@darulfiru
|
• Yarım açık camdan süzülen rüzgar yüzünde gezinirken içi gergin ancak yüzünde ondan hiç gitmeyen gülümsemesi vardı. Onu da düğünde görmüş olmanın mutluluğuydu gülümsemesinin sebebi. İçinin gergin olmasının sebebi ise telefonuna saatlerdir gelmemiş olan bildirim sesiydi. Kendisini takipten çıktığını fark edip inatla tekrar istek atmıştı. Ancak bir geri dönüş alamamıştı Aybüke. Düğünde herkesten önce çıkmasına anlam verememişti Aybüke. Düşünceleri telefonuna gelen bildirim sesi ile bölündüğünde telaşla gelen bildirime baktı. Ve aniden kaşları çatıldı. "Hayırdır Aybüke? Elinden telefon düşmez oldu. Bilmem gereken bir şey mi var?" Bumin Kağan'ın sorgulayıcı ses tonuna karşılık gülümsemesini geri takındı. Ve işaret parmağı ile boğazına vurdu. "Neredee? Tık yok valla. Ben de şans ne gezer dayısının gülü?" Keyifle gülümsedi binbaşı. Aykızının yanına kimseyi yakıştıramıyordu. Onu kendisi bile koruyamıyorken bir başkasına asla güvenmiyordu. Aybüke ise söylediği ufak yalanın pişmanlığını yaşamayı reddetmişti. Aslında tam olarak yalan sayılmazdı. Hali hazırda sevgilisi yoktu. Sadece aklını başından alan biri vardı. O kadarcıktı. "Bunu şanssızlık olarak görme Aybüke. Sadece karşına seni hak edecek insanlar çıkmadı. Eminim bir gün karşına elini tutup hayatına aldığına değecek biri elbette çıkacak." Tabi ki Bumin Kağan, Aybüke kimi getirirse getirsin önce detaylı bir GBT sorgulaması yapıp askeri eğitimlere maruz bırakacaktı. Sadece yeğenini ürkütmek istemiyordu. "İnan bana gram etkilenmedim şu söylediğinden. Yemezler binbaşı. Üniversitede Ahmet'e yaptıklarını unutmadım. Sadece yemeğe davet etmişti. Sonra sırf benden hoşlandı diye askerin Bora'ya çektirdiğin işkenceleri de hatırlıyor gibiyim." "Delikanlı olsalardı da sevdalarının arkasında dursaydılar. Hele Bora iti. Altına işedi lan. " Kağan tabiri caizse hayvan gibi kahkaha atmıştı. "Kusura bakma dayı da Yeşilçam filmi çekmiyoruz. Neden insanlar benimle beraber olmak için bedel ödesinler ki? Neyim ben İngiltere Prensesi mi?" "İngiltere'yi bilmem ama benim prensesimsin Aykız. Her güzel şeyin bedeli vardır. Senin kadar güzel sevebilen insanlara ver sevgini. Herkes her sevgiyi hak etmez. Anlaştık mı?" Huzurla gülümsedi Aybüke. Ve kafası ile onayladı. Yine de dayısının uyguladığı yaptırımlardan hoşlanmıyordu. Tekrardan yola döndüklerinde teypten gelen ses ile daha çok heyecanlanmıştı Aybüke. Uzanıp sesi biraz daha açtı. "Senin ki çıkmış yine." Yine neşe ile şakımıştı Aybüke. Çocukken babası ile söylüyordu bu şarkıyı. Radyoda her çaldığında babası ile dans ediyordu. Sanıyordu ki Aybüke bu şarkıyı babası kendisine yazmıştı. O yüzden çok seviyordu. Mustafa Ali de en sevdiği şarkı olduğunu söylediğinde o kadar mutlu olmuştu ki Aybüke. Daha çok sevmeye başlamıştı bu şarkıyı. "Dağda duman çen gözel Aybüke bileklerini büyük bir asaletle kıvırıken Bumin Kağan'ın gülüşü daha da güzelleşmiş, o da tek eli ile oynuyordu. Düğünde oynadıkları Kafkas havaları onlara yetmemişti. "Ay menim Arzu gızım Çocukluklarından beri yaptıkları düet önlerine kırılan araba yarıda kalırken Bumin Kağan söve söve frene sertçe frene basmıştı. Bir yandan da torpidoya uzanıp yedek silahını Aybüke'ye vermişti. "Eğ başını Aybüke! Sakın çıkarma!" Önlerindeki aracın camlarından çıkan adamlar umursamazca arabalarını kurşunlarken Bumin Kağan arabanın kapısını açıp kendine siper almıştı. Çoktan en yakınlarındaki adamlardan birini indirirken bir yandan da Aybüke'ye kafasını çıkarmaması için sürekli uyarıyordu. Aybüke ise korku dolu çığlıklar atıyordu. "Kimsiniz lan?" Binbaşı kafasını çıkaramıyordu. Dakikalardır yoğun bir ateş altındaydılar. Son bir kaç mermisi kaldığında Aybüke'ye seslendi. "Kafanı çıkarmadan silahını uzat. Sakın kafanı çıkarma Aybüke." Aybüke üzerine saçılmış cam kırıkları içerisinde titreyerek uzatmaya çalıştı silahı. Silah kendisine ulaştığında son kez kafasını kaldırdı dikkatle. Arabanın sağında kalan adamları öldürmesi pozisyonundan dolayı zordu. Ağır makineli tüfekle gelmişti adamlar. Aldığı isabetlerde silahını daha ateşlememişti ki geriye kalan adamlar başlarından kurşunlanmıştı. Birkaçı çıktıkları camdan yere düşerken onlara saldıran araç son süratle geldiği gibi gitmeye başladı. Bumin Kağan ise etrafa bakındı. Giden arabanın peşinden kurşun sıkan adama baktı. Gördüğü yüzle rahat bir nefes alıp yere çöktü. "Komutanım! İyi misiniz? Yaralandınız mı?" Mustafa Ali silahını beline takarken koşarak yanına gelmişti. Bumin Kağan, Mustafa Ali'nin uzattığı el ile ayaklandığında Aybüke de kafasını uzatıp onlara baktı. Sinir krizi geçiriyor gibi bir ifadesi vardı. "Gittiler güzelim. Geçti." Bumin Kağan diğer tarafa geçip Aybüke'yi arabadan çıkarmaya çalışırken Aybüke korku ile sormuştu. "İyi misin Kağan? Yaralanmadın değil mi?" "Ben iyiyim. Gerçekten iyiyim." Bumin Kağan, Aybüke'yi kaldırıma oturtup saçlarına ve üstüne saçılmış camları temizlemeye başladığında Mustafa Ali su ile geldi. Su ile önce yüzünü ıslattı yeğeninin. Sonra içirmeye çalıştı. "Kim olduklarını biliyor musunuz komutanım?" Binbaşı kaşları ile yeğenini işaret etti. Kim olduklarını gayet iyi biliyordu. Ancak yeterince korkmuş Aybüke için şimdilik konuyu kapatmayı tercih etti. "Kimdi onlar? Bize kim saldırdı Kağan?" Bumin Kağan, Aybüke'nin yanaklarını tuttu. Akan yaşlarını sildi özenle. "Trafik magandaları işte. Bizimle alakalı değil. Tamam mı? Geçti bak. İyiyiz." Aybüke sadece başını salladı. Mustafa Ali ise binbaşından müsade isteyip Aybüke'nin konuşulanları duymayacağı bir yere çekti onu. "Komutanım. Mesajınızı alır almaz geldim. Bu adam..." "Hangi mesaj Tanış?" Kafa karışıklığı ile beraber kaşları çatıldı binbaşının. Mustafa Ali ise bu cevabı beklemiyor olduğundan dolayı şaşırmıştı. "Bana attığınız mesaj komutanım. Konum atmışsınız. Takip ediliyoruz. Yardıma gel diye." Binbaşının ağzından bir küfür çıktı. Kendisine uzatılan ekrana baktığında kendi numarası olduğunu gördü. Daha sonra kendi telefonuna baktı. Mustafa Ali'nin numarasına baktığında hiç bir mesaj görünmüyordu. "Komutanım. Ters giden bir şeyler var." Kafası ile onayladı Bumin Kağan. Ancak düşünemeyecek kadar streslenmişti. Birkaç dakika sonra polis sirenleri duyulduğunda Aybüke korku ile yanlarına geldi. Ve yerde yatan adamlara baktı. Yüzündeki ifade daha dehşet ve panik halini almıştı. "Polis de geldi. Ne oldu? Niye?" Mustafa Ali her zaman gülüşüne aşina olduğu Aybüke'nin güzel yüzünde hakim olan korku ile yaralamıştı kendini. "Klasik prosedürler Aybüke Hanım. Telaşlanmayın." Polis arabasından iki memur çıktığında Mustafa Ali silahına tekrar davranıp yerde yatan adamların yanına doğru ilerledi. "Geçmiş olsun komutanım." Binbaşı kafasını salladı sadece. Ve Aybüke'ye döndü. "Sen Mustafa Ali'nin arabasına git tamam mı? Orada bekle beni." Aybüke bir an tereddüt etse bile kabul etti. O ürkek adımlarla karşı şeritteki arabaya ilerlerken binbaşı gelen polislerden birine yaşanan olayı anlatıyordu. Diğer polis ise Mustafa Ali'nin yanına doğru ilerlemişti. Birlikte ölen adamların üzerlerini arıyorlardı. "Komutanım. Tem'den aldığımız bilgilere göre örgütten olma ihtimalleri var. Göreve geldiğinizde Ekrem Kozan'ın tutuklanmasını sağlamışsınız. Doğru mudur?" Onayladı binbaşı. "Komiserim. Adamlar ölmüşler. Üzerlerinden kimlik çıkmadı. Cesetler için bir ambulans çağırdım. Konuşturacağımız kimse yok şimdilik. Ne yapalım?" Komiser telsize bilgileri geçti. Ve binbaşına döndü. "Komutanım. İyi hissediyorsanız eğer sizleri ve hanımefendiyi ifadeye alsak iyi olur. " Binbaşı Mustafa Ali'nin arabasına doğru baktı. Ve derin bir nefes bıraktı. Korkudan tüm vücudunun kasıldığını o an fark etmişti. Ki bu kasılma beraberinde derin bir sırt ağrısı da bırakmıştı. Yine de düşündüğü tek şey Aybüke'siydi. "Aybüke şu an ifade verebilecek durumda değil. Sizin için de uygunsa ben geleyim. Hem de Tem'deki dostlarımı bir ziyaret edeyim. Askerim de Aybüke ile kalsın. Onlar da daha uygun bir zamanda gelsinler. Zaten Mustafa Ali Yüzbaşı olayın sonunda geldi. Aybüke ise çok önemli detaylara şahitlik etmedi. Şimdilik bana bu iyiliği yaparsanız sevinirim. Aybüke çok hassas bu konuda." Komiser onayladığında Mustafa Ali'ye döndü binbaşı. "Mustafa Ali. Zahmet olmayacaksa Aybüke'yi size götür. Ben ifade verip yanınıza gelirim. Alırım Aybüke'yi. " "Emredersiniz komutanım. Ne demek. Hatta sizin için uygunsa arabamın anahtarını size vereyim. Taksi ile uğraşmayın dönüşte." Mustafa Ali hiç cevap beklemeden anahtarını çıkardı. "Siz ne ile gideceksiniz?" Binbaşı o an aklından türlü türlü kötü ihtimalli senaryolar geçiriyordu. "Komutanım. Bizim arkadaşlar sizi evinize bırakır. Dert etmeyin. Komutanım da Aybüke Hanım ile taksi bulmaya uğraşmasın." Komiserin teklifi ile duygulanmıştı Bumin Kağan. Ancak belli edemeyecek kadar öfkeliydi. Kabul etti her ikisi de. Bumin Kağan önce müsade isteyip Mustafa Ali ile Aybüke'nin yanına gitti. "Evimize mi gidiyoruz? Ne oldu?" Yeğenine sarıldı Bumin Kağan. Saçlarının arasına karışmış camları son defa temizledi o sırada. Biraz geri çekilip çenesini tuttu parmak uçları ile. Yüzünde ise babacan bir şefkat vardı. "Sen şimdi Mustafa Ali ile gidiyorsun. Ben de ifade verip geliyorum. Anlaşıldı mı?" Birkaç adım geriledi Aybüke. Akan yaşlarını tutamayacağını fark edince silmekle de uğraşmadı. "Seninle geleceğim. Yine saldırırsalar sana! Olmaz Kağan." "İtiraz etme kızım bir kere de. Dediğimi yap. Zaten çok bir işim yok. İfade vereceğim. Beni geri polis arkadaşlar getirecek. Sakinleş. Geçti gitti. Hadi Aybüke. Bir de aklım sen de kalmasın." Mustafa Ali'ye baktı. "Dikkat edin." "Emredersiniz komutanım." Gideceği sırada Aybüke kendine çekti dayısını. Ve sıkıca sarıldı bir kere daha. Onu da kaybetmek istemediği için sanki sıkıca sarılsa hiç gitmeyecek gibi hissetmişti. Dayısının gidişini izledi biraz. Polis aracı ilerlediği sırada Bumin Kağan arabanın içinden el salladı. Aybüke zorla gülümsedi. "Buyrun Aybüke Hanım." Kendisine açılan kapıya doğru ilerleyip kendini koltuğa bıraktı. Mustafa Ali vakit kaybetmeden bindi arabasına. "İyi misiniz Aybüke Hanım? Yapabileceğim bir şey var mı?" Kafasını salladı Aybüke. İstediği tek şey dayısıydı. "Daha geleli birkaç hafta oldu olmadı, şu başımıza gelen olaya bak. İyi ki geldin Mustafa Ali. Şu an Kağan şehit olmuş olabilirdi." Başını önüne eğip ağlamaya devam ettiğinde Mustafa Ali ne yapacağını bilememişti. Alıp bağrına basmak için neler feda etmezdi. Ancak bağrı ile beraber Aybüke'yi de yakacağını biliyordu. "Aybüke Hanım. Eminim ki ben gelmesem bile binbaşı halledebilirdi. O çok iyi bir asker. Şimdi buradan bize gideceğiz. Siz de bu talihsiz olayı burada bırakıp dünyanın en geveze çocuğu ile tanışmak için güç toplamalısınız. Uyarmadı demeyin sonra." Mustafa Ali gülümserken Aybüke de başını kaldırıp ona bakmıştı. Ve o da gülümsedi. "Çok mu geveze?" Alt dudağını ısırarak durumun vehametini belli etti Mustafa Ali. Aybüke onun bu haline daha çok gülmüştü. Burnunu çekti Aybüke. "Benimle tanışmamış da o yüzden bu kadar iddialı." Aybüke'nin biraz da olsa yüzünün gülmesi iyiye işaretti. Eve yaklaşmalarına az kaldığında telefonu çaldı Mustafa Ali'nin. Aparatta takılı olan telefonunu hoparlöre aldığında ilk duyduğu ses ablası ile Yağız Efe'nin tartışması oldu. "Mustafa Ali. Ne zaman geliyorsun?" "Dayıı. Bana çitotaya aydın mı? Bide süplüz yumulta. Aldın mı?" "Size de selam Kınalı ailesi. Eve geliyorum. Misafirimle geliyorum abla. Ve evet paşam aldım istediklerini. Hem neden uyumadın bu saatte?" Ablası yine Yağız Efe ile telefon için küçük bir tartışma yaşadığında kazanan ablası olmuştu. "Misafir mi? Düğünden kız mı buldun yoksa? Ay hadi Mustafa Ali. Gerçi senin böyle yeteneklerin çok yok ama. Kim bu misafir?" Utançla gerildi Mustafa Ali. "Canım ablam. Hoparlör açık." "Anne dayım tız mı buymuş? Şin piyemsesi miymis?" Narin kocaman bir kahkaha attı. "He annecim. Dayın normal kız buldu da Çin Prensesi kaldı. Hadi ben çok tutmayayım. Oğlumun siparişlerini unutma sakın." Telefon kapandığında Aybüke küçük bir kahkaha attı. Mustafa Ali'nin ailesi az önceki kaosu unutturmaya yetmişti. "Kusura bakmayın Aybüke Hanım. Durumu bilmedikleri için biraz fazla neşelilerdi." "Önemli değil. Ben de biraz rahatladım. Ablanla mı kalıyorsun?" Mustafa Ali ışıklar için durduğunda Aybüke'ye baktı bir kere daha. "Aslında onlar bizimle kalıyor. Eniştem şehit olduğu için bizimle yaşıyorlar. Oğlan dayıya çekermiş. Bizim sıpa da dayısı gibi erkenden şehit oğlu oldu." Aybüke'nin gülüşü soldu. Cama bakıp tekrar akan yaşını sildi. "Şehit çocuğu olmak ne demek çok iyi biliyorum maalesef. Gurur duyduğum tek eksiklik babamın eksikliği." Babasını özlemişti Aybüke. Az önce bir kere daha Bumin Kağan'ı kaybetme korkusu ile yüz yüze gelince daha çok özlemişti babasını. Babası yaşasaydı ikisini de korurdu diye düşünmekten kendini alamıyordu. İkisi de eve gelene kadar konuşmadı. Ne konuşacaklarını bilemediler. Ortak acıların dili suskunluktu. İkisi de aynı yerden yanınca anlatma gereği duymamışlardı dertlerini. Mustafa Ali şirin bir binada durduğu vakit,onunla beraber indi arabadan Aybüke. Yüzbaşı arka kapıyı açıp bir poşet aldı eline. Mustafa Ali, Aybüke'nin bu eve gelebileceği diğer ihtimalleri duymazdan gelip zile bastı. Hayır dedi kendi kendine Mustafa Ali. Hayır. Hayır. Yoğun duygu karmaşası hali devam ederken kapı açıldı. Ve birkaç basamak sonra evin kapısı açıldı. "Hoş geldin kızım. Geç içeri. Hoş geldin." "Ooov dayım şin piyemsesi buymuş anneee." Yağız Efe hayranlıkla elini duvara koymuş Aybüke'yi izlerken Aybüke de kendini evin diğer üyelerine tanıtıyordu. "Annecim. Aybüke Hanım. Birkaç saatliğine bizimle kalacak." "Ne demek oğlum. İstediği kadar kalsın Aybüke Kızım. Aç mısın canım?" Ablası çaktırmadan baş parmağı ile onay işareti verirken Aybüke teşekkür edip aç olmadığını söylüyordu. Mustafa Ali kaşlarını kaldırdı ablasına. Olmazlara yanıyordu Mustafa Ali. "Nasılsın kızım? İyisin inşallah." "Teşekkür ederim efendim. Sizler nasılsınız?" Muhabbet hızlı bir şekilde akarken Mustafa Ali üzerini değiştirmek için müsade istemişti. "Mustafa Ali ile nereden tanışıyorsunuz?" Aybüke gülümseyerek cevapladı. "Mustafa Ali, dayımın askeri. Aynı timdeler." Narin de oğlu gibi hayranlıkla gülümsedi Aybüke'ye. Binbaşının yeğeni, kendisine bakan herkeste hayranlık uyandırıyordu. "Bumin Kağan Bey'in yeğeni sen misin? Time yeni gelen binbaşı hani?" Aybüke şaşkınlıkla gülümsemeye devam ederken Yağız Efe annesini bastırmıştı sesi ile. "Sen Şinli misin? Oyada sayayın vay mı?" Aybüke gülümseyerek kucağına aldı Yağız Efe'yi. Alnına düşen açık renkli saçları geriye atarken bir yandan da Yağız Efe'yi Çinli olmadığına ikna etmeye çalışıyordu. "Biliyor musun ben Çin Prensesi değilim ama öğretmenim. Senin gibi bir sürü öğrencim var" Yağız Efe gözlerini kocaman açtı. "Otula mı didiyosun sen?" Başı ile onayladı Aybüke. O sırada Yağız Efe hızla kucağından inip içeriye doğru koştuğunda Aybüke neye uğradığını şaşırmıştı. Annesi her ne kadar koşma düşeceksin dese de aldırış etmemişti. "Çok tatlı maşallah." Gülümsedi Aybüke. Tam sebebini soracaktı ki Yağız Efe elinde bir kitap ile gelmişti. "Sen otula didmiyosun. Sen Şin piyemsesisin. Bak." Elindeki kitabı ona uzattığında aslında basılı bir kitap değil tamamen çizimlerinden yazımına kadar elle hazırlanmış bir kitap olduğunu fark etmişti Aybüke. Başrolünün kendisi ve Mustafa Ali'ye çok benzeyen bir asker olduğunu gördüğünde Mustafa Ali çoktan her şeyden habersiz salona gelmişti. Tüm bakışlar kendisine döndüğünde ablası durumu yeni anlamıştı. Ve oğlu ile gurur duyuyordu. "Dayı bat. Şin piyemsesi kipatını buydu." Neşe ile el çırpıp çığlık attığında asıl çığlık atmak isteyen Mustafa Ali'den başkası değildi. Mustafa Ali ile birlikte çığlık çığlığa bağırmak isteyen bir diğer isim de Yüzbaşı Korkut Temelli'ydi. O Begüm'ün evinden çıkalı çok olmamıştı. Düğün tantanasından sonra biraz kafa dinlemişti Begüm'ün evinde. Korkut, Taha ile evlerine kadar gitmişti ancak eve girmemişti. Taha'yı tekrardan operasyon için gitmesi gerektiğine ikna edip garajda sakladığı motorsikleti ile yola koyulmuştu. Arkadaşlarına kısmen de olsa yalan söylemek bir miktar canını sıksa bile başka bir çaresi olmadığını biliyordu. Rüzgarı yırtan bir hızla ilerlerken burnunda yine o kötü koku aklında ise hala Begüm vardı. Ne kadar kendisi inkar etse de gün geçtikçe Çağatay'a ilgi duyduğunu anlamak imkansız değildi Korkut için. Çağatay'ın yanında küçük bir kız çocuğu oluyordu. Korkut'un canını en çok yakan da buydu. Kendisinin daha önce tanışmadığı bir Begüm oluyordu. Ailesini görmeye bile vakit bulamayıp gidemeyen kız Ankara'dan kalkıp Bayburt'a gitmişti. Korkut düşündükçe sinirleniyor, sinirlendikçe daha çok hızlanıyordu. Bu hız onu gitmesi gereken yere vaktinden önce götürmüştü bile. Durduğu gecekondu mahallesinde çoktan perdelerin arkasındaki karanlık silüetlerdeki kadınlar belirmişti. Canavar gibi bir motorla gece vakti geldiği mahallede fazla dikkat çekmişti. Kaskını kafasından çıkarırken etrafına birkaç serseri doluşmuştu. Saç kesimleri birbirine benzeyen, vücutlarının çeşitli yerlerinde özensiz ve amatörce yapılmış anlamsız dövmeler, ellerine yakışmayan 33'lük tespihlerle dayılanmışlardı çoktan Korkut'a. Korkut istemese bile çoktan bakışları yerine gelmişti.Yüzlerindeki korku çok tanıdıktı. Karşılaştığı her insanda bıraktığı etki buydu Korkut'un. "Hayır mı gardaş? Semte dadanmışsın, görüyormuş bizim arkadaşlar seni her gece?" "Hadi kardeşim akşam akşam belanı benden bulma." "Biz belanın kendisi olmuşuz oğlum! Ne anlatıyon sen!" Korkmalarına rağmen kuyruğu hala dik tutuyorlardı. Kendisine doğru üç tane çakı sallandığında düşündü Korkut. Kimliğini mi kullansa yoksa akşam akşam üç tane semt abisini paket edip evlerine mi yollasa diye düşündü. Elini ceketinin iç cebine attığında adamlardan biri çoktan öne atılmıştı. Korkut cüzdanın görünen kısmından kimliğini gösterdiğinde adamlar birbirine baktılar. Mustafa Ali'den duymuştu Korkut. Gecekondu mahallelerinde uyuşturucu yüzünden bu muhabbetin hala döndüğünü söylemişti arkadaşı. "Lan Korkut. Geç hadi içeri." Camlardan birinden kendisine seslenen adama tiksinti ile baktı. Sadece başını salladı Korkut. Sonra cama öldürücü bakışlarını attı. Ağır adımlarla eve doğru ilerlerken ayakları ise geri geri gidiyordu. Çoktan kapı açıldığında küçük bir bahçe gibi olan avludan geçti. Daha avludan yüzüne vuran koku midesini kaldırmıştı çoktan. "Geç kaldın bugün. Daha erken gelirsin sanıyordum." Korkut ayakkabılarını çıkarıp içeri girdiğinde eski koltukta yatan kadına baktı. "İşlerim vardı." "İyi. Getirdin mi parayı?" "İlaçlarını verdin mi?" Bir yandan da ilaçların sayısını inceliyordu. Kemoterapi sonrası kullanması gerekiyordu bu ilaçları. Şimdiye kadar sonuna gelmiş olması gerekirken hala yarıdaydı. "Öf amma merak ediyorsan gelirsin bakarsın anana. Bakıcısı mıyım lan ben? Zaten Nevzat abim bırakıp gidiyor. Gün boyu bu deliyle uğraş dur."
Korkut öfke ile ayaklanıp getirdiği parayı sayan abisine sağlam bir yumruk attığında paralar bir yana abisi bir yana savrulmuştu. Abisinin üzerine oturup yakalarını kavradı. "Bana bak lan. Onu bu hale siz getirdiniz. Uğraşacaksın Cahit. Duydun mu? Ben getirip eline parayı sayıyorsam uğraşacaksın! Son günlerini ona zehir etmeyeceksiniz!"
Korkut'un öfkesi ile evi ateşe vereceğini zannetti. Altındaki abisini hırpalarken duyduğu ses ile kitlenmiş parmakları yavaşça açılmıştı.
"Erkek olsaydın da ananı korusaydın Korkut. O gün koltuğun arkasına saklanıp altına işeyeceğine kurtarsaydın ananı. He Korkut."
Tüm vücudu titrerken Nevzat abisi onu ceketinin yakalarından geri çekip yere savurmuştu. Abisi de en az Korkut kadar yapılı ve güçlüydü. Korkut'un yanına çöküp sararmış dişlerini göstere göstere güldü. O güldükçe alkol kokusu da etrafı sarıyordu.
"Sen biraz adam olsaydın ananı yine bizim elimize bırakmazdın."
Gözleri doldu Korkut'un. Çaresizliği yüreğini sıkıyordu. "Sizin de ananız lan! Hiç mi içiniz acımıyor?"
Cahit abisi ayaklandı. "Ne analığını gördük bu kahpenin? O gün nasıl içimiz soğuksa şimdi de öyle. Şu iki kuruşu getirmesen yüzüne bakarız mı sanıyorsun?"
Ayaklanıp abisine tekrar saldıracağı sırada duyduğu sesle vazgeçmişti.
"Uşak gelmuş. Uşak gelmuş." Arkasına dönüp annesine baktı. Annesi kalkmaya çalıştığında yanına oturup tekrar yatırdı. Yanağını okşayıp alnını öptü. Abileri başka bir odaya geçerken gözlerinden akan yaşı silip annesinin başının ucundaki yetişkin bezlerinden birini alıp ıslak mendile uzandı. Tahmin ettiği gibi değiştirmemişlerdi.
Ayaklandı Korkut. Kanepenin kenarındaki çantadan bir tane temiz pijama çıkardı. Pikeyi kaldırıp annesinin bezini çıkardı. Her hareketine dikkat etse bile annesinin canının yanmasına engel olamıyordu. Islak mendille yer yer morarmış tenini temizledi bir yandan ağlarken. Yeni biz bez ve pijamayı giydirdiğinde kirlileri kirli poşetine koydu. Operasyona çıkmadan gelip yıkamalıydı.
Annesinin iyice hastalanması ile Sinop'tan Ankara'ya gelmişlerdi. Burada bir hastanede tedavi oluyordu. Son evre lenf kanseriydi annesi. Hem de özel gereksinimleri olan bir kadındı. Bakımının zor olduğunu bile bile çağırmıştı. En azından son günlerinde elinden geldiği kadar onu görmek istiyordu.
Başucunda duran küçük şişeye uzanıp annesine içirdi usulca. Ellerini öptü. Yüzünü öptü. Yanına uzanacağı sırada telefonu çaldı. Ceplerinde yoktu. Az önce abisinin kendisini yere savurması ile düşürdüğünü fark edip yere baktı. Uzanıp aldığında arayan binbaşıydı.
"Efendim komutanım."
"Korkut. Aybüke ile silahlı saldırıya uğradık. Beklediğimiz adamlar eyleme geçti. Sana konum atacağım. Karakola gel."
Binbaşının sesi ile daha çok yıkılmıştı Korkut. Kaşlarını çattı daha çok.
"İyi misiniz komutanım?"
"İyiyiz çok şükür. Mustafa Ali yetişmeseydi olacakları düşünemiyorum."
Derin bir nefes bıraktı Korkut. "Hemen geliyorum komutanım."
Telefonunu kapatıp annesini öptü bir kere daha. Ayaklanıp annesinin üzerini örttü tekrar.
"Gitma uşak. Gitma."
Annesi korku ile ağlamaya başladığında Korkut'un hazırda bekleyen yaşları daha çok akmaya başlamıştı.
"Yine geleceğum ana. Gorkma."
Annesinin ağlamaları ile evden zor atmıştı kendini. Kapının önüne çıktığında dayanamayıp yere çöktü. Cebinden bir sigara çıkardı. Çakmağını ararken önüne bir ateş geldi. Sigarası tutuşurken gelene baktı Korkut. Az önceki çocuklardan biriydi.
"Anan mı o teyze?"
Başını salladı gözlerini kurularken.
"Bizim ablalara diyim de yemek götürsünler arada. Bu adamlar öldürürler teyzeyi."
Daha çok kaşları çatıldı Korkut'un. Öldürmüşlerdi öldürecekleri kadar diye düşündü.
"Eyvallah kardeş."
Annesi için bir hasta bakıcı tutmuştu. Ancak gelen bakıcılar hem abilerinden korktukları için hem de annesinin saldırmaya başlaması ile işten vazgeçiyorlardı. Sessizce sigarasını bitirip motoruna doğru ilerledi. Binbaşının attığı konuma bakıp kaskını taktı. Son kez annesinin yattığı pencereye baktı. İçi yana yana uzaklaştı evden.
O sırada oturduğu koltukta gelen geçenin selamını alıyordu binbaşı. İfadesini çoktan vermiş. Arkadaşını bekliyordu. Kendisine ikram edilen çayın sonlarına geldiğinde kapıdan giren askerini bakışları ile yanına çağırmıştı. Korkut iri cüssesi ile karakoldakilerin dikkatini çekmeye çoktan başlamıştı. Binbaşının tam önünde selam durduğunda Bumin Kağan ona oturması için müsade vermişti.
"İyi misiniz komutanım? Aybüke nasıl?"
Bumin Kağan sıkıntıyla ofladı. Dili ile iyi olduğunu söylese de sıkıntısı kendini yeterince belli ediyordu.
"Çık rütbeden Korkut. Kafam şu an allak bullak. Arkadaşıma ihtiyacım var."
Korkut karşısındaki koltuğa oturduğunda Bumin Kağan'ın önündeki dosyayı incelemeye başladı.
"Kimi bekliyorsun?"
"Terörle Mücadele'den bir arkadaşımı. Ölenler var. Onların eşgalleri hakkında bilgi alıyor üstlerinden."
"Ne yapacaksın sonra?"
Bilmezlikle omuzlarını silkti. Düşünmeyi unutmuştu. Dirseklerini dizine yaslayarak kafasını ellerinin arasına aldı. Avuç içleri ile kafasına darbeler bırakıyordu.
"Boka batıyorum Korkut. Peşimde yine masum insanları sürükleyerek yapıyorum bunu. Tehditler şimdiden başladı. Sonu nereye gider bilmiyorum."
Korkut dosyayı incelemeyi bitirip masaya tekrar bıraktı dosyayı.
"Binbaşı, kolay olmayacağını biliyoruz. Ayrıca yaşananları biliyorsun. Ekrem yüzünden timi güçsüz sanıyorlar. Ama artık sen varsın başımızda. Şimdiden kendini bırakacaksan geldiğin yere dön. Divane bize yeni birini göndersin. Çünkü emrindekilerin daha güçlü bir lidere ihtiyaçları var. Ama dersen ki benim intikam yeminim var, vefa borcum var, nazlı vatan için yılmadan usanmadan çalışacağım, o zaman ölümüne seninleyiz biliyorsun."
Koskoca Binbaşı Bumin Kağan Uzunkol'a bu sözleri söyleyebilecek tek babayiğit Korkut'tu. Biraz da bu yüzden onu çağırmıştı Binbaşı. Silkelenmeye ihtiyacı vardı. Kafasını kaldırıp gözlerine baktı arkadaşının.
"Aybüke de o arabada olunca korktum. Ne yapacağımı şaşırdım. Yine benim yüzümden zarar görmesine tahammül edemezdim Korkut."
"Biliyorum. Ama olacakların önüne geçemezsin. Allah bu sefer sizi bize bağışladı. Ancak bu sefer harbin daha zor olacak. Göze aldık herşeyi."
Binbaşı derin bir nefes alıp duruşunu dikleştirdi. Çökmek için çok erkendi. Gözlerindeki çaresizliği silip yerine intikam yemini içmiş aslanın bakışlarını yerleştirdi. Korkut'a cevap vereceği sırada telefonunun bildirim sesi ile hızla baktı ekrana. Yine ne bir numara ne de bir ad vardı.
'Gecikme için kusura bakma binbaşı. İstihbarat geç geldi. Ama sanırım sen ve yeğenin iyisiniz. Askerine mesajı ben attım korkma. :) -Divane'
Divane'den gelen mesaj ile içi rahatlamıştı. Ve tekrardan toplamıştı gücünü. Yalnız değildi bu sefer. Arkasında büyük bir dağ vardı.
"Hoşgeldiniz Binbaşım. Geçmiş olsun."
Oldukları odaya arkadaşı girdiğinde ayaklandı ikisi de. El sıkıştı iki eski dost. Daha sonra başkomiser Korkut'a döndü.
"Terörle Mücadele Şube Müdürü Başkomiser Fatih Palalı. Siz de hoşgeldiniz."
Kendisine uzatılan eli sıktı Korkut.
"Memnun oldum başkomiserim. Yüzbaşı Korkut Temelli. İyi çalışmalar."
Tanışma faslından hemen sonra çaylar söylendi. Dosyalar açıldı.
"Binbaşım, adamlar sizin de tahmin ettiğiniz gibi örgütün paralı adamları. Hepsi Ortadoğu asıllı. Verdiğiniz plakayı inceleyip takip ettirdik. Araç olaydan birkaç saat önce kiralanmış. Hemen sonra da yakılmış. Ekipler inceleme yapıyorlar. Raporu en kısa sürede elinize ulaştırırım."
"Arabayı kim kiralamış?"
"Kerim Bulaman adına kiralanmış. Ancak sahte kimlik. Çalışma arkadaşlarım rentin sahiplerini sorguya aldılar. Robot resim çıkardık. Şöyle bir sonuca ulaştık binbaşım."
Fatih Başkomiser çayından bir yudum alıp elindeki robot resmi ve gerçek bir fotoğrafı önlerine koydu.
"Mehmet Bedir. Bir ticaret şirketi adına sürekli olarak araba kiralayan eleman. Şirketle direkt bağlantısı var diyemem. Ama genelde şirketin filo işleri ile kendisi ilgileniyor. Ancak elimde net bir kanıt yok. Bunlar şimdilik ipuçları binbaşım."
Başkomiser şirket ile ilgili ve de Mehmet Bedir hakkında hazırladıkları belgeleri teslim etti askerlere.
"Çok sağolun Fatih Başkomiser'im. Sizi de yorduk gece vakti."
Güldü başkomiser. Kendisine uzatılan eli dostca kavradı.
"Olsun be binbaşı. Siz de bizim için az uykusuz kalmadınız."
İki tarafta minnet dolu bakışlar ile baktılar birbirlerine. Karakoldan çıktıkları vakit Korkut aklına gelen ilk detayı da hatırlatmaktan geri durmadı.
"Bu arada Begüm, Aybüke'yi almaya gitmiş. Haberleşmişler. Senin de haberin olsun. Ula söylemeyeyim diyırım ama, ben ya da Begüm dururken ha niye Mustafa Ali'yi çağırdın saldırıda."
Güldü binbaşı. Korkut'un şivesi kaymıştı.
"Ben çağırmadım. Divane'nin işi. Benim adıma mesaj atmış Mustafa Ali'ye. Nasıl yaptı bilmiyorum."
Beklediğinden çok daha üst düzey bir cevap aldığında suratı değişmişti Korkut'un.
"Ha bu teknolojiyi tahmini ne zamana yagalaruk komitanum?"
Bumin Kağan biraz olsun neşelendiğinden gülmeye başlamıştı. Ve Korkut'un akşamdan beri salmadığı omzunu bir kere daha sıkmıştı. Korkut tepki vermeden eline bulaşan kan ile geri çekmişti elini.
"Bu ne lan?"
"Bir rahat durduğunuz mu var? Akşam düğünde sen sıktın, çaktırmadım sandım ama Begüm Hanım'ın gözünden tabi ki kaçmamış. Bir de üstüne bir posta da o sıktı. En son elinizde patladı komutanım."
Elini pantolununa sildi binbaşı. "Görevden önce baktır. Öyle çıkma."
Selam durdu Korkut. "Emredersiniz komutanım."
Beraber Korkut'un zor zamanlarda çıkardığı motoruna doğru ilerlediler.
"Korkut. Bu bizi taşır mı?"
Elindeki kaskın birini binbaşına uzattı.
"Ayıp ediyorsun binbaşı. Benim kızım üç tane daha benden taşır."
Çok da emin olmayarak aldı kaskı. Tam takacağı sırada Aybüke'ye haber vermeyi ihmal etmedi.
"Dayı?"
"Ne yaptın Aykız? İyi misin?"
Sesini neşeli tutmaya çalışıyordu Bumin Kağan.
"İyiyim. Begümleyim. Begüm'ü aradım ona geçtik. Seni bekliyorum. Sen nasılsın?"
"Söyledi Korkut. İşlerim bitti. Seni almaya geliyorum."
Aybüke'ye durum raporunu geçtiğinde neden Mustafa Ali 'de kalmadığını merak etmişti. Bir kere de sözünü dinlese kafasını kıracaktı Bumin Kağan.
"Hadi bakalım Korkut. Düşmanın yuvasına çomak sokma vakti geldi. Yarından sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak."
Ağzının kenarı ile gülümsedi Korkut. Gözlerinde yanan büyük bir ateş vardı.
"Emredersiniz komutanım "
|
0% |