@darulfiru
|
. . . . 🎱
Bir hafta olmuştu yeni binbaşı geleli. Tim adeta hızlandırılmış Harp Okulu kursu alıyordu. Teorik dersler dışındaki tüm pratik dersler uygulanıyordu. Bumin Kağan Binbaşı oldukça hırslıydı. Ve dur durak bilmeden yeni görevler için hazırlanıyorlardı. Bumin Kağan üstlerinden çok uyarı almıştı. Tekrardan bir timi idame ettirmek için rütbesinin fazla olduğunu, bir binbaşının tim başına geçtiğinin nerede görüldüğü hakkında çok sayıda sözlü uyarı almıştı.
Ancak Divane'nin kendisine verdiği işaretler ve ondan aldığı küçük bir rica (!) ile önce Kürşadlar Timi'nin içindeki büyük pisliği temizlemiş daha sonra da başına geçmişti.
Bumin Kağan timle daha çok vakit geçirdikçe hayran kalıyordu her birine. Yaptıkları tatbikatlar da eğitimlerde yürüttükleri akıllarla binbaşını etkilemeyi başarıyorlardı.
"Kürşadlar. Paydos!" Bugün erken bitmişti tatbikatlar. Akşam bütün tim bir düğüne gideceklerdi. Bir albay oğlunu evlendiriyordu. Ve Bumin Kağan'ı ve timini özellikle davet etmişti. Bumin Kağan ise bir haftalık yorgunluğun ödülü olarak timini de götürmek istemişti.
Binbaşı sert adımlarla alanı terk ettiğinde Begüm her zaman ki gibi yere atmıştı kendini. Diğerleri de buldukları kenarlara geçmişlerdi.
"Çatal! Gel oğlum buraya."
Taha dizlerine vurarak Çatal'ı yanına çağırdığında bir yandan fazla efor harcamış Çatal'ın yemini ve suyunu ayarlıyordu, bir yandan da Mustafa Ali'ye laf atıyordu.
"Devrem. Tekrar harbiyeli olduk lan. Şuna bak. Gözüm kapalı geçtiğim tatbikatı bu hafta ikinci yapışım."
O sırada Sinan kendi zulasından yine yiyecek bir şeyler çıkarmıştı. Çatal her ne kadar Sinan'ın elindeki poşetin hışırtısına kulak kesilse de Taha'nın tek bir komutu ile dikkatini kesmek zorunda kalmıştı.
"Yemin ediyorum bir gün yakalanacaksın. Askerliğin başlamadan bitecek."
Sinan yine umursamadı söylenileni. "Unutmayın ki Begüm Komutanım, bana hiç bir şey olmaz. Buyurun siz de yiyin."
Begüm gülümseyerek uzandı krakerlere. O sırada gözü kendi kendine söylenmeye başlayan Korkut'a kaymıştı.
"Bir planı var. Yoksa bu kadar abartmazdı."
Sinan masum bakışlarını komutanına çevirmişti. Çardağın sırtına oturmuş, dirseklerini dizlerine dayayan Korkut'a ikna edici bir ses tonu ile açıklama yapmak istemişti.
"Valla bir planım yok komutanım. Acıkmışt..."
Sinan'ın sözlerini kesen Korkut'un bakışları olmuştu. "Sinan. Sana diyor olabilir miyim sence? Binbaşından bahsediyorum. "
Sinan'ın kaşları kalkarken merakı daha çok artmıştı. Komutanının bu bilgiyi vermiş olmasına güvenerek yine içindekileri tutamamıştı. Kısık bir sesle sordu. "Ne gibi bir plan komutanım?"
Korkut gözlerini kısıp biraz öne eğildi ve eli ile gel gel yaptı. Bir yandan da duyan var mı diye etrafa bakıyordu. Sinan kendisini ele geçiren merak duygusu ile komutanına yaklaştı. Korkut komutanının vereceği malumat önemli olsa gerekti.
"Benden duyduğunu kimseye söyleme ama seni en kısa sürede yüzbaşı yapacakmış. O yüzden bu tatbikatlar. Bakmış ne kadar zeki bu çocuk, harcanmasın asteğmen üsteğmen hemen yüzbaşı yapalım demiş."
Bir süre düşündü Sinan. Yavaş yavaş rütbelileri kahkaha atmaya başladığında geri çekildi hayal kırıklığı ile. Çok sevdiği Begüm komutanı bile gülüyordu.
"Ama komutanım, en son ben geldim diye hep kafaya alıyorsunuz beni."
"Mantıklı sorular sorarsan tüm bunlara gerek kalmayacak Sinan. Sence ben nereden bilebilirim binbaşının planını?"
Sonlara doğru sesi yükselmeye başladığında Fırat girdi yine araya. Çardakta oturan Korkut'tan uzakta olmuş olmanın verdiği rahatlıkla konuştu komutanına.
"Yükseltmeyin lan benim Korkunç Korkut'umu."
Korkut etrafına bakındı. Atacak bir şey bulamadı fakat. Aybüke'nin tüm tim önünde ona taktığı lakabın arada kaynadığını düşünürken Fırat hortlatmıştı.
"Ulan! Fırat. Yemin ediyorum dayaklık adamsın."
Fırat'a doğru atıldığında Mustafa Ali çekti kolunu. "Oğlum adam çaysızlamış. Ondan atarı gideri. Gel kardeşim ben sana karargahta güzel bir çay demleyeyim."
"Oğlum bu sıcakta bari bir dursun çayın. Bir sen bir Rahmetli Barış Akarsu, güneşte çay demliyorsunuz."
"Dokunmayın komutanıma. Onu en iyi ben anlarım. Değil mi komutanım?"
Herkes gelen sese döndüğünde içlerinde koca bir coşku seli olmuştu.
"Kıdemli Üsteğmen Çağatay Şamil Gencer. Bayburt. Emret komutanım!"
Çağatay, en güzel gülümsemesi ve kısılan gözleri ile komutanlarına ve tim arkadaşlarına bakıyordu.
"Çato!"
Herkes sevinçle oturdukları yerden kalkıp yanına koştular. Herkesle tek tek sarıldığında sona Begüm'ü bırakmıştı Çağatay. Önce aralarında kısa bir bakışma geçti. Daha sonra sıkıca sarıldılar. Begüm menzildeyken onu koruyamadığı için kendini suçlu hissediyordu. Defalarca o izindeyken aramış, saatlerce özür dilemişti.
"İyisin." Begüm geri çekildiğinde gülümsedi Çağatay. "İyiyim gördüğün gibi.''
Çağatay en sona ayaklarına dolanan Çatal'ı bırakmıştı. Kucağına alıp onunla da özlem giderirken Mustafa Ali omzuna kolunu attı. Bir eli ile de Çağatay'ın karnına vuruyordu.
"Valla Çato, bir aylık memleket izni sana yaramış. Kilo mu aldın sen?"
"Çok değil be komutanım."
Gülüştüler. İçtima alanından karargaha kadar beraber yürümeye başladılar. Kürşadlar Timi dünyada bir eksik cennette bir fazla olarak tamam olmuştu.
"Valla bu bilerek bugün geldi. Akşam düğün var ya. Kesin onun için bugün geldi. Değil mi lan?"
Çağatay, Begüm'e göz kırpıp onayladı Taha'yı. Aralarında bir kişi eksik olduklarında tam anlamıyla eğlenemediklerini fark ettiler. Sinan, sonunda dedikodu için beklediği adamı bulmanın sevinci ile Çağatay'ın olmadığı bir aylık süreyi baştan sona anlatmıştı. Onlar koğuşta kaldıkları yerden devam ederken diğerleri sivil kıyafetlerine dönüp akşamki düğün için hazırlanmak üzere kışladan çıktılar.
Taha, Korkut ile beraber giderken Fırat Begüm ile gidiyordu. Meryem bir haftadır Ankara'daydı. Ve hemşehrisi Begüm ile kalıyordu.
Mustafa Ali ise arabasına atlayıp evine doğru yol almıştı. Gözü hep sağ tarafa kayıyordu. Bir haftadan beridir görmemişti onu. Binbaşına karşı kötü hissettiği için sosyal medya üzerinden onu silmişti. Bu durum daha da çok canını sıkmıştı. Özlüyordu. Ona karşı olan hislerinin son bulması için çok dua ediyordu.
Ancak hisleri bitmeyi bırak günden güne boğazına çöküyordu. Artık hem imkansız hem de yasak olan bu sevdasına bir son vermesi gerekiyordu. İçinden bir ses Sena'nın ahının tuttuğunu söylüyordu. Ve bu düşünceye günden güne inanmaya başlamıştı. Ne de olsa kırdığı yerden elbette bir gün kırılacaktı. Ancak bunun Aybüke olmasını asla istemezdi.
Arabasını park edip düşüncelerini de içinde bıraktı. Hızla eve girdi. Düğüne kadar Yağız Efe ile vakit geçirmek istiyordu. Giriş kattaki evin zilini çaldığında kapıyı ona annesi açmıştı. İçeriden gelen yemek kokuları kalbine dokunurken girer girmez annesine sarılmıştı.
"Nasılsınız Sultan hanım?"
Annesi cevap vermeden Yağız Efe çoktan odasından çıkıp hole gelmişti. Asker selamına durduğunda Mustafa Ali de aldı selamını.
"Yağış Efe Tınalı. Antala. Emlet tomutanım." "Asker! Kucaaak ver!"
Mustafa Ali yere eğilip kollarını iki yana açtığı anda Yağız Efe zıplayarak gelmişti kollarına. Yeğeninden yayılan masum kokusunu içine çekti onu öperken.
"Dayın sana ölsün ölsün. Ohh paşam benim."
Yeğenini öpücüklere boğarken annesi de bir yandan tövbeler çekiyordu. Ancak Mustafa Ali hayatını birileri için ölmeye hazırlıklı olarak yaşıyordu. Bu timden biri de olabilirdi, vatanın herhangi bir köşesinde tanımadığı biri de olabilirdi.
"Dayı ben bugün büşşülü yemet yedim. Tollalıma bat."
Küçük pazularını gösterdiğinde ısırmaya başladı Mustafa Ali. Canını yakmamak için oldukça özenliydi. Bir süre sonra hasret gidermeleri boğuşmaya dönüştüğünde ablası da odadan çıkmıştı.
"Anne. Anne bat. Dayımın üçtüne attadım." Mustafa Ali yerde, Yağız Efe de onun sırtına binmiş dayısının kolunu geriden tutuyordu.
"Tamam pes sen kazandın. Yemekler işe yaramış Yağız Efe."
Yağız Efe annesi ve anneannesinin dayın yoruldu bırak temalı azarlarından yılıp kendini dayısının sırtından aşağıya bıraktı.
Mustafa Ali çıkacağı saate kadar duş alıp, yemek yiyip aradaki tüm boşluklarda Yağız Efe ile oynamıştı. Ve onunla konuşma pratiklerini yapmıştı. Yaşına göre hala konuşması düzelmemişti. Gittikleri uzmanlar babasının kaybı ile alakalı olduğunu söylüyorlardı. Mustafa Ali ise her boş vaktinde yeğenini sıkmadan konuşmasını düzeltmesine yardımcı oluyordu.
Mustafa Ali düğüne bir saat kala odasına geçip hazırlanmaya başladı. Küçük bir odası vardı. Duvarlarda çizimleri, yatağı, balkonu, kıyafet dolabı ve kitaplığı ile kendisine yetecek kadar odası vardı. Bir süre çizdiği resimlere baksa da gözü kitaplığındaki kitabına kaydığında dikkatinin dağılmasına engel olamamıştı. İlk sayfadaki çiçeklere baktı uzunca. Her eve geldiğinde yaptığı gibi. Sonra pişman olup hızla yerine bıraktı ve dolabına döndü. Düz siyah bir polo yaka tişört ve siyah kumaş pantolon bulup giymişti. Üzerine de her ihtimale karşı ceket giymişti.
"Ben anlamıyorum. Bu kadar yakışıklı olup nasıl yalnız kalabiliyorsun?"
Ablasının gömmeli iltifatını kabul etmedi. Kendisi gibi yeşil gözleri olan ablasının bakışlarında muzip bir ifade vardı. Omzunda değil üç yıldız, galaksiler olsa yine de onu zorbalayacaktı. Bu biraz da ablalığın şanındandı.
"Yalnız değilim ablasının gülü."
Narin heyecanla ellerini çırptı. Önüne düşen sarı saçlarını kulaklarının arkasına attı. Baş göz etmek için annesi ile canını dişine taktığı kardeşi nihayet yalnız olmadığını söylüyordu.
"Şaka yapıyorsun! Kim o? Yoksa yine askeriyeden mi?"
Mustafa Ali kaşlarını kaldırdı.
"Ya kim? Nereden? Ne iş yapıyor?"
Mustafa Ali en pislik gülüşünü attı. Ki Narin bu bakışı çok iyi biliyordu. Hayalleri yerle bir olmuştu.
"E siz varsınız ya. Annem, sen aslan yeğenim."
Narin kardeşinin poposuna sertçe bir tekme attı.
"Sen çok salaksın Mustafa Ali. Gerçekten çok salaksın."
Az sonra yapacağı hareketin önüne 32 yaşında olması ya da yüzbaşı olması engel olamamıştı.
"Anne! Kızın bana salak dedi." "Anne oğlun beni kandırdı."
Birbirlerine dil çıkardılar.
"Şu halinize bak. Koca eşekler."
Annesi koridordan geçerken kınayan bakışlarını atmıştı. Daha sonra yakışıklı oğluna okuyup üflemişti. Mustafa Ali ablası ile didişerek ve Yağız Efe'nin siparişleri evden çıkmıştı. Arabasına atlayıp konum açtı. Navigasyondaki hanımefendi bile ona Aybüke'yi hatırlatıyordu. Sıkıntı ile teybe uzandı. Dosyasından sevdikleri ortak şarkıyı silmişti.
Daha fazla arabasında vakit geçirmek istemediği için hızlanmıştı. Ne kadar hızlı giderse o kadar iyiydi onun için. Işıklara geldiğinde telefonuna bir bildirim düşmüştü.
'Aybüke Manas sizi takip etmek istiyor.'
Önce algılayamadı. Bir süre gerçekten algılayamadı. Hayal görüp görmediğini düşündü ki çok sevgili Ankaralılar yükselen korna sesi ile bölmüşlerdi Mustafa Ali'nin düşüncelerini. Tekrar hareketlenip düğün salonuna kadar karışık kafası ile gelmişti.
Otoparkta Taha'yı gördüğünde hızlı adımlarla yanına koştu. Taha gözlerinin rengini ortaya çıkaran mavi bir gömlek ve krem rengi keten bir pantolon giymişti. Sarı saçlarını arabasının camına bakarak düzeltirken sadece Mustafa Ali'nin değil gelip geçen kadınların da ilgi odağıydı.
Ama Taha üzerindeki bakışların hiç birini fark etmeden koşturarak kendine yaklaşan devresine güldü .
"Mustaalim. Beni bu kadar özleme. Tamam ben de seni seviyorum devrem ama bu kadar özlem bize fazla."
Mustafa Ali arkadaşını duymamıştı bile. Aklı o kadar doluydu ki, binlerce ihtimal geçiyordu aklından. Oldukça donuk bir ifade ile baktı Taha'ya.
"Aybüke bana istek attı."
Taha bilmiş bir ifade ile göz devirdi. Selam sabahsız konuya dalan arkadaşının heyecanından dolayı tavrını es geçmişti. Ancak bahsettiği şey, gerçekten de Mustafa Ali'nin aklını başından almaya yetecek kadar önemliydi.
"Kusura bakma kardeşim ama binbaşının yavuklusu kaos istiyor. "
Kafasına bir şaplak geçirdi. Aybüke hakkında itham ettiği şey onu kızdırmıştı.
"Tamam vurma lan. Belki o da seni hatırladı kardeşim. Harp okulu mezuniyetini hatırladı. Olamaz mı?"
Olabilir miydi? Olmaması şu an Mustafa Ali için çok daha sağlıklıydı. Umudunu kaybetmek için çabaladıkça umudu inatçı bir çocuk gibi ortaya çıkıyordu. Ve o umut ayaklarını yere vura vura Aybüke, diye ağlıyordu.
"Binbaşının kulağına giderse var ya ben bittim. Nasıl söylerim böyle bir şeyi?"
"Neymiş o benim kulağıma gelmemesi gereken malumat."
Duydukları tok sesin peşinden bir yutkunma sesi daha gelmişti, Mustafa Ali'den. Tam da kucağına düşmüştü bomba. Taha ve Mustafa Ali aynı anda arkaya döndü. Ve selama geçti.
"Şey komutanım?"
Ne diyeceğini düşündü bir süre. Kaşları olabildiğince çatılırken imdadına Taha yetişmişti.
"Komutanım. Mustafa Ali komutanım ve biz yani Kürşadlar olarak sizi de halı saha maçımıza davet etmek istemiştik. Sözcü olarak da Mustafa Ali komutanımda karar kılmıştık. Çünkü onun fikriydi. Onun üzerine konuşuyorduk."
Taha ustalıkla ortamı yumuşatmaya çalışırken Mustafa Ali'nin gözleri Aybüke'ye kaymıştı. Birkaç adım arkada kalıp telefonda konuşuyordu. Siyah düz bir elbise giymişti. Saçlarını yukarıdan at kuyruğu yapmıştı. Oldukça asil görünüyordu. Taha onun kıçını kurtarırken o Aybüke ile ne kadar uyumlu olduğunu düşünüyordu. İkisi de siyah siyah giyinmişti.
"Tanış." "Emredin komutanım." "Duymamış olayım." "Emredin komutanım."
Binbaşı geriye dönüp Aybüke'yi koluna taktı. İkisi salona giden çiçekli yolda ilerlerken Taha arabasına yaslandı.
"Komutanım. Ben olmasam şu an asker olarak son gününüz olacaktı."
Mustafa Ali, Taha'ya kızmak istese bile son derece haklıydı.
"Oğlum! Üzerimden tır geçse gam yemezdim, ki bilirsin geçmişliği var."
"Abartma Mustaali. Alt tarafı arabaydı."
"Karıştırma oraları altında kalınca hiç bir araç fark etmiyor. Ne diyordum? Ha. Aşık olma kardeşim. Olacaksan da araştır bir önden. Bak bakalım hanımefendi evli mi bekar mı? Sevdiği var mı yok mu?"
Mustafa Ali lafını bitirir bitirmez yüzünü ovuşturdu pişmanlıkla. Pot kırdığını Taha'nın gülen yüzünün solması ile anlamıştı. Kendine derdine düşüp, düşünmeden konuşmuştu.
"Kasma bu kadar Mustaali. Hayatta hiç bir şeyi boşa yaşamayız. Bakalım Mevlam neyler neylerse güzel eyler. "
Garip bakışlarla baktı senelerdir tanıdığı arkadaşına. Gülse mi ciddiye mi alsa bilemedi. Tankını satan bilge komutan laflarının ardından Taha ellerini cebine atıp poz kese kese salona doğru yürümeye başladı. Aynı zamanda salona girdiklerinde tim için ayrılmış masayı gördüler.
Herkes masadaydı. Sinan çoktan yemek faslına başlamıştı. Begüm Çağatay'a telefondan komik videolar gösterirken Korkut'un meşhur bakışları ikisinin üzerinde gidip geliyordu. Fırat ise Meryem ile fotoğraf çekiniyordu. Kalan sandalyelere Taha ve Mustafa Ali oturduğunda Korkut hemen bir sohbet açmıştı. Taha şaşırmıştı bu duruma. Arkadaşını tanımasa ne kadar sıcakkanlı diyecekti. En yakın zamanda dayak yeme pahasına da olsa ifadesini alacaktı.
(Medyadaki şarkıyı burada açabilirsiniz..)
Düğünde çalan müziklerden anlaşılıyordu ki düğünde taraflardan biri Kafkaslardan göçmüştü. Ve çok sık aralıklarla Kafkas dansları oynamıyordu.
Mustafa Ali bu görsel şölene ilk defa kayıtsız kalmıştı. Onun için şölen karşıda koskoca albaylara kahkahalar attıran Aybüke'ydi. Can alıcı bir şölen oluyordu Mustafa Ali içi. Müziğe ve insanların neşe dolu çığlıklarına rağmen onun insana renk veren kahkahasını duyuyor gibiydi.
Sonra Aybüke, Binbaşının koluna dokundu. Ve bakışları ile işaret ettiğinde binbaşı önce albaylara döndü. Kafaları ile onay verdiklerini görebiliyordu Mustafa Ali. Önce bir sorun olduğunu düşündü. Hatta Bumin Kağan Binbaşı ayağa kalkıp ceketini çıkardığı sırada bütün tim bir sorun olduğunu düşünüp ona dönmüştü. Aybüke'nin elini havada tutarak sahnede dans edenlerin arasına girdiklerinde Mustafa Ali bu görüntü karşısında daha çok şaşırmıştı.
"Bakın asıl şov şimdi başlıyor. Binbaşım ve Aybüke Kafkas göçmeniler. O kadar güzel dans ederler ki."
Begüm arkadaşlarına bilgi verirken bir yandan da ayaklanıp alkış tutanların arasına doğru ilerlemeye başladı. Her zaman olduğu gibi Kürşadlar da bu dişi kurdu takip ediyordu. Diğerleri alkış tutarken Mustafa Ali sevdiği kadının sahnede süzülüşünü izliyordu. Özellikle siyah elbise seçmiş gibiydi. İnce vücudu kuğu gibiydi. O kadar küçük adımlar atıyordu ki yürümüyor gibi görünüyordu. Kendisi ile beraber dansın ahengine siyah saçları da katıldığında Mustafa Ali daha önce böylesine güzel bir yangının içine düşmediğini fark etmişti.
Onların sahneye çıkması ile insanlar masalarından kalkıp pistin etrafına doluşmuşlardı.
"Binbaşınız baya havalı yalnız. Ne kadar güzel dans ediyorlar. Aşkım biz de düğünde Kafkas dansı yapalım mı?"
Konu birden kendisine gelince Fırat kafasını salladı.
"E aşkım hani zeybek olacaktı?"
Omuz silkti Meryem. Hayranlıkla izlemeye devam etti.
Aybüke yerdeki bakışlarını kolu ile beraber asil bir şekilde kaldırırken Mustafa Ali ile göz göze gelmişti. Ve çekmemişti bakışlarını. Bilekleri kıvrak bir şekilde bir sağa bir sola dönerken Mustafa Ali'yi hakimiyeti altına almaya yemin etmiş gibiydi Aybüke Manas.
Aybüke süzülürken bir kuğu gibi binbaşı birden hızlanarak ayaklarını sertçe yere vurmaya başladı. Ve o anda Mustafa Ali'nin görüş açısına da girmişti. Binbaşı ileriye doğru uzattığı kolunun altına o siyah kuğuyu alırken sahiplenici bir imaj sergiliyordu. Birbirlerine bakışları altında ezildi Mustafa Ali. Aybüke en güzel gülümsemesi ile binbaşına bakarken binbaşı ise dünyanın en narin varlığına bakar gibi bakıyordu.
O kadar iyi oynuyorlardı ki inkar kabul etmezdi. Zaten diğer konuklar da bunu onaylamış olsalar gerek ki pistte sadece ikisi kalmıştı. Etraflarını çevreleyen kocaman kalabalığın arasında insanları hayranlığa sürüklüyorlardı.
Mustafa Ali ise kaçmaya çalıştıkça kendini ona bakan Aybüke'ye bakarken buluyordu. İstemsizce gülümsedi. Hayranlığından gülümsedi, gördüğü en güzel kadın olduğu için gülümsedi. Sonra binbaşı ile göz göze geldi.
Mustafa Ali ona küçük bir baş selamı verip hızla düğün salonundan dışarı attı kendini. Saçmalıyordu. Büyük saçmalıyordu. Dünya üzerindeki en olmaz kadına vurulmamalıydı. Hayatını kurtaran adamın, yeğeninin hayatını kurtaran adamın, minnet borcu olan adamın hayatındaki kadına vurulmamalıydı. Engel olamıyorsa da olana kadar sevgisini içinde yaşamalıydı. Şu an babası onun bu halini görse yüzüne tükürürdü.
Mustafa Ali ahlakı ile kalbi arasında sıkışmıştı. Onu kurtaracak hiçbir şey yoktu artık. O da kaçmayı tercih etti.
Mustafa Ali gibi Kürşadlar da düğünün sonuna kadar kalmamışlardı. Yarın bir operasyon toplantısı olacaktı. Ve devamında operasyon hazırlıkları. Binbaşı kısa bir aradan sonra Kürşadları Çin Saray'ına sefere çıkarmaya karar vermişti. Fırat ve Meryem operasyon öncesi vakit geçirmek için düğünden erken çıkmışlardı. Mustafa Ali zaten ortalıkta yoktu saatlerdir. Düğün çıkışı Begüm Aybüke'yi gitmeden yakalamıştı.
"Aybüke. Eğer yarın işim çıkmazsa beraber bir kahve içelim mi? Kaç gündür arayamıyorum da seni. Hem konuşacak çok şeyimiz var gibi duruyor."
Aybüke içten bir gülümseme ile arkadaşına sarıldı.
"O Binbaşına söyle yarın erken bıraksın benim arkadaşımı."
"Ne diyecek? Komutanım Aybüke ile kahve içeceğiz de bana bir istirahat verir misiniz mi diyecek? Valla Begüm'ün tayinini JÖAK'tan Kahve Dünyası'na yazdırır."
Begüm ve Aybüke aynı anda göz devirdiler. Korkut seneler sonra bile bu kadar senkronize olmalarına anlam veremiyordu.
"Sizi böyle bir arada görmeyeli baya oldu."
Bumin Kağan yanlarına yaklaştığında Korkut'un omzunu sıkmıştı dostça. Ancak Korkut'un değişen anlık yüz ifadesini sadece Begüm görmüştü.
"Sen artık tayin yerinde mutmain olursan ben de arkadaşlarımla daha sık görüşebilirim. Malum, sen nereye ben oraya. Yemin ediyorum meslek hayatında benim kadar kurum değiştiren bir öğretmen daha yoktur. "
Cümlesinin sonlarını arkadaşlarına bakarak söylemişti. Binbaşı Aykızını kolunun altına çekti.
"Daha önce yüz kere tartıştığımız konuları bir daha açmayalım Aybüke. Gençler size iyi geceler. Yarın sabah hepinizi sağlam kafayla bekliyorum."
Binbaşının sesini ulaştırdığı her askeri selama geçmişti. "Emredersiniz komutanım."
Aybüke ve Bumin Kağan arabalarına doğru ilerlerken Çağatay Begüm'e biraz daha yaklaşmıştı.
"Begüm işin yoksa arkadaşının kahve sırasını ben almak isterim. Bana sözün vardı hatırlatırım."
Begüm çok isterdi. Ancak daha öncelikli işleri vardı. Çağatay'a döndü.
"Korkut ile biraz işimiz var Çağatay. Başka bir zamana erteleyelim mi? Gelişin süpriz olduğu için plan yapamadım çünkü."
Anlayışla gülümsedi Çağatay.
"Komutanım. İşiniz yoksa beraber dönelim kışlaya."
Sinan elinde koca bir sandviçle gelirken Çağatay'ın gülümsemesi daha da büyümüştü. Düğünde böyle bir ekmek bulabilmek için neler yaptığını düşünmek bile istemedi Çağatay.
Sinan ve Çağatay arkadaşlarına veda edip uzaklaşırken Begüm ve Korkut baş başa kalmıştı. "Ne işimiz varmış bizim?"
Begüm son birkaç haftadır Korkut'un birşeyler karıştırdığına emindi. Şimdi ise bunun hesabını sormanın vakti gelmişti.
"Öncelikle iki haftadır eve neden doğru düzgün gelmediğini anlatarak başlayabilir bence."
Arabaların arkasından Taha çıktığında ikisi de neden sakin birkaç dakika geçirdiklerini anlamışlardı.
"İnanır mısın Taha? Ben de son iki haftadır ne karıştırdığını soracaktım. Eğitimlere uykulu gelmeler, sigaraya tekrar başlamalar..."
Taha arabasının kilidini açıp sürücü koltuğunun kapısını açtı. Sonra hareket etmeyen arkadaşlarına baktı.
"Ne bekliyorsunuz? Davetiye mi?"
"Taha. Ortalığı karıştırma. İşlerim var diyorum sana. Sen Begüm'ü evine bırak. Salın bu gece beni."
Begüm kollarını göğsünde birleştirdi. Ve arabayı işaret etti gözleri ile. Bu defa itiraz etmişti Korkut.
"Begüm. Aynısı senin için de geçerli. Bu gece değil."
Taha arabasının kapısını kapatıp yanlarına geldi.
"Farkında mısın bilmiyorum ama biz de askeriz kardeşim. Yani sana bile fark ettirmeden ne halt yediğini öğrenebiliriz. Sadece bunu senden duymak istiyoruz. O yüzden bin şu arabaya. Hadi kardeşim."
Korkut çenesini ovuşturdu. Sonra da stresle ofladı.
"Begüm Çağatay'la arasında olanı anlatırsa neden olmasın?"
Taha elini göğsüne koyup gözlerini belertmişti. Arkadaşlarımı çok mu başı boş bırakıyorum acaba diye düşünmeden edemedi.
Begüm Korkut'un burnun ucuna kadar geldi. "Benim açıklayamayacağım hiç bir şey yok yüzbaşı. Senin aksine. O yüzden iki haftadır ne karıştırdığını anlatacaksın."
Sözlerini söylerken az önce binbaşının sıktığı omzunu sıkmaya başladı. Korkut bir yere kadar sakinliğini koruyabildiyse de canının acımasına daha fazla dayanamamıştı. Yarası yeniydi. Anlık bir hamle ile omzunu kurtardı. İlk önce Begüm'ün bırakmasını tercih ederdi.
"Tamam Begüm. Bin şu arabaya da bir paslaşalım aylar sonra."
Begüm hiç bozuntuya vermedi ama öfkelenmişti. Yumruğunu sertçe hareketlendirip çenesinin tam altında elini durdurdu.
"Sivilde emirleri benim verdiğimi hatırlaman iyi oldu yüzbaşı. Tekrarı olmasın. O gitmediğin evi başına yıktırma bana."
Begüm arabaya doğru ilerlerken Korkut başını iki yana salladı. Başka biri olsaydı bu lafları eden söylediği her bir harf için onu pişman ederdi. Ama Begüm'dü o.
"Ya Korkut'a şöyle köpek çekebilmek için milyonlar verirdim. Begüm ne olur bize daha çok gel. Hatta şafak baskını ile döv şu adamı. Dişi bozkurdum benim."
"Çok konuşma istersen Taha. Yoksa yarım kalan kroşemi senin bebek suratında tamamlarım."
Bu defa keyiflenen Korkut olmuştu. Taha yalandan bir korku ifadesi takınırken arkadaşları arabaya biniyordu. Begüm ön koltukta yerini alırken Korkut arka koltuğa bile sıkışmıştı boyundan dolayı. Gerçi Korkut değil de bir başkası bile olsa arka koltuğa geçmek zorundaydı. Çünkü Begüm'ün olduğu her an arabada ön koltuk onundu.
"Bana gidelim."
"O niyeymiş?"
Begüm alayla güldü.
"Üç erkeğin yaşadığı evden hijyen olarak yeterince verim alamayacağımı bildiğim için. "
"Yıldım ben senin bu cinsiyetçi söylemlerinden. Erkekler de temiz olabilir Begüm Hanım. Ne kadar yanlış bir iletişim şekli."
Begüm'ün gülüşü büyümüştü. Taha'nın kendinden emin duruşu ve senelerdir, tanıştıkları zaman kurduğu cümleyi her defasında ona geri iade etmesi hoşuna gidiyordu.
"Bunu da en son tezeklerin arasında mevzi alan keskin nişancı söylüyor. Kamufle olacağım diye boka battın be."
Taha kocaman bir kahkaha atarken elini arkada oturan Korkut'a yumruk şeklinde uzattığında aldığı karşılık kafasına bir şaplak olmuştu. Ancak beklediğinin aksine Korkut'tan değil Begüm'den gelmişti.
"En azından ben vatanım için görev icabı boka batıyorum. Sizin bir bahaneniz de yok."
Eve gidene kadar eski konuları açmışlardı. O zamanlar stres ve operasyon bilinci ile oldukları durumları şimdi gülerek anlatıyorlardı.
Begüm'ün evine geldiklerinde Taha ve Korkut mutfağa girmişti. Kutu gibiydi evi. Amerikan mutfak hem salona bakıyordu hem de küçük bir balkona açılıyordu.
"Ben makyajımı temizleyip geliyorum. Siz de çayı koyun. Annem haşhaşlı çörek yollamıştı. Onu da çıkarın dolaptan. Bir de çok açsanız dolapta yemek de var. Isıtın."
"Bu ne misafirperverlik. Valla gözlerim yaşardı. Bu kadar şımartma beni."
Taha söylenirken Korkut çoktan çaydanlığa yönelmişti. Begüm onu önemsemeden odasına doğru yol almıştı. Taha ise ne kadar söylense bile Begüm'ün dediklerini yapıyordu.
Korkut ve Taha mutfaktaki balkona küçük bir masa hazırlamışlardı. Geriye sadece çayın demini alması ve Begüm'ün gelmesi kalmıştı.
Begüm ise seve seve yaptığı makyajını temizleyip eşofmanlarını giymişti. İzinli olduğu ya da görevde olmadığı her gün makyaj yapıyordu. Yeterince eril bir meslek yaptığı için fırsat buldukça makyaj yapıp saçlarına özen gösteriyordu. Gerçi inatçı ve kıvırcık saçlarının bu özene çok karşılık veremiyordu.
Mutfağa girdiğinde kendisine çevrilmiş silah ile göz göze gelmişti.
Şaşkınlıktan kaşları çatılırken Taha işaret parmağını kulağına götürdü.
"Komutanım evde yabancı bir kadın tespit ettik. Bize doğru geliyor. Ah. Yanlış bilgi komutanım. Begüm makyajını silmiş. Pardon."
Taha pişkin pişkin sırıtırken Begüm bıkkınlıkla yüzünü kapattı.
"En yakın zamanda Binbaşı ile konuşacağım. Taha'yı verip yerine mermi alalım. Bu boş boğazlı ğa ben dayanamıyorum çünkü. Yemin ediyorum ergen kardeşimden kurtuldum diye sevinirken yüce Rabbim imtihanımı devam ettiriyor bununla."
Begüm sinirli sinirli konuşurken bir yandan da ocaktaki çayı bardaklara koyup yanlarına geçmişti. Asık bir suratla çayları uzatırken şirince sırıttı.
"Kızdın mı?" "Sence?"
Taha'nın gülüşü genişledi. Önce çayından bir yudum aldı ve gülümsemeye devam etti.
"İyi. Amacım da buydu zaten. "
Korkut masanın altından tekme attığında o güzel büyük gülümseme solmuştu acıyla. Korkut'un bakışlarını hissettiğinde Taha tekrar ciddiyetini takındı.
"Önce kim anlatmak ister olanı biteni?"
Çok sevdiği haşhaşlı çörekten büyük bir parça attı ağzına. Korkut ve Begüm ise bakışıyordu anlaşma gereği önce Begüm başlayacaktı.
"Çağatay ile aramda hiç bir şey yok. O yüzden sen devam ediyorsun Korkut."
Korkut alayla güldü. Ancak gülüşü çok hızlı bir şekilde yerini adının hakkını veren bir surat ifadesine bıraktı.
Taha ortamdaki gerginliğin soğuk rüzgarından üşümüştü. Begüm çoğu zaman neşe kaynağıydı timin. Hem gözü hem gülen yüzüydü onların. Ama ayda yılda bir gelen öfkesine yakalanmak demek eşittir ölüm fermanını imzalamak demekti Taha için.
"Dalga mı geçiyorsun Begüm? Çağatay geldiğinden beri dibinden ayrılmadın. Telefon konuşmalarınızı, izin gününde taa Bayburt'a gittiğini biliyorum. Yeme beni."
Korkut'un yüzünde derin bir hayal kırıklığı okunuyordu. Cebinden çıkardığı sigara dalını ateşledi Korkut. Begüm ile yüz yüze gelmektense dışarıya çevirdi bakışlarını. Taha ise kaçırdığı tüm detayları dinlerken ne düşüneceğini şaşırmıştı.
"Çağatay ile aramızda bir şey yok. Sadece..."
Begüm sıkıntı ile ofladığında Taha omzuna dostça dokundu.
"Ne sadece Begüm? Ne? Senin tarafından bir şey yoksa bile Çato tarafından baya büyük hisler olduğu belli."
Korkut hala kendisine bakmıyordu.
"Sana ne oğlum! İkisi de genç insanlar. İşleri güçleri yerinde. Begüm harika bir kadın, Çato desen on numara çocuk. Dişi bozkurdum iste..."
Korkut bakışları ile susturdu Taha'yı. Masanın üzerinde sadece kendisinin kullandığı küllüğe bastırdı izmartini.
"Olmaz. Çato isterse 100 numara adam olsun olmaz. Değil mi Begüm?"
İkisi de Begüm'e döndüğünde Begüm sadece dolu gözlerle Korkut 'a bakıyordu. Sadece kafasını salladı. Uzanıp sigaradan bir dal da o aldı. Ve titreyen elleri ile tutuşturdu sigaranın ucunu.
"Biliyorum Korkut. Biliyorum. Olmaz. Olmamalı. Olmayacak da. Sadece benim yüzümden vurulunca kendimi kötü hissettim. Onu koruyamadığım için kendimi kötü hissettim. Sen operasyonda yoktun. Görmedin yaptığım hatayı. Benim yüzümden şehit olabilirdi. "
Taha her ne kadar ikisi ile çok iyi arkadaş da olsa onların Ankara'ya gelmeden önceki hayatlarını bilmiyordu. Tam bir muammaydı. İkisi de ser verip sır vermiyordu. Aralarında zaman zaman sadece ikisinin anlayacağı konuşmalar geçiyordu.
"Ee Korkut Yüzbaşı. Begüm'ün ifadesini aldığına göre sizi dinliyorum efendim. Otağımıza neden teşrif etmiyorsunuz?" Taha önündeki boş tabağı kenara çekip ellerini masada birleştirdi. Begüm ise boşalan bardakları doldurmak için mutfağa gitmişti.
"Aranızda ne yaşandı bilmiyorum ama Begüm'e biraz baskı kurmuyor musun Korkut?"
Korkut sandalyesinde gerindi. Ve boynunu iki yana kırdı.
"Emin ol yaptığım şey dışarıdan baskı gibi dursa da onun için en iyi şeyi yaptığımı o biliyor."
Daha devam edecekti Korkut ancak Begüm gelince ayaklanıp elindeki tepsiyi aldı. Arada kibar olası tutuyordu elbette. Boşalan bardakları demi iyice oturmuş çayla tekrar dolduğunda Korkut derdini anlatmaya başladı.
"Aslında bu kadar sessiz kalmamın iki sebebi var. Yeni operasyon planlanıyor biliyorsunuz. Neden bilmiyorum ama binbaşı ilk defa benden farklı bir istihbarat istedi. Örgüte sızmak kadar kolay olmadığı için onunla uğraşıyorum. Benim de aşina olmadığım bir yöntem istiyor benden. Eve gelmeden önce acımasızca bastırdığın yara da o sırada açıldı zaten. İkincisi ise Binbaşının eve gidemediği zamanlarda, ikinci görevim olan Aybüke Manas nöbetimi icra ediyorum. "
Gülerek Begüm'e baktığında Begüm aydınlanmış gibiydi. Ve o da gülmeye başladı.
"Tahmin etmeliydim. Nasıl kaçırdım bu detayı?"
Taha neden Aybüke için nöbet tuttuklarını anlamıyordu. Aklından türlü türlü ihtimaller ve sorular geçerken dayanamayıp sormuştu.
"Şu binbaşının sevgilisi önemli biri mi? Niye nöbet emri alıyorsun ki?"
Begüm ve Korkut birbirlerine bakıp kahkaha atmaya başladılar. Taha'nın şahit olduğu 3 ya da 4. Korkut kahkahasıydı bu. Korkut kısa tutsa bile Begüm kendini durduramamıştı.
Taha ise söylediği sözlerin komik olanı hangisiydi onu bulmaya çalışıyordu. Arkadaşlarının eğlencesine ortak olmak için alık alık gülse bile hala anlam veremiyordu.
"Komik olan ne bu kadar?"
Korkut çayından bir yudum daha aldı.
"Aybüke Manas nöbeti Begüm ve benim ikinci mesleğimiz kardeşim. Emirle yapmıyoruz. Aksine seve seve gönüllü oluyoruz. İnşallah onu tanıdıkça ne demek istediğimizi anlayacaksın. Ama Allah aşkına binbaşı ile Aybüke 'yi sevgili olarak nasıl düşünebildin? Adamın yeğeni lan. Dayısı Aybüke'nin."
Taha'nın içinde çoktan düğün alayı kurulmuş, sağdıçlığı onaylanmıştı. Biricik dostuna, devresine bu kutlu haberi bir an önce yetiştirmeliydi.
"Harbiden Taha. Her şeyi geçtim, binbaşıyla Aybüke'yi nasıl bir arada düşünebildin? Tamam o kadar benzemiyorlar yüz olarak ama yine de 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi."
Taha onların küçük eğlencelerine bu sefer içten bir şekilde dahil olabilmişti.
"Siz bildiğiniz için komik geldi ama dışarıdan çok yakın oldukları için sevgili gibiydiler. Ne bileyim? Her tayin yerine götürmüş ya onu, akşam öyle bahsediyordu."
"Binbaşı için dünya bir yana Aybüke bir yana. Ayrıca bu kadar yanından ayırmamasının sebebi hem Aybüke çok küçükken babasının şehit olması, hem de binbaşı henüz binbaşı değilken bir görev yüzünden Aybüke'yi esir almışlardı. O yüzden çok hassas bu konuda. Kendini hala suçlu hissediyor."
Korkut'u onayladı Begüm.
"Ayrıca Aybüke o kadar farklı biri ki, yani onu sevmek için çabalamazsın. O zaten kendini sevdirir. Kapısında nöbet tutmamızın sebebi bu. Dayısı ayrı kıymetli bizim için yeğeni ayrı kıymetli."
Taha'nın bir an önce gidip olanı biteni devresine anlatması gerekiyordu. Ancak problemi ortadan kalkmış mıydı yoksa daha da büyümüş müydü emin olamadı Taha.
Mustaali'sinin binbaşının sevgilisine mi aşık olması daha az acılı bir ölüm getirirdi yoksa binbaşının canından bile daha çok koruduğu, kapısına yüzbaşıları nöbetçi olarak tayin ettirdiği yeğeni mi diye düşündü.
Am a tüm bu olumsuz düşüncelerin arasında ışıl ışıl parlayan bir düşünce daha vardı ki o da ; düğünümüz var a dostlar düşüncesiydi.
. . . . .
(MUSTAFA ALİ ARTIK MUSTAFA ALİ CABBAR DEĞİL DKDLSŞŞSŞS) |
0% |