Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BÖLÜM 2

@darulfiru

 

 

 

🇹🇷🇹🇷🇹🇷

 

 

 

Geçmişten bir an;

 

2018/ Moskova

 

Soğuk. Keskin, ve yakıcı bir soğuk. İki ihtimal vardı onun için. Ya soğuktan ölecekti. Ya da üzerindeki bombanın patlamasıyla yanarak ölecekti. Bildiği tek şey hala Moskova'da olduğuydu. Aldığı hava bile beynini dondurmaya yetecek cinstendi. Üzerinden kıyafetleri alınmış, sadece iç çamaşırı üzerindeydi. Bu yüzden soğuğa dayanıklı olan vücudu çoktan hipotermiye teslim olmuştu. Ölüm vakti gelmişti çoktan onun için. Sadece sona giden yol biraz canını acıtıyordu.

 

Moskova'ya özel görev için gelmişti. Rusya üzerinden açılan uyuşturucu ticaretinin yeni kolu için yapılmış bir operasyondu. Ancak beklenilenden çokça kayıp vermişti. Ve şimdi de esir düşmüştü. İstediği destek ekip Rus hükümetinin ambargolarına takılmıştı ve ülkeye girişleri engellendiği için operasyon başarısız olmuştu. Büyük riskler alarak geldikleri bu operasyonda riskler elinde patlamıştı bir nevi. Şimdi ise unutmamak için dilinden sürekli şehadet kelimeleri dökülüyordu. Soğuğun uykusuna dalmak üzereydi.

 

Dışarıdan gelen iki el silah sesi uykusuna güneş gibi doğmuştu. Kapı, iki askeri üniformalı erkeğin girişi ile sonuna kadar açıldığında gözüne ilk çarpan kollarındaki albayrak oldu. Rusya'nın öldürücü beyazına, en kırmızı rengiyle Türk Bayrağı meydan okurken Bumin Kağan Uzunkol'un şehadeti için henüz erken olduğunu da belirtiyordu.

 

Askerler birbirlerini koruyarak içeri girdiklerinde günlerdir esir kaldığı deponun ortasına bir motorsikletli büyük bir gürültü ile geldi. Uzun zamandır kulağında sadece bombanın geri sayım sesi varken motosikletin gürültüsü ile heyecanlanmıştı. Artık yaşamsal fonksiyonlarını göstermekte daha kararlıydı.

 

Motoru ile gelen kişi indiğinde eskortluk yapan askerler ona bir çanta uzatmıştı. Hızla çantayı kapıp bir yandan da direktif vermeye devam ediyordu.

 

"Siz çıkın kapıyı kollayın. Düzeneği halledene kadar gelmeyin. Mümkünse kapıyı uzaktan kollayın! Rus topraklarına bir damla daha Türk kanı dökmek istemiyorum. Onlara bu şeref fazla."

 

Motoru ile gelen kişi mekanik bir sesle askerlere emir verdiğinde askerler ikiletmeden çıktılar yine birbirlerini koruyarak.

"Kimsin sen?"

"Devlet. Sizi burada bırakacağımızı düşünmediniz umarım"

 

Güldü Bumin Kağan. Günlerdir dua ediyordu. Ama imkansızı istediğini zannediyordu. Daha sonra üzerindeki düzeneğin ritmik sesi daha çok kulağına batmaya başlamıştı. Motoru ile gelen kişi sırt çantasından çıkardığı termal battaniyeleri Bumin Kağan'ın bacakları üzerine ve açıkta kalan sırtına sardı.

 

"Şimdi. Siz ısınana kadar ben de bu ucuz düzeneği halledeceğim. O yüzden hareketsiz kalın. İkimiz de yaşamaya devam edelim."

 

Güçlükle başını salladı sadece. Zaten hareket edebilecek bir durumda da değildi. Kimliği gizli olan bu askere oldukça güveniyordu. O ise kendi sırt çantasından ekipmanlarını çıkardı. Bumin Kağan'ın yanına çöküp eldivenlerini çıkardı sadece. Geldiğinden beri ne kaskını ne de montunu çıkarmıştı. Sadece parmaklarının ucu görünüyordu.

Hızlı ve atik hareketler uğraşırken düzenekten gelen sinyal sesi hızlanmaya başlamıştı.

 

"Ne zaman bağladılar düzeneği?"

"Bilmiyorum. "

 

Hiç bir şey bilmiyordu Bumin Kağan. Ölüm fikrine o kadar inandırmıştı ki kendini bir süre sonra saymayı bırakıp sadece şehadetini bekledi. Nefesini tutup bir an önce kurtulmayı diledi. Kurtulup, intikam için geri gelmeyi diledi.

 

"İşte bu kadar. "

 

Hızla eldivenlerini giyip ekipmanlarını topladı. Kaskının üzerindeki interkoma dokundu.

 

"Divane'den Ateş Timi'ne, Tim Komutanınız Yüzbaşı Bumin Kağan Uzunkol'u en yakın zamanda görevinde tekrar görebilirsiniz."

 

Divane. Tüm askeriyenin şehir efsanesi olduğuna inandığı Divane. Yüzbaşının aldığı bilgilere göre Mit ve Tsk'nın özel projesiydi. Üst düzey güvenlik görevlisi yetiştiren bir timin eğitimi ile ortaya çıkmıştı. Yüzünü, sesini, kim olduğunu bilen yoktu. Görev tanımı dahi bilinmiyordu. Bir de ortalıkta dolaşan F-16 ile yarışıp kıl payı kaybettiği iddiası dolanıyordu dillerde.

 

Bumin Kağan bu ismi aklının en derin noktasına kazıyacaktı. Divane, Bumin Kağan'ın ellerini ve ayaklarını bağlı olduğu yerden kurtarıp ona bir termos ve çikolata uzattı. Yüzbaşı almak için uzansa bile uyuşan ve soğuktan gücünü kaybeden kolları ile bunu başaramamıştı. Divane son bir iyilik yapıp yüzbaşının yanına bıraktı.

 

Minnet dolu gözleri ile baktı Bumin Kağan. Türk olduğu için bir kere daha onur duymuştu. Kendi timi olan Ateş Timi'ne sağ salim teslim edilmişti. Hem de ordudaki en iyisiyim diyen askerin bile giremeyeceği bir yerden kurtarmıştı onu. Rusya'nın cehennem odalarından birinden kurtarmıştı.

 

''Teşekkür ederim Divane."

Divane onu duymazdan gelip sırt çantasını omuzlarına geçirdi. Motoruna atladı. O sırada içeriye Türk askerleri ile beraber sağlık ekipleri de girmişti. O mekanik sesi ile son kez duydu.

 

"Emredersiniz komutanım."

 

O sırada karşısındaki yüzbaşına selam vermeyi unutmadı. Ve motorunu çalıştırıp oldukları depodan çıktı.

 

Kendi timinden şehit düşmemiş ancak yüreği paramparça olmuş birkaç silah arkadaşı da gelmişti.

 

"Komutanım. İyi misiniz komutanım?"

"İyiyim Korkut. Seni gördüğüm için bu kadar sevineceğimi düşünmezdim."

 

Yüzbaşı dolu gözleri ile yakın dostu olan arkadaşına bakarken çoktan olay yerinde bir serum takılmış vücut ısısı normal düzeye getirilmeye çalışıyordu.

 

Yüzbaşı Bumin Kağan Uzunkol. Kendisi için koskoca Divane'yi yollayan vatanı için ve bu topraklara kanı dökülen kardeşlerinin intikamı için tekrar gelip yarım bıraktığı işi tamamlamak üzere söz verdi kendine.

 

🟢

 

"Hayatımın anlamı. Güzelim, aşkım. Haydi sabah oldu. Kalk da kahvaltımızı yapalım."

 

Küçük bir mırıltı kaçtı ağzından ve yattığı yere daha çok sırnaştı.

 

"Hadi benim bozkurt bakışlım. Hadi ama bekliyorum bak seni. Hilal bıyıklım.''

 

"Aşkım beş dakika daha."

 

Gözlerini açmadan kafasını diğer tarafa çevirdi Sinan. Bozkurt bakışlıyım diye düşündü. Önce bir özgüveni yüksek sınırlara ulaştı. Sonra bu hızlı yükseliş peşinden daha hızlı bir düşüş getirdi. Annesi ona bozkurt bakışlım demezdi. Sinan bu sefer de benim bıyıklarım hilal değil diye düşünürken bıyıkları olmadığını hatırladı yavaştan. Telaşla gözlerini açtığı sırada ensesine de koca bir şaplak yemişti.

 

Korku ile ayaklandığında Taha Komutanı ve Mustafa Ali komutanı karşısındaydı. Elini sızlayan ensesine atarken bir yandan da selam duruşuna geçmişti.

 

"Komutanım."

"Salak mısın oğlum sen? Ya seni binbaşı bulsaydı böyle. Adam sana ceza vermiş. Uyu diye mi?"

 

Taha yüzünde alaycı bir gülümseme ile bakıyordu Sinan'a. Onun bu umursamaz hallerini henüz bir kayıp vermemiş olmasına bağlıyordu. Toydu, tecrübesizdi. Ve bu halleri sadece Taha'nın hoşuna gidiyordu. Onda gençliğini görüyordu.

 

"Özür dilerim komutanım. Ben.. benim içim geçmiş biraz."

 

Mustafa Ali boş sandalyelerden birine attı kendini. Toplantı odasının uzun demir masasında parmakları ile ritim tutarken bir yandan da Sinan'ı uyarıyordu.

 

"Geçmesin için. Oğlum, Binbaşı Bumin Kağan Uzunkol'dan bahsediyoruz. Asla şakası yok. Tek bir sözü ile meslek hayatını yakar."

 

Mustafa Ali, çok fazla tanımasa da onun kural tanımayan kuralcılığı hakkında çok fazla bilgiye sahipti. Sinan ise duydukları ile kendine çeki düzen verip hala ayakta hazır ol pozisyonunda beklerken komutanının izni ile oturmuştu.

 

10 dakika sonra toplantı olacaktı. Mustafa Ali daha Ekrem'in ihanetini sindirememişken şimdi ise yeni gelen binbaşının yenilikleri ile tüm düzenleri değişecekti. Elbette bundan şikayetçi değildi. Liyakat dolu bir ortama eskisinden daha çok ihtiyaçları olduğu belliydi. Şüphesiz dünden bugüne yaşadıkları şeyler, yenir yutulur şeyler değildi. Ancak Mustafa Ali'nin gündemini meşgul eden şey, hepsinden farklıydı.

 

Senelerce hayali ile yaşadığı kadının binbaşının sevgilisi olarak karşısına çıkması aklının ve kalbinin son dakika gelişmesiydi. Hala gerçekliğini sorguluyordu. Hayat ona öyle bir oyun oynamıştı ki, oyuna giremeden hükmen mağlup olmuştu. Mustafa Ali bu kurnaz oyunu düşünürken açık olan kapıdan önce elinde çay ile Korkut girdi. Kapıdan geçerken boynunu eğmeyi ihmal etmedi. Küçük bir baş selamı ile yerine oturdu.

 

"Günaydın paşam. Dün gece otağımıza teşrif etmediniz merakta koydunuz bizi."

 

Taha ellerini birleştirip Korkut'un önünde durmuştu sahte bir hürmetle. Taha, Korkut ve Fırat ile aynı evde kalıyordu.

 

"Sana ne oğlum? İstediğim yerde kalırım."

 

Korkut'un bakışları bakan kişi üzerinde her ne kadar işkence etkisi bıraksa da bundan en son etkilenecek kişi Taha'ydı.

 

"Sen iyi alıştın bu gelmemelere. Bak yakında Fırat da gidecek. Tek bırakmayın oğlum beni evde. Zaten o da gelmedi dün eve.''

 

Sıkıntıyla ofladı Korkut. Aldığı bilgi canını daha çok sıkmıştı. Dünden beri stresten içi şişmişti. Binbaşı ile yaptıkları toplantının akabinde bir de Fırat'ın içinde bulunduğu acımasız gerçeklikler Yüzbaşı Korkut'u bile derin düşünce çıkmazlarına sürüklüyordu.

 

"Fırat'tan haberi olan yok mu harbiden? Dün aradım ama açmadı."

 

Mustafa Ali beklenti ile arkadaşlarına baktı. İkisi de başını olumsuz yönde sallarken Sinan boğazını temizledi.

 

''Komutanım. Dün akşam Fırat komutanım uzun bir süre Vedat Albay'ın odasında kaldı. Sonra da kışladan çıktı.''

 

Düşünceli bir şekilde kaşlarını kaldırdı Mustafa Ali. Sabahın ilk saatlerinden gerilmeye başlamıştı bile. Demek ki Fuat'ın ölümünde gerçekten Ekrem'in parmağı vardı. Daha sonra pişmanlığa büründü Mustafa Ali. Elini sertçe vurdu masaya.

 

"Fuat haklıydı lan! Fuat çok haklıydı. Rahmetli sürekli Ekrem yüzbaşından şüphelenirdi. Ulan!"

 

Korkut ve Taha hatırladıkları sahnelerle daha çok sinirlenmişti. Korkut bu olaylar yaşandığında time yeni katılmıştı. Tim komutanını sürekli zan altında bırakan arkadaşına çok sinirlendiğini hatırlıyordu. Taha ise sürekli ikisi arasında kalıyordu.

 

"Komutanlarım."

Begüm kapıdan girmeden önce izin istercesine baktığında odağındaki Mustafa Ali başı ile onay vermişti yavaşça. Begüm'ün toplantı odasına girmesi ile bakışlar ona döndü. Çünkü peşinden kırmızı gözlü bir Fırat'ı sürükleyerek geliyordu.

 

"Hadisene oğlum. Yolda Çatal'ı severken buldum kendisini komutanım.''

 

Fırat kolunu kurtarıp boşta kalan bir sandalyeye çöktü. Esmer suratından dahi belli olan kızarmış burnu, kan oturan gözleri ve halka halka olan göz altları gecesinin fazlasıyla zor geçtiğini silah arkadaşlarına anlatıyordu. Ve o anda rütbelilerine karşı herhangi bir saygı tavrı takınamayacak kadar perişandı.

 

"Neredesin oğlum sen? Arıyorum açmıyors..."

 

Elini kaldırdı Fırat. Bakışlarını yerden kaldırmıyordu. Tek bir ses duymaya dahi tahammülü yoktu. İnsanlar onunla konuşmasın, onu yok saysın istiyordu bir süre. Begüm mimikleri ile Fırat ile konuşmamaları gerektiğini işaret ediyordu. Taha arkadaşının yanına çöküp ağzından laf almaya çalışmak istese de poposu havada kalmıştı. Askeriyede yeni gördükleri bir yüz odaya girmişti.

 

Ancak Taha o suratı seneler önce ezberlemişti.

 

En tepede toplanmış simsiyah uzun bir at kuyruğu, sol şakağındaki gül lekesi ve oldukça ciddi bir surat ifadesi ile Deniz Küçümen girmişti odaya. Yine elinde dosyaları ile çıkmıştı Taha'nın karşısına.

 

"Bu ne güzel bir sürpriz. Bir daha karşılaşacağımıza imkan vermiyordum Akyol."

 

Taha'nın gözlerindeki maviliklerin rengi daha da koyulaşırken yüzündeki ifade ise hala umursamayan bir ifadeydi. Yüzünü düşürüp ona fırsat verme taraftarı değildi. Tim arkadaşları şaşkınlıkla ikisi arasındaki gerilimi izliyordu.

 

"Benim için de güzel bir sürpriz olmasını isterdim."

 

Deniz karşılaştığı umursamaz ve alaycı tavır karşısında cevap vereceği sırada Sinan dikkat tekmili vermişti. Masadakilerin hepsi ayağa kalkmıştı çevik hareketleri ile. Binbaşı sert adımlarla odaya dalıp elindeki dosyaları sertçe masaya bırakırken o da peşinden bırakmıştı elinde sıkı sıkıya tuttuğu dosyalarını masanın üzerine.

 

"Günaydın asker!"

 

"Sağ ol!"

 

Herkes binbaşının dikkatini çekmemeye dikkat ederek yeni gelen sivile bakıyorlardı. Taha ile aralarında geçen konuşmanın altında yatan mesajı ise alan tek kişi arkadaşının geçmişini bilen Mustafa Ali'ydi.

 

Binbaşı Bumin Kağan, masanın en ucundaki sandalyeyi çekip askerlerine oturmaları için küçük bir el hareketi ile izin vermişti. Elinin altındaki dosyaları kendince bir düzene sokup askerlerin döndü tekrardan.

 

"Evet arkadaşlar. Bundan sonra Kürşadlar için yeni bir dönem başlıyor. Dünden beri Korkut ve Begüm ile operasyon dosyalarını inceliyoruz. Dosyalar eski tim komutanınızın incelemesinde olduğu için zayiatlar çok dikkat çekmemiş ama şu andan itibaren attığınız her adım, aldığınız her nefesin ensesinde olacağımı bilin. Büyük bir güvenlik açığı var. Ve bu sadece Kürşatlar Timi için değil, TSK için bile tehdit. Bu iş sadece basit bir yüzbaşının yapacağı iş değil elbette. Arkasında her kim varsa bulacaksınız. Korkut ya da Mustafa Ali dururken Ekrem'in tim komutanı olmasından anlaşılıyor çoğu şey."

 

Herkesin zaman zaman içinden geçirdiği bu düşünce gün yüzüne çıkınca hepsi birbirine baktı.

 

"Dün zaten Fırat Üsteğmen'in de acı bir deneyimle şahit olduğu bu durumu en kısa sürede tersine çevirmek için elimizden geleni yapacağız. Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı'na bağlı Kürşadlar Timi olarak sizi bundan sonra daha zorlu görevler bekliyor. Öncelikle oluşan güvenlik açığınızdan dolayı görev sahanızı Karadeniz'e çekmeyi planlıyoruz. Artık gözler Karadeniz üzerindeki enerji kaynaklarımız üzerinde. Ve Kuzeydoğu taraflarında yoğunlaşan uyuşturucu ve silah ticareti ağının da gün geçtikçe güçleniyor olması bizi bu karara itti. Dün de belirttiğim gibi bundan sonra timin eğitim ve görevlendirmelerinin yönetiminde söz sahibiyim. En yakın zamanda da yeni bir tim komutanı belirleyeceğim. Gerek eğitimlerdeki başarınız, gerek tatbikatlardaki kriz yönetiminiz bu kararı almamda önemli rol oynayacak. İzinde olan arkadaşınıza da tüm bu söylediklerimi harfiyen anlatın mümkünse."

 

Binbaşı masaya bıraktığı dosyalardan birine uzanırken yine timin en olmadık yerlerde soru soran personeli olarak kendini belli etmişti Sinan.

 

"Peki ya Ekrem yüzbaşı, o ne olacak komutanım?"

 

Bumin Kağan öfkeli bakışlarını Sinan'a çevirip elindeki dosyayı sertçe masaya vurdu.

 

"Bana bak teğmen, şerefli Türk askerlerine verilen rütbeleri bir hainle beraber anmaman gerektiğin sana okulda öğretmediler mi? Ayrıca soru sorabilirsiniz dediğimi hatırlamıyorum! Çok merak ediyorsan seni de askeri mahkemeye çıkarabilirim. Belki yakından takip edersin!"

 

Sesi normaldi lakin gözlerinden çıkan ateş ve dişlerini sıkarak konuşması bile Sinan'ı titretmeye yeterliydi. Elleri gibi sesi de titrerken zorlukla konuşmuştu.

 

"Em.. emredersiniz komutanım."

 

Korkut utançla başını ovuşturdu. Sinan'ın ne zaman iflah olacağını düşünüyordu. Bu sırada binbaşı masanın başındaki sandalyeye oturup sakinleşmek adına kendine zaman tanırken sözü yanında gelen arkadaşına bıraktı.

 

"Merhaba arkadaşlar. Ben Deniz Küçümen. Milli Savunma Bakanlığı'nda müfettişim. Zaten Taha Üsteğmen beni iyi tanır. Sizinle de tanışma fırsatım oldu sonunda. Tanışma faslını kısa tutacak olursak ben Ekrem Kozan'ın ihaneti üzerine gerek ekip arkadaşlarının davranışları, gerekse malzemelerde oluşan zayiatlar üzerinde bir rapor hazırlamakla görevlendirildim. Sizden beklentimiz önümüzdeki birkaç ay içinde eğitimlerde ve görevlerde olduğunuz gibi davranmak."

 

Taha'nın bakışları altında üzerinde bir baskı hissederken omzunun üzerinden sarkan at kuyruğunu geriye atıp kendi getirdiği dosyalara bakındı. Daha sonra time geri döndü bakışları.

 

"Bir tim komutanı belirlediğimizde onun hazırladığı raporları binbaşım ile birlikte inceleyeceğiz. En ufak hatanın, belirsizlik bulunan her bir zayiatın hesabını askeri mahkemede vereceğini bilmesini isterim. Bu yüzden hem kendisini hem de timinde bulunan askerini en mükemmel şekli ile kontrol etmesi gerekecek. Şimdiden kolay gelsin kendisine."

 

Binbaşı ile birbirlerine bakıp kafalarını salladılar. Gelen müfettiş müsaade isteyerek masadaki birkaç dosyayı aldı ve odadan çıktı. Kalan detayları binbaşı anlatacaktı. Binbaşının anlatacağı şeyler uzun ve hayati önem teşkil ediyordu. Anlatacağı şeyleri aktarması yaklaşık üç saatini almıştı binbaşının.

 

Bumin Kağan Uzunkol, aklında dolanan tilkileri düşman üzerinde bir an önce salmak istiyordu. Her ne kadar büyük bir güvenlik sorunu olsa bile bu çocukların, hatta Sinan'ın bile ne kadar yetenekli ve sadık olduğunu biliyordu. En tecrübesizleri bile eğitimlerini birincilikle bitirmiş bir teğmendi. Bir askeri timden çok farklı yapılanmaları vardı.

 

Hiç bir tim bünyesinde bu kadar rütbeliyi dahi barındırmazken Kürşadlar Timi müstesna kalıyordu. Yaşanılan tüm olumsuzluklara rağmen aldığı emirler doğrultusunda timin dağılması söz konusu dahi değildi.

 

Bumin Kağan toplantının sonlarına doğru ısrarla çalan telefonuna daha fazla dayanamayarak cebinden çıkardı. Ekranda ne bir isim ne numara vardı. Çatık kaşlarla açtı telefonu.

 

"Dinliyorum."

 

"Uzun zaman oldu binbaşım. Ama bu sesi unutacağınızı sanmıyorum."

 

Duyduğu mekanik ses Divane'den başkası değildi. Ankara'ya gelmeden önce bir süre boyunca alıştığı bu sesin sahibi her şeyi değiştirecek olan o sesti. Kimsenin bilmediği bu asker, kimsenin bilmediği bir yerden sesleniyordu kendisine.

 

Binbaşı time çevirdi gözlerini. Hepsi kendisini izliyordu.

 

"Duydum ki Ankara'ya gider gitmez tozu dumana katmışsınız. Verdiğim emirleri layıkıyla yerine getirmişsiniz."

 

"Her zaman. "

 

Küçük bir ifade ile gülümsedi binbaşı. Divane'den takdir almış olmak meslek hayatı için oldukça onore ediciydi.

 

"Yeni timiniz hayırlı olsun. En yakın zamanda görüşmek üzere."

 

Mekanik ses yerini telefonun kapanma sesine bırakırken telefonunu masaya bıraktı.

 

"Bir de bilmeniz gereken son bir şey var, belki de en önemlisi. Divane. Milli İstihbarat Teşkilatı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ortak projesi. Timde oluşan istihbarat açığından dolayı komutanlarımızın bizim için bir süreliğine çalışmasını rica ettiği isim."

 

Herkes şaşkınlıkla ve heyecanla baktı birbirine. Her askerin merak edip çalışmak için can attığı bir efsane ile karşı karşıyaydılar.

 

Binbaşı asıl konuyu en sonda söyleyip toplantıyı bitirmişti. Ve herkesin yarım saat sonra içtima alanında olması için emir vermişti. Binbaşının peşine Fırat hızla ayaklanıp toplantı odasından çıktığında Taha ve Mustafa Ali de ayaklanmıştı. Ancak iki yanında oturan arkadaşlarının kollarından tuttu Begüm.

 

"Neden onu biraz yalnız bırakmıyorsunuz? Fuat şehit olduğunda da böyle kabuğuna çekilmişti unuttunuz mu? Biraz ona zaman tanıyın. Zaten içtimadan sonra toplar biraz kafasını."

 

"Dişi bozkurdum haklısın ama ne yapayım? Bir deli bakıyor Fırat. Hiç öyle görmemiştim onu."

 

Korkut elindeki karton bardağı şekilden şekile sokarken arkadaşlarına verdi dikkatini.

 

"Kolay mı oğlum? Belli ki Fuat'ın şehadetinde onun da parmağı var. İkizinin katili ile senelerce arkadaşlık yaptı. Evimizi açtık ona, bize bile koyarken o ne haldedir?"

 

"Bence kendini bile suçluyordur."

 

Herkes Mustafa Ali'yi onaylarken konu toplantı konularına gelmişti. İçtima saatine kadar tüm detayların üstünden kısaca geçtikten sonra içtima alanına gelmişlerdi. Fırat ise çoktan orada bekliyordu.

 

Binbaşı tam verdiği saatte orada olduğunda hiç vakit kaybetmeden askerlerinin kondisyonunu ölçmek adına koşu emiri vermişti.Kürşadlar gün boyu yeni binbaşına hünerlerini sergilemişlerdi. Sadece tim değil, Çatal da yeni gelen binbaşının karşısında Taha'nın verdiği tüm emirleri yerine getiriyordu.

 

Binbaşı ise bugün içlerinden geçmişti tabiri caizse. Onlara rütbeli asker gibi değil de yeni başlamış acemi gibi muamele etmişti. Ve canlarını çıkarmıştı. Sızlayan ayaklarını, kramplar giren kollarını düşünmüyorlardı bile. Ve güneş gökyüzündeki yerini çoktan batıya kaydırdığında binbaşı paydos emri geçmişti. Herkes gitmesi gereken yerlere dağılırken Mustafa Ali içtima alanında kalıp biraz aklını dinlemek istemişti. Telefonunu ve kulaklığını alıp antrenman için hazırladığı şarkı listesini açtı.

 

Antrenman yapacaktı. Aklında dağınık bir şekilde duran düşünceleri düzene sokmak için koşmaya başladı. Önce, Ekrem'in ihaneti ile başladı, sonra Fuat'ın şehadetini aklında topladı. Canı bu kısımda çok yanmıştı.

 

Derin bir nefes alıp 7. turuna başladı. Sonra Divane vardı sırada. Hakkında yaptığı araştırmaları hatırladı. Ve kariyer hedefleri arasında onunla çalışmak gibi bir hedefi varken kucağına paket şeklinde bırakılan hedefini ve diğerlerini düşündü.

 

Aslında konuyu Aybüke'ye getirmemeye çalışıyordu. Başarmıştı da. Ta ki antrenmanını bitirip, duşunu alıp evine dönmeye karar verinceye kadar.

 

Karargahtan çıkıp otoparka doğru ilerlerken gözlerini güneşten daha parlak bir gülüş kamaştırmıştı.

 

Aybüke...

 

Nereden çıkmıştı şimdi? Nereden çıkacaktı? Sevgilisini görmeye gelmişti diye düşündü. Harbiye mezuniyetinden bu yana aşkından yandığı kadın karşısına sevgilisi ile çıkmıştı. Binbaşı promosyonu ile gelmişti. Dertlenmişti Ankaralı.

 

Zaten Aybüke'yi alan görüş açısı genişlediğinde karşısında binbaşını da görmüştü. Az önce onlara kök söktüren adam o değildi sanki. Yüzünde güller açıyordu. Gerçi hayatında böyle bir kadın olan adamın yüzü asık olması şükürsüzlük olmaz mıydı diye düşündü. Otoparka yaklaştıkça sesleri de kulağına geliyordu.

 

"Valla bak çok isterim biliyorsun. Ama en son güzeller güzeli Dacia'mı sana verdiğimde arabayı ikiye bölmüştün. O yüzden olmaz."

 

Aybüke yalandan bir hayal kırıklığı ile baktı ona.

 

"Arabanın üstüne inşaat iskelesi düştüyse ben ne yapabilirim? Kağan. Lütfen. Hadi."

 

Aybüke, parmakları ile binbaşının kıyafeti ile oynarken bir yandan da ikna edici olması için suratını en sevimli haline getirmişti. Binbaşı kocaman bir kahkaha attı. Bu bakışlara kanmaması gerektiğini biliyordu.

 

"Arabayı inşaatın altına park ettiğin için olabilir mi? Valla bak bu devirde binbaşı maaşı ile de araba alamıyoruz. Üçüncü defa araba alamam.''

 

Omuz silkti Aybüke.

"O zaman beni eve bırak geri gel. Kağan lütfen çok sıkıldım."

 

"İnan bana burada seninle konuşurken bile vakit kaybediyorum."

 

Mustafa Ali o an binbaşının yerinde olmak istedi. Hayatında ilk defa bir adamı kıskanmıştı. Binbaşı beline yerleştirdiği ellerini sevgilisinin omuzlarına bıraktı.

 

"Asma suratını Aykız. Biraz daha bekle, birlikte gideceğiz eve zaten."

 

Binbaşı reflekslerinin getirisi olarak omzunun üstünden baktığında onları normalin dışında bir bakışla izlerken buldu. Onun çoktan gitmiş olması gerekiyordu.

 

"Hayırdır Tanış? Bir şey mi diyecektin?"

 

Az önce kahkaha atan adam kendisi değilmiş gibi bir anda buz kesmiş ifadesi ile sorgular bir şekilde sormuştu binbaşı. Mustafa Ali hazır ola geçip cevap verdi.

 

"Hayır komutanım. Arabama geçecektim. Dalmışım bir an."

"Bir daha dalma Tanış. "

"Emredersiniz komutanım!"

 

Aybüke güldü bu sefer. Yine aynı gülen gözlerle baktı binbaşına.

 

"Bir daha dalma mı? O nasıl emir be?"

 

Kağan da dudağının kenarı ile gülmüştü. Sonra aydınlandı bir an.

 

"İşin var mı Mustafa Ali?"

"Yok komutanım.''

 

Binbaşı önce Aybüke'ye baktı. Daha sonra Mustafa Ali'ye.

 

"Eğer bir sakıncası yoksa Aybüke'yi eve bırakır mısın? Aykız'ım beklemekten sıkılmış."

 

Binbaşı omzunun altında olan Aykız'ından ayrılırken telaşlandı Mustafa Ali. Bilmeden ateşe atmıştı binbaşı onu.

 

"Emredersiniz komutanım."

 

Aybüke Mustafa Ali'ye nazlı bir bakış attı. Sonra döndü binbaşına. Kollarını sıkıca sardı ona. Binbaşı başına küçük bir öpücük kondurduğunda Mustafa Ali iki araba yandaki arabasını çıkarmak için ilerledi. Zira bu manzara ona hem vicdani muhakeme yaptırıyordu. Hem de işkence ediyordu. Arabasına biner binmez klimayı çalıştırmıştı. Geri geri gelip önlerinde tekrar durduğunda Aybüke'nin sesi kulaklarına doldu tekrar.

 

"Annem bize erzak yollamış ben bitirmeden gel tamam mı? Sana kete yollamış. Bir de nenem sırtına krem yollamış. Görsen tam bir kocakarı ilacı. Akşam gel. Bu bir emirdir binbaşı."

 

Binbaşı asker selamı ile durdu Aybüke'nin karşısında. Sonra eğilip kulağına bir şeyler fısıldadığında Aybüke utanarak arabaya doğru ilerledi. Binbaşına selam verecekti Mustafa Ali. Ama binbaşı hızlı adımlarla binaya geri gitmişti.

 

O sırada Mustafa Ali'nin arabasına bir ay doğmuştu. Kocaman gülüşü ile sağ tarafına oturmuştu. İstemsizce gülümsedi Aybüke'ye. Saçlarını tek bir omuzu üzerinde toplayıp eli ile yelledi suratına.

 

"Ankara neden bu kadar sıcak? Bundan önce Trabzon'da görev yapıyordum. Yazın hep yayladaydım. Ne güzel serin serin."

 

Güldü Mustafa Ali. Bu bilgilere aşinaydı. Çünkü kendisinin sosyal medyada sıkı takipçisiydi.

 

"Bozkıra hoş geldiniz Aybüke Hanım. Zira kışları soğuk ve kurak, yazları da sıcak ve kurak."

 

"Coğrafya kaderdir diyorsunuz yani."

 

Arabasını çıkışa sürerken kafası ile onayladı Mustafa Ali. Senelerdir sevdiği kadının, binbaşının sevgilisi olması da kader diye düşündü. Sonra aklındaki konu dağılsın diye dilindeki konuyu da değiştirdi.

 

"Nereye gidiyoruz Aybüke hanım."

Telefonundan konum açtı Aybüke. Ve telefonun sabitlendiği aparata taktı telefonunu.

 

"Buraya geleli bir hafta oldu daha. Tam tarif edemiyorum. "

 

Yine kahkaha atıyordu Aybüke. Sonra neşe ile şakıdı bir daha.

 

"Şarkı açabilir misin Mustafa Ali? Arabada müzik dinlemeyi çok severim."

 

Işıklara yaklaşırken yavaşladı Mustafa Ali bir yandan da elini panele uzattı.

 

"Ne demek Aybüke Hanım."

 

Yeşil ışığı beklerken bakışları ona kaydı. Merakla dışarıyı izlerken Mustafa Ali 'de onu izliyordu. Arka fonda ise Aybüke'yi düşünürken dinlediği şarkı çalıyordu.

Heyecanla kendisine döndü.

 

"En sevdiğim şarkı."

 

"Benim de öyle."

 

Sınavdı bu, imtihan. Ne kadar çok ortak noktamız var diyecekti az kalsın ergen oğlanlar gibi. Demedi tuttu kendini. Önce trafik ışığına baktı sonra kendi ışığına.

Aniden gözleri büyüdü Mustafa Ali'nin. İmkanı olsa kendini tekme tokat döverdi.

 

Ne yapıyorsun lan sen diye silkti kendini içinde. Utandı kendisinden bu yaptığı Bumin Kağan Binbaşına yapılacak en son şeydi.

 

"İyi misin Mustafa Ali? Bir kötü oldun sanki."

 

Gözünü yoldan ayırmamıştı.

 

"İyiyim Aybüke Hanım. Bir problem yok."

 

İlerideki yol ayrımı için Aybüke'nin telefonuna baktığında ekrandaki aramayı gördü.

 

"Dayınız arıyor."

 

Aybüke uzanıp reddetti aramayı.

 

"Biz yolumuzdan şaşmayalım."

 

Aybüke konuşmuyordu. Şarkı söylüyordu adete. Sanki dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı söylüyordu. Neşesi, gülüms... Dur oğlum, sakin ol oğlum, şeytana uyma oğlum. Binbaşının sevgilisi o. Mustafa Ali. Oğlum sen bir asker olarak ölmeyi bayılmak sanmayan biriydin. Sana ne oldu oğlum diye telkin ediyordu kendini.

Bir süre boyunca arabada sadece çalan şarkının sesi vardı. Bir de navigasyonun sesi arada eşlik ediyordu.

 

"Hedefiniz solda kalmaktadır."

 

Mustafa Ali bir sitenin önünde durmuştu. Firdevs sitesi. Aybüke çantasını koluna taktı.

 

"Kusura bakma Mustafa Ali. Belki vaktini çaldım. Ama buraları çok bilmiyorum. O yüzden tek gelemedim. Teşekkür ederim, hem bıraktığın için hem şarkılar için.''

 

Yine o gülümseme. Mustafa Ali'ye her şeyi yaptırabilecek kudretteki o gülümseme.

 

"Ne demek Aybüke Hanım. Binbaşım benim için çok kıymetli. Rica etmiş geri çeviremezdim."

 

Aynen Mustafa Ali. O kadar kıymetli ki adamın sevgilisine karşı olan duygularını kontrol edemiyorsun bile dedi kendi kendine. Aybüke yine kibar bir gülümseme bahşetti Mustafa Ali'ye.

 

Daha sonra ise arabadan inmişti. Onun ardında çalan şarkıyla kalmıştı. Hiç sorma Neşet Usta dedi. Bahça duvarından bile aşamadım diye devam etti.

 

"Acem şalı ince bele. Acem şalııı incee belee."

 

Kendi sesi kendini rahatsız etmişti. Heyecandan kuruyan boğazı sesini çatallandırmıştı. İnşallah arabamda dinleme cihazı yoktur diye düşündü. Bir de durduk yere düşmana rezil olmayalım diye düşündü. Düşündü de düşündü Mustafa Ali. Ve kendini en sonunda evinde değilde arkadaşlarının evinde buldu. Kendisine kapıyı açan Taha olmuştu.

 

"İyi ki geldin Mustaalim. Gel iki el FIFA atalım. Fırat odasına kapattı kendini."

 

Başını salladı Mustafa Ali. Fırat ile konuşmak için uygun bir zamandı. Önce daha önemli başka bir işi vardı. Heyecandan gelen tuvaleti artık daha dayanılmaz olmuştu. Ceketini Taha'nın üstüne atıp ayakkabılarını sağa sola fırlatarak girdi içeriye. Telefonu ile silahını Taha'ya bırakıp koşa koşa lavaboya girdi.

 

Taha ise elindekileri koltuğa atıp durdurduğu oyununa geri döndü.

 

Oyuna o kadar dalmıştı ki dikkatini çalan telefon bile dağıtamamıştı.

En sonunda dakikalardır çalan telefona sövmek istedi. Ancak hala ne telefona bakan biri ne de etrafta biri vardı. Sert geçen toplantının ardından yeni gelen binbaşı onları çok sıkı bir antrenmana sokmuştu. Fırat eve gelir gelmez kendini odasına atmıştı. Korkut yine eve gelmemişti. Onun da en yakın zamanda hesabını görmeliydi Taha. Allah'tan ki Mustaali'si misafir olmuştu onlara sıkılmam diye düşünmüştü. Ancak o da ortalıkta yoktu. Telefon ise hala zırzır çalıyordu.

 

"Lan Mustaali. Gel şu telefonuna bak Allah aşkına? Yemin ediyorum Ortadoğulu terör örgütü işkencesi gibi!"

 

Taha elindeki konsolu bırakmadan içeriye doğru bağırmıştı. Atacağı gol için son hamlelerini yapıyordu. Nefesini tutup gol atacağı sırada içeriye giren Mustafa Ali gelip telefonu bulmuştu.

 

"Baksana oğlum telefona. Ya acil bir şeyse?"

 

"Ben niye bakıyorum kardeşim senin telefonuna?"

 

Mustafa Ali bıkkınlıkla kafasını iki yana salladıktan sonra hala inatla arayan isme baktı. Meryem arıyordu. İçinin sıkıntısı katlanmıştı. Sonunda aramaktan vazgeçmiş olacak ki zil sesi tekrarlamamıştı.

 

Geri aramak için tuşa bastı.

 

"Gol be! Gol! Nesin oğlum sen dünyanın en iyi FIFA oyuncusu mu?"

 

Taha konsolu öperken Mustafa Ali içeriye geri gitmişti. Taha ortada sıkıntılı bir durum varken dünyanın en gamsız adamına dönüşüyordu.

 

"Neden açmıyorsunuz telefonlarımı abi? Dün akşamdan beri kaç kere Fırat'ı aradım açmıyor! Ya bu adam görevdeyken bile beni aramış adam. Şimdi niye bakmıyor şu zıkkıma. Delireyim istiyor değil mi? Nerede o? Yanında mı abi? Yanımda de lütfen."

 

Meryem'in korkusu sesinden bile anlaşılıyordu. Mustafa Ali kaşlarını ovuşturdu. Ne diyeceğini bilememişti.

 

"En son odasındaydı. Ben bir bakayım. Bekle biraz uyuyor galiba. Biraz fazla yoruldu dün."

 

Meryem onaylayınca Mustafa Ali hız kaybetmeden Fırat'ın odasına gitti. Kapıyı birkaç kere tıklattı. Birkaç kere de seslendi. Ses gelmeyince yükseltti sesini.

 

"Fırat. Müsait misin kardeşim? Bak Meryem seni merak etmiş. Giriyorum ha içeri."

 

Kapının koluna davrandığında kapının açılmadığını fark etti. Birkaç kere daha asıldı tüm gücüyle.

 

"Lan Fırat! Aç la şu kapıyı!"

 

Mustafa Ali telefondaki telaş dolu bağırışlara daha fazla kayıtsız kalamamıştı. Ağlıyordu Meryem, hem de büyük bir delirmişlikle ağlıyordu.

 

"Meryem. Sakin ol arada kapısı bozuk, arada tutukluk yapıyor. Ben sana hemen döneceğim tamam mı? Duydun mu?"

 

"5 dakikan var Mustafa Abi. Geri aramazsan beni, ilk trenle Ankara'ya geliyorum."

 

Mustafa Ali telefonu kapattığında Taha da çoktan yanına gelmişti.

 

"Ne yapmaya çalışıyor bu manyak? Açsana lan kapıyı!"

 

Mustafa Ali, Taha'yı geri çekti. Kendi de geri çekildi. Koçbaşı ile ne kapılar açmıştı. Şimdi ise aynı performansı omzu ile yapacaktı. Kapıya attığı ilk darbeyle kapının ağırlığını ölçmüştü kendi. Bir adım gerileyip tekrar vuracağı sırada bir el silah sesi duydu. O an tüm gökyüzü ayaklarının üstüne yük olmuştu da hareket kabiliyeti yok olmuştu sanki.

 

"Lan! Lan Fırat!"

 

Bu sefer donup kalan arkadaşını Taha gerisin geri çekmişti. Taha hızla kapıyı kırıp içeriye daldığında Fırat'ı yerde kanlar içinde bulmayı umuyordu. Hatta bir eli telefonda 112'yi aramak için hazırdı. Oysa Fırat yatağının üstüne oturmuş, bakışları silahındaydı. Odasının ışığını bile açmamıştı. Mustafa Ali kendine gelip o da Taha'nın peşinden girmişti. Taha silahı almak için yaklaştığında Fırat hızla ayaklanıp sağ şakağına dayadı namlusunu.

 

"Fırat. Ver şu silahını. Hadi kardeşim."

 

Mustafa Ali sakince uzatmıştı elini. Fırat ikisine de bakmıyordu.

 

"Gidin buradan. Kardeşime gideceğim. Bu utançla karşısına nasıl çıkacağım bilmiyorum ama. Gidin hadi."

 

Fırat her zaman uyumlu, sevecen, canı yansa bile musibetten sayıp hayatına devam eden adamlardandı. Hatta kardeşi şehit olduğunda çok üzülse bile gurur duymayı da unutmamıştı. Şimdi ise sesi normalden daha yumuşak ve korkutucu derecede sakindi.

 

"Hadi güzel kardeşim. Önce bir oturup konuşalım. Olur mu?"

 

Normalde böyle teskinleri her zaman Fırat verirdi. Şimdi ise bu iş Mustafa Ali'ye düşmüştü. Hamle yapmak için Taha ile göz göze geldiler. Taha parmağı ile işaret verdiğinde Mustafa Ali konuşmaya devam etti. Fırat'ın dünya ile tüm bağlantısı kopmuştu.

 

"Gidin kardeşim. Hadi."

 

Fırat derin bir nefes çekip gözlerini kapattığında Taha belki de hayatındaki en hızlı manevrasını yapıp Fırat'ın elinden silahını aldığında Fırat'ı kolunu sırtına yaslayarak yüzüstü yatağa yatırmıştı.

 

"Şimdi ben tükürmedim mi senin ağzına? İntihar ne lan it herif! Böyle mi intikam alıyorsun? Nasıl askersin lan sen?"

 

Taha, Fırat 'ı yüzüstü çevirip okkalı bir tokat attığında Mustafa Ali onu Fırat'ın üstünden zor almıştı.

 

"Belki bu tokat seni kendine getirir diye düşündüm."

 

Fırat eli yanağında ağlamaya başladığında Taha da kendini yatağın dibine bırakıp oturdu yere. Fırat dizlerini kendine çekip omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya devam etti.

 

"Dayanamıyorum oğlum. Fuat'ı o it yüzünden suçladığıma, Ekrem iti yüzünden defalarca kavga ettiğimize dayanamıyorum. Kardeşimdi lan o benim her şeyi beraber yaptık biz doğduğumuzdan beri. Ama bir beraber ölmeyi beceremedik. Bir de yetmiyormuş gibi kardeşimin katilini anamın sofrasına oturttum lan ben. Beraber ağladık biz Fuat'ın töreninde. Niye lan? Niye?"

 

Mustafa Ali yatağın köşesine oturup başını avuçlarının arasına aldı. Fırat ağladı. Taha ağladı.

 

"Şu şarkıyı söylesene Mustafa Ali."

 

Fırat'a döndü.

 

"Boş ver kardeşim. Şu an değil."

 

"Söyle lan. Fuat'a söyle. Soğuk toprağın altında canımı yakan kardeşime söyle."

 

Canları daha çok acımasın diye usulca mırıldandı Mustafa Ali.

 

"Akşam olur, hasret büyür dağ olur.

Bu dağlarda kurşun atsan çığ olur.

Sen oğlunu geri dönmez say annem.

Ben ölünce belki vatan sağ olur.

Sen oğlunu geri dönmez say annem.

Ben ölünce belki vatan sağ olur."

 

Daha fazla dayanamadı Mustafa Ali. Boğazında babasının, eniştesinin, yeğeninin annesinin, tüm şehit evlatlarının, eşlerinin yumrusu vardı. Nefes alamadı Mustafa Ali.

 

"Vatan sağ olsun."

 

 

/Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım

Loading...
0%