@darulfiru
|
GEÇMİŞ
"Bana öfkeli misin?"
Kendisine yöneltilen soru ile önündeki yemeği bırakıp bakışlarını ustasına kaldırdı.
"Evet desem ne değişecek? Hayır desem ne değişecek?"
Ustası silahını temizlerken yarım ağızla gülümsedi.
"Yemeğini bitir Divane. Bu aralar ergenliğinden dolayı daha çok güce ihtiyac..."
"Benim bir adım var! Bana Divane deyip durma!"
Önündeki yemeği öfke ile yere fırlattığında daha sonra masanın örtüsünü hızla çekip masanın üstündekileri devirdi. Girdiği kimlik bunalımı onu daha da öfkelendiriyordu. Elleri ile kafasına vurmaya başladı. Beyninin alev aldığını hissediyordu.
"Eski hayatın bitti. Sana Divane demezsem ne için burada olduğunu unutursun. Sen artık busun. Yoksa devletin için çalışmak istemiyor musun?"
Ağzından öfke dolu bir hırıltı çıktığında ustasına doğru koşup gelişi güzel saldırmaya başladı. Öğrendiği bütün teknikler aklından silinmiş, bir acemi gibi dövüştüğünde ustası küçük bir manevra ile yere fırlatmıştı onu. Kalkacağı sırada ayağı ile sırtına basıp kalkmasını engellemişti.
"Divane. Seni öyle yetiştirdim ki. Seni artık ben bile yok edemem. Ama, ama bu öfke seni yok eder. Bu nefret seni yok eder. Şimdi çocuk gibi nazlanmayı kes ve bir savaşçı gibi dövüş benimle."
Divane elleri ile yerden destek alıp kalkacağı sırada sırtındaki ayak tekrar onu yere düşürmüştü. Tekrar kalkmaya çalıştığında bir kere daha yeri boylamıştı. Öfkesine yenik düştükçe sırtındaki yükten kurtulamıyordu.
"Benimle kavga etme Divane. Dövüş benimle."
Divane derin bir nefes bıraktı. Ustasının öğrettiği tekniklerle kurtulup ustasını alt etmişti birkaç saniyede.
"Unuttuğun bir şey var usta. Savaşçı da olsam hala çocuğum. Kavga etmeden dövüşmeyi öğrenemem."
Bir alkış sesi koptuğunda ikisi de kapıya baktı. Başkan gelmişti. Arada Divane'yi ziyaret ediyordu. Divane'ye zihin parçalayan bilmeceler sorup onu her defasında farklı testlere tabi tutuyordu.
"Ben de bugün buraya sen kimsin sorusunu sormaya gelmiştim. Ancak sen daha sorumu sormadan cevapladın beni."
Ustası ayaklanıp gelmiş olan Başkan'ı karşıladı. Az önceki hengameden dolayı ona oturabileceği bir yer açarken kendisi de bıkkınlıkla o boşalmış yerlerden birine oturdu.
"Divane'nin test sonucu geldi. Her zamanki dahi çıktı. Keşke gizlenmek zorunda kalmasaydın da şu zekânı tüm dünya görseydi. Değil mi Divane? İstemez miydin tanınmak, gizli olmayan bir hayat yaşamak?"
Divane bir sandalye çekip başkanın tam karşısına oturdu. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı.
"Sen bir katilsin Başkan. Duydun mu? Sen tam bir psikopatsın. Ben sadece yaşamak istiyorum. Gerçek bir çocuk gibi yaşamak istiyorum.''
Başkan ve Ustası birbirlerine baktı. Ayaklanıp herkesten gizli olan ahşap evin tam ortasında keyifle yürümeye başladı. Bir eli takımının cebindeyken kendisine baş kaldıran çocuğu süzüyordu. Kendisine biraz sonra öğrettiği tekniklerle onu öldürecekmiş gibi bakan çocuğu süzüyordu.
Ellerini oturduğu sandalyenin sırt kısmına dayadı.
"Ben katil değilim Divane. Sadece devletim için bir çocuğu projemde kullanacak kadar duygularından arınmış biriyim. Sen de günü gelince tüm duygularından arınmış, yerine savaşma dürtüsünü koymuş bir hale geleceksin."
Karşılarındaki camdan yansımalarını izledi Divane. Arkasında duran kişi tam olarak İstihbarat Teşkilatı'nın başkanıydı. Genç, oldukça hırslı ve de neler yapabileceğini kimsenin kestiremeyeceği derecede korkusuz ve gözü karaydı. Divane bunu çok iyi biliyordu. Her ne kadar içinde dinmek bilmeyen savaşlar olsa da başkanın onu motive etmiş olması bile yetmişti. Oturduğu sandalyeden kalkıp başkan ile göz göze geldi.
"Ben sizin gibi makineleşmeyeceğim. Günü gelince hem duygularımla hem de bana öğrettiklerinizle neler yapabildiğimi görünce bana hak vereceksiniz."
Divane yanlarından kalkıp odasına gitti bir hışımla. Bu odasını sevmiyordu. Kendi odasını özlemişti. Az kaldı diye düşündü. Evime kavuşmama az kaldı diye sayıkladı içinden.
Divane evinin özlemi ile hayal kurarken başkan ve ustası birbirlerine baktılar gururla.
"Az önce bana Divane deme benim bir adım var diye çığırtkanlık yapıyordu. Şimdi ise 40 yıllık ajan gibi boyundan büyük laflar."
Başkan usulca güldü.
"Dahiliğine veriyorum. "
----- Kürşadlar için yeni bir gün başlıyordu. Hepsi kendileri için ayrılmış karargahta binbaşını bekliyorlardı. Sinan her zamanki gibi atıştırmalıklarla meşgulken Fırat, Eskişehir'e kısa bir süre için dönen Meryem ile telefonda mesajlaşıyordu. Yüzünde senelerdir geçmeyen aptalca bir gülüş vardı. Begüm ise yol arkadaşı olan tüfeği ile uğraşıp ince işçilikleri ile uğraşıyordu.
Çağatay ve Korkut çaylarını almış ayrı köşelerde takılıyorlardı. Taha ise Çatal ile birlikte koştura koştura girmişti karargaha. Herkesin bakışları onların üzerine döndüğünde içindeki o sonsuz neşe kaynağı ile gülümseyerek selamladı herkesi. Çatal'ın antrenmanlarını yaptırmıştı herkesten önce gelip. Önce yol arkadaşını yerine bağladı. Sonra Mustaali'sine döndü. Eğilip kafasını öptü ve kolunun altına sıkıştırmaya başladı.
"Kardeşim. Konuşmamız gereken çok önemli bir konu var. O kadar önemli ki. Ulan ne ballı adamsın sen!"
Mustafa Ali kendini kurtarmaya çalışırken bir yandan da dün ki rezillikten sonra hiç bir haberin onu mutlu edemeyeceğini biliyordu.
"Sal beni Taha. Valla hiç keyfim yok."
Mustafa Ali kendini kurtardığında dünden beri içinden gitmeyen sıkıntı kendini daha çok belli etmişti. Taha koltuğun üzerinden atlayıp arkadaşının yanına çöktü.
"Ben de onu diyorum kardeşim. Keyfin yerine gelecek. Adeta yeniden doğmuş gibi olacaksın. "
Umutsuzca baktı Mustafa Ali. Dün Jr. Kınalı tarafından kendisine kurulan hain pusuda ölmüş üzerine toprak atılmıştı. Kitabının ortaya çıkması ile yaşanan küçük çaplı kaosta ne olduğunu dahi anlamadan, Aybüke Begüm'ü arayıp dakikalar içinde evlerinden gitmişti. Mustafa Ali ise rezilliği ile kalmıştı.
"Asıl benim sana anlatacağım başka şeyler var Taha. Şu operasyonu bir atlatalım bak bakalım yeniden mi doğuyorum yoksa ölüme mi koşuyorum."
Fırat sonunda kafasını kaldırmıştı telefonundan.
"Hayırdır Taha ne bu neşe oğlum? Anlat da bizim de keyfimiz yerine gelsin."
Önce Mustafa Ali'ye baktı. Sonra döndü Fırat'a.
"Olmaz kardeşim. Devlet sırrı. Sadece Mustaali'm ve benim aramda."
"Dikkat!"
Korkut'un komutu ile herkes hazır ol'a geçmişti. Binbaşı Bumin Kağan Uzunkol tüm heybeti ile karargaha girmişti. Elinde dosyalar,yanında TSK'nın görevlendirdiği müfettiş vardı. Deniz Küçümen geldiğinden bu yana bakışlarını Taha'nın üzerinden ayırmamışken Binbaşı sağlam bir giriş yapmıştı.
"Günaydın asker!"
Hep bir ağızdan gür bir sesle bağırdı Kürşadlar.
"Sağol!"
Binbaşı askerlerini rahata geçirip operasyonun detaylarını konuşmak üzere masaya yönlendirmişti. Elindeki dosyadan kağıt destesi çıkarıp solundaki Korkut'a uzattı. Herkes birer tane alıp diğer arkadaşına verirken Bumin Kağan anlatmaya başlamıştı.
"Örgüt artık eyleme geçti. Ekrem'i hapse yollayıp tüm planlarını alt üst edince saldırılara başladılar. Tek hedefleri orduya tekrar girip Karadeniz'de ve Güneydoğu sınırlarında özgürleşip pazarlarını kurmak. Daha önce de bahsetmiştim bundan. Aldığımız bilgiler ışığında önümüzde ki ilk isim İlyas Boğazlı. Kendisi Türkiye'de birçok hatrı sayılır şirketin hissedarı. Dolayısıyla örgütün finans konusunda göz bebeği. Bu adamı paketleyip örgüte ilk bitirici darbelerden birini vurmanın zamanı geldi de geçiyor."
Binbaşı askerlerine dağıttığı kağıdı görecekleri şekilde kaldırdı.
"Mehmet Bedir. Bahsi geçen şirket için çalışıyor. Ve ilk eylemini dün gece gerçekleştirdi. Tem'den arkadaşlar bu sabah sorgusunu bitirdiler ancak serbest bırakıldı. İfadesine göre şirketin bir hafta sonra organizasyonu olacak. 10. senelerini kutlayıp hem de bu sene sponsorluğunu yapacakları sporcuları ya da takımları açıklayacaklar. Sızma operasyonu gerçekleştireceğiz. Organizasyonun içinde homojen bir dağılım olacak. Bu kağıtlarda organizasyonun olacağı binanın krokisi."
Bumin Kağan ikinci kağıtları dağıtmıştı. Sonra Mustafa Ali'ye döndü.
"Personel dağılımı sende Tanış." Başı ile onay verdi Mustafa Ali."
"Emredersiniz komutanım."
"Bu Mehmet denen adam bizi İlyas'a ulaştıracak. Şirketin sıradan bir çalışanı izlenimi verseler de Korkut'un araştırmaları sayesinde Mehmet'in bu kirli işlerin mutfağında olduğunu öğrendik. Organizasyon şirketin salonunda gerçekleşecek. İlyas Boğazlı hakkında alabildiğince bilgi istiyorum. Tüm dosyalarını şirkette sakladığını biliyoruz. Sizden istediğim örgüte akıttıkları paraya dair bir kanıt."
Korkut müsade isteyip telefonunu binbaşına uzattı. Bumin Kağan ekrandaki bilgileri incelerken Korkut da açıklama yapıyordu.
"Komutanım. Sabah gelen istihbaratta bu yapacakları sponsorluğun da para aklama olacağını öğrendik. Ancak anladığım kadarıyla sadece para aklama değil, planladıkları başka bir terör eylemi var."
Korkut uzanıp başka bir ekranı açtı.
"Komutanım. İki sporcu adayımız var. Biri Ferit Güneş, Dünya şampiyonu boksörümüz. Diğeri de Dilan Küçük. Tekvandoda dünya birincisi. İkisinden biri seçilecek yarın akşam. Ve planlarını ona göre değerlendirecekler. Ama ben son zamanlardaki başarılarından ve popülaritesinden dolayı Ferit Güneş olur diye düşünüyorum."
Bumin Kağan bir süre düşündü. Sporcular ile terör eyleminin bağlantısını düşündü. Sinan konuşmak için müsade aldığında binbaşı merakla bekledi.
"Sporcularımızı kaçırabilirler komutanım. Sponsorluk için para harcayıp maçtan önce de sporcularımızı kaçırırsalar eğer hem maç gerçekleşmemiş olur hem de bu skandalda parayı konuşmak kimsenin aklına gelmez."
Bütün tim Sinan'a döndüğünde binbaşı memnuniyetle kafasını salladı.
"Aferin Karakaş. Bu değerlendirmeye değer bir ihtimal."
Sinan gururla ve mahcubiyet arasında bir ifade ile kafasını salladı. "Sağolun komutanım." Binbaşı önündeki dosyayı kapatıp ayaklandı. Onunla beraber tim de ayaklandı.
"Evet Kürşadlar. Bu operasyon için sıkı bir hazırlık yapın. Başarısızlık istemiyorum. Bu arada tim için Deniz Hanım ile ortak bir karar alıp Mustafa Ali'yi tim komutanı yapmaya karar verdik. Korkut Yüzbaşı bize istihbarat sağladığı için her operasyonda saha da bulunma fırsatı olmuyor. Ancak Mustafa Ali'nin gerek personel konuşlandırılması gerekse saha bilgisi bizim için daha faydalı olacağı için bu kararı aldık. Hayırlı olsun Tanış."
Mustafa Ali kendisine uzatılan eli sıktı.
"Sağolun komutanım."
Deniz ve Binbaşı karargahtan çıkarken Mustafa Ali arkadaşlarının tebriklerini kabul etti. Kendisi olacağını düşünmüyordu. Korkut gibi bir arkadaşı varken kendisini tim komutanlığına uygun bulmuyordu.
"Tebrik ederim kardeşim."
Mustafa Ali kendisine dönmüş arkadaşına sıkıca sarıldı.
"Senin olmanı daha çok isterdim Korkut. Benden daha çok hak ediyorsun."
Korkut arkadaşının sırtına vurdu dostça.
"Saçmalama yüzbaşı. Senin gibi askeri zeka dururken ne haddime. Hepimiz bu işin bir parçasıyız zaten."
Birbirlerine samimi bir şekilde gülümsediler. Daha sonra toplantı masasına tekrar geçtiler.
Mustafa Ali önündeki krokiyi inceledi. 6 katlı bir bina vardı. Her katta yangın merdiveni üç asansör ve de yürüyen merdivenler vardı. Her katta birbirinin kör noktasını etkisiz hale getiren 5 kamera vardı. Mustafa Ali ilk önce Begüm'ü koyabileceği bir mevzi aradı kendine.
Masanın üzerindeki bilgisayardan binanın koordinatlarını inceledi. Şirketin yakınlarında 8 katlı bina bulunuyordu. Begüm ve Çağatay'ı çatıya yerleştirmeye karar vermişti ilk önce. Ancak sahada daha fazla sayıya ihtiyacı olduğu için vazgeçti.
"Bu organizasyon için birkaçımız çalışan olarak girecek. Fırat. Seni teknik ekip olarak sahaya sürüyorum her zaman ki gibi. Davet başladığında kameraların bağlantısını kesmen lazım. Eğer İlyas'ın bilgisayarına ulaşamazsak ki yüksek bir ihtimal bu. Odasına sızıp fiziksel aktarım yapabilirsin. Taha, kardeşim o gün güvenlik görevlisi gibi davranacaksın. Böylece katlara girişimiz daha kolay olacak. Korkut organizasyonu yapan şirket ile iletişime geçip Çağatay ve beni adamların hizmetine yerleştirmen lazım. Ne kadar yakın olursak o kadar iyi. Sinan."
Heyecanla baktı komutanına. "Emredin komutanım."
"Konuk olarak gireceksin. Çok dikkat çekmeden insanlarla tanışıp bol bol yemek yiyebilirsin. Mehmet Bedir ile arkadaş olmanı istiyorum. Yine hafta içinde adam hakkında biraz daha bilgi edindikçe ilgi alanlarını öğrenip ona göre çalışırsın. Hatta arkadaş olmak için o geceyi beklemene gerek yok. Elinden geleni yap."
Taha sandalyesini yaklaştırdı arkadaşına.
"Bir gün benim için az. Önden çalışan olarak girebilirim bence. Hem de biraz bina içinde araştırma yaparım."
Mustafa Ali Korkut'a baktı fikrini sorar gibi.
"İsterseniz en kısa sürede Taha'yı sistemde çalışır hale getirebilirim."
Fırat parmakları ile hayali bir klavyeyi kullanırken onayladı Mustafa Ali.
"Kendini de ekle."
Fırat kocaman bir gülümseme ile asker selamı verip masanın üstündeki bilgisayarı önüne çekti. Oldukça hızlı bir şekilde kullanıyordu bilgisayarı.
"Komutanım? Ben yine mevzideyim galiba."
Mustafa Ali büyük bir sırıtışla kaşlarını kaldırdı birkaç defa.
"Seni bu eğlenceden mahrum bırakamam. Biz içeride kokteylde eğlenirken senin çatıda mevzi alman yüreğimi yakar. O yüzden sen ve eşin Korkut, şirketinizin yeni ortağı olması için İlyas Boğazlı ile iletişime geçeceksiniz. Rus asıllı girişimci olarak tanıtacaksınız kendinizi. Yazılım üzerine olan bu şirketiniz illa ki dikkatlerini çekecek."
"Emredersiniz komutanım."
Korkut ve Begüm birbirine bakıp yumruk tokuşturdular. Korkut oturduğu sandalyeden kalkıp kendine bir çay alırken Fırat sevimsiz bir şekilde homurdandı.
"Sistemleri fazla zor. Biraz zamanımı alabilir komutanım."
"En fazla bir saatin var Fırat."
Fırat hayalkırıklığı ile baktı komutanına. Mustafa Ali ise başka bir şansı olmadığını belli etti gözleri ile.
Kürşadlar akşama kadar yoğun bir tempo ile çalıştılar. Hepsi kendisine tayin edilen görev için elinden geleni yapıp yeterince kafa patlatmıştı.
Saatler akşam vakitlerine yaklaştıkça Korkut'a gelen yeni istihbaratlarla operasyon rotalarına küçük güncellemeler yapıyordu.
Çıkacakları görev Jandarma Özel Asayiş için basit bir görevdi. Ancak domino etkisi olan bir operasyon olacaktı. Her attıkları adım artık ses getirecekti.
Bir hafta boyunca tim operasyon için her bir detayı planlayıp eksiksiz bir şekilde başarmak için ellerinden geleni yapmıştı. Mustafa Ali yeni sorumlulukları ile beraber tüm hafta boyunca eve dahi gidememişti. Taha ve Fırat ise şirkete sızmış gizli çıkış kapılarının yerlerini tespit etmişlerdi. Korkut ve Begüm rollerine çok iyi çalışıp İlyas Boğazlı ile bir görüşme bile ayarlamışlardı. Sinan ise ikinci adam olan Mehmet Bedir ile bir kumar salonunda tanışmıştı. Bütün tim Sinan'ın kumardaki başarısına şaşırırken Sinan bir de kendini o akşam ki davete hususi olarak davet ettirmişti.
Mustafa Ali, Çağatay ile son detayları gözden geçirirken bir yandan da belirli aralıklarla Taha ve Fırat'tan haber alıyorlardı.
Mustafa Ali o günden beri Aybüke hakkındaki endişeleri ile uğraşıyordu. Mustafa Ali sevmek ve sevilmek adına tüm ihtimallerini zaten yitirmişti. Şimdi ise sadece rezilliği kalmıştı eline. Başlamadan bitmişti kalbinin savaşı.
"Komutanım. Bu ne şıklık? Yemin mi ettiniz akşama ortalığı aleve vermeye?"
Korkut simsiyah bir takım ile karargahtan girdiğinde tüm bakışları da üzerine toplamıştı. Elini saçlarına atıp Sinan'a yarım bir gülüş attı.
"Begüm nerede komutanım?"
Korkut donuk bir bakışla baktı Çağatay'a. Çağatay ise üzerindeki bakışların sebebini tahmin edebiliyordu. Ancak Korkut'un üstü olması sebebi ile saygısını bozmuyordu.
"Haberim yok."
Aslında haberi vardı. Ama Çağatay'a karşı duruşunu asla bozmayacaktı. Mustafa Ali, Korkut ve Çağatay'da gezdirdi bakışlarını. Aralarındaki gerilimin her geçen gün daha çok arttığını fark etmemek imkansızdı.
Çağatay telefonuna gelen mesajı yüzbaşına bildirdi. Bu akşam servis yapacak olan elemanları alacak olan servis bir saate bahsedilen konumda olacaktı. Mustafa Ali başı ile onaylayıp önündeki bilgisayara tekrar döndü. Sinan'ın bu sabah Mehmet Bedir'e çaktırmadan yutturduğu takip cihazına baktı son kez. Ve adam şirkete girdiğinde kulaklığına dokundu.
"Kürşat-3, küçük balık binaya giriş sağladı. Biz de birazdan intikal edeceğiz."
"Anlaşıldı Kürşat-1. Takibe alıyorum."
Mehmet Bedir küçük balık, İlyas Boğazlı ise büyük balıktı bu gece. Ve Kürşadların küçük balıkla yetinmeye hiç niyetleri yoktu.
Mustafa Ali'nin bilgilendirmesi ile Çağatay çoktan ayaklanmıştı. Sıra onlardaydı.
"Geç kalmadım inşallah. Siz de tam operasyona gidiyor gibiydiniz."
Begüm koşar adımlarla karargaha girdiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme ile ortalığı şenlendirmişti. Üzerinde tek askılı siyah kadife midi boy bir elbise vardı. Kıvırcık görmeye alışkın oldukları saçını ise düzleştirmişti. Ayağında ise beyaz spor bir ayakkabı vardı.
"Komutanım bu gece kurşunları düşmana mı sıkalım yoksa size dönen bakışların sahiplerine mi? "
Sinan hayranlıkla yaklaşıp bir elini arkasına alıp diğer eli ile Begüm'ün elini centilmence öptü. Begüm dizlerini kırıp sevimli bir şekilde iltifatı kabul etmişti.
"İkisi de aynı şey."
Çağatay'ın sessiz mırıltısını sadece Korkut duymuştu. Derin bir nefes bıraktı Korkut. Elinin tersiyle şöyle gerinip bir tokat geçirmek istemiyor değildi.
"E hadi gitmiyor muyuz?"
Korkut, Begüm'e yaklaşıp koluna girmesi için kolunu araladı.
"Gidelim bakalım."
Mustafa Ali, bilgisayarı ve birkaç teknik eşyayı daha alıp önce Çatal'ı kontrol etti. Onsuz çıktıkları operasyonlar genelde sıkıcı ve asker kimliğinde olmadıkları operasyonlar oluyordu. Çatal'ın suyunu ve mamasını kontrol edip askerleri ile beraber karargahın önünde onları bekleyen siyah minibüse doğru ilerledi. Arabaya biner binmez Mustafa Ali son kontrolleri yapmaya başladı.
"Kürşat -3, Kürşat -4. Sesimi alıyor musunuz?"
İkiside onayladığında diğerleri de kulaklıklarının çalıştığına dair onay vermişlerdi.
"Herkesin çelik yelekleri ne alemde?"
Askerlerden bir onay daha geldiğinde Mustafa Ali bir uyarı daha geçti.
"Bu gece gözünüz bir yandan da Begüm'ün üzerinde olsun. Aramızda yeleksiz olan sadece o."
Mustafa Ali bilgisayardaki son kontrollerini yapıp kendileri ile gelen çavuşlardan birine uzattı bilgisayarı.
"Tek bir ihmal istemiyorum. Olası bir destek ekip ihtiyacında işaretimizi bekleyin. Giriş çıkışlardaki anormalliklerden de bilgi istiyorum."
"Emredersiniz komutanım."
Mustafa Ali komutasındaki ilk operasyonun son kontrollerini gerçekleştirdiğinde sırada operasyon müzikleri vardı. Her operasyon hazırlığı aşamasında mutlaka dinlemeleri gerekirdi.
"Komutanım. Her şey tamamsa veriyorum sesi."
"Yolla Çato."
Cimilli İbo'dan Sibelum çalmaya başladığında tepkisini koruyamayan ilk Korkut olmuştu. Karadenizli olmanın verdiği o heyecanla ayaklarına engel olamıyordu.
"İyi ki Taha yok. Şimdi darlardı hepimizi."
Herkes Begüm'ü bıkkınlıkla onaylarken bir yandan da horonun vermiş olduğu enerji ile motivasyonlarını güçlendiriyorlardı.
Yarım saat sonunda Mustafa Ali ve Çağatay kendilerini alacak olan servis için uygun bir yerde indiler. Kendi araçlarından inerken Çağatay başını uzatıp Begüm'e baktı.
"Dikkatli ol. Yani dikkatli olun komutanım." Bakışları daha sonra da Korkut'a döndüğünde Korkut öne biraz eğildi. Gözlerindeki alev topu Çağatay'ın yüzdüğü tehlikeli suları betimlerken Çağatay kendinden ödün vermemişti.
"Çato. Git hadi."
"Emredersiniz komutanım."
Araç hızla ilerlemeye devam ettiğinde Çağatay ve Mustafa Ali birbirlerini tanıyor gibi görünmemek için sessizliğe gömülmüşlerdi bekledikleri durakta.
Önlerinde beyaz bir minibüs durduğunda şoför kafasını uzattı.
"Garsonlar siz misiniz?"
Mustafa Ali hızlı adımlarla yaklaştı arabaya. "Evet abi."
Adam minibüsün kapısını açarken bir yandan da kafası ile geriyi işaret ediyordu. Çağatay ve Mustafa Ali arabaya bindiklerinde küçük bir selam verip boş yerlere oturdular.
"Kürşatlar burası Ötüken. Her şey yoluna mı? Konuşamayacak durumda olanlar işaret versin."
Operasyonun her bir adımı binbaşının ve müfettişin kontrolünde gerçekleşiyordu. Timdeki diğer arkadaşları sesli bir onay verdiklerinde Mustafa Ali kısık sesle şarkı mırıldandığında Çağatay ise küçük bir öksürükle vermişti cevabını.
On beş dakikalık bir yolculuktan sonra büyük bir binanın önünde durmuşlardı. Onları kapıda karşılayan takım elbiseli adamı takip ettiler. Şirketin ana girişinden değil de arkalarda bulunan personel girişinden girişleri sağlanmıştı.
"Arkadaşlar hoşgeldiniz ben şef garson Süleyman. Akşama Türkiye'nin en zengin en prestijli insanlarını, markalarını ağırlayacağız. Hepiniz alanında deneyimli servis elemanlarısınız. Nasıl davranacağınızı biliyor olmalısınız. Mesai sırasında telefon ve somurtmak yasak. Davetlilerle samimi olmak yasak. İşinizi güzelce yapın. Paranız bu gece hesaplarınızda olacak. Yemek molası için vardiya düzenini mutfağın kapısına astım. Kolay gelsin."
Mustafa Ali ve Çağatay beraberlerindeki çalışanlara ayak uydurup salonun düzenini sağladıklarında çoktan davete yarım saat kalmıştı.
"Kürşat -1, büyük balık salona geliyor."
Salona İlyas, peşinde tablet bilgisayar tutan iki kadın ve onlarında arkalarında iki iri yapılı adamla beraber salona girdiğinde Mustafa Ali hafifçe yakasına eğildi.
"Büyük balık burada." "Anlaşıldı Kürşat-1."
"Her şey harika görünüyor Aslı. Tebrik ederim."
İlyas arkasındaki sarışın kadına gururla baktı. Mustafa Ali onun şerefsiz bir hain olduğunu bilmeseydi ne kadar kibar biri olduğunu düşünüp gıpta edebilirdi.
İlyas masaları gezerken Çağatay'ın elindeki tepsiye uzanıp bir kanepe aldı. Çağatay'ın yakalığına bakıp elindeki tepsiyi elinden alıp yakınlardaki bir masaya bıraktı.
"Sizi ilk defa görüyorum Burak Bey. Ve şuradaki beyefendiyi de."
Mustafa Ali kulaklıktan konuşulanları duymuş ama aralarındaki mesafeden dolayı tepki vermemişti.Çağatay yakışıklı bir gülümseme ile baktı. Dersine iyi çalıştığı için cevabı hazırdı.
"Şirketin yedek çalışanlarıyız. Kerem Bey ayağını kırdığı için yerine biz geldik bu akşam."
Mustafa Ali elindeki tepsiyi boşaltıp yanlarından geçerken İlyas'ın bu cevapla tatmin olduğunu görmüştü.
"Size bir şeyler ikram etmemi ister misiniz efendim?"
Çağatay deneyimli bir servis elemanı gibi davranırken Mustafa Ali'nin sıkıntıdan içi çıkmak üzereydi. Aksiyona ihtiyacı vardı. Mutfağın girişinde kendisine uzatılan tepsiyi aldığında sahnenin kurulumu için geldiklerini gördü.
Sahnede küçük bir orkestra ve ve arkası dönük bir kadın vardı. Kadın İlyas ile konuşuyordu. Mustafa Ali oldukça tanıdık olan kahkaha ile kaşlarını çattığında sahneye fırlamak için İlyas'ın gitmesini bekliyordu.
Bir beş dakika boyunca Mustafa Ali stresten kendini yemişti. İlyas en sonunda salonu terk ettiğinde ses kontrolü yapan ekibin yanına hızlı adımlarla gitti. Tam tahmin ettiği gibiydi. Aklının her bir kenarına kazıdığı kahkahanın sahibi ile göz göze geldiğinde şaşkınken ne kadar masum olduğunu düşündü.
"Must.."
Kaşlarını kaldırdı Mustafa Ali.
"İçecek bir şey alır mıydınız arkadaşlar?"
İmalı bir şekilde Aybüke'ye sordu daha sonra tüm orkestraya. Orkestradan olumsuz cevap aldığında ise Aybüke'nin gözü yakalıktaki isme kaydı.
"Teşekkür ederiz Hakan Bey. Bugün orkestranın ağırlanmasında görevlisiniz galiba."
Zekası ile Mustafa Ali bir kere daha hayran olmuştu.
"Evet. Bir şeye ihtiyacınız olduğunda beni bulabilirsiniz."
Mustafa Ali kaşını kaldırdı. Mesajının anlaşılır olmasını dilemişti. "Elbette."
"Hakan Bey. Davet başlıyor."
Süleyman'ın kendisine seslenmesi ile ayrıldı Aybüke'nin yanından.
"Aybüke mi o? Onun ne işi var orada?" Binbaşın ın öfkeli sesi bütün timin kulağında yankılanmıştı.
Davetliler salona girmeye başladığında orkestra yavaştan çalmaya başlamıştı. Garsonlar arı gibi çalışmaya başladıklarında Mustafa Ali'nin bir gözü Aybüke'nin üzerindeydi. Aybüke çoktan şarkı söylemeye başladığında Mustafa Ali kendini yemyeşil bir ormanda bulmuştu. Ona huzur veren her şey bir anda o salona toplanmıştı. Dikkatinin dağılmasına izin vermemeliydi Mustafa Ali. Mutfağa attı hızla kendini.
Salonda Aybüke'nin olduğunu öğrenen Korkut ve Begüm ise olması gerekenden daha erken girmek zorunda kalmışlardı. Salona el ele girdiklerinde tüm bakışlar onların üzerindeydi. Daha doğrusu az önce adam öldürmüş gibi bakışlar atan Korkut'un üzerindeydi. Kendileri için ayrılan masaya geçtiklerinde Aybüke'nin sevinçle onlara bakması ile bakışları telefonlarına inmişti.
"Ötüken, Kürşat -2 salonda. Aybüke şu an güvende."
"Anlaşıldı Kürşat-2. Anlaşıldı."
Korkut olduğu yerde birkaç adım gerileyip bakış açısını genişlettiğinde Begüm şımarık tavırlarla fotoğraf çekinip Korkut'u darlıyordu.
Önlerine küçük ikramlıklar konulduğu zaman Begüm, ikramlıkları getiren Çağatay'a baktı.
"Spasibo." "Priyatnogo appetita."
Aralarında küçük bir gülüşme geçtiğinde Korkut öksürüğü ile Çağatay'ı uzaklaştırmıştı.
Sinan ise yeni arkadaşı Mehmet Bedir ile salona giriş yaptığında kahkahaları tüm salonu inletmişti. Sinan'ın adam ile bu kadar kısa sürede arkadaş olması tedbirleri arttırmıştı. Böyle adamlar çabucak güvenebilecek adamlar olmadığı için Sinan her adımını dikkatle atıyordu.
"Beni davet ettiğiniz için teşekkür ederim Mehmet Bey. Almanya'dan döndüğümden bu yana klas bir davette bulunmayı özlemiştim."
"Ne demek Seçkin Bey. Memnun oldum dostluğumuzdan. Ama şimdilik müsaadenizle iş arkadaşlarıma selam vermeliyim."
"Tabi ki. Ne demek."
Salondaki herkes yerine yerleştiğinde Binbaşı operasyonu başlatmıştı. Operasyon emrini alan Taha davetin yapıldığı kattan başladı devriye atmaya.
Takım elbiseli korumaların yanına özel güvenlik üniforması ile yaklaştığında ellerini arkasında birleştirmişti.
"Naptınız gençler bir sıkıntı yok değil mi?"
Korumalar birbirlerine baktılar. Daha sonra uzun olan Taha'ya yaklaştı.
"Bu akşam görev katınız burası değil. Size tayin edilen katlara gidin lütfen."
"He ya, valla. Bu akşam da ünlüler gelecek dediler de ondan geldiydim. Gideyim bari. Kolay gelsin size. Bir sıkıntı çıkars..."
"Çıkmaz."
Taha ellerini beline yerleştirdi bu sefer.
"Bereket Abi diye bağırın valla uçarak gelirim ha. Hadi bakalım aslan parçaları."
Taha hızlı adımlarla yanlarından uzaklaşırken kulaklığında ev arkadaşının sesini duydu.
"Ben çağırdığımda da uçarak gelirsen sevinirim Bereket Abi."
Yüzünü ekşitti. "Sen bu yakışıklı sıfata Bereket ismini reva gördüğün için anca sürünerek gelirim yanına."
Fırat keyifle gülümseyip elektrik odasında bekliyordu. Bir haftadır şirketin sistemine girmeye çalışıyordu ancak hep başarısız sonuçlar alıp kendi sistemini çökertiyordu. Taha'nın vereceği talimat ile önce kameraları etkisiz hale getirip daha sonra da Taha'nın çağırdığı yere gidip şirketin kodlarına ulaşacaktı.
Salon dışında durumlar böyle devam ederken Korkut ve Begüm, İlyas ile iletişime geçmişti çoktan.
"Hoşgeldiniz yeni dostlarım Vladimir ve Olena. Sizi gördüğüme çok sevindim."
Begüm çapkın bir gülüşle elini nazikçe öpen adama baktı.
"Biz inanıyor sizinla daha çok görüşecek."
İlyas, Begüm'ün çapkınlığını çok güzel absorbe etmişti. "Umarım öyle olur sevgili Olena."
Begüm İlyas ile sohbetine Rusça olarak devam ettiğinde Korkut üzerindeki bakışların sahibine döndü. Ortaklıkta gezinen turuncu saçlı garson kendisine bakıyordu. Bir yerlerden tanıştıklarını düşünmeye başlamıştı Korkut. Rahatsız bir şekilde önüne dönüp az önceki sohbete dahil olmaya çalışıyordu.
"Şimdi küçük bir ara veriyoruz."
Aybüke sahnesine ara verdiğinde Mustafa Ali, Çağatay'a bakıp kendisini idare etmesi için işaret verdiğinde mesajı alınmıştı.
Aybüke'nin peşine o da çıkmıştı salondan. Aybüke mutfağın arka kapısından bahçeye çıktığında Mustafa Ali de peşine çıkmıştı.
"Aybüke Hanım. Burada ne işiniz var?"
Aybüke Mustafa Ali'nin yakasına uzanıp mikrofonunu kapattığında yüzünde muzip bir gülümseme vardı.
"İlyas Bey, çalıştığım okulun kurucusunun ortağı sayılırmış. Müdürüm rica edince kıramadım. Normalde bir başkası ile anlaşmışlar. Ama son anda ekilince benden rica ettiler. Malum ben de kurumun biricik müzik öğretmeniyim. Benden iyi birini mi bulacaklardı? Bu arada Bumin Kağan çok kızdı mı?"
Aybüke aralarındaki yakınlığı korurken binbaşının adının geçmesi ile geri çekildi Mustafa Ali.
"Evet. Öfkelendi. Siz de programınızı bir an önce bitirip çıkın lütfen. Neler olacağını kestiremiyoruz. Hatta mümkünse şimdi çıkın."
Güldü Aybüke.
"Saçmalama istersen Mustafa Ali. Şu an çıkamam. Çok ayıp olur. Hem.. hem siz etrafımdasınız. Bana bir şey olmasına izin vermezsiniz."
Mustafa Ali stresle elini saçlarına geçirdi. Aybüke eceli olmaya yemin etmişcesine yakındı.
"Bu arada, en yakın zamanda bana Çin Prensesi'nin hikayesini anlatırsan sevinirim. İnsan başrolüne benzediği hikayeleri daha çok merak ediyor."
Mustafa Ali aralarındaki yakınlıktan vicdanen rahatsız olmuştu Mustafa Ali. Ayrıca Aybüke'ye de öfkelenmişti. Kendini bir daha geri çekti. Ve öfkesi ne yazık ki ses tonuna yansımıştı.
"Aybüke Hanım. Lütfen beni daha fazla kaba bir adama dönüştürmeyin. Hatta programı yarıda kesin mümkünse."
Aybüke gözlerini çekmedi. Mustafa Ali ise kapana kısılmış bir av gibi avcısından alamıyordu gözlerini. Aybüke parmak uçlarında tekrar uzanıp Mustafa Ali'nin mikrofonunu tekrar açmıştı.
"İstediğin kadar kaba olabilirsin. Olağanüstü bir durum olmadıkça programımı yarıda kesmeyeceğim."
Mustafa Ali olduğu yerde kalırken Aybüke elbisesinin eteklerini savura savura içeriye tekrar dönmüştü.
Mustafa Ali bir sürü küfürler savurdu kendine. Aybüke aklını öyle bir karıştırmıştı ki operasyonda olduğunu dahi unutmuştu. Mustafa Ali ile beraber ortalıktan kaybolan bir diğer isim de Sinan olmuştu. Zengin yemekleri midesini bozmuş en acilinden bir tuvalet bulması gerekiyordu kendine. En yakın tuvalete girdiğinde hepsinin dolu olduğunu gördü.
Sıkıntı ile tuvalet ararken personel harici girilmeyen tuvaletlerden birine attı kendini. Sinan kabindeyken tuvalete başkaları da girmişti. Sessiz kalmayı tercih etti.
"Plana sadık kalıyoruz değil mi? Herhangi bir değişiklik yok sanırım."
"Elbette. Sadık kalıyoruz. Binbaşı peşimizde her an atağa geçebilir. Onlar boksöre kumpas kurduğumuzu anlayacaklardır. Ancak bilirsin İlyas ters köşe yapmayı sever."
"O zaman Rus boksörü mü kaçıracağız?"
Sinan zevkten 4 köşe olmuştu. Öğrendiği bilgi operasyonun neredeyse yarısıydı.
"Bir dakika dostum."
Adamlar sırayla kabinleri açarken onlardan önce Sinan sifona basıp kendi kapısını açmıştı. Karşısına gelen adam dehşet dolu bir ifade ile bakarken Sinan gülümsüyordu. İşaret dili ile iyi akşamlar diledi önce. Daha önce bu numara ile çok kurtarmıştı paçayı.
Diğer adam belindeki silaha yönelir gibi olduğunda diğeri onu durdurdu. Ve o da işaret dili ile ona duyup duyamadığını sordu.
Sinan ise işitme cihazı kullandığını ama salonda kaybettiğini söylediğinde gözlerini doldurmuştu yalandan. Adam kafa sallayıp Sinan ile konuşmayı bitirdiğinde Sinan ellerini yıkamak için lavobaya yöneldi.
"Adamı öldürmemiz lazım. Ben nereden bileceğim duyup duyamadığını? Hesabını keselim şuracıkta."
Sinan ise tepki vermeden ellerini yıkamıştı. Onu teste tutacaklarını biliyordu. Sinan tuvaletten çıktığında kurtulduğunu düşünmüştü ancak adamlar peşinden gelip saldırıya geçmişti.
İki tarafa da silahları çekmenin riskli olduğunu bildiği için çıplak elle dövüşmeye başlamıştı. Sinan hızlı yumruklarla ve tekmelerle adamlardan birini çoktan bayıltıp diğeri ile de sağlam bir kavgaya tutuşmuştu. Üzerindeki ceketi hızla bir tarafa atıp ayakta kalan adamı tuvalete tekrar sokmuştu. Dikkat çekmemesi gerekiyordu.
Sinan bir teğmen olarak yeterince iyi dövüşüyordu. Ancak anlık bir gaflet ile aldığı darbe onu yere sermişti. Düşerken kafasını lavobaya çarpmıştı.
Ayaklanmaya çalıştı bir süre ancak başındaki dönüş hızı sürekli artıyordu.
Adam beline uzanıp Sinan'ı silahından ayırdığında susturucu takılmış bir namlunun ucunda kalan isim Sinan olmuştu. Kafa sından akan kanlar beyaz fayansları al renge boyarken boğuk ve normale nazaran daha sessiz bir silah sesi yankılandı tuvalette.
|
0% |