Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BÖLÜM 3

@darulfiru

 

 

 

.

.

.

.

.

.

.

 

GEÇMİŞTEN BİR AN;

 

07.02.2020

 

Korku. Sadece içini değil tüm zerrelerini kaplayan bir korku. Derin bir nefes bırakıp elindeki silahı sıkıca kavradı. Korkusunu düşünmek için iyi bir zaman değildi. Yer değiştirebilmek için ateşin durmasını bekliyordu. Ateş sesleri bir anlığına kesildiği vakit kafasını uzatıp temiz olduğuna kanaat getirince arkasındaki arkadaşlarına işaret parmağı ve orta parmağı ile sinyal verdi.

 

Duvardan çıkan arkadaşının peşine seri bir şekilde arkasını kontrol ederek o da çıkmıştı. Karşılarına çıkan bir başka silahlıyı daha tek kurşunla yerle bir etti arkadaşı.

 

"Ertan, ne durumdayız?"

 

Kulaklığına dolan ses ile korkusu merakla karışmıştı.

"Hala konumlarını koruyorlar komutanım. Ama bir hareketlilik var. Fuat komutanım girdi galiba."

"Galiba ne lan! Düzgün brif ver."

"Emredersiniz komutanım!"

 

Telsizde ufak çaplı bir azar yaşanırken Fırat çıktığı merdivende hala kendisi ile beraber gelen arkadaşını koruyordu.

İkizi görev gereği bir teslimat gerçekleştirecekti. Teslimat terkedilmiş bir meskun mahaldeydi. Bir silah ticareti teslimatı gerçekleşecekti. Ertan dışarıdan teslimatın olacağı odayı gözlüyordu. Ekrem yüzbaşı ve Mustafa Ali yüzbaşı birkaç askerle beraber binaya önden giriş yaparken, Fırat Teğmen de yanındaki arkadaşı ile beraber arkadan giriş yapmıştı binaya.

 

"Ne durumdasınız Fırat Teğmen?"

"İlerliyoruz yüzbaşım. Üç leşimiz var."

Görev basitti. Teslimat gerçekleştiği anda Ertan haber verecekti. Geriye kalanlar ise Fuat zarar görmeden teslimatın olacağı odayı basacaktı.

"Komutanım. Fuat komutanım odada. Ancak görüş açımdan çıktılar."

 

Fırat ilk defa bir görevde bu kadar korkuyla dolmuştu. Bir terslik çıkacağını hissediyordu. Canının yarısı kardeşine bir şey olacak gibi hissediyordu. Önem vermemeye çalıştı bu düşünceye.

Bina içerisindeki silah sesleri artmaya başladığında ön cephede bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Dikkatinin dağılmaması gerekiyordu Fırat'ın çünkü merdivenlerin başında bekleyen iki adam daha vardı. Arkadaşı hemen dizinin üstüne çöküp silahını doğrulttuğunda sağında kalıp diğer adamı da kendisine ayırmıştı. Ancak iki kişi ile sınırlı kalmamıştı gelenler. Merdivende siper edinecekleri bir şey olmadığı için arkadaşı ile açık ateşin altında kalıp silah kullanma becerilerini konuşturdular. Her gelen önceki arkadaşının üzerine devriliyordu.

 

"Bitti galiba komutanım ilerleyelim mi?"

Kafasını aşağı yukarı salladı. Birkaç basamak ilerlemişlerdi. Temiz görünüyordu. Merdivenin ortalarında yukarıdaki koridorda elinde telefonla ve telaşla haber veren birini gördüğünde kafasına isabet edecek olan bir kurşunu yollamıştı.

Fırat arkasını temizleye temizleye arkadaşlarının yanına doğru ilerliyordu. Telsizden duyduğu tek ses kallavi bir küfür oldu.

Kimden geldiğini anlamamıştı.

 

Timden arkadaşları tam şu anda Fuat'tan gelecek tek bir haberi bekliyordu. Fuat ise elindeki çanta karşısındaki adamın yemeğinin bitmesini bekliyordu. Bu yemek yeme faslının her anı midesinin bulantısını artıyordu. Karşısındaki pisliğin adamlarından biri perdeleri kapattığında Fuat gerilmişti ancak belli etmedi.

"Kusura bakma asker. Ne kadar bize silah da satsan siz Türklere hiç bir zaman tam anlamıyla güvenemeyeceğim. "

 

Fuat ağzının kenarı ile gülümsedi. Bu görev için özellikle görevlendirme talep etmişti. Bu görevde tüm şüphelerinden kurtulacaktı. Ekrem yüzbaşının bir işler karıştırdığını düşünüyordu. Ama hiç bir zaman kanıtlayacak fırsatı olmamıştı. Şimdi ise tam zamanıydı. Konuşmadı Fuat. Etrafı izlemeye başladı. Elinde hiç bir teçhizat yoktu. Bu şerefsizler silahını dahi almışlardı. Olası bir saldırıya karşı ne yapabileceğini düşünüyordu aklında. Karşısında teslimatı yapacağı adamla beraber üç kişi sağ ve sol arka çaprazında ise iki adam daha vardı.

 

"Yemeğin bittiyse teslimatı yapalım. Çok vaktim yok. "

Odada büyük bir kahkaha yankılandı. Ağzının kenarını boynundaki mendil ile temizledi önce. Bir hainden beklenmeyecek kibarlıkla sandalyesini geri çekip ayağa kalktı. Ve yanındaki adama eli ile işaret verdi.

 

Fuat çoktan ayaklanmıştı. İşte başlıyoruz diye düşündü. Elindeki çantayı masaya bıraktı Fuat. Çantanın içi boştu. Az sonra tüm kayış kopacaktı. Silahı yoktu ve adamlar sayıca biraz fazlaydı. Ve Ertan'ın da görüş açısından çıkmıştı. O an geldiğinde çok hızlı olup arkadaşlarına işaret yollaması gerekiyordu.

 

Ama onun işaretinden önce karşısındaki adam işaret vermişti. "Üzgünüm asker. Ama kahramanlık yapmak için fazla toysun."

 

Fuat ne olduğunu anlayamadan bir ateş çemberinin içinde kalmıştı. Odadaki tüm silahlar ona doğrultulduğunda ellerini kaldırdı.

 

"Böyle anlaşmadık. Adamlarına söyle silahlarını indirsin. "

"Halbuki Ekrem yüzbaşı seni defalarca uyarmış Fuat'cım. İşime karışma demiş, sen bulaşma demiş. İnsan biraz üstünün sözünü dinler değil mi? Bu da yetmezmiş gibi defalarca teslimat baltaladın. Ama yok illa bir kahramanlık damarınız şahlanacak. "

 

Kafası ile işaret verdiğinde Fuat kendini bile koruyamadan mermi yağmurunun altında kalmıştı. Üzerindeki çelik yeleğe fazla güveniyordu. Ancak çelik yeleğin dışında kalan uzuvları fazlaca kurşuna maruz kalmıştı ve çok yakın mesafeden kurşunlanıyordu. Fuat dizlerinin üstüne çöküp düştüğünde arkasında kalan kapı hızla açılmıştı. Arkadaşları az önce kendisini kurşunlayan adamlarla çatışırken son gücü ile Ekrem Yüzbaşının ne halt olduğunu anlatmak istiyordu. Ancak arkadaşları açılan ateşlerde dolayı yanına bile gelemiyordu. Kanaması çok yerde ve fazlaydı.

 

"Asker ölmemiş lan! "

Duyduğu sese çevirdi gözlerini. Ancak gördüğü son şey kendisine çevrilmiş silahtı.

 

7 Şubat 2020. Fuat Koşar. Kendisine kurulmuş hain bir pusuda vurulup alnının ortasından ikiz kardeşi ve anne babasının yüreklerinin bir parçasını da yanına alarak şehadete yürüyordu. Kapanan gözleri ile kulaklarında tek bir ses yankılandı. Kendisini bildiğinden beri aşina olduğu bildiği ses doldu. Kendisine kızan, kendisine gülen, kendisine tekmil veren o ses. İkizinin sesi ile doldu taştı kulağı. Kardeşi adını haykırıyordu.

"FUAT!"

 

🎱

 

Sırtındaki ve kalbindeki ince sızı ile yaşıyordu senelerdir. Ama ruhunu sarıp sarmalayan koca bir intikam ateşi vardı. Kaybettiği arkadaşlarının, düştükleri pusunun intikamı vardı içinde. Ve hayatı için büyük çaplı bir operasyon düzenleyen devletine minneti vardı o ateşi harlayan.

 

Ankara'ya geleli bir kaç gün olmuşken yerle bir ettiği biz düzen vardı bunun farkındaydı. Yaptığı hamleler ile adeta canlı bir hedef halini almıştı. Trabzon'dan çıkıp gelerek, terör örgütünün ordu ile olan bağlantılarından birini söküp atarak aslında kendi sonunu hazırladığını biliyordu. Karşısında basit bir örgüt yoktu. Asla düşmanı hafife almak gibi hatalar yapmıyordu. Karşısında gözünü kan bürümüş, elleri insan cesedi arzulayan ve hedefleri bilinmeyen bir terör örgütü vardı. Bundan sonrası ise tamamen askerlik becerileri ile devam edeceklerdi. Sağlam bir tim ve Divane'nin desteği ile yola çıkacaktı binbaşı.

 

Yeni odasının camından dışarıyı izlerken daldığı düşünceleri bir kenara atıp, henüz alışamadığı odasına göz attı. İstanbul'daki odasına göre daha ferah ve genişti. Masasının karşısında odanın kapısı, onun yanında ise yine aynı soğuk renge sahip evrak dolabı vardı. Sağ tarafında genişçe bir pencere bulunuyordu. Bu renksiz odasına canlılık katan iki şey vardı; biri albayrağı, biri de Atatürk'ün oldukça canlı renklere sahip portresiydi.

 

Binbaşı işe yeni timindeki askerlerinin neler yapabileceğini görmekle başlamıştı. Yaptırdığı tatbikatlar onlar için çocuk oyuncağı gibi duruyordu. Binbaşı askerlerinin performanslarını düşünürken dikkati çalan telefonu ile dağılmıştı. Ekrandaki ismi gördüğünde yüzünde geniş bir gülümseme yayılmıştı.

 

"Müsait miydin?"

"Sana her zaman müsaitim güzelim."

 

Her zaman müsait olamıyordu tabi. Ama yine de bu en zorlu koşullarda dahi o telefona cevap vermeye çalıştığı anlamına geliyordu.

 

"Saatten haberin vardır umarım binbaşım. Geç kalmayacağına söz vermiştin."

 

Binbaşı bileğinin içindeki saate baktı.

 

"Son bir dosyam kaldı sevgilim. Onu da inceleyip geleceğim."

 

"Bekliyorum."

 

"Bekle. Çünkü beni beklemeni bile seviyorum."

 

Telefon nazlı kahkahalar ile kapanırken binbaşı da bir an önce o kahkahalara kavuşmak için son kalan işini halletmeye yöneldi.

 

Gözlerini tam karşısındaki tahtada fotoğrafları olan aslanlarına çevirdi. Kürşadlar Timi'nin her bir mensubunun fotoğrafı asılıydı. Sırası ile baktı. Hepsinin göreve başladıkları zamandaki fotoğrafı asılıydı. Hepsinin gözünden ayrı bir ateş parlıyordu. Kendindeki ateşe benziyordu.

 

Bilgisayarındaki dosyayı açtı. Divane'nin yolladığı ve timdekiler hakkında bilgilerin bulunduğu dosyaydı. Hepsi çok yetenekli askerlerdi. Ancak yanlış istihbarat ve yönlendirme sonucu timin geçmişinde çok fazla başarısızlık vardı. İçlerindeki cevherlerin emir komuta zincirine takıldığına emindi binbaşı. Korkut ve Begüm ile konuşurken bir çok hamlelerinin boşa çıkarıldığını bile duymuştu. Derin bir nefes alıp işine başladı.

 

Karşısına ilk gelen isim Korkut oldu.

"Korkut Temelli." Yeterince iyi tanıyordu Korkut'u. Ve Begüm 'ü de. Ancak bu timdeki başarılarına bakmak için almıştı dosyalarını.

 

 

Korkut onun için kıymetli askerlerinden biriydi. Rusya'da pusuya düşürüldükleri zaman geriye dönüp onu kurtaran askerlerden biriydi. Divane'nin yürüttüğü operasyona katılmıştı. Mesleğe başladığından beri kendisi ile çalışmıştı. Pusuda hayatta kalan çok az askeri olunca askerler farklı yerlere görevlendirilmişti. En çok da Korkut ve Begüm'ü aramıştı gözleri operasyonlarda.

Korkut Sinoplu bir delikanlıydı. Çok başarılı bir askeri geçmişi vardı. İki şerefsiz abisi vardı Korkut'un, bir de o abilerin arasında kendini korumak zorunda olan Korkut vardı. Biliyordu ki Bumin Kağan kendini korumak zorunda olan o çocuk şimdi bir sürü vatan evladını koruyordu sınırda.

 

Dosyasını kapatıp sıradaki dosyayı açtı. Begüm Çatık. Timin gözüydü Begüm. Keskin nişancıydı. Elinden kurtulan hiç bir hedefi olmamıştı bugüne kadar. Begüm aldığı maaş ile kardeşini okutuyordu. Babası senelerdir yatağa bağlı bir hastaydı. Annesi babasına bakarken o da ailesine bakıyordu. Kardeşi şimdi Yıldız Teknik Üniversitesi'nde mühendislik okuyordu. Hüzünle gülümsedi binbaşı. Begüm'ü çok severdi. Ona o kadar güvenirdi ki Aykız'ını bile emanet ederdi. Hatta etmişliği vardı birkaç kere. Begüm her zaman güler yüzlüydü. En zor görevlerde onların moralini her zaman yükseltirdi.

 

Binbaşının onda en sevdiği özelliklerden biri de Korkut'u dize getirebilen tek kişinin o olmasıydı.

Ezbere bildiği askerinin dosyasını geçip sıradakine geçmişti.

 

Fırat Koşar. Denizlili olan bu delikanlı timin beyniydi. Çok zeki bir askerdi. Lisede dünya satranç şampiyonluğu çarpmıştı gözüne Bumin Kağan'ın ve de iyi bir hacker olduğu. Dosyadaki ekte CyberPuma isimli siber güvenlik şirketinden ödül aldığını görünce hayranlığı daha da katlanmıştı.

 

Kafasını iki yana salladı binbaşı. Bu kadar yetenekli olup bu yeteneklerini kullanamaması büyük bir kayıptı. İkizinin dosyasının gerçeklerini öğrendiğinde Fırat'ın yıkılışı Binbaşının içindeki intikam ateşini daha da güçlendirmişti. Üzüntü içerisinde diğer askere geçti.

 

Sinan Karakaş. Kaşları çatıldı binbaşının. Bu çocuğun boş boğazlı olması canını sıkıyordu. Kendisi sadece annesi ile büyümüştü. Babası hakkında bir bilgi yoktu ölü ya da sağ olduğuna dair. Edebiyat Fakültesi'ni yarıda bırakıp Harp Okulu'na geçmişti. Binbaşı bu bilgiye şaşırmıştı ve nedenini merak etmişti. En yakın zamanda giderecekti merakını.

 

Sıradaki dosya Taha Akyol'du. Begüm'den tim hakkında bilgi alırken Fırat, Taha ve Korkut 'un ev arkadaşı olduğunu da öğrenmişti. Taha'nın dövüş sanatlarındaki başarısı Harp Okulu'nda bile kendini belli etmişti. Okuldaki turnuvalarda çokça birincilikleri vardı. Hataylıydı. Anne babası sağdı. Ve ne mutlu o anne babaya ki tek evlatlarını asker ocağına yollamışlar diye düşündü binbaşı. Daha sonra anne ve babasının ismini gördüğünde binbaşı oturduğu yerde duruşunu düzeltmişti. Taha'nın Hayal ve Talip Akyol'un oğlu olduğunu yeni öğreniyordu. Dosyada dikkatini çeken şeylerden biri de silahsız çıplak elle aldığı leşlerdi. Gülümsedi binbaşı.

 

"Tam Hayal komutanıma yakışır bir evlat."

 

Sıradaki dosya Mustafa Ali Tanış'tı. Gözleri kısıldı binbaşının. Şehit çocuğuydu Mustafa Ali. Babası Diyarbakır'da şehit olmuş şerefli bir özel harekat polisiydi. Hilal bıyıklı bir yiğidin oğluydu. Biliyordu binbaşı babasının şehadet öyküsünü. Mustafa Ali timde stratejik planlamada söz sahibiydi. Meskun mahalde ve sahadaki gerekli araştırmaları yapıp asker konuşlandırması ona bakıyordu. Bomba imha uzmanı olduğunu bilmiyordu binbaşı. Görünce şaşırmıştı.

 

Mustafa Ali'yle onun çıktığı bir özel görevde tanışmıştı. Muhbir olarak örgütün içine sızdığı sırada açığa çıkmıştı. Ve binbaşı onun yardımına koşmuştu. Onunla tanıştıkça ailesi ile de tanışmıştı. Hatta ablasının çocuğuna hasta olduğunda maddi yardımda bulunmuştu binbaşı. Mustafa Ali o zaman sınır dışı görevdeydi. Ve ablası eşini yeni toprağa vermişti. Durumları çok iyi değildi. Binbaşı kendine bunu vazife bilip şehidinin emanetine sahip çıkmıştı.

 

Mustafa Ali'nin dosyasını da kapattı binbaşı. Son bir dosya kalmıştı. Yüzünü henüz görmediği askeri, Çağatay Şamil Gencer. Operasyonda göğsüne isabet eden bir hain kurşun yüzünden günlerce yoğun bakımda kalmıştı. Sağlık durumunu takip ettiriyordu binbaşı. Bayburtlu olan bu askere kanı kaynamıştı. Bizim oraların çocuğu diye düşündü binbaşı. Çağatay timin sağlıkçısıydı. Bu zamana kadar görevlerde ve operasyonlarda arkadaşlarının hayatlarını kurtarmıştı. Ama kendisine bir faydası dokunamamıştı demek ki. Gata'nın son mezunlarındandı.

 

Bilgisayarını kapattı binbaşı. Sırtındaki ağrı artık dayanılmaz bir hale gelmişti. Belini iki yana çevirip ağrısını dindirmeye çalıştı. Ancak nafile bir çabaydı.

 

Aslında incelemesi gereken birkaç dosya daha vardı ancak içindeki bir an önce sevgilisine kavuşması gerektiğini düşündüren isteğe karşı koyamadı. Masasını hızla topladı ve belgeleri kilitli çekmecesine kaldırıp çıktı odasından.

 

Binbaşı timi inceleyip tüm geceyi sevdiği ile geçirirken tim için durumlar o kadar da güzel ilerlemiyordu.

 

Saat gece yarısını geçmişti çoktan. Salonda Korkut, Taha ve Mustafa Ali çay içerken bir yandan da yeni gelişen olayları konuşuyorlardı. 3+1 evlerinin en geniş odasıydı salon. Kanepeler gelişi güzel bir şekilde dizilmiş, ortalarında ise büyükçe bir sehpa vardı. Genellikle yemekler dışarıdan söylendiği için orta sehpa da çoğunlukla yemek masası görevini görüyordu. Kanepelerin karşısında ise büyük ekran televizyon ve oyun konsolu vardı. Görev icabı savaştıkları yetmiyormuş gibi, istirahat vakitlerinde de savaş oyunları oynuyorlardı. Ancak o akşam, asıl savaş kendi içlerindeydi. Ve bununla nasıl savaşmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Fırat kendini öldürmeyi denemişti. Yetişmemiş olsaydılar, Meryem, inatla Fırat için çabalamasaydı, o gece hepsi için acı bir gece olacaktı.

 

Hepsi hararetle bunu tartışıyordu. O sırada büyük bir gürültü ile kapı çalınmaya başladı. Bir yandan zil çalarken bir yandan da kapı yumruklanıyordu. Taha kapıya giderken Mustafa Ali ve Korkut ise silahına davranıp onun arkasından gitmişti. Gecenin bu saatinde kapıyı böyle zorlayan kişi kimse canına susamış olmalıydı.

 

"Kimsin lan?"

Kapının dürbünü yakın zamanda hasar aldığı için gelenin kim olduğunu görmemişti Taha. Kapının karşısında Korkut silahını doğrultarak beklerken bir yandan da çayını içmeye devam ediyordu. Taha'nın arkasında ise Mustafa Ali vardı. Ekrem'in ihanetinden sonra her şeye hazırlıklı hale gelmişlerdi.

 

"Açın şu kapıyı artık."

Tanıdık gelen sesle ve kapıyı açtıklarında Meryem'in ağzından ufak bir çığlık kaçtığında Korkut hızla silahını beline koydu.

"O nasıl kapı çalmak kızım? Alacaklı gibi vuruyorsun."

 

Meryem bir eli kalbinde bir eli bavulunda içeri girdiğinde korkusu çok çabuk sönmüştü. Tekrardan öfkeli bakışlarla baktı etrafındaki adamlara. Yanlış bir vakitte geldiğinin farkındaydı. Ancak dayanamamıştı. Mustafa Ali ona geri dönüş yapmayınca o da otobüse atlayıp gelmişti Eskişehir'den. Aslında iki gün sonraya alınmış bir tren bileti vardı. Ancak Fırat'a bir şey olduğunu düşünüp alelacele gelmek istemişti. Ve öfkesi, daha çok gün yüzüne çıkıyordu. Özellikle de Mustafa Ali'ye öfkeliydi.

 

"Telefonlarınızı açmış olsaydınız, beni böyle merakta koymasaydınız ben de alacaklı gibi çalmazdım. Nerede Fırat?"

 

İçeriye doğru yeltendiğinde Taha nazikçe kolunu tuttu.

 

"Yenge gel bir çay içelim. Korkut yeni demledi hem. Fırat uyuyor. Sen de bir soluklan. Ne dersin?"

 

Meryem sinirle kurtardı kolunu. Gözünden bir damla yaş aktı. Taha, Meryem'i sakinleştirmek isterken içindeki kuruntulu düşünceleri harladığının farkında değildi.

 

"Ne çayı ya ne çayı? Bir şey oldu Fırat'a ve siz bana söylemiyorsunuz. Yaralandı değil mi?"

 

Sesi titremişti Meryem'in. Hepsi çaresizce birbirine baktı. Çok büyük yaralanmıştı hatta. Korkut bile eve geldiğinde Fırat'ı o halde bulunca ne yapacağını bilememişti. Meryem'i şu durumda sakinleştirecek hiç bir güç yoktu. Ancak Mustafa Ali şansını denedi.

 

"Kim lan bu saatte gele... Meryem!"

 

Fırat ışıktan dolayı gözlerini kısarak koridora geldiğinde Meryem'i orada bulmayı beklemiyordu. Şaşkınlıkla büyüdü gözleri. Meryem ise hızla yaklaştı yanına ve yakalarını kavradı. Tuttuğu yakalardan onun kendine has kavruk parfüm kokusu yayıldığında bile Meryem'in özlemi öfkesini geçememişti.

 

"Senin ağzına sıçayım Koşar! Sen beni ne hale getirdin farkında mısın?"

 

Arkadan Mehter Marşı çalmaya başladığında herkes bakışlarını Taha'ya çevirdi.

 

"Ver mehteri yengem. Bu puştun hakkından bir sen gelirsin zaten. Ben şöyle okkalı bir tokat attım ama kesmedi galiba."

 

Korkut, Taha'yı tekrardan salona çekerken Mustafa Ali, Meryem'in bavulunu kenara çekip o da arkadaşlarının peşinden gitmişti.

Bakışları birbirine tekrar değdiğinde Meryem, Fırat'ın yakalarındaki elini yavaşça indirdi.

 

"Neden geldin Meryem? Bu saatte bir de."

 

Yanlış duyduğunu düşündü Meryem. Karşısındaki adam liseden beri beraber olduğu adam değil gibiydi.

Normal şartlarda Fırat'ın sıkıca sarılıp olanı biteni anlatması gerekirdi. Normal şartlarda Fırat'ın sayfa sayfa açıklama yapıp sevdiğini bu kadar merakta bıraktığı için özür dilemesi gerekirdi.

 

"Neden mi geldim? Sence neden geldim Fırat? Gecenin bu saatinde bir de!"

 

Fırat kollarını bağladı birbirine. Ayakta durmaya gücü olmadığı için omzunu vestiyere yaslamıştı. Meryem'in kendisi için ne kadar endişelendiğini gözlerinden okuyabiliyordu. Hatta orada neden olduğunu bile biliyordu. Ama o an aklıyla değil de geçmişe tekrar kilitlediği karanlık aklı ile hareket ediyordu. Bakışlarını kaçırdı Meryem'den.

 

"Ne bu halin Fırat? Anlatmayacak mısın ne olduğunu?"

 

Alayla güldü Fırat, ama bu gülüş kendisineydi. Rezil bir adam olduğunu, şehit kardeşine ihanetini mi anlatacaktı? Yakında evleneceği adamın koca bir aptal olduğunu mu anlatacaktı?

 

"Gördüğün gibi iyiyim Meryem. Anlatacak bir şey yok."

 

Birkaç adım geri çekildi Meryem. Gözlerinde hazır bekleyen yaşları pimi çekilen baraj kapağı gibi akmaya başlamıştı. Karşısında gördüğü adamı kesinlikle tanımıyordu. Halbuki burnuna dolan kokusu öyle demiyordu.

 

"Git diyorsun yani."

 

Evet. Gitsin istiyordu Fırat. Bu haline daha fazla şahit olan olsun istemiyordu. Ancak Fırat'ın o mavi gözlere bakmamak için verdiği karar Meryem'in titremiş sesi ile feshedilmişti. Ancak içindeki duygularla aklındaki düşünceler tezat düştüğünden diline tek bir söz bile gelmemişti.

 

"Ne yaptın benim sevgilime? Ne yaşattın kendine de bana git diyecek hale geldin. Fırat Allah aşkına bir şey söyle artık. Ne yaşandı şu iki günde?"

 

Daha çok nefret etti kendinden. Git gide batıyor gibi hissediyordu Fırat. 11 senedir beraberdiler. Bir kere bile doğru düzgün kavga etmemişlerdi. Bir kere bile git dememişlerdi birbirlerine. Meryem içli içli ağlarken bir yandan da birkaç adım geriledi. Gidecek miydi yoksa? Oysa git demeye dili varmamıştı bile Fırat'ın.

 

Gidecek diye düşündü Fırat. Onu da kaybedecekti. Meryem olmadan nasıl nefes alabilirim diye düşündü. Bir kere bile ağlatmadığı kadın şimdi gözlerinin önünde ağlayarak mı çekip gidecek diye düşündü.Bir kere bile ağlatmadığı kadın şimdi gözlerinin önünde ağlayarak mı çekip gidecek diye düşündü. İçini yine amansız bir korku kapladığında pes etti Fırat Koşar. Paramparça olmuş kalbinin Meryem'den kaçabileceği bir yer yoktu. Ne yana dönerse dönsün, her bin parçanın biri de Meryem'e dönecekti. En aptal, en rezil hali ile bile Meryem'in kapısından ayrılamazdı.

 

Daha fazla dayanamadı.

 

"Meryem." Yardım istiyordu güç bela çıkarabildiği sesi.

 

Anlatacağım her şeyi."

 

Boğazına koca bir yumruk yemiş gibiydi. Gözleri dolmuştu anında. Yutkunamadı. Yaslandığı yerden çekildi Meryem'e bir adım atmak için ama Meryem çoktan sarmıştı kollarını ona.

 

Başını omzuna yasladı. O an her şeyi çözebileceğine inandı Fırat. Bunca zaman olan biten her şeyle nasıl baş ettiğini hatırlatmıştı Meryem 'in kokusu. Meryem'den aldığı güç ile halletmişti her şeyi. Meryem'den aldığı güç ile dünya şampiyonu olmuştu. Ondan aldığı güçle kazanmıştı askeriyeyi. Ondan aldığı güçle savaşıyordu dağda bayırda. Sevgiden aldığı güçle Fuat'ın şehadetini göğüslemişti.

 

Şimdi de öyle yapacaktı. İçi çok yanacaktı. Ama yapacaktı. Kardeşinin intikamını almak için yapacaktı.

 

"Sen asker yareni olmayı çözmüşsün Meryem.''

 

Taha salonun kapısına dayanıp biraz da olsa iyi hisseden arkadaşına mutlulukla bakıyordu. Sevgilisinin kolları arasından Fırat'ın time katılması ile beraber kazandığı arkadaşına baktı Meryem.

 

"Ne sandın şekerim? Senelerimi verdim ben bu adama. Valla en az sizin kadar ben de askerim. Değil mi Fırat?"

 

Fırat her ne kadar içindeki yangınlarla baş etmeye çalışsa da yüzüne küçük bir gülümseme kondurmuştu.

 

"Ha şöyle be Fırat."

 

Taha peşinden söylenen Korkut'a gururla baktı. Onun bile Fırat'ın moralini düzeltme çabasına duyduğu gururdu.

 

Korkut kendisine garip bir şekilde bakan silah arkadaşını cevapladı.

 

"Ne var? Bu eve iki somurtkan fazla."

 

Fırat önce kolları arasındaki sevgilisine baktı sonra onun mutluluğu için çabalayan arkadaşlarına. Yüzündeki gülümseme derinleşirken gözlerine tekrardan yaşlar dolmuştu. O sahnede Fuat'ı aradı gözleri. Muhtemelen kendisinin gözleri doldu diye onun da gözleri dolacaktı. Meryem'e öyle davrandığı için sağlam bir yumruk atacaktı.

 

Dudaklarını birbirine bastırırken burnunun direği bir kere daha sızlamıştı. Onsuz hayat artık çok daha zor gelecekti.

 

"Hadi biz odaya gidelim Fırat. Anlat bana neler olduğunu.''

 

Meryem ve Fırat odaya doğru giderken Korkut da peşlerinden kendi odasına doğru ilerliyordu.

 

"Sen nereye?"

 

"Odama, hazırlanmaya gidiyorum."

 

Taha bıkkınlıkla ofladı.

 

"Yine nereye?"

Korkut odasına girmeden önce son kez baktı Taha'ya.

 

"Begüm'ün yanına."

 

Taha göz devirdi.

 

"Gece eve geliyorsun Korkut. Ona göre."

 

Korkut yanağının kenarı ile gülümsedi.

"Emredersiniz komutanım."

 

Taha bu noktadan sonra Korkut'un yaptığı kinaye ile durması gereken yeri anlamıştı. Korkut yine samimiyetlerinin arasına rütbe detayını koymuştu.

 

Taha gerisin geri salona giderken gözü Aybüke'nin resimlerini zoomlayan Mustafa Ali'ye kaydı. Yanındaki boşluğa bıraktı kendini. Mustafa Ali suratını ekşiterek omzunu tuttu.

 

"Yavaş lan ayı. 100 kilo olmuşsun zaten."

 

Mustafa Ali hızla telefonu kapatırken bir yandan da omzunu tutuyordu.

"Aşk olsun Mustaali. Ayı falan yakışıyor mu sana? Hem neye bakıyordun öyle?"

 

Mustafa Ali oturduğu kanepede biraz daha yaslandı geriye.

 

"Neye bakayım Taha? Aptal gibi hala Aybüke'nin fotoğraflarına bakıyorum. Seneler sonra karşıma çıktı. Onda da Bumin komutanımın sevgilisi olarak çıktı. Her şeyi geçtim, Bumin komutanım olmasaydı bugün ne ben hayatta olacaktım ne de Yağız Efe."

 

Taha dirseklerini dizlerine yaslayıp öne eğildi. Bu onun düşünmeye başladığını gösteriyordu.

 

"Daha önce binbaşını hesabında falan paylaşmadı mı?"

 

"Saçmalama Taha. Adam binbaşı. Kendini gösterir mi? Bir de yetmezmiş gibi buraya gelmeden önce Aybüke'yi evine bıraktım."

 

"Şaka yapıyorsun?"

 

Mustafa Ali sıkıntı ile nefes bıraktı sol bacağı sıkıntı ile sallanırken o anı düşünüyordu. İçindeki aşk bağır çağır savaş ilanında bulunurken vicdanı ve ahlakı ona ambargo uyguluyordu.

 

"Oğlum çok güzel lan. Ben ne halt yiyeceğim şimdi? Ben o şu telefonun içindeyken bile dayanamıyordum şimdi aynı şehirde nasıl dayanacağım, hem de başkası ile görürken."

 

"Mustaali, bunu bir gün görecektin. Tamam binbaşı ile çıkıp gelmesi cidden büyük talihsizlik ama, o telefonun içinde de bunu görebilirdin. Kusura bakma kardeşim ama sana defalarca yaz dedim şu kıza. Hep inat hep inat."

 

Mustafa Ali ayaklanıp salonun ortasında yürümeye başladı. Belki de Taha'yı dinlemeliydim diyen tarafı ağır bir pişmanlıkla hücum ederken karnı kasılmaya başlamıştı.

 

"Oğlum, o Aybüke lan. Aybüke. O hep buradaydı, aklımın içindeydi. Çoğu zaman gerçek olup olmadığını bile düşündüğüm bir kadındı. O çiçekler kitabın arasında olmasaydı varlığına bile inanamayacağım bir mitti. O kadar güzelken aklımın içinde, gerçeklik algımı bile yitirmeme sebep olacaktı."

 

Taha da ayaklandı. Volta atan arkadaşını durdurdu. Tokat atmaya doyamamıştı ki bir tokatta Mustafa Ali'ye attı.

 

"Ne yapıyorsun lan?''

 

"Korkaksın Mustafa Ali. Elinde sevdiğine kavuşabilmek için onca vakit ve seçenek varken kullanmadın. Kusura bakma ama ben bu düşünceni hiç bir zaman anlayamayacağım. Onu ne kadar sevdiğine şahit oldum. Ama sevgi sadece şuradan geçen bir his değil. Sadece kalbinde hissettiğin bir ağırlık değil sevmek.''

 

Eli kalbinin tam ortasında dururken Taha'nın yüzünde anlam yüklü bir ifade vardı. Mustafa Ali, Taha'nın kendi geçmişi ile bir anlığına da olsa yüz yüze geldiğini anladığında onu kendine çekip sıkıca sarıldı. Taha'nın her zaman gülen yüzünün altındaki derin kederi ve sebebini bilen tek kişiydi. Yediği tokadı unutmuştu çoktan.

 

Çünkü Taha'nın haklılık payı yediği tokattan daha çok acıtmıştı canını. Şimdi ise Mustafa Ali bir kere daha aşkı ve vicdanının ateşkes ilanını bozmuş, o savaşı bir kere daha başlatmıştı. Ve içinde Aybüke'ye duyduğu, her defasında gönlünden taşıp beynine hükmeden o aşk; binbaşına duyduğu vefa borcuna ilk dakikadan galip gelmeye başlamıştı.

 

Şimdi ise Mustafa Ali'ye kara kara düşünmesi kalmıştı

.

.

.

.

 

Kıymetli desteklerinizi bekliyorumm..🎱

(Dayanabilirsen dayan Mustafa Ali Cabbar...)

 

Loading...
0%