7. Bölüm

BÖLÜM 7

Firuze
darulfiru

 

Taha çoktan üst katları kontrol edip İlyas'ın odasının olduğu katı kontrol altına almıştı. Taha'dan temiz haberi alan Fırat ise hızla odaya çıkmıştı. İlyas'ın odasından önce Mehmet Bedir'in icabına bakıp aracına takip cihazı yerleştirmişlerdi çoktan. Her şey tıkırında ilerliyordu. Geriye sadece dosyalar kalmıştı.

 

"Kürşat-3 konuşuyor. Odadayım. Arkamı kollayın. Tamam."

 

"Bendesin Kürşat-3. Tamam."

 

Fırat İlyas'ın odasına girerken olası bir kamera ihtimaline karşı dikkatle giriyordu. Ki düşündüğü gibi de olmuştu. Davet başladığından bu yana kameralar zaten kayıt almıyırdu. Ancak odada masayı gören bir kamera daha vardı. Bu kamera genel ağa bağlı değildi. Sırtını duvara vererek kameranın tam altına geldiğinde atik hareketlerle kameranın bağlantısını koparmıştı. Artık işi daha kolaydı.

Fırat sandalyeye oturup masanın üstündeki bilgisayarı açmaya çalıştı. Oldukça korunaklı olan bilgisayarın şifresini kırması ise birkaç dakikasını almıştı.

Kendi sistemi üzerinden dosyalara ulaşamadığı için İlyas'ın bilgisayarına fiziken ulaşması gerekiyordu. İlk iş olarak yanında getirdiği tablet bilgisayar ile İlyas'ın tüm dosyalarını ve kişisel verilerini bilgisayarına aktarmaya başladı.

Aktarım devam ederken bir yandan da korunan dosyaları kırmaya çalışıyordu.

 

"Kürşat -3, Kürşat -4 konuşuyor. Çok vaktimiz kalmadı. Acele etmen lazım."

 

"Anlaşıldı Kürşat-4"

 

Aktarım birkaç dakika içerisinde gerçekleştiğinde geriye sadece dosyaları kırmak kalmıştı. Aklında birkaç fikir daha oluşmuştu Fırat'ın. Adeta tüm tuşlara basarak bölüm geçmeye çalışıyor gibiydi. Birden bütün timin kulakları mekanik bir sesle doldu. Bir robotun konuştuğunu düşünmüşlerdi.

 

"Kürşatlar. Divane konuşuyor. Kürşat-3 ve Kürşat-4 acilen bulunduğunuz yeri terk edin. Bu bir emirdir. Bulunduğunuz yeri terk edin. Hemen."

 

"Kürşat-3 konuşuyor. Divane mi? Şaka yapıyorsunuz?"

 

Fırat heyecanlanmıştı. Her askere nasip olmayan bir durum ile karşı karşıyaydı.

 

"Emrimi tekrarlamak zorunda bırakmayın beni. Hemen terk edin katı."

 

"Ötüken konuşuyor. Divane operasyona dahil oldu. Sinan'ın bağlantısı kesildi. Acilen kontrol edin."

 

Taha emri yerine getirmek istiyordu ama arkadaşı odadan çıkmadan katı terk edemezdi. Sinan'ın bağlantısının kesilmesi ise tüm timin endişelenmesine sebep olmuştu. Herkes Mustafa Ali'den ya da Binbaşından operasyon için bir komut bekliyordu.

 

"Kürşat-3 konuşuyor. Dosyaları kırmama çok az kaldı."

 

"Divane konuşuyor. İlyas'ın dosyalarını CyberPuma ile koruyorlar istesen bile kıramazsın. Yarın, sana göndereceğim kodlar ile kır. Şimdi hedefin bilgisayarını kapatmadan çık odadan Kürşat-3. Seni bekleyen Kürşat-4'ü riske atıyorsun."

 

"Anlaşıldı Divane."

 

Fırat hızla bilgisayarını toplayıp İlyas'ın bilgisayarını olduğu gibi bırakmıştı. Odadan son hızı ile çıkarken bir yandan da silahını her ihtimale karşı emniyetten çıkarmıştı. Koridorun sonundaki Taha ile bakıştı. Taha'dan olumsuz işaret gelmişti.

 

"Kürşat-3 saklan oğlum. Adamlar geliyor."

 

Taha çaresizce boş koridora bakındı. Yerin yarılıp içine girmesi için neler mümkün diye düşündü? Saklanmak için başka şansı yoktu. Fırat saklanmak için etrafına bakınırken Korkut ve Begüm salonda gergin bir şekilde kendileri için gelecek emirleri bekliyordu.

 

Sahneye davetin aralarında çıkan sunucu kadın, tekrardan çıkmıştı. Birkaç övgü ve kaliteli espirisinden sonra tim için can alıcı kısım başlıyordu.

 

"Birazdan sporcuyu açıklayacaklar. Çato, sen çık Sinan'ı bul. Yaralı olabilir. Korkut ve Begüm siz de sahneden sonra da İlyas'ın peşini bırakmayın."

 

Mustafa Ali Divane'nin operasyona katılması ile bir terslik olduğunu anlamıştı. Sinan'ın başına bir işin gelmemiş olması için dua ediyordu. Aralarında yaşça en küçük olanı Sinan'dı. Yaşayacağı göreceği bir hayat vardı önünde.

 

"Şimdi I-Move Limited Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı İlyas Boğazlı'yı bu sene bayrağımızı dalgalandırıp bizi gururlardan gurura sürükleyecek sporcularımızdan hangisi ile sponsorluk anlaşması yapacağını açıklaması için sahneye davet etmek istiyorum."

 

İlyas sahneye çıkıp sunucu ile el sıkıştı.

 

"İlyas Bey. Buradaki herkesin hayatına dokunduğunuz gibi bizi uluslararası sahada temsil eden sporcularımızın da hayatlarına dokunuyorsunuz. Bu vizyonunuz sayesinde kendi adıma I-Move çatısı altında olduğum için gurur duyuyorum."

 

Bir alkış tufanı daha kopmuştu. Bu insanlar İlyas'ın nasıl bir adam olduğunu bilerek mi yoksa, ona inanarak mı alkış tutuyorlar diye düşündü Mustafa Ali.

 

"Ne kadar doğru söyledin Selin'ciğim. İnsanların hayatına dokunmak. 10 yıl önce bu şirketi kurarken yol edindiğimiz şiar buydu. Ve bu 10 yıl içerisinde kendimiz dahil birçok insanın hayatını değiştirdik. Bugünlere gelmemize vesile olan tüm güçlere selam olsun diyelim. Bu 10 yılın son 4 yılını da asil sporcularımızla taçlandırıyoruz. Bu sene I-Move ailesi olarak bu sene bizim göğsümüzü kabartan ve gücü ile gücümüze güç katacağımıza inandığımız Kick Boks Dünya Şampiyonu Ferit Güneş ile bir anlaşma imzaladık. Kendisi bizi dünyaya tanıtırken biz de ona yol arkadaşı olmaya karar verdik. Ben bir de kendi yol arkadaşlarımı da sahneye davet etmek istiyorum müsadenizle."

 

İlyas birkaç isim saymıştı. Sahne bir anda yıldızlar geçidi olmaya başladığında bir alkış daha kopmuştu. Sahnede büyük bir coşku ve sahte gülüşler birbirine karışmıştı. Tam tahmin ettikleri gibi Ferit Güneş seçilmişti. Skandal oluşturmak için en iyi seçenekti.

 

Kalabalığın içerisinde Mustafa Ali, Aybüke ile göz göze geldi. Sahneden sunum sebebi ile inmişti. Ve kendisine doğru korku dolu gözlerle geliyordu. Mustafa Ali'de ona doğru ilerledi.

 

"Aybüke Hanım. Bir şey mi oldu?"

 

Kafasını salladı. Yüzünden okunan korkuya rağmen ses tonunda ufak bir sitem mevcuttu Mustafa Ali'ye karşı.

 

"Yolunda gitmeyen bir şeyler var değil mi? Begüm'ün ve Korkut'un halinden belli. Neler oluyor? O gün ki adamlar mı?"

 

Aybüke sessiz olsa bile Mustafa Ali telaşla etrafına bakınmıştı. Ama alkış sesinden duyan olmamıştı.

 

"Ötüken konuşuyor. O Aybüke'ye söyle derhal terk etsin orayı. Yoksa ben bütün planı alt üst edip gelip onu oradan çıkarmasını bilirim."

 

Mustafa Ali, binbaşının bağırması ile kulağını tuttu. Ve daha sonra Aybüke'nin kulağına eğildi.

 

"Aybüke Hanım. Binbaşım derhal buradan gitmenizi rica etti. Eğer gitmezseniz kendisinin geleceğini de ekledi."

 

Aybüke'nin korkusu yüzünden okunuyordu. Ve ikiletmeden onaylamıştı. Yakından Mustafa Ali'nin ne kadar güzel koktuğunu düşündü ilk önce. Ancak az önceki sesini yükselterek konuşması ile düşüncesini dağıttı.

 

Önce orkestra arkadaşlarının yanına uğradı. Daha sonra Mustafa Ali'nin yanına tekrar geldi.

 

"Olağanüstü bir durum olduğu için gidiyorum. Yoksa..."

 

Devamını getirmedi Aybüke. Dayısının askerleri oradaydı. Ve arabaları silahlı saldırıya uğrayalı çok olmamıştı. İşleri daha da karıştırmamak adına gitmeyi tercih etmişti.

 

Aybüke uzun uzun baktı Mustafa Ali'nin yanından giderken. Ancak bu gidişi ne Aybüke'nin başını döndüren kokunun etkilerini ne de Mustafa Ali'nin içindeki telaşı söndürememişti. İkisi için de duygu karmaşası yaşamak için uygun bir zaman değildi.

 

Taha ise koridora gelen adamları atlatsa bile geri dönüp Fırat'ı kurtarmayı planlamıştı. Bunun için binbaşından özel iznini de almıştı. Ancak geriye döndüğünde ortalıkta ne adamlardan bir iz vardı ne de Fırat'tan.

 

Fırat'ın bağlantısı sabitti. Ancak ses vermiyordu. Konuşamayacak durumda olması sıkıntı teşkil ediyordu. Taha uzun koridorda ilerlerken duyduğu ses ile duraksadı.

 

"Şşt! Taha! Al oğlum beni buradan."

 

Etrafına bakındı Taha. Fırat'ın fısıltı ile gelen sesinin yönünü arıyordu.

 

"Yukarıdayım."

Taha kafasını kaldırdığında Fırat'ı havalandırmada gördü. Oraya nasıl girdiğini düşündüğünde aklına tek bir ihtimal gelmişti.

 

"Düz duvara tırmandım de, de düşüp bayılayım şuraya."

 

Pişkin pişkin sırıttı Fırat. "Derdine derman Spiderman kardeşim. Hadi back yap da ineyim."

 

Taha kocaman bir gülümseme ile bir elini arkadaşının kafasına diğer elini de beline hizalamıştı. Fırat önce bacaklarını sarkıttı. Daha sonra ise elleri ile tavana tutunup bir süre sallandı. Düşmek için cesaretini topladığında kendini bıraktı.

Taha arkadaşının düşüşünü büyük bir beceri ile yumuşattığında yaptıkları ilk şey silahlarını almak oldu. Tüm koridoru birbirlerini koruyarak geçtiklerinde daha önce keşfettikleri gizli çıkışlardan birini kullanarak binanın dışına çıkmayı başarmışlardı.

 

"Ötüken konuşuyor. Kürşat-3!"

"Kürşat-3 dinlemede."

"Katı terk edebildiniz mi?"

 

Taha hala bir eli kulağında bir eli silahında ilerlerken binbaşına gereken brifi vermişti.

 

"Güvenli bir şekilde binayı terk ettik Ötüken. Emirlerinizi bekliyoruz."

 

Taha ve Fırat binanın arka kapısında bekliyorlardı. Kendilerini kurtarmış olmanın rehavetine asla kapılmayıp Sinan için bir şeyler yapmak istiyorlardı.

 

"Ötüken. Kürşat-5 konuşuyor."

 

Çağatay'ın kulaklıklara ağlamaklı sesi dolarken Korkut ve Begüm göz göze gelmişlerdi.

 

"Sinan'ı buldum. Acil ambulans istiyorum. Çok kan kaybetmiş. Davetin olduğu katta koridorun sonundaki personel tuvaletindeyiz."

 

Çağatay yanına sağlık ekipmanlarını alamadığı için yapabildiği ilk yardımı yaptı. Sinan'ın kafasından kan akan kısma tampon uygulayıp koma pozisyonuna getirmişti. Üzerindeki gömleğin yakalarını açtı. Bir yandan da başka bir yarası var mı diye kontrol ediyordu.

 

"Sinan aç oğlum gözlerini. Hadi kardeşim."

 

Birkaç kere daha seslendi Çağatay. Sinan gözlerini araladı bir süre sonra.

 

"Ko..komutanım.."

"Buradayım aslanım. Konuş benimle. Sinan."

 

Çağatay seslendikçe gözleri biraz daha aralanmıştı.

" Sinan? Bak bana buradayım."

Çağatay bir yandan da göz bebeklerini kontrol ediyordu.

 

"Bu kaç Sinan?" "3 komutanım."

 

Sesi oldukça güçsüz çıkıyordu. "Benimle kal tamam mı? Ambulans gelecek birazdan. Kaç yaşındasın Sinan?"

 

"25 komutanım."

 

Çağatay bilincini kontrol etmek için sorular soruyordu ona. "Komutanım."

 

"Söyle aslanım."

 

"Öğrendim. Planı öğr..."

 

Devamını getirmeden tekrar kapanmıştı gözleri. Çağatay çaresizce sövdü. Sinan'ı tekrar uyandırmaya çalışırken Fırat ve Taha'da girmişti tuvalete.

 

"Ne olmuş lan bu çocuğa? Ortalık kan gölü."

 

Taha şaşkınlıkla bakmıştı silah arkadaşına. Çağatay ise çaresiz görünüyordu.

 

"Başını lavobaya çarpmış olmalı. Sert düştü galiba."

 

Fırat ilk iş olarak uzun bir iz şeklinde tuvalet kabinlerine uzanan kanı kontrol ettiğinde sondaki kabinde üst üste yığılmış iki adamı gördü. Önce Sinan'a baktı. Sonra adamlara. Fırat'ın gördüğü şeyi merak ettiği için Taha da kanlara basmamaya çalışarak geçti arkadaşının yanına.

 

Adamların biri alnından vurulmuştu. Diğeri ise bağlı ve baygın görünüyordu. Suratına bakıldığında bile fena dayak yediği görünüyordu. Taha uzanıp ikisinin de nabzını kontrol etti.

 

"Sinan adamı güzel paket etmiş."

 

"Sinan'ın yaptığı ne malum? Onlar bu haldeyse Sinan nasıl baygın?"

 

Taha omuzlarını silkti. Ellerini cebine yerleştirdi.

 

"Detay veremem tabi ama Sinan imzasını atmış adama. Solak olduğu için adamın yüzünün sağı daha çok hasarlı. Sinan'ın yaptığı bariz."

 

Fırat incelediğinde arkadaşının verdiği detay ile aydınlanmıştı.

 

"Diğeri vurulduğuna göre bir başkası daha vardı burada."

"Ya da baygın olan diğerini.."

 

"Polisiye çekmiyoruz arkadaşlar burada. Taha. Abicim gel şu tamponu bastır iyice. Fırat,kapıyı kolla sen de. Sağlık ekiplerini yönlendir. Zaten canım burnumda."

 

Çağatay'ın çıkışı ile ikili sessizce söylenilenleri yapmaya başladı. Çağatay bir yandan da Sinan'ı tekrar uyandırmayı deniyordu. Sinan gözlerini belerterek birden açtığında Taha'nın korkudan ödü patlamıştı tabiri caizse. Sinan ayaklanmaya çalıştığında Çağatay onu geri yatırmıştı.

 

"Komutanım. Kaçıracaklar.. sporcuyu..."

 

Taha, Sinan'ın bildikleri yüzünden bu hale geldiğini anlayınca gurur duymuştu içten içe. Sinan da artık tecrübe kazanmaya başlıyor diye düşünmüştü.

 

"Sen büyüdün de istihbarat mı aldın Çaylak? Bana bak. Sakın bırakmıyorsun bizi. Duydun mu?"

 

Sinan gözlerini kaldırıp yorgun bir gülüş attı. "Em.. emredersiniz komutanım. Ama şimdi biraz uyuyabilir miyim?"

 

Çağatay, Sinan'ın uyanık kalması için elinden geleni yapıyor bir yandan da hala gelmeyen sağlık ekiplerine içten içe sövüyordu. Bu sırada Sinan yarı açık gözleri ile sayıklamaya başlamıştı

 

"Hoca Dehhani, Şehname. Mevlana, Divan-ı Kebir, Mesnevi, Mektubat, Fihi Ma Fih, Mecalis-i Seb'a. Şeyyat Hamza, Yusuf-u Züleyha mesnevisi. Ahmet Fakih, Çarhname. Gülşehri, Mantıku't-Tayr."

 

"Ne diyon Sinan? Ne oluyor bu çocuğa Çato? Fabrika ayarlarına döndü çocuk."

 

"Arada uykuda da sayıyor bunları. Edebiyat fakültesinden kalma."

 

İçeriye sağlık ekipleri sonunda girdiğinde Çağatay, gereken bütün açıklamaları açıklamayı onlara yapmıştı. Ekipler ilk yardımı yaparken içeriye şirket yetkilileri de girmek istediğinde Fırat kabindeki adamları düşünüp onları dışarıya çıkarmıştı.

 

"Bakın ben İlyas Bey'in genel sekreteriyim. Ve içerideki beyfendi davetlimiz. Tabi ki de bilgi alacağım."

 

"Ben yardımcı olayım Aslı hanım."

 

Kadın Taha'yı görünce güvenle baktı.

 

"Neler oluyor Bereket Abi?"

 

Taha bir anda yanlış zamanda rolden çıktığını fark edip durumu toparladı.

 

"Beyfendi biraz sarhoşmuş Aslı Hanımcım. Tuvalette de sen dengesi şaş. Kafayı lavaboya vur. Siz içeriye girmeyin kan olmasın üstünüz."

 

Aslı tiksinti ile birkaç adım geri çekildi. O sırada bir sedyede Sinan giderken Çağatay da peşinden gidiyordu.

 

"Kimseye bahsetmeyin bu olaydan. Sessizliği sağlayalım bir müddet. "

 

Aslı olay yerinden ayrılırken Fırat da binbaşı ile iletişime geçmişti.

 

"Evet komutanım. İki kişiler. Biri ölmüş. Ama diğeri sağ. Birazdan ayılır. Ancak Sinan'ı dinlemeden sorguya alamayız."

 

"Emredersiniz komutanım."

 

Taha ve Fırat kabindeki adamların icabına bakarken salonda kalan Korkut, Begüm ve Mustafa Ali telaşla bir haber bekliyorlardı.

İlyas'ın sekreteri telaşla İlyas'a yaklaştığında Mustafa Ali boşları almak için arkalarındaki masaya yanaşmıştı.

 

"Efendim. Davetlilerden biri kafasını lavobaya çarpmış. Personel tuvaletindeydi. Sağlık ekipleri müdahale etti duruma."

İlyas kafasını salladı.

 

"Serdar ile Ender nerede kaç saattir? Onlar da personel tuvaletine girmişlerdi."

 

"Hemen kayıtlara bakalım efendim."

 

Mustafa Ali kadının kapalı olan kayıtlara bakmaması için elinden gelen tek şeyi yapmıştı. Hızla arkasına dönüp kadına çarptı. Ve elindeki tableti düşürmüştü. Belki de böylelikle Fırat'a zaman kazandırabilirim diye düşündü.

 

"Çok özür dilerim efendim. Dikkat etmedim."

 

Aslı gülüşünü bozmamıştı ancak öfkeli bakışlarını eksik etmiyordu.

 

"Beyfendi. Benim bütün kariyerim bu tabletin içerisinde. Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?"

 

Mustafa Ali uzanıp tableti verdiğinde tek dileği Fırat'ın onu duyup kamera kayıtlarını başlatmış olmasıydı. Daha fazla dikkat çekmemek için yanlarından uzaklaşırken operasyonun son anda baltalanmamış olması için dua ediyordu.

 

🎱🎱🎱

 

"Gittiler mi?"

 

Genç kadın gözlerindeki gözlüğü masanın üzerine bırakırken kafası ile onay vermişti sorulan soruya.

 

"Şirketimizde an itibariyle bir tane bile Türk askeri kalmadı. Şimdi ne yapacağız efendim?"

 

İlyas elini cebine atıp cama döndü. Keyfi yoktu. Sabah güneşi, sert kahvesi, ve TSK'nın başarısız geçen operasyonu bile keyfinin bozuk olmasına iyi gelmiyordu. Binbaşı geldiğinden beri rahat durmadığı gibi bir de şirketine sızmaya çalışmıştı. Ancak eli boş dönmüştü İlyas'a göre.

 

"Ne de olsa finansal dökümanlara ve işlerine yarayacak bilgilere ulaşamadılar. Sadece kişisel olduğunu düşündükleri birkaç dosya var ellerinde. Bir de Ender. Umalım ki Ender konuşmasın."

 

"Peki sizce bir sonraki planları nedir? Yani buraya sadece bilgileri almak için mi geldiler?"

 

"Sıradaki planı tahmin etmek zor. Binbaşı hamlelerini her zaman şaşırtıcı olacak şekilde planlar. Artık daha dikkatli olmanızı istiyorum Aslı. Bu kadar askerin şirkete sızmış olması büyük bir ihmalkarlık. Tekrarı yaşanmasın. O Mehmet itine de söyle, en yakın zamanda yanıma gelip hesabını versin. Aptal herif."

 

Aslı bir yandan patronu ile planlarını konuşurken bir yandan da İlyas'ın bilgisayarını tekrardan güvenli hale getirmeye çalışıyordu.

 

"Efendim. Dosyalarınıza erişim engeli konulmuş."

 

İlyas büyük bir şaşkınlıkla döndü bilgisayara.

 

"Nasıl olur bu Aslı? Ver şunu bana."

İlyas bilgisayarı önüne çekip korunan dosyalarına ulaşmak adına denemelerde bulunmuştu.

 

"Bu koruma programına milyon dolarlar yatırdık. Dünyanın en iyi koruma programını kullanıyoruz! Erişim engeli ne demek! Ara şunları."

 

Aslı telefonu ile bir yerlere ulaşmaya çalışırken İlyas'ın bilgisayarında bir görüntü ekrana gelmişti.

 

'2018, Moskova kışından merhaba!'

 

İlyas öfke ile bilgisayarını kapattığında içinin öfkesi dinmemiş olacak ki bilgisayarını fırlattı masanın üstündekilerle beraber.

 

İlyas yaşadığı hezimeti sindirmeye çalışırken Kürşadlar için gece oldukça uzun geçmiş, sabahı zor etmişlerdi. Taha Ve Mustafa Ali, Sinan'ın tuvalete baygın bıraktığı adam ile ilgilenirken Begüm ve Korkut direkt hastaneye gitmişlerdi.

Fırat ise son anda Mustafa Ali'nin konuşmasını duyup tabletinden kamera kayıtlarını başlatmış ve daha önceden şirketin boş zamanlarında çekmiş olduğu kayıtları akışa yerleştirmişti. Canlı görünen kayıtlar aslında Fırat'ın daha önceden çektiği kayıtlardı.

 

Zaman senkronizasyonunu sağlayarak dikkat çekmeyeceklerdi. Sabaha karşı ise kendisine Divane tarafından iletilen kodlar ile İlyas'ın tüm korunaklı verilerini eline geçirmişti. Hazır kodlarla kırmak bile oldukça zorlamıştı Fırat'ı. Ancak birkaç saat içinde dosyalar olduğu gibi binbaşının masasındaydı. Karargahtaki işlerini hallettikten sonra ilk iş olarak Meryem'e uyandığında mutlu olması için uzun bir günaydın mesajı atıp hastaneye doğru yola çıkmıştı.

 

Fırat CyberPuma gibi zor ve sadece kurucusu tarafından kırılan dünyanın en iyisi seçilmiş bu koruma programını Divane'nin nasıl çözdüğünü düşünürken bir yandan da Divane ile iletişime geçmiş olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Çünkü ikizinin kanının yerde kalmayacağına artık emindi.

 

Hastanenin bahçesine girdiğinde Korkut'u bir köşede sigara içerken görüp, yanına ilerledi.

 

"Hoşgeldin Fırat."

"Hoşbuldum. Sinan nasıl?"

 

Korkut omuz silkti. "Ben de yeni geldim. Bir sigara içip öyle girecektim içeriye. Sen git ben gelirim peşine."

 

Fırat, Korkut'un tekrardan sigaraya başlamasına kızsa bile ona soru sormaya çekiniyordu. Bir iki adım uzaklaşsa bile dayanamayıp geri döndü.

 

"Hayırdır abi? Nereden çıktı şu zıkkım yine? Yani sormayayım diyordum ama..."

 

"Sorma Fırat."

 

Lafların ağzına tıkılmasıyla beraber bıkkınlıkla elini suratına kapattı. Tek bir kelime daha etmemişti. Ancak gitmemişti de. Korkut sigarasını bitirene kadar ev arkadaşını bekledi.

 

"Sen dosyaları hallettin mi?"

"Zor oldu ama hallettim. Dosyalar binbaşında."

 

Korkut çöp kutusunun küllüğünde sigarasını söndürdüğünde beraber içeriye girdiler. İçeriye girdikleri anda Korkut beyninden vurulmanın duygusal tanımı ile tanışmıştı. Çağatay koltukların birinde uyurken, Begüm onun dizlerinde uyuyordu. Yumruklarını sıkıp derin bir nefes bıraktı.

 

"Hoşgeldiniz. Ne yaptın Fırat? Dosyalar tamam mı?"

 

Mustafa Ali'nin uzattığı elini sıkarken bir yandan da onaylıyordu arkadaşını.

 

"Hallettik yüzbaşı. Ben ve biricik silah arkadaşım Divane hemen çözdük dosyaları."

 

"Havalandırmadan sarkarken de Divane'yi çağırsaydın Spiderman. Hemen sattın buddy'ni."

 

Taha kafası duvara dayalı ve hala gözleri kapalıyken gözlerini dinlendirmeye son verip arkadaşına laf yetiştirdiğinde Fırat omzuna dostça (!) bir yumruk atmıştı.

 

"Sinan nasıl?"

 

"Uyanmasını bekliyoruz. Küçük bir operasyon oldu. Uyandıktan sonra tekrar MR çekilecek. Ona göre nörolojiye yönlendirecekler."

 

Korkut geri çekilip duvara yaslanmaya yeltendiğinde Taha ayaklanıp yer vermek istedi. Ancak Korkut kabul etmedi. Karşısında uyuyan Çağatay ve Begüm'e baktı biraz. Begüm'ün huzursuzluk dolu uykularından haberi vardı. Onu şu durumda bile bu kadar rahat uyurken gördüğünde daha çok sinirlendi.

Hayatında iki kadın vardı sadece. Ve ikisi için de hiç bir şey yapamıyordu. Onları koruyamıyordu artık. İşe yaramazlık hissi boğazından yukarı tırmanırken yere çöktü Korkut. Koca cüssesi dahi içindekileri taşıyamıyordu. Sessizce izledi huzurla uyuyan Begüm'ü. Bir zamanlar uyuması için nöbet tuttuğu Begüm'ü izledi.

 

Saat sabah 9 sularıydı. Neredeyse 48 saattir uykusuz olan Kürşadlar Timi'nin aksine Sinan günlerdir uyuyormuş gibi hissediyordu. Yoksa gözlerine binen bu ağırlığın başka bir anlamı olamazdı. Zorla açtı gözlerini. Kafasının arkasına vuran ağrı anbean daha da belli oluyordu.

 

"Günaydın Sinan Bey.Nasılız?"

 

Sesin geldiği yöne dönmek istedi ancak sadece gözleri ile bakabilmişti. Kendisine koca bir gülümseme ile bakan doktor ile göz göze geldi. Genç ve oldukça güzel olan bu hanımefendi karşısında patavatsızlığına engel olamamıştı.

 

"Bilmem iyiyiz herhalde. Gerçi siz buradan bakınca baya iyi görünüyorsunuz ama."

 

Tokat yiyebilirdi. Hatta doktor hanım fişini dahi çekebilirdi. Ama daha çok gülümsedi.

 

"Siz maalesef buradan bakınca baya kötü görünüyorsunuz Sinan Bey. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"

.

Beynini zorladı bir süre. En son hatırlayabilidiği şey operasyon için çıktıkları davet olmuştu. Aklına gelmeyen detaylar için kaşları çatıldı. Hafıza kaybı mı yaşıyorum diye düşündü.

 

"Kendinizi hatırlamak için zorlamayın. Kafa travmanız var. Ben hocama haber vereyim."

 

Sinan eli ile durdurdu doktor hanımı. Arkadaşlarını düşündü. Operasyonu batırıp batırmadığını merak ediyordu.

 

"Arkadaşlarım burada mı? Yani bir bilginiz var mı?"

 

Omuz silkti sadece. "İnanın bir bilgim yok. Ama sizin için öğrenirim."

 

Kapıdan çıkmadan son kez Sinan'a döndüğünde Sinan uyanmayıp, şehit olduğunu ve cennette olduğunu düşündü.

Ancak yeni yeni kendini belli eden gerçeklik algısı ile ölmediğini anladı. Ortalıkta kimse görünmüyordu. Çaresizce cama çevirdi bakışlarını Sinan.

İki ihtimali vardı. Ya operasyonu mahvettiği için komutanları arkasını topluyordu, bu yüzden gelememişlerdi. Ya da gelmemişlerdi. İkinci ihtimal canını kafasındaki yaradan daha çok yakmıştı.

 

"Salak mısın Sinan? Komutanlar zaten operasyondan çıktılar. Millet yorgundur. Bir de seni mi bekleyecekler? Kim bilir kaç saattir buradasın?"

 

Daha sonra kızdı tekrar kendine.

 

"Seni yalnız bırakmazlar lan. Haberleri yoktur. Belki hala operasyondadırlar. "

 

İçi içini yerken odanın kapısı açıldı. Orta yaşlı bir doktor ve az önceki doktor hanım girmişti odaya.

 

"Geçmiş olsun Sinan Bey. Umduğumuzdan daha erken uyandınız. Ağrı, bulantı, görmede ya da konuşmada bozukluk var mı?"

 

Kendini yokladı Sinan. "Teşekkür ederim doktor bey. Çok iyiyim. Sadece başımın arkasında ağrı var. Bir de çok acıktım doktor bey. Kim bilir kaç saattir açım. Ne zamana yemek yerim tahminen."

 

" 45 dakika sonra kahvaltınız gelir merak etmeyin. Sizi de birkaç saat içerisinde tekrardan bir MR'a alacağız. Sonuçlarına göre tekrar konuşalım olur mu? Operasyondan sonraki tahlilleriniz temiz çıktı. İnşallah görüntüler de temiz çıkar. Tekrar geçmiş olsun."

 

"Sağolun."

 

Bu kısa görüşmeden sonra doktor hanım gülümsedi.

 

"Arkadaşlarınıza uyandığınızı söyledim. Çok kısa olmak şartı ile gelecekler yanınıza. Geçmiş olsun Sinan Bey."

 

İki doktor da dosyalar ile odadan çıkarken doktor hanım tekrardan gerisin geri dönüp bakmıştı. Sinan kafasını hafif eğip melül melül baktı arkasından. Bu güzellik gerçek olabilir mi diye düşündü.

 

"Kürşad'ın Gür Sesiyle,

İndik Tanrı Dağından.

Parçaladık Surları

Çin Seddini Aştık Biz"

 

Kürşadlar odaya eğitim marşlarını söyleyerek girdiğinde Sinan'ın ödü birazcık sarsılmıştı. Hepsi birden başında toplandığında Sinan oturuşunu güçlükle dikleştirip asker selamını vermişti gülümseyerek.

 

"Teğmen Sinan Karakaş. Mersin. Emret komutanım!"

 

Sesi normalden daha kısık çıkmıştı. Ama gözlerindeki alev hala yerli yerindeydi.

 

"Nasılsın asker?"

 

"Sağol."

 

Hepsi gülümseyerek bakıyordu Sinan'a.

 

"Nasılsın Sinan ağrın var mı?"

 

Begüm komutanı sevecen bir ifade ile oturdu yanına. "Biraz kafam ağrıyor komutanım."

 

"Valla nasıl kalın kafalıysan ucuz atlattın Sinan. O kadar kan kaybedip hemen ayaklanman şaşırttı beni."

 

Çağatay'a baktı gururla.

 

"Sağlıklı ve düzenli beslenmenin sayesinde komutanım."

 

Yüzünden hiç gitmeyen o çocuksu gülümseme ile gülümsediğinde Korkut'un bile yüzü gülmüştü.

 

"Komutanlarım. Benim yüzümden operasyon mahvolmadı inşallah."

 

Herkesin bir anda yüzü düştü. Birbirlerine baktılar. Doktor gelip Sinan'ın uyandığını söylediğinde Taha hiç vakit kaybetmeden hatta uzun zamandır bu anı bekliyormuşcasına şaka yapma fikrini sunmuştu.

 

"Üzgünüz Sinan. Seni aramaya çıkınca operasyonu iptal ettik. Sonra seni yaralı bulunca da hastaneye getirdik."

 

Sinan gülümsemeye başladı Mustafa Ali'ye.

 

"Komutanım. Hepiniz beni aramaya çıksanız bile siz mutlaka geri gelir yarım kalan işi tek başınıza bile halledersiniz. Bu sefer kanmam komutanım."

 

Mustafa Ali, yanındaki Korkut'a baktı. Dudaklarını büktü.

 

"Tim komutanına inanmayan askeri ne yapıyorduk yüzbaşı? Ne ceza verelim şuna? Hem operasyonu mahvetti, hem de pişkin."

 

Korkut elini çenesine attı. Düşündü bir süre. "Valla bana kalırsa Zerda'yı gezdirsin."

 

Sinan dehşetle baktı Korkut'a.

 

"Evet. Hemde her izin gününde. Sonuçta o da bir can ve gezmesi gerek."

 

"Kesinlikle gezmesi gerek."

 

Sinan itiraz edeceği sırada yardımına Taha ve Fırat yetişti.

 

"Salın çaylağımı. Zaten marul kafasını yarmış. Elimize örgütün has adamlarından birini rehine vermiş. Daha ne yapsın bu çocuk TSK'ya? Bir de senin Suriyeli akrebini mi gezdirsin?"

 

Korkut ve Mustafa Ali birbirine baktı. Hala güzel bir fikir olduğunu savunuyorlardı.

 

"Yalnız adamı güzel dövmüşsün. Aferin sana. Tam öğrettiğimiz gibi."

 

Fırat havaya yumruklar atarken herkes gülüyordu. Arkadaşları iyiydi. Operasyondaki gelişmeler olumluydu. Dikkatlerini dağıtan şey kapının tıkırtısı oldu. Herkes aynı anda kapıya baktığında içeriye Aybüke girmişti.

Yüzünde geniş bir gülümseme ve elinde koca bir buket ile odaya girdiğinde Mustafa Ali koşa koşa kaçmak istedi. Dün ki kabalığı aklına geldikçe daha çok utanıyordu. Hatta gitmek için müsade isteyeceği sırada Aybüke ondan önce konuşmuştu.

 

"Çok geçmiş olsun Sinan Bey. Ben Aybüke Manas."

 

Sadece birkaç kere gördüğü kadına kibarca gülümsedi Sinan. Binbaşının sevgilisinin orada ne işi olduğunu düşündü bir süre.

 

"Memnun oldum Aybüke Hanım."

 

"Bu çiçekler binbaşının çiçekleri. Kendisi gelmeyince ben getirmek istedim. İyisinizdir umarım."

 

"Maşallah Aybüke Hanım. Turp gibi bizim çaylak. Dayınız nasıllar?"

 

Taha, Mustaali'sinin garip bakışlarından zevk alarak sormuştu sorusunu. Bir haftadır içinde tuttuğu bilgiyi patlatıp arkadaşının sağ salim bir aşk yaşamasına sebep olacaktı. Sağdıçlık müessesesinin en gözde ve yeni üyesi olarak görüyordu kendini. Mustafa Ali ise, Taha'nın, Aybüke'nin dayısını nereden tanıdığını düşünüyordu hala.

 

"Nasıl olsun, hala çalışıyor. Ay adama rahat verdiğiniz mi var? Tam operasyonunuz bitti diye sevindim. Bu sefer de dosya işleri evrak işleri falan çıktı."

 

Aybüke yarı sitem, yarı neşe ile konuşurken Taha güldü. Evet dedi tam sırası bombayı patlatmanın.

 

"Ee, bir Binbaşı Bumin Kağan Uzunkol kolay yetişmiyor."

 

Taha o an bir kamera ile Mustafa Ali'nin şaşkınlığını kayda almak isterdi. Aybüke kibarca gülümseyip Sinan ile konuşurken Taha arkadaşının kulağına eğildi.

 

"Ağzını kapa devrem. Binbaşı kaçmasın. Malum kaç senedir adamın yeğenine yanıksın."

 

"Seninle daha sonra konuşacağız Taha."

 

Mustafa Ali duyulmamak için dişlerinin arasından konuşurken dirseğini geçirdi arkadaşının boşlukta kalan yerlerine. İçinden koşa koşa ağlamak geliyordu. Mutluluktan ağlayacaktı.

 

"Binbaşı dayınız mı?"

 

Fırat'ın şaşkınlıkla sorduğu soruya Begüm cevap verdi.

 

"Herkes binbaşı ile Aybüke'yi sevgili mi sanıyor gerçekten?"

 

Çağatay, Fırat, Sinan ve Mustafa Ali aynı anda kafalarını salladığında Aybüke'nin bakışları sadece Mustafa Ali'nin üzerindeydi.

 

Göz göze geldikleri anda Aybüke bakışlarını çekti ondan. Dün ona yaklaştığında neden geri çekildiğini anlaması daha kolay olmuştu. Sevgilisi olan bir kadına, hele ki sevgilisi kendi komutanı olan bir kadının yakınlığı bu yüzden rahatsız etti diye düşündü Aybüke.

 

"Merhabalar. Hastamızı ziyaret ettiysek eğer sizleri dışarıya alabilir miyim? Çok yormayalım kendisini. Zaten sayı olarak da fazl... Aybüke Abla! Bu ne güzel sürpriz."

 

Aybüke içeriye giren doktora şaşkınlıkla baktı ve kollarını kocaman açtı. Doktor hanım ile büyük ve heyecanlı bir sarılma ritüeli gerçekleştirdikleri sırada ikisinin de gözleri dolmuştu.

 

"Kübra. Senin burada ne işin var?"

 

Sinan doktorun ismini öğrenmiş olmanın verdiği keyifle sırıtırken artık en yakın arkadaşı Aybüke'ydi.

 

"Kaç sene oldu görüşmeyeli? Nasılsın daha iyi misin?"

 

Aybüke kollarını geri çekti. "İyiyim tabi. Öğretmen oldum ben. Sen de hayal ettiğin gibi beyaz önlüklesin."

 

Kafa salladı Kübra Doktor. İkisi de ağlamaklıydı.

 

"Ben nöbetteyim şimdi. Ama bana numaranı ver görüşelim olur mu?"

 

Bütün tim yıllar sonra gerçekleşen kavuşmanın bitmesini beklerken Aybüke ve Kübra numaralarını almışlardı birbirlerinin. Mustafa Ali ise Aybüke'nin numarasını o söylerken ezberlemişti.

 

"Şimdi sizi dışarı almak zorundayım. Sinan Bey'i yormayalım."

 

Herkes büyük bir anlayışla Sinan'a veda edip odadan çıkarken Kübra, Aybüke'ye seslendi.

 

"Kağan abiye selam söyle. Çatlak yumurta doktor oldu de. "

 

Aybüke gülümsedi.

"Baş üstüne."

 

Aybüke ve tim Sinan'ın kaldığı odadan çıkarken Korkut dün akşam davette gördüğü turuncu saçlı garson kızla anlık bir göz göze gelmenin sonucunda arkadaşlarına kısa bir veda da bulunup kızın peşine düştüğünde kız bunu fark edip çoktan hızlanmaya başlamıştı.

Sakin adımlarla takibini sürdürürken kız çoktan hastanenin çıkışına varmıştı.

Ve kendi kendine söylendi.

 

"Bu kadar kötü takip yapılmaz be kızım, sana hiç mi bir şey öğretmediler?"

 

Bölüm : 17.11.2024 23:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...