayır.. O Helios veliahtıydı. Bana karşı saygı veya umut besleyemezdi. Ayrıca Nergis'in de söylediği gibi nişanlısı vardı. O yüzden bana ilgi de duyamazdı. Nişanlısı neden burada değildi acaba? Neyse ne. Eğer yaşamak ve intikam almak istiyorsam önüme bakmalıyım, bilmem ne şehrinin veliahtına değil. Babasına yaptığım gibi ona da sahte bir gülümseme gönderdim ve göz temasını kestim. Ardından sakinleşmek amacıyla nabzımı ölçmeye karar verdim ve sarı örtünün altından sol elimle sağ başparmağımı tuttum. Ona kadar saydığım sırada kapı açıldı. "Ah, işte eksik konuğumuz da geldi." dedi kraliçe. Kapıya doğru döndüm. Sevinç ve özlem; boğazımda düğümlenme ve hıçkırarak ağlama isteğiyle birlikte içimi doldurup taşırdı. Hemen ayağa fırladım. Kumral saçları, yüzü... Marin'imdi bu.. Bana doğru yürümeye başladı. Bense donup kalmıştım. Tam yanıma geldiği anda beni geçti ve arkamda oturan kraliçeye doğru gitti. Gülümseyerek elini öptü. "İyi akşamlar, kraliçem." Yanılmıştım. Aslında başından beri ona doğru gidiyordu. Doğruldu ve krala başıyla selam verdi. "Kralım." Kral da aynı içtenlikle karşılık verdi. Ardından bana doğru döndü ve gözlerime baktı. Benim Marin'im değildi bu. Okyanus mavisi olması gereken gözleri sarıydı; sıcak olması gereken bakışlarıysa son gördüğümün aksine buz gibi ve mesafeliydi. "Ve siz hanımefendi, birkaç gündür misafir ettiğimiz miras olmalısınız." dedi ve elimi öptü. Hiçbir tepki veremedim. Şoka uğramış bir şekilde dikilmeye devam edince güldü. Düşen sandalyemi düzeltti ve oturmam için çekti. Ardından son boş kalan yere geçti ve oturdu. Ben de zorlukla kendimi kıpırdattım ve tekrar yerime geçtim. "Başlayalım o zaman?" Kraliçe keyifle konuştu ve elini çırptı. Ben hâlâ Marin'e bakıyordum. Hayır, Marin'e benzeyen bu Heliosluya. Oysa büyülenmiş gibi Arina'yı izlemekteydi. Bakışlarımı zoraki bir şekilde ondan çekip prense çevirdiğimde bana aşağılayıcı bir biçimde baktığını gördüm. Burada neler dönüyor bilmiyordum ama hiç hoşuma gitmemişti. Sanki bu perdede senaryoyu okumadan sahneye çıkan bir oyuncu vardı ve o bendim. Kafam karışmış bir biçimde dikkatimi daha da başka bir yere vermeye karar verdim ve altın olan tabaklarla boy boy sıralanmış çatal, kaşık ve bıçaklara baktım. Her birinden üçer tane vardı. Sanırım çocukken izlediğim tüm o Barbie ve prenses filmleri ile Meva'mı benimle prenseslerin yaptığının aynısını yapmaya zorladığım için aldığımız çatal kaşık takımları şu anda işime yarayacaktı, ne ironik. Hizmetliler servise başladığında bu yemeğin bana önceden verdiklerine hiç benzemediğini fark ettim. Kraliyet ailesinin yemekleri bile farklıydı. Yani, zaten Türk yemeği beklemiyordum ama gerçekten çok değişiklerdi. Ben hastayken getirilen yemekleri düşündüm. Pide bile yapmışlardı, pide! Tabii ki farklı olacaktı. Çoğunun rengi kırmızının tonlarıydı ve hepsi bir volkandan fırlamışa benziyordu. Birçok çeşit vardı sofrada ama benim tek aradığım bulama çorbasıydı. Yemeye başladıklarında ne kadar güvenmesem de bir tanesini tabağıma alıp denemeye karar verdim. Zehirlenme ihtimalim de olsa şu anda güvenlerini kazanmak ilk amacım olmalıydı. Bıçakla kestikten sonra bir kısmını ağzıma attım ama göründüğü kadar sıcak olmadığını fark ettim. Dışındaki turuncu katmanın içinde mayhoş tatlı bir krema vardı. Bir süre kimse bir şey söylemeden yemeğe odaklandık ama ortamda hala kavrayamadığım bir hava vardı. Sanırım bir süre daha huzurlu bir yemek yiyemeyecektim.
Yemek sonunda bittikten sonra kraliçeye döndüm. Bakışlarını bana çevirdikten sonra konuştu. "Dinliyorum, Lavinya." "Beni buraya neden getirdiniz?" "Seni bulduğumda başından ve böbreklerinin üstünden darbe almıştın. Ölmek üzereydin, nabzın çok yavaştı. Bir Mirası kaybetmenin ne kadar acı bir şey olacağını düşündüm ve tedavi için seni buraya getirdim. Ayrıca yönetimde bana yardım edebileceğini düşündüm." Gözlerimi veliaht prense diktim. "Kendi mirasınız size yardımcı olamıyor anlaşılan?" Prensin gözleri sözlerimle kısıldı. Şimdi annesine sorgular bir biçimde bakıyordu. Burada olmam onu da çok rahatsız ediyordu anlaşılan. "Biliyorsun ki bir sistemi yönetmek hiç kolay bir şey değil, Lavinya. Tabii mirasımız bu konuda çok yardımcı oluyor ama fazladan yardıma hayır diyemem." "Peki o sırada Dünya'da ne yapıyordunuz? Tesadüfen geçiyor olamazsınız herhalde?" "Aslında tam anlamıyla tesadüftü. Gezegenleri denetlemek için her ışık birer kez gidiyorum. Dünya'ya son gittiğimde seni gördüm." "Peki ailem? Onları neden getirmediniz?" "Ailen mi? Onlar da mı.." "Öldüler..." Sesimin titremesine engel olamasam da duruşum hiç değişmemişti. Dimdik duruyordum hâlâ sandalyemde. Gözleri fal taşı gibi açıldı. "Ah,tatlım çok üzüldüm! Onların da saldırıya uğradığını bilseydim buraya getirirdim! Senin için önemli olan her şey bizim için de önemli." Elini uzattı ve elimin üzerine koydu. Göz göze geldiğimizde içimde bir şeyler tetiklendi. Çok tanıdık gelen bir şey vardı onda ama hâlâ çözememiştim. "Teşekkürler, majesteleri." Tabii ki tek sözüne inanmadım, seni cadı müsveddesi. "Rica ederim, Lavinya. Peki teklifim hakkındaki düşüncen nedir?" Tuzak soruydu bu. Öyle hemen cevaplayabileceğim bir şey değildi. "İzninizle düşünmek için zamana ihtiyaç duyuyorum." "Tabii, ne zaman istersen bize kararını bildirebilirsin." "Teşekkür ederim, majesteleri. Müsaadenizle odama geçip dinlenmek isterim." Başını onaylar bir biçimde hafifçe öne eğdi. Abartılı bir reverans yaparak ayrıldım. Düşünecek çok şey, alacak büyük bir kararım vardı. Düşünceler içinde kaybolurken odamın kapısına kadar geldim. Odaya geldiğimde içeride kimse yoktu. Nergis benden sonra uğramamış gibi duruyordu. Sıkıntıyla üzerimdeki gereksiz abartılı kıyafeti çıkardım ve saçımı açtım. Duşa girecekken şüpheye düştüm. Birkaç gündür burada yaşasam ve şimdiye dek başıma bir şey gelmese de bu hiçbir şey olmayacağı anlamına gelmiyordu. Odadaki değişik şekillerde ve çoğu pembe olan meyvelerin içindeki keskin bıçağı da yanıma almaya karar verdim. Nergis'in uyarısından sonra her an tetikte olmalıydım. Banyo ile giriş kapısı arasında bir köşe vardı ve bu savunmak için işimi kolaylaştırabilirdi. İçeri girdim ve kapıyı sıkıca kapattığımdan emin oldum. Duş alırken biraz Arina'nın söyledikleri hakkında düşündüm. Eğer yardım etmeyi kabul etmezsem benden hemen kurtulacağı belliydi. Ona yardım etmek, Helioslular tarafından kullanılmak hiç istemiyordum. O anda gözümün önüne Pera'm geldi. Büyükannem de kollarını açmış gülümsüyordu bana zihnimde. Bunu kimin yaptığını öğrenmeden ölmek istemiyordum ve bunu ancak bu sarayda yapabilirdim. Giyindikten sonra çıkmak üzereyken içeriden bir ses geldi. Asmak için elime aldığım havluyu sıkıca tutup bıçağı elime aldım. Gerekirse gelen kişinin gözlerini bununla kapatabilirdim. Kapıyı sessizce açıp içeriye göz attım. Kimse yok gibi gözüküyordu. Yavaşça dışarı süzüldüm. Girişteki kapıyla banyo arasındaki duvarın köşesinden bir ses geliyordu. Sessizce duvara sindim, iyice yaklaşmasını bekledim ve onu yakalayıp elimdeki havluyu gözlerine örttükten sonra bıçağı boğazına dayadım. Büyük bir çığlık kopardığında Nergis olduğunu anladım ama artık çok geçti. İçeri çoktan birçok muhafız dolmuştu bile. Elimdeki bıçakla ve kolumda Nergisle hiç de hoş bir görüntü oluşturmuyordum. Bıçağı yere atmaya kalmadan muhafızlar kolumdan çekiştirmeye başladılar ve beni odadan çıkardılar. Ne kadar bağırsam da duracak gibi değillerdi. Tam bir kez daha bağırmak için ağzımı açtığımda onunla göz göze geldim. "Ne zamandan beri bir Mirasa böyle davranıyorsunuz beyler? Çabuk bırakın hanımefendiyi!" Bunu duyan muhafızların kollarımı bırakmasıyla yere düştüm. Elini uzatınca tuttum ve beni kaldırmasına izin verdim. Başkası yapsaydı asla kabul etmezdim ama görünüşü ona güvenmemi sağlıyordu. "Kusura bakmayın, Bayan Lavinya." Muhafızlardan biri duruma çok sinirlenmiş olmalı ki üstünün emrine karşı çıkmak için adım attı. "Efendim, ama o birinin canına.." "Sözlerine ve hareketlerine dikkat et, Emir. Kraliçe onu koruyacağına dair söz verdi ve benden ona göz kulak olmamı istedi. Kraliçenin emirlerine karşı geleyim deme, ne kadar kıdemli ve sevilen bir asker olsan da karşında durmaktan çekinmem. Bayan Lavinya suçluysa bile sürükleyerek götürmeden önce dinlemeniz gerekirdi. Burada kurallarla iş yapıyoruz. Senin aklınla değil. Şimdi hanımefendiden özür diliyorsun. Eğer gerçekten suçluysa Kraliçe gereken cezayı kurallara göre verecektir." Adının Emir olduğunu öğrendiğim muhafız sinirden çatlasa da önümde diz çöktü. "Özür dilerim, Bayan." Ben de en az onun kadar eğildim. "Kalk lütfen, Emir. İkimiz de hatalıyız." Sözlerimle birlikte şaşırarak ayağa kalktı. Ben de doğruldum. Açık teni ve kahverengi saçları gerçekten onun olmak için yaratılmış gibiydi. Ela renkli gözleri ateş saçıyordu. Kılıcını kınından çıkarıp göğsünde çapraz bir şekilde tutarak selam verdi ve kaçmak istercesine hızlı adımlarla ayrılırken tekrar kınına soktu. Arkasından bakakaldım. "Özür dilerim, Bayan Lavinya. Eğer daha önce duysaydım belki tüm bu aşağılayıcı durumu engelleyebilirdim." "Önemli değil. Hatta ben teşekkür ederim. Siz olmasanız şimdiye zindana gitmiş olabilirdim." "O konuda... Zindana dikkat edin lütfen. Orası Helioslu olmayan biri için fazla sıcaktır. Bir gün bile dayanamadan ölebilirsiniz." Tüylerim diken diken olmuştu. Ölmek değildi beni korkutan. Yanarak Heliosluların elinde ölmekti. Korkmamdan epey zevk alıyor gibiydi. Hafifçe kıkırdadı. Bir an Marin'i dinliyorum zannettim. Ama tabii daha zarif bir versiyonunu. "Kusura bakmayın, sizi korkutmak istememiştim. Müsaade ederseniz bir sorum olacaktı." "Tabii, buyurun." "Salonda içeri girdiğimde heyecanlandığınızı ve ardından hayal kırıklığına uğradığınızı gördüm. Sizi bu kadar şoka uğratan neydi acaba?" "Ah, mühim bir şey değildi. Sizi birine benzetmiştim sadece." "Anlıyorum. Sanırım önem verdiğiniz biriydi?" "Evet, hem de çok..." Aklıma onu en son gördüğüm hali geldi. Yaşıyor muydu acaba? Hayır, o yaralarla çoktan ölmüş olmalıydı. Bu düşünce büyük bir ızdıraba kapılmama neden oldu. "Sanırım son zamanlarda görüşmediniz?" "Maalesef. Buraya geldiğimde onu da geride bırakmak zorunda kaldım." "Anlıyorum. Umarım bir gün tekrar görüşme fırsatınız olur." "Umarım." Gözlerine baktım ve içten bir şekilde tebessüm ettim. Ona değildi aslında tebessümüm. Marin yerine koymuştum onu kısacık bir anlığına. Birden başını tutmaya başladı. "Ah!" "İyi misiniz?!" Ellerimi ona uzatmamla beraber birkaç muhafız tekrar başıma dikildi. bir elimi sırtına ve diğer elimi de göğsüne koyacak şekilde onu desteklemeye çalıştım. Göz hizasına eğildim ve telaşla onu izledim. "Seni küçük.." "Efendim?" Hızlı hızlı gözünü kırpıştırmaya başladı. Bir an mavilik gördüğümü zannettim. Sonunda doğrulduğunda muhafızlar geri çekildi ve ben de neden müdahale ettiğimi sorgulayarak onu bıraktım. "Kusura bakmayın, size odanıza kadar eşlik etmeyi çok isterdim lakin yapamayacağım." "Önemli değil, lütfen dinlenin." "İyi akşamlar, Bayan Lavinya." Reverans yaptı. Ben de karşılık verdikten sonra odama döndüm.
İçeri girdiğimde Emir'i gördüm ve şaşırdım. Açıklama yapmak için ağzımı açtığım sırada Emir'in arkasından Nergis koşarak geldi ve boynuma atladı. "Ah, Lilya öyle korktum ki! Özür dilerim, öyle bağırmamam gerekirdi." "Ben özür dilerim, senin olacağını akıl edemedim." Onu bıraktım ve omzundan tutup gözlerimle süzdüm. "İyisin, değil mi?" "Evet." Bu sefer o beni süzmeye başladı. "Peki ya sen? Emir sana sert davranmadı ya?" Emir arkadan geldi ve diz çöktü. "Tekrar özür dilerim, Bayan Lavinya. Önce sizi dinlemeliydim." "Lütfen özür dilemeyi bırak ve kalk artık. Gerçekten, sadece suçlu hissediyorum." Ayağa kalktı. Gözlerinde bariz bir şaşkınlık vardı. "Siz ikiniz tanışıyor musunuz?" "Emir'le mi? Evet, çocukluktan beri arkadaşız." "Ne güzel.." Yüzümün düşmesine engel olamamıştım. Marin'i ölümün döşeğinde orada bırakıp gelmek hayatımın en büyük pişmanlığı olacaktı. "İyi misin Lilya?" Düşüncelerimden çabucak sıyrıldım. "Evet, evet kusura bakma yoruldum sadece." "Tabii, yemek gerici geçmiş olmalı. Gereksiz yere de o kadar aksiyon yaşadın. Gerçekten üzgünüm." "İkinizden birinden tekrar özürle ilgili bir kelime duyarsam biraz önceki kadar masum olmayacağım." Bıçağı elime aldım ve Nergis'e salladım. Emir'in yüzü porselen gibi olmuştu ve eli kılıcına gitti. Bıçağı aceleyle yere attım ve ellerimi havaya kaldırdım. "Sakin ol Emir, şaka yapıyor!" Emir'in daha da afallamasıyla ikimiz de kahkahalara boğulduk. "Ben sizi dinlenmeniz için rahat bırakayım. İzninizle." Reverans yaptı ve gitti. O kadar hızlı ayrılmıştı ki karşılık vermeye fırsat bulamadım. "Neler oldu, anlatsana." İç çektim. "Biraz yorgunum, sonra konuşabilir miyiz?" "Tabii, tabii. Gideyim ben. Güzelce dinlen, olur mu? Buradaki günlerin bundan sonra daha hareketli olacak." Sıkıca sarıldım. "Teşekkürler Nergis, sen olmasan ne yapardım?!" "Sen benim son umudumsun, Lilya." "Nasıl yani?" Onu bıraktım. "Sonra, sonra. Ah, önemli bir konu var." "Ne oldu?" |
0% |