
BÖLÜME OY VE YORUMLARINIZI BEKLERİMMM 💫💫
•
•
•
Mustafa Ali, yemeğin kalanında Aybüke'nin gözlerini denk getirememişti bir daha. Arada Begüm'e ters bakışlar atıp onun da yemeğini zehir etmekten geri kalmamıştı.
Begüm ise hala arkadaşının eski konular yüzünden neden bu kadar öfkelendiğini düşünüyordu. Aybüke'nin düşen yüzüne ise anlam veremiyordu.
"Kürşadlar. Çok karnınızı doyurmayın. Gollerimize de yer kalsın."
Bozkurtlar Timi ellerinde tabldotlar ile masanın etrafından geçerken bir yandan da psikolojik baskı kuruyorlardı.
"Samicim. Operasyon sana baya şey katmış belli ki. Mesela espri yeteneğin gelişmiş. Ne kadar komiksin bu akşam."
Üsteğmen Sami pişkince sırıttı Fırat'a.
"Ben her zaman komiğim de siz yenilgi alırken espiri yapmak beni bile üzer."
" Bu akşam siz üzüntüden çimleri kemirirken espiri yapmak beni hiç üzmeyecek emin olabilirsin."
Taha yerinde keyifle yayılırken Üsteğmen Sami'nin sadece gülüşü kalmıştı suratında. Tim olarak yanlarından ayrıldıklarında Kürşadlar iyice gaza gelmişti bu ziyaretle.
"Bir kişi eksiğiz ama bakalım. Sonumuz hayrolsun. O kadar da caka sattık."
Taha sıkıntı ile sinekkaydı traşı olan çenesini kaşıdı.
"Hayır. Sayımız tam. Begüm'ü Sinan'ın yerine defansa çekiyoruz."
"Kale de kim duracak kardeşim? Zerda mı? Yani komutanım?"
Taha bir an kışlanın yemekhanesinde olduklarını hatırlamıştı.
"Aybüş ne güne duruyor? Değil mi Aybüş?"
Aybüke önce kendisinden bahsedildiğini fark edip düşüncelerinden ayrıldı. Daha sonra ise Korkut'un hiç hoşlanmadığı o kısaltmasına surat ekşitti.
"Aybüş mü kaldı Korkut Allah aşkına?"
"Sen koca kışlada Korkunç Korkut diye dolanıyordun ama? Hem mızmızlanma. Seni bugün kaleye geçiriyorum. Bakalım hamlamış mısın?"
Aybüke bisepslerini gösterdi. Kollarındaki kaslar bütün timin dikkatini çektiğinde gururla gülümsedi.
"Pilates sağolsun. Asla hamlamam."
"Komutanım. Pilates yapan kaleci ile rezil olacağız bu akşam. Ne olur komutanım, Zerda bile gelebilir şu an?"
Aybüke ters ters baktı Taha'ya. "Hep bir cinsiyetçilik. Hep bir önyargı. Bence fazla erken konuşuyorsun Taha."
Taha ellerini kaldırdı.
"Ben cümlemde tek bir bir cinsiyetçi ibare göremiyorum."
Aybüke gülümseyerek ayaklandı. Mustafa Ali ile ilgili duyduğu bilgiyi sinidirememiş olmanın da verdiği enerji ile komut verdi.
"Ben sana bunun cevabını sahada vermek isterim. Hadi kalkın bakalım Kürşadlar."
Masadaki herkes Aybüke'nin bu ani çıkışına garip garip bakmaya başladığında Aybüke bir süre mahçup olmuştu. Sonra yemeği bitmemiş olan Çağatay'a bakıp mahcubiyetini katlayarak geri yerine oturdu.
"Heyecanlandım Çağatay. Afedersin."
Çağatay yanakları dolu bir şekilde gülümseyip önemli olmadığını işaret ediyordu.
"Kendine çok güveniyorsun anlaşılan."
Mustafa Ali biraz da olsa nabız yoklamak için Aybüke'ye laf atmıştı. Sena'nın erken kalkmış olması içini rahatlatmamış değildi.
"Senin kadar değildir."
Her zaman neşeli ve neşe saçan Aybüke'yi ilk defa iğneleyerek konuşurken görmüştü. Gözlerinde, adamı deviren bir karşı atak mevcutken Mustafa Ali, gardını çoktan düşürmüştü. Onun karşısında her zaman devrilmeye mahkumdu.
Herkes yemeğini bitirip yemekhaneden çıktığında Aybüke'yi halı sahada bırakıp hazırlanmak için gitmişlerdi. Herkes siyah üniformalarını çıkarıp yerine eşofmanlarını çekmişti. Fırat ise nereden arakladığını hatırlamadığı savaş boyalarını dahi sürünmüştü.
İki tim de koşar adımlarla halı sahaya doğru geldiğinde hava çoktan kararmış kışlanın ışıkları yanmaya başlamıştı.
Aybüke ise hala Mustafa Ali'nin bir kadını, başka bir kadın yüzünden terk etmesini düşünüyordu. Aldatmış olma ihtimaline inanmak istemiyordu. Onun gülen yeşil gözleri, küçük çizgi gamzeleri bunu inkar ediyordu.
Göz göze gelmişlerdi. O anda aklında yüzlerce şarkı çalmaya başlamıştı. Ancak kalbinde ise tek bir melodi vardı. Gözlerini geri çekmesini söyleyen melodi.
Kalbine kandı Aybüke.
Herkes çim sahada toplandığında iki takımın da kaptanı orta saha çizgisinde karşı karşıya geldi.
"Yüzbaşı Efe Saydan."
"Yüzbaşı Korkut Temelli."
El ele sıkıştılar.
"Sinan'ın yaralanmış olmasının hatrına sivil kabul ettim yüzbaşı Korkut. Yoksa biliyorsun ki kurallarımızda bu yok."
Aybüke kendisinden bahsedildiğinde Korkut'un yanına geçip elini beline attı.
"Çok da sivil sayılmam yüzbaşı. Ayrıcalıklı kontejanlarım var."
Yarım bir gülüş attı Yüzbaşı Efe Saydan. Ve Aybüke'ye eğildi.
"Biz askerler sert oynarız küçük hanım."
"Elinizden geleni yapabilirsiniz."
Aybüke minik bir gülümseme bırakıp kalesine doğru seke seke koşmaya başladığında Taha çoktan yenilgiyi kabul etmiş, Bozkurtlar ise içten içe sevinç çığlıkları atıyordu.
İki yüzbaşı birbirine döndü tekrardan. El sıkışıp oyunu başlatmak adına gelenek haline getirdikleri sözleri verdiler.
"Güzel bir maç olsun Saydan."
"Birbirimizin rakibiyiz Temelli. Düşmanı değil. Rekabetimiz de kardeşliğimiz de baki olsun mu?"
"Olsun!"
"Galibiyetimiz de mağlubiyetimiz de bizim olsun mu?"
"Olsun!"
"Golü fazla yiyen tulumbaları yediren olsun mu?"
"Olsun ulan olsun!"
Maç düdüğü başladığında herkes oynuyor gibi değilde savaşıyor gibiydi. İlk yarım saatin sonlarına doğru kalelere yaklaşan olmamıştı. İlk atak ise Korkut ve Mustafa Ali'nin arasında gerçekleşmişti. Bozkurtların arasından birbirleri ile paslaşarak geçtiklerinde saha içinde kısa bir göz kontağı ile Mustafa Ali ayağındaki topu Çağatay'a kadar sürüp ona pasladığında Çağatay tabiri caizse yağ gibi kayan topu kaleye yollamıştı.
Kalecinin elinden çıkıp çizgiyi aşan top ile Çağatay koşarak arkadaşlarının üstüne atlamıştı.
"Gol ulan gol!"
Elinin altındaki ilk kafayı öptüğünde burnuna dolan şampuan kokusu ile heyecanı durulmuş, yerini gerginlik almıştı. Begüm'den olumlu ya da olumsuz bir bakış, cevap beklerken Begüm kaçar adımlarla uzaklaşmıştı gole sevinen kalabalığın arasından.
Beş dakikalık bir su molasından sonra kalelerin yeri değişmiş, maç daha da heyecanlı bir hale gelmişti. Bozkurtlar daha da ciddileştiği vakit. Gerçek manada sert oynamaya başlamışlardı.
Bozkurtlar top hakimiyetini ele geçirip kaleye doğru yaklaşmaya başladığında Aybüke sıranın kendisine geldiğini biliyordu. Ellerine biraz büyük gelmesine rağmen kaleci eldivenleri ile hazırda bekliyordu.
Sol bekte olan adam topu son sürat yüksek bir noktaya doğru attığında Taha büyük bir kaygı ile arkasını dönüp gol yiyecekleri manzarayı izlememeye karar verdiği sırada Aybüke geliş açısını ayarlayıp son gücü ile zıplamıştı.
Avuçlarına sertçe çarpan top çizginin dışına çıktığında Aybüke sevinçle çığlık atıp sahanın içine doğru koştuğunda kendini birden havada bulmuştu.
Mustafa Ali ise hiç ummadığı bir şekilde topu kurtaran Aybüke'yi kollarının arasında bulmuştu. Aybüke kollarının arasında karşı takımın oyuncularına sus işareti yaparken Taha ise yemekteki sözlerini çoktan yutmuş, gol yememiş olmanın sevinci ile güçlü bir sesle ıslık çalmıştı.
Sonra ise zamanın yavaşladığı anlardan birine daha şahitlik etti Mustafa Ali. Aybüke ellerindeki koca eldivenlerle beraber ellerini omuzlarına koymuş gülen bir ifade ile kendisine bakıyordu.
Yavaşça aşağı doğru inerken aralarındaki yakınlık var olan aşklarının şımarması için yeterliydi.
Usulca yere bırakırken Aybüke'yi, etrafına onun kokusunun dolandığını görmüştü. İlk defa kokusunu almıştı. Parfüm kokmuyordu. Sadece ona çok yaklaşanın alabileceği bir kokusu vardı. Ve bu bile Mustafa Ali'nin kendisini özel hissetmesi için yeterliydi.
Platonik olmanın en küçük detaylarda saklı olduğunu öğrenecek kadar platonik kalmıştı Aybüke'ye.
Aybüke kalesine geri dönerken Mustafa Ali saçlarını silkeleyip aslında yüzündeki gülümsemeyi gizlemeye çalışıyordu. Maç eski heyecanına tekrar kavuştuğunda skor 1-0 olarak devam ediyordu.
Korkut ve Mustafa Ali tekrardan paslanmaya başladığında Korkut son topu biraz fazla hızlı attığında top yükselmişti. Yüzbaşı Efe zıplayıp kafası ile topa müdahale ettiğinde top yine Aybüke'ye doğru gelmeye başlamıştı.
Tim topu geri döndürmeye çalıştıkça Bozkurtlar'a engel olamıyorlardı. Son düzlükte topun hakimiyetini kaybettiklerinde Aybüke risk alıp kalesini bırakıp yakınındaki topa müdahale etti. Müdahale ettiği top önü boş olan Taha'ya ulaşmıştı. Taha ise maçın son dakikalarını güzel bir golle taçlandırmak adına son şutunu çekip topun ağlarla buluşmasına izin vermişti. Taha attığı golle dizlerinin üstünde kayarak yumruklarını havaya sallıyordu.
"Nerede lan o Sami?"
Taha, hava atmak için Sami'yi ararken önce üzerine Fırat çıktı, sonra Çağatay atladı. Korkut ve Mustafa Ali peş peşe atlayıp oldukça maskülen bir sevinçle sevinirken bitiş düdüğü çoktan çalmıştı. Kürşadlar-2, Bozkurtlar-0 olarak geçmişti kayda.
Kürşadlar boğuşarak sevinçlerini gösterdikten sonra Ceza'cı olan Bozkurtlar'a konser vermek için sıraya girmişlerdi. En öne Begüm geçtiğinde Taha uzakta kalan Aybüke'yi çağırdı eli ile.
"Ne yapıyorsunuz?"
"Eziyet. İzle şimdi. Son ki üç dört. Haydi Kürşadlar."
Cümlesinin sonunu yüksek sesle söylediğinde Kürşadlar aldıkları talimatla başladılar.
"Derdime çare, baytarım yok!
Dengeme destek, tut ki durayım!
Şafak güneşin fermanı geçer acı, tatlı sayılı zamanın sancısı!
Ama melek bir yandan, şeytan bir yandan,
Başım zindan yokluk var, bu kaçıncı şikâyetim bilmem
Ben bilmem, ben bilmem."
Bozkurtlar mağlubiyetin kabullenişi ile dinlediler şarkıyı. Kendileri kazanmış olsaydı sahada Ceza'dan bir parça söylüyor olacaklardı.
Kürşadların mini konseri bittiğinde iki takım da el sıkışmıştı. Yüzbaşı Efe, Aybüke'ye yaklaşıp elini uzattı.
"Siz de en az bir asker kadar sert oynuyorsunuz küçük hanım. Hakkınızı yemeyelim. Tebrik ederim."
"Bir binbaşı tarafından yetiştirilince sert olmamak elde değil."
Mustafa Ali, Aybüke'nin bir de dik duruşuna hayran kalırken hayranlığı artan sadece kendisi değildi. Ve Mustafa Ali, Efe'nin artan hayranlığını gördüğünde, içinde kendisinin gördüğünü bir başkası görecek zehri yayılmaya başlamıştı.
Maç bitmiş, tulumba tatlısı için sözler verilmişti. Takımlar sahanın çıkışına ilerlerken Taha Aybüke'ye karşı olan yenilgisi hakkında konuşuyordu.
"Sen bugün bütün pilatescilerin alınlarının akısın. Gurur kaynağısın koca camianın. Tebrik ederim."
"Sana çok önyargılı olduğunu söylemiştim Taha. Ayrıca beni çim sahalara yetiştiren kişi Korkut. Kötü oynamamı bekleme."
Begüm yaklaşıp Aybüke'nin koluna girdi.
"Taha önyargıları olmadan yaşayamaz. Hataylı olmasaydı kesin önyargılı olurdu."
"Oo dişi bozkurdum da geldi. Birdiniz iki oldunuz. Sizinle baş etmeye benim ne rütbem yeter, ne de zekam."
Begüm ve Aybüke birbirine bakıp gülümsedi. Birlikteyken gerçekten güçlü hissediyorlardı. Begüm o gün Çağatay'ın yalnız olmadığı ile ilgili söylediği sözleri düşünmüştü. Korkut kadar yalnızlığa mahkum hissetmiyordu.
"Evet Taha'cım. Çıplak elle adam indirmeye benzemez bu. Benle bile bir yere kadar baş edersin ama Aybüke ile kimse baş edemez."
Aybüke yalancı bir küskünlükle arkadaşına baktığında Begüm'ün arkasından gelen Mustafa Ali'nin onu izlediğini de görmüştü.
"Valla orasını da Mustafa Ali düşünsün."
Aybüke, Mustafa Ali'nin de adının geçmesi ile beraber Taha'ya anlamsız bakışlar atmıştı. Konu nasıl olup da yine bir şekilde Mustafa Ali'ye geliyor diye düşünüyordu.
"Nasıl yani?"
Taha pot kırdığını fark edince elini terden ıslanmış ensesine attı. Lafı nasıl çevireceğini düşünüyordu.
"Şöyle ki... Aa komutanım!"
Taha aniden lafını yarıda kesip Korkut'a doğru ilerlerken Aybüke Taha'nın söylediği sözlerin altında olası anlamları arıyordu.
"Mustafa Ali demişken, ne o kucaklaşmalar, kucağa atlamalar."
Aybüke etrafını kolaçan edip tekrar döndü Begüm'e.
"Öyle denk geldi. Birden oldu. Heyecanla koşunca kendimi havada buldum."
Aybüke, Mustafa Ali'nin kollarının arasında kendini gerçekten de Çin Prensesi gibi hissetmişti. Ve maçtan beri burnunun direğinden ayrılmayan kokusu ise cabasıydı.
"Aybüke, bilmem gereken bir şey olursa bileyim lütfen. Binbaşının bir askerine daha işkence etmesini istemeyiz değil mi?"
Aybüke hatırladığı tatsız detaylarla beraber bakışlarını Mustafa Ali'ye çevirdi usulca. O yeşil gözlerin etrafındaki morlukları, ya da o ince gamzeli yanağın al renge boyanmasını hiç mi hiç istemezdi.
"Aa bakışlara bak. Aybüke..."
"Ay Begüm. Sen demedin mi zaten akşam, sevgilisi varken başkasına gitmiş diye. Olacağı varsa bile artık zor."
Öyle söylüyordu dili. Kalbinin ise çok daha başkaydı bağırdığı şeyler.
"Hadi bakalım Kürşadlar. İyice dinlenin yarın akşam yola çıkacağız."
Mustafa Ali askerlerinin dikkatini çekmek için ellerini birbirine vururken yüzbaşı Efe arkadaşına yaklaştı.
"Kardeşim. Yolunuz açık olsun. Sağ salim gidin. Sağ salim gelin. Allah'a emanet olun."
Mustafa Ali arkadaşının havadaki elini sıkıp omzuna vurdu teşekkür edercesine.
"Sağol Efe. Dualarınızı eksik etmeyin."
"Baş üstüne kardeşim."
Herkes sivil kıyafetlerini giymek için sahadan ayrılırken Aybüke halısahanın kenarlarındaki banklardan birine bıraktı kendini. Dizlerini kendine çekip gökyüzüne baktı.
Ne ara bu kadar yoğunlaşıp hakkında endişelenecek hale geldiğini bilmiyordu. Operasyona çıkacaklarını öğrendiğinde içinde oluşan endişe tohumlarına söz geçiremiyordu.
Elleri Mustafa Ali'nin sardığı beline kaymıştı. Yıllar sonra bu his onda güven duygusunu uyandırmıştı.
Ama aynı güven duygusu Begüm'ün söylediği sözlerle tekrar tekrar ölüyordu. Olabilir miydi, Mustafa Ali bunu yapabilecek biri miydi diye sorguladı kendini.
Aybüke kadar Begüm de iki duygu arasında sıkışmıştı. Bu akşam yola çıkacak olan Korkut ile konuşmak için an kolluyordu. Koridorda kendisine doğru gelen Korkut'u gördüğünde bakışları kesişmişti. Herkes gibi sivil kıyafetler yerine üniformasını bir daha giymişti. Büyük ihtimalle karargaha gidip teçhizatlanacaktı.
Derin bir nefes aldı Begüm konuşmak istiyordu en azından vedalaşmak istiyordu.
Korkut, Begüm'ün yanından geçip gitmeyi düşünürken koluna dokunan ellerle adımlarını durdurdu.
"Korkut."
"Begüm?"
Begüm, Korkut'un kolunu bırakıp tam önünde durdu. Ne yapacağını bilemediği için ellerini göğsünde bağladı.
"Gidiyorsun."
"Evet."
Korkut en ifadesiz tavrı ile adeta Begüm'e işkence ediyordu. Begüm ise karşılığını beklemeden sadece kollarını doladı Korkut'a. Sarılır sarılmaz göz yaşları isyana başlamıştı.
"Biliyorum. Her şeyi mahvediyorum. Herşeyi iyice çıkmaza sürüklüyorum. Canının yandığını da biliyorum. Ama.."
"Begüm. Bunların hiç sırası değil. Senin aksine sözümü tutup operasyonda çok dikkatli olacağım. Şehit olmamaya çalışacağım. Şimdi müsade et. Ve o çıkmaza daha çok girmeyelim. Dönüşümüz zor olacak."
Begüm, Korkut'un daha o konuşmadan onu anlamasıyla battığı çukurlara bir yenisini daha ekliyordu.
Korkut bedenini geri çekip yanından sessiz adımlarla uzaklaşırken ilk defa Begüm'ün gözyaşlarına müsade etmişti.
Begüm ise bu sessiz gidişin üzerine bir süre başını yerden kaldıramadı. Bu duygular ona çok yabancı geliyordu. Ağır ağır kafasını kaldırırken karşısında duvara yaslanmış en az kendisi kadar belirsiz duygularla kendisine bakan Çağatay ile göz göze geldi.
Begüm ve Çağatay kadar karmaşık duygular yaşayan bir başkası da Aybüke olmuştu.
Oturduğu bankta yanına çöküp kendisine dahi bakmadan bakışlarını karşıya sabitleyen kadına önce şaşkınlıkla bakmıştı.
"Buyrun?"
Sena acı bir gülümseme atmıştı. Ancak hala kendisine bakmıyordu.
"Güzel bir kadınsın."
Aybüke Sena'nın aslında iltifat etmediğini biliyordu. Söver gibi söylemişti güzel olduğunu. Aybüke Sena'daki gerilimin oldukça farkındaydı. Yine de kibarlığınu korudu.
"Siz de öyle."
Sena kahkaha atarak kafasını geriye yatırdı. Az önce Aybüke'nin yaptığı gibi gökyüzünü izliyordu.
"Ama sanırım bendeki güzellik sevdiğim adamı yanımda tutmaya yetmedi. Senin güzelliğin ise sevdiğim adamı benden alacak kadar iddialı."
Sena'nın söylediği sözler ile Aybüke'nin çekik gözleri mümkün mertebe büyümüştü.
"Anlamadım ne demek istediğinizi."
Çok iyi anlamıştı. Ancak anladığı şey mümkün olmayacak kadar ütopikti.
"Biliyor musun üç sene içerisinde bir kere bile sana baktığı gibi bakmadı bana. Beni sevdiğine, beraber bir gelecek kurabileceğimize inandırdı beni. Sonra güzel görünen ama gergin bir akşam yemeğinde her şeyin bitmesi gerektiğini, bir başka kadına aşık olduğunu söyledi."
Ağzını eli ile kapattı Aybüke. Gözlerindeki yaşlara engel olamamıştı. Bir anda kendini bilmediği bir hikayenin suçlusu olarak bulmuştu. Mustafa Ali'nin kendisine aşık olduğunu öğrenmişti. Ama böylesine kirli ve ah almış bir aşkı kalbi kabul edememişti. Ve Mustafa Ali'nin hangi ara kendisine aşık olup, sevgilisini terk ettiğini idrak edememişti.
Beraber vakit geçirdiklerinde hayatında hala bir kadının olduğu ihtimali Aybüke'nin midesini bulandırmıştı.
Hızla ayaklandı. Boğazında derin bir uyuşma hissi başladığında zorla konuştu.
"Ben.. benim hiç bir şeyden haberim yok. Özür dilerim. Çok özür dilerim. Benim yüzümden kalbiniz kırıldığı için çok üzgünüm."
Sena'nın duymayı beklediği şeyler bunlar değildi. Kim olduğunu öğrendiğinden bu yana canını yakmaya ant içtiği kadın karşısında her şeyden habersiz özür diliyordu.
Sena da ayaklanıp karşısına dikildi. Ne kadar samimi olduğunu görmek istiyordu.
"Ne demek haberim yok? Bu adam beni sana aşık olduğu için terk etti!"
Aybüke omuzlarını kaldırdı çaresizce.
"Gerçekten kalbinizin ne kadar kırık olduğunu görebiliyorum. Ve buna bir şekilde sebep olmuş olduğum için özür dilerim."
Sena ilk defa birinin kırgınlığını görüyor olmasından dolayı gardını indirmişti. Ayrılıklarının ardından Kürşadlar bile ona karşı tavırlarını değiştirmiş ve de timini değiştirmesine sebep olmuşlarken Sena senelerdir suçlayıp bela okuduğu kadını kendi tarafında hissetmişti.
Karşısındaki kadında öyle bir büyü vardı ki, senelerdir süren kinini dahi söndürmüştü.
Daha fazla dayanamadı Sena. Hızlı adımlarla geri gitti geldiği yolu. Aybüke ise tekrardan çöktü banka.
Mustafa Ali ile olan tüm hayalleri başlayamadan son bulmuştu. O da diğer her şey gibi yarım kalmıştı. Aybüke Manas bir kere daha yarım kalmışlık hissi ile kapattı kalbinin her bir odasını.
🎱🎱🎱
Öğleden sonra 15 sularıydı. Kürşadlar için çıkacakları operasyonun hazırlıkları başlamıştı.Herkes çantalarını hazırlıyor, silahları için teçhizat dolduruyordu.
Mustafa Ali, hazırlıklara başlamadan önce son bir kere daha ailesini arayıp vedalaşmıştı. Çıktığı onca operasyona rağmen annesi ve ablası yine ağlamış, sanki geri gelmeyecekmiş konuşmuşlardı. Onlara kızamıyordu. İkisi de eşini şehit vermişti. Yanlarında kalan tek insanı da göreve yollarken aynı telaşı hissediyorlardı. Her şeyden habersiz Yağız Efe ise dayısı, babası ve dedesi gibi kahraman olduğu için gururla konuşmuştu.
Karargahta yine meşhur operasyon şarkıları yankılanırken Taha omuzlarına engel olamıyordu. Bir yandan hücum yeleğini omuzlarından geçiriken bir yandan da horona ayak uyduruyordu. Son iki günde üst üste arkadaşlarının başlarına gelenlerden dolayı yeterince gerilmişti. Ve kendini topraklama ihtiyacı duyuyordu. Kendini timin stres çarkı gibi hissediyordu. Ve bundan gocunmayıp aksine arkadaşları için daha fazlasını yapabilmeyi istiyordu.
"Gerçekten bu şarkı ile mi hazırlanıyorsunuz operasyona?"
Bütün tim Sena'ya garip garip bakışlar atarken Taha öldürücü bakışlar atıyordu. Dün akşam kışladan çıkarken onun Aybüke ile Mustafa Ali hakkında konuşup onu ağlattığını duyduğundan beri düğün alayına kısa süreli paydos vermişti.
"Bir sakıncası mı var?"
Begüm,masanın üstünde otururken tüfeği Kanat'ı Sena'ya uzatmış dürbününden bakıyordu . Sena ise elindeki Glock'un şarjörünü doldururken alayla güldü.
"Operasyonlardaki başarısızlık oranınıza bakınca motive olduğunuz şarkılara çok da şaşırmamak gerek."
Mustafa Ali bacağına bağlamak üzere olduğu palaskayı sertçe yere fırlatıp birkaç adım Sena'ya doğru yürüdü. Bir şey yapmayacağına adı kadar emin olsa da Taha, Mustaali'sinin önüne geçmişti.
Mustafa Ali zaten patlamak için yer arıyordu. Taha'nın anlattıklarını düşündükçe beyin damarları sıkışıyor gibi hissediyordu. Sena'nın Aybüke'ye her şeyi kendi penceresinden anlattığını, ve ona duyduğu aşkın bir başka ağızdan ortaya çıktığını duyunca kalbinin patlayacağını hissetmişti.
Gözlerinden fırlayan ateş karşısında tüm timin kanı çekilmişti. Mustafa Ali'yi bu hale getirebilen çok az şey vardı.
"Bana bak Sena! Benim zaten canım burnumda. Ya gerçek bir asker gibi kişisel sorunlarını katmadan vatani görevine çık, ya da kapı orada. Gelip benim askerimle böyle konuşamazsın! O sesini keseceksin işini yapacaksın. Burası başarısı ile de firesi ile de Kürşadlar Timi. Üslerimiz varken değerlendirme yapmak sana düşmez! Duydun mu?"
Sena, Mustafa Ali'nin öfke ile üzerine yürüyüp bağırmasına daha çok sinirlenip başını dik tutmuştu. Birkaç saniye baktı eskiden aşık olduğu o yeşil gözlere. Elini alnına götürdü sertçe. Dişlerini sıka sıka konuştu.
"Emredersiniz komutanım!"
Mustafa Ali kendisini tutan Taha'dan kurtulup yere fırlattığı palaskasına uzandı. Yarım bıraktığı işe devam ederken sakinleşmeye çalışıyordu. Ama Aybüke'nin kendisi hakkında ne düşündüğünü bilmemesi, dün akşam kendisi sebebi ile ağlamış olması bile Mustafa Ali'ye çok da sağlam olmayan bir sinir sistemi bırakıyordu.
"Komutanım. Korkut yüzbaşından istihbarat geldi."
Mustafa Ali, Fırat'ın elindeki tablet bilgisayarı aldı. Korkut iyi olduğunu, Mehmet Bedir'in de orada olduğunu, sevkiyatın yarın sabah 7 sularında gerçekleşeceğini ve de örgütün bu operasyon için yaklaşık 100'e yakın eleman topladığını yazmıştı.
Mustafa Ali yaptığı planla, aldığı istihbaratın çakışmadığına kanaat getirip hazırlıklarına devam etti.
"Dikkat!"
Begüm'ün uyarısı ile tim elindeki işleri bırakıp hazır ol'a geçmişti. Binbaşı ve Deniz Küçümen karargaha girdiklerinde binbaşının ilk iş verdiği komut rahat komutuydu. Deniz Hanım askerlerin yanlarına aldığı teçhizat hakkında malzeme listesini incelerken binbaşı konuşmasına başlamıştı.
"Arkadaşlar, bu operasyon da her operasyonumuz gibi bizim için çok önemli bir yere sahip. Mümkün mertebe uydu telefonlarınızı kapatmayın. İrtibatımızı kaybetmeyelim. Sizden aldığımız sinyallerle her an takipte olacağız. Öncü Birlik'e elinizden geldiği kadar yardımcı olun. Ne onlarda, ne de bizim timimizde kayıp istemiyorum. Allah'a emanet olun."
"Sağol."
Binbaşı operasyon ile ilgili birkaç bilgi daha verip Deniz Hanım'ın işini bitirmesini beklemedem karargahtan ayrılmıştı. Deniz Hanım işleri bittiğinde herkesten uzak bir köşede Çatal'ı operasyona hazırlayan Taha'ya baktı önce. Sonra cesaretini toplayıp yanına gitti.
"Üsteğmen Taha Akyol."
Taha yüzüne bile bakmadan Çatal'ın bedeninden tasmasını geçiriyordu.
"Deniz Hanım?"
"Geldiğimden beri hiç konuşma fırsatımız olmadı."
Taha kısa bir anlığına kafasını kaldırıp boş bir bakış attı. Sonra işine geri döndü.
"Fırsatımız olmadı demeyelim Deniz Hanım. Ben istemediğim için konuşmadık.''
"Umarım yaşanılan şeylerden dolayı beni suçlamıyorsundur."
Taha son karabinayı da takıp ayaklandı. Mavi gözlerinde öfke dahi yoktu. Sadece yine umursamaz bir gülümseme vardı.
"Sizi suçladığım için konuşmuyor değilim Deniz Hanım. Konuşmak istemediğim için konuşmuyorum."
"Anlaşıldı. Sadece o kadar zaman sonra nasıl old..."
"Çok iyiyim Deniz Hanım."
Deniz karşısında konuşmaya bile tahammül edemeyen bir adamla karşılaşmayı beklemiyordu. Daha fazla cevap vermeyip karargahtan ayrıldı.
Kürşadlar gidecekleri saate kadar bütün hazırlıklarını hallederken bir ziyaretçileri daha vardı.
"Komutanlarım. Duydum Bozkurtları 2-0 mağlup etmişsiniz."
Başında sargısı, elinde çikolatası ile karargaha girdiğinde herkes sevinçle karşıladı en küçüklerini. Sırası ile herkese sarılıp iyi olduğunu kanıtlıyordu.
"Valla dur durak bilmeden hemen operasyona çıkmışsınız."
"Vatani görev beklemez Sinan."
Sinan gururla baktı Mustafa Ali komutanına. "Elbette komutanım. Sizi uğurlamaya geldim. Yani şimdi ben olmayınca operasyonun gidişatı çok değişmiyor ama."
Kafasında sargı olmasaydı küçük bir şaplak atacaktı Taha.
"Sıçmaya gitmeseydin, çok da gidişat üzerinde bir etkin olmayacak gibiydi Sinan."
Yalandan kırgın bir bakış attı.
"Aşk olsun Taha Komutanım. Şimdi böyle diyorsunuz ama öğrettiğiniz tüm teknikleri adamlar üzerinde görünce gurur duymuşsunuzdur benimle."
Kabullenerek gülümsedi Taha. Sinan'ın bakışları ise komutanının arkasında kalan kadına denk gelince dedikodu radarlarını açıp tekrar komutanlarına döndü.
"Komutanım. Misafirimiz mi var?"
Kendisinden bahsedildiğini duysa bile önemsememişti Sena.
"Senin yerine bize desteğe geldi Sena üsteğmen."
Sinan bir Sena'ya bir de Mustafa Ali'ye kaçak bakışlar atmayı ihmal etmiyordu. Ancak komutanının gözlerindeki öfkeden dolayı tek kelime etmemişti.
Tim, gidecekleri saate kadar Sinan'a hem operasyon hakkında hem de Divane ile olan görüşme hakkında bilgi vermişlerdi. Sinan raporlu olduğu halde arkadaşları gittiğinde binbaşının yanına uğrayıp Ankara'da yapabileceği şeyleri soracaktı.
Dışarıdan gelen helikopter sesi ile tim birbirine baktı. Gitme saati gelmişti en nihayetinde. Herkes ayaklanıp çantalarını giyindi.
Sinan tüm komutanları ile vedalaşıp onlara helikoptere kadar eşlik etti. Onlarla gidemediği için içinde büyük bir burukluk vardı. Bir senede ailesi yerine koyduğu bu insanlara veda etmek kendisini üzmüştü.
"Haydi Sinan. Biz gelene kadar iyi ol. Raporun da olumlu çıkar inşallah."
Begüm komutanına sarıldı sıkıca. Ablası neyse, Begüm komutanı da oydu onun için.
"Allah'a emanetsiniz komutanlarım."
Herkes sırayla helikoptere binerken el sallıyorlardı. Mustafa Ali en son binip yerini aldığında helikopter yavaşça havalanmaya başlamıştı. İstikametleri Kilis sınırıydı.
Mustafa Ali derin bir nefes alıp telefonunu eline aldı. Hastanede ezberlediği numarayı kaydedip WhatsApp'tan baktığında Aybüke olduğuna emin olmuştu.
Sohbete girip aklındaki her şeyi yazdı. Cesaret aldığı tek şey senelerdir Aybüke diye yanıp tutuşan kalbiydi. Ve artık Aybüke'nin de bu yangından haberdar olması ile içindekileri dökmeye cesaret etmişti.
'Aybüke, Mustafa Ali ben. Söyleyecek tonla şeyim var. Ama şu an ölüme giden bir helikopterin içindeyim. Her zaman ailesinin gözüne bir damla yaş düşürmemek için geri dönmeyi kafasına koyan ben bu sefer senin de dün ağlaya ağlaya öğrendiğin şeyleri tekrar anlatmak için geri döneceğim. Beni bekler misin bilmiyorum. Ama ben sana içimdeki her şeyi anlatmak için döneceğim o günü bekleyeceğim. İyi bak kendine. Ve tekrar karşına çıkacağım güne kadar Firuza'nın mekanında karşımıza çıkan şarkıyı dinlemeyi ihmal etme.'
Gönderip göndermemek konusunda tereddüt etse bile gidip de dönmemek var diye düşünüp yolladı mesajını. Sonra telefonunu kapatıp çantasının bir gözüne koydu. Aybüke'nin ona olan aşkını öğreneceği ana dair çok fazla hayali vardı. Ama bunlardan hiç biri bu şekilde olması ile ilgili değildi.
Aklına geldikçe karşısında oturan Sena'ya öfke dolu bakışlar atıyordu. Sena'ya karşı sevgisi bitse bile hiç bir zaman saygısı bitmemişti. Hatalı olduğunu bildiği için defalarca özür de dilemişti Sena'dan. Sena ise Aybüke'yi gördüğü ilk andan bütün kinini ve öfkesini boşaltmıştı.
"Bir sorun mu var komutanım?"
Sena karşısında komutanı olsa bile alaycı bakışlarına engel olamıyordu. Dün gece boyu düşünürken en azından artık suçluyacağı tek kişinin Mustafa Ali olduğunu biliyordu. Yaptığından dolayı pişmanlık hissetmiyordu.
"Şeyi düşünüyordum, tim komutanınla konuşup öfke problemini yönlendirebilmen için sana destek olmasını isteyecektim."
Sena tüfeğini yere sabitleyip tüfeğine dayanarak öne doğru eğildi. Onun gibi sesini alçak tutmaya dikkat etmişti.
"Bazen bazı hesapların görülmesi gerekir komutanım. Herkes hatasının bedelini er geç öder. Ben gözümü kör eden hatamın bedelini her gece ağlayarak ödediysem, sizin de ödemeniz gerekirdi. Kusura bakmayın."
Mustafa Ali gözlerini hiç çekmedi Sena'dan.
"İçin rahat etti mi?"
Düşündü Sena. Kalbinin verdiği cevabı olduğu gibi söyledi karşısındaki adama.
"Etti. Ben bir askerim komutanım. İntikam ateşi ile eğitildim. Dürtülerim bu yönde güçlenince içim çok rahat etti."
Başka bir şey söylemeye gerek duymamıştı Mustafa Ali. Geri çekilip kafasını dayadı arkasına. Gidecekleri birkaç saatlik uçuşta zihnini operasyona yönlendirmeye çalıştı.
Birkaç saat içinde Kilis'te olacaklardı. Ancak onları bekleyen uzun bir deniz yolculuğu vardı. Türkiye karasularına kadar gemi ile gidip Lazkiye'ye yaklaştıklarında zodyak botlarla limana gideceklerdi.
Lazkiye'ye kadar helikopter ile de gidebilirlerdi. Ancak bu hem oradaki timi tehlikeye atabilirlerdi hem de bir Türk helikopterinin semalarda belirmesi gerçekleşmesi beklenen sevkiyatı iptal ettirebilirdi.
Gergin geçen birkaç saatin ardından iniş haberi gelmişti. İnişin sarsıntısı timi kendine getirirken herkes çantasına davranıp operasyona hazır bir hale gelmişlerdi. Mustafa Ali uydu telefonunu açıp binbaşı ile iletişime geçti.
"Komutanım. Tim olarak uçuşumuzu başarı ile gerçekleştirdik."
"Yolunuz açık olsun Tanış."
Helikopterden indiklerinde karşılarında kendilerini bekleyen bahriyeli binbaşını gördü Mustafa Ali. Görür görmez selam duruşuna geçti timi ile beraber.
"Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı'dan Yüzbaşı Mustafa Ali Tanış. Ve komutamdaki Kürşadlar Timi emir ve görüşleriniz için hazırdır komutanım!"
" Hoşgeldiniz yüzbaşı. Binbaşı Çelik. Ben ve komutamdaki TCG Karaburun gemisi mürettebatı ile size belirttiğimiz yere kadar eşlik edeceğiz."
Tim kendilerine gururla bakan binbaşı eşliğinde gemiye binerken Mustafa Ali geride bıraktığı dünyasını unutup askeri kimliğine bürünmüştü.
Yüklerini kendileri için ayrılan odalara bırakıp toplantı salonunda buluşmuşlardı.
"Oğlum, resmen gemideyiz. Asker olmayı şu an daha çok seviyorum valla."
Taha hayranlıkla etrafına bakınıyordu. Onun kadar Çatal da heyecanlıydı. İlk iş onun için uygun bir oda ayarlayacaktı mürettebat ile birlikte.
"Keşke hep denizden çıksak operasyona. Toz toprak derdin yok. Helikopter dırdırın yok."
Fırat bir yandan da tıkanan kulağını açmak için yüzünü türlü türlü şekillere sokuyordu. Ancak Begüm onlar kadar memnun değildi.
"Hemen sattınız hava kuvvetlerini. İlk fırsatta bildireceğim bunu."
Bütün tim bir masanın etrafında toplandı. Mustafa Ali, Fırat'ın masaya koyduğu tablet üzerinde gidecekleri güzergahı konuşuyordu.
"Komutanım. Kilis ve Lazkiye Limanı arası yaklaşık 135 mil. Biz zodyak botlarla devam edebileceğimiz için yaklaşık olarak 5-6 mil kalana kadar gemi ile gideceğiz. Korkut Komutanım'dan sinyal almaya devam ediyorum komutanım. Ancak telsizi açık değil. Biz telsiz açtığımızda o da açacak. Öncü Birlik'e ne zaman bildirim verelim komutanım?"
Mustafa Ali bir yandan tablete bakarken bir yandan da emir veriyordu.
"Bana Öncü Birlik'i bağla Fırat."
"Emredersiniz komutanım."
Fırat uydu telefonundan diğer birliğin kod numarasını tuşlayıp telefonu uzatmıştı yüzbaşına.
"Yüzbaşı Asena Ertaş."
Mustafa Ali duyduğu tanıdık sesi ile beraber gülümsemişti.
"Kolay gelsin yüzbaşı. Yola çıktık. Hesaplarımıza göre sevkiyat gemisinin hareket saatinden yarım saat önce limanda oluyoruz. Onlar sevkiyatı indiriken baskın yapacağız. Birliğinizi limana çekmenizi istiyoruz. Size atış ve personel desteği verdikten sonra botlarla gemiye taşıyacağız sizi."
"Anlaşıldı yüzbaşı. İadei ziyaret yapıyorsunuz galiba. Mühimmatımız şimdilik yeterli ama baskın yiyebiliriz."
"Anlaşıldı yüzbaşı. Sizi tekrar aradığımda telsiz açın iletişimi daha kolay kuralım."
Onay aldıktan sonra kapattı telefonu. Yolları uzun işleri çetindi. Askerlerine paydos izni vermişti. Herkes uyumak için bir yer buldu kendine Mustafa Ali ise toplantı salonunda kalıp operasyonu tasarladı bir kere daha kafasında. Bir kere daha baştan aldı her bir detayı. Aklına Aybüke'yi getirmemek içindi tüm çabası.
Saatler birbirini kovalarken birkaç saat de Mustafa Ali uyumuştu masanın üstünde. Onu uyandıran mürettebattan biri olmuştu. Tüm askerleri ile güverteye toplandı. Deniz üzerinden doğan güneşe baktı. Yeni doğan bu güneş onlar içindi. Vatan içerisindeki hainlere bir çelme takmak için güzel bir gündü. Beyaz üniformalı bahriyelilerin içinde siyah üniformaları ile fazlasıyla dikkat çekiyorlardı.
Mustafa Ali ilk iş olarak yüzbaşı Asena'ya timini çekmesi için ve de telsizleri açması için brif verdi. O Asena ile konuşurken hazırlıklar başlamıştı gemide.
Mürettebat zodyakları indirirken binbaşı Çelik, Mustafa Ali'nin omzunu sıktı şefkatle.
"Hadi bakalım yüzbaşı. Yolunuz açık olsun. Biz burada olacağız. Telsizlerimiz açık."
Minnetle gülümsedi Mustafa Ali. "Emredersiniz komutanım."
Mustafa Ali miğferinin üstündeki gözlüklerini indirip askerleri ile beraber zodyaklara indi. Kendilerine tahsis edilmiş üç bot vardı. Botların birinde ise doçka vardı. Mustafa Ali, Fırat ile binerken Sena Taha ve Çatal ile, Begüm ise Çağatay ile beraber doçkanın olduğu bota binmişti.
Mustafa Ali, saatler sonra Korkut ile iletişimi kurmuştu.
"Ne durumdasın Korkut?"
"Mehmet Bedir buradaydı. Sevkiyat için çıktılar. Asena yüzbaşına onlar çıkınca haber verdim. Birliğini limana çekiyor. Dönüşte size yetişmeye çalışırım. Birini takip etmem gerek. İşimize yarayacak biri."
"Anlaşıldı Korkut. Seni almadan dönmeyiz merak etme."
Başlıyordu en heyecanlı kısmı. Fırat içinde bulundukları botu koordinatlara göre en hızlı şekli ile sürerken bir süre sonra limandaki hareketlilik göze çarpmaya başlamıştı.
"Mustafa Ali. Çabuk gelmen lazım. Şehit vermek istemiyorum!"
Kulaklığını dolan ses ile Mustafa Ali, Asena'nın çoktan ateşi başlattığını anlamıştı.
"Geldik devrem. 5 dakika daha dayan."
Limana yaklaştıkları anda herkes silahına davranmıştı. Begüm doçkanın başına geçip ateş emri bekliyordu. Mustafa Ali atış mesafesine geldiklerinde verdi emri.
"Kürşadlar. Atış serbest."
Mustafa Ali tüfeğine davranıp görebildiği herkesi indirmeye başlamıştı. Ateş biraz olsun yavaşladığında botları bağlayıp limana giriş yapmışlardı. Begüm ise doçkanın başında bekliyordu.
Çağatay ve Taha açılan ateşin durması ile birlikte Çatal'ı bottan alıp sevkiyatın gerçekleştiği konteynıra doğru ilerlemeye başladılar.
Mustafa Ali, telsizine dokundu.
"Asena yüzbaşım. Yük gemisine girmek için iki kişi istiyorum."
Asena kendisi ile beraber bir askeri ile daha geldiğinde gemiye doğru ilerlediler. Fırat ve Sena Öncü Birlik'e destek çıkarken Mustafa Ali gemiye giriyordu.
Mürettebat askerleri görünce çoktan teslim olur pozisyona geçmişti. Yanlarındaki asker silahları var mı diye kontrol ederken Mustafa Ali ve Asena kaptan köşküne girmişti.
Kendilerine silah çeken Mehmet Bedir'i ve adamlarını indirmek ikili için çok da zor değildi. Mustafa Ali köşkün kapısında içeridekiler ile çatışırken, Asena gemiden gelen adamlar ile çatışıyordu.
Mustafa Ali köşkün içini temizlediğinde Mehmet Bedir'i sağ bir şekilde devlete teslim etmek için etkisiz hale getirmişti. Mustafa Ali köşkte bulduğu belgeleri alıp inceledi kısa bir süreliğine. Birkaç lojistik ile ilgili belgeden başka bir şey yoktu.
Asena ve Mustafa Ali gemiyi ele geçirdiklerinde askerlerinden de olumlu geri dönüşler alıyorlardı. Dışarıdaki ateş sesi son bulmuştu. Yarım saat içerisinde iki tim yüze yakın şerefsizin nefesini kesmişti.
"Uzun zaman oldu ha Mustaali."
"Baya uzun bir zaman oldu."
Görevlerini başarı ile sonlandırmış olmanın ve de yıllar sonra birbirlerini görmenin sevinci ile eski iki arkadaş sıkıca birbirlerine sarıldılar. .Sevkiyat iptaldi, ve kamptaki çoğu teröristin leşi çıkmıştı.
"Gidelim şu konteynırlara bakalım ne getirmişler?"
Mehmet Bedir ile birlikte gemiden ayrılırken Mustafa Ali kulaklığından gelen bilgi ile hareketlerini hızlandırmıştı.
"Komutanım. Konteynera acil bakmanız gerek."
Mustafa Ali koşarak konteynera girdiğinde Çağatay ve Taha şaşkınlıkla birbirine bakıyordu. Silah dolu konteynerda bir de ustaca hazırlanmış bomba vardı.
Ağzından küçük bir küfür çıktı Mustafa Ali'nin. Silahlar son teknoloji ile donatılmış, önlerindeki bomba ise Mustafa Ali'nin daha önce görmediği bir bombaydı. Dikkatle yaklaşarak sistemini çözmeye çalıştığında göründüğü kadar zor olmadığını daha zor olduğunu anlamıştı.
Taha'dan çantasını istedi. Ve Çağatay'ı da çıkardı konteynerdan.
Biraz daha bombayı incelerken uydu bağlantısını fark etmişti. Bomba aktif olmasa bile uydu bağlantısı sebebi ile her an aktif olabilirdi. Ki öyle de olmuştu. Önündeki mekanizmada 15 dakikalık bir geri sayım başladığında Mustafa Ali telsize bilgi geçti.
"Taha çantamı konteynerın önüne bırak ve uzaklaşabildiğiniz kadar uzaklaşın. "
"Komutanım?"
"Kürşadlar ve Öncü Birlik. Bu bir emirdir. Elimdeki bomba aktif hale geldi. Etki alanını bilmiyorum. Botlara binip uzaklaşın."
"Bomba imha uzmanımı yolluyorum Mustafa Ali. Seni tek başına bırakamam."
"Anlaşıldı Asena. Gidin hadi. Çok az bir vaktimiz kaldı. Gidin. Taha. Buradan sağ çıkamazsam ne yapman gerektiğini biliyorsun."
"Mustafa Ali. Seni bırakmam burada."
"Emrimi çiğneyemezsin Taha. Bu bir emirdir. Uzaklaşın."
Mustafa Ali, çantası geldikten sonra ekipmanlarını giyerken yanına gelen diğer bomba imha uzmanı bombayı inceliyordu. Bot sesleri gelmeye başladığında yanındaki asker telaşla geldi.
"Komutanım. Adamlar resmen minyatür bir atom bombası hazırlamışlar. Bütün şehri yok edebilir."
Büyük bir kabullenişle kafa salladı Mustafa Ali. Zaten yerle bir olmuş bu Ortadoğu şehrinde tüm yaşamsal faaliyetler ile beraber kendisinin ve yanındaki askerin de sonu gelmiş olacaktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |