@davyjones
|
1991 -New York New York Şehri, Amarika'nın geleceğe öncülük edecek bu şehrinde herkes zamanda ki rolünü oynamaya devam ediyordu. O gün ABD'nin gündeminde Körfez Savaşı vardı. Bu da insanların oluşturdukları sahte samimiyeti geliştirmesi için malzeme veriyordu. Yüzünü gölgede bırakan şapkalı yabancı, elindeki deri çantayı sıkıca kavrayarak Manhattan'daki eski bir gece pansiyonuna adımını attı. Kapı menteşelerinden ayrılmış, kırık bir şekilde yere yığılmıştı. Yabancı, kapının üstünden dikkatlice geçip içeriyi gözden geçirmeye başladı. Etraf, kaosun izlerini taşıyan bir savaş alanına dönüşmüştü. İlk gözüne çarpan, lobideki içecek makinesiydi; sanki devasa bir vinç onun üzerinden geçmiş gibi ezilmişti. Yerde paramparça olmuş masa parçaları, kırık camlar ve etrafa saçılmış nesneler, burada yakın zamanda yaşanmış şiddetli bir çatışmanın sessiz tanıklarıydı. Yabancı, diz çökerek dikkatlice çevresine bakmaya başladı. Gözleri, orada yaşananları yeniden canlandırır gibi keskin bir odakla çevreyi tarıyordu. Bakışları merdivenlere yöneldiğinde ayağa kalktı ve sessiz adımlarla üst kata çıktı. Uzun ve loş koridorda ilerlerken, yerde parlayan küçük bir nesne fark etti. Yere eğilip eline aldığında, bunun bir oda anahtarı olduğunu gördü. Üzerindeki numara, tam yanında duran odayı işaret ediyordu. Anahtarı kapı deliğine yerleştirirken, en küçük gıcırtıyı bile engellemeye çalışarak kapıyı usulca açtı. İçeride neyin ya da kimin onu beklediğini bilmediğinden tüm duyularını tetikte tutuyordu. Kapı açıldığında karşısında ki görüntü aradığını bulduğunun anlamasını sağlamaya yeterliydi. Yerde üst üste yığılmış içki şişelerinin ortasında, sanki ölü gibi derin bir uykuda olan bir adam yatıyordu. Yabancı, ışığı açıp masanın üzerindeki su dolu cam vazolardan birini kaptı ve içindeki tüm suyu yerdeki adamın üzerine döktü. Suyun yüzüne çarpmasıyla adam bir hortlak gibi doğrulup gözlerini açmadan mırıldandı: "Neler oluyor!" Hırçın bir tonla devam etti, "Yaşamın şarabı tükenmişken bana bir yudum daha lütfetmek çok mu zordu? Bir daha böyle uyandırılmak istemiyorum. Yoksa buraya verdiğim puanı düşürmek zorunda kalacağım!" Bu sözler, ayakta ki yabancının yüzünde özlem dolu bir gülümsemeye dönüştü; uzun zamandır bu adamla karşılaşmayı beklediği her halinden belli oluyordu. "En uzun gecelerin de bir sabahı var." dedi sakin ama derin bir tonda. "Ve Ulu Kai'nin gecesi, burada sona eriyor." Kai, "Ulu Kai" lakabını duyduğu anda gözlerini açtı ve karşısında duran adamı seçmeye başladı. Bu tanıdık yüz, geçmişte sayısız kez karşılaştığı birine aitti. Kai'nin yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. "Alex, Bu ne sürpriz, gel buraya!" Ayağa kalkıp ona sımsıkı sarıldı. "Gelecekteki öğrencim... Bunca yıl sonra tekrar geldin. Kusura bakma, hâlâ akşamdan kalmayım. Şimdi, kaç yaşındaki Alex'le konuşuyorum, kim bilir?" Kahkahasını bastırmaya çalışarak, kalın bir sesle devam etti, "Neyse, Logan'ın dediği gibi..." Derin, ciddi bir ses tonuna bürünüp Logan'ı taklit ederek, "Zamanda yaşananlar, Zamanın Varisi'nin sırları olacaktır." Ardından, kendi sesine geri dönerek devam etti. Ayakta zor durduğu her halinden belli oluyordu. "Hey, içki ister misin? Ah, ama görüyorum ki hepsi bitmiş. Şansına küs, evlat." "Vasat haldesin Kai, Eminim okula da uğramıyorsundur. Acaba seni ziyarete gelen tek öğrencin ben olabilir miyim? Seni iki yıl boyunca aradım. Babil'e giriş yolu bile buldum ama şansa bak ki gezegenin üst düzey yetenekli ustası, koleksiyon giysileri kadar gizli yeri varken lanet olası yıkık bir pansiyon da ortaya çıkıyor." Kai, Alex'ten geri çekilip koltuğa yayıldı ve yüzünde hafif bir sırıtışla konuştu. "Gizli ev koleksiyonumu beğendin, değil mi? Her bir saklanma yerime milyonlarca dolar servet harcadım. En azından bir iltifatı hak ediyorum, öyle değil mi?" Alex ise içinden Kaizen'in neden bu adamı seçtiğini sorgulamadan edemiyordu. Kai, esneyip keyfine düşkün bir tavırla konuşmasına devam etti. "Ee, söyle bakalım çocuk, neler oluyor? Bu kadar yolu benim için kat ettiğine göre önemli bir şey olmalı." Alex, çantasını yere koydu ve içindeki metalik parçaları dikkatle çıkarıp Kai'nin önüne serdi. Bu parçalar, ne Alex'in geldiği zamana ne de içinde bulundukları bu döneme aitti. Parçaların ince işçiliği, karmaşık ve gizemli bir teknolojiye işaret ediyordu. Kai'nin yüz ifadesi, onları görür görmez değişmişti; Belki de bunların ne olduğunu zaten biliyordu. Alex, Kai'nin yüzündeki bu değişimi fark edince bir an duraksayıp olanları açıklamaya başladı. "Gelecekte beni eğitip geçmişe yollayınca iki yıl öncesine yani 1989 Yılına geldim" Alex, bilerek Kai'nin gelecekte onu eğitip geçmişe gönderdiğini söylemişti. Eğer fikrinin değişip Alex'e karşı bir duruş sergileyeceğini bilse ona yardım etmeyebilirdi. Logan'ın dediklerine göre Kai'nin fikir değiştirmesi Alex ile Jessy'nin olay yeri incelemesine geldikleri gün olacaktı. Kim bilir belki de Kai'nin Jessy'yi uzun zaman sonra görmesi onun tercihlerini değiştirmesine neden olmuştu... Alex derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti. "Babamı görmeye gitmek istiyordum, ama her şeyi berbat etmekten korktum. Cesaretimi toplamak için birkaç gün bekledim. Sonunda kapıyı çaldım, ama açan kişi babam değildi; tanımadığım bir adamdı. Sorun şu ki... adam ailemiz hakkında hiçbir şey bilmiyordu." Bir an duraksadı, sonra sözlerine devam etti. "Durumu anlamak için çocukken babamın konuştuğu insanları tek tek bulup onlara sordum. Ancak hepsi de ailemle ilgili hiçbir şey bilmediklerini söylemeye devam ettiler. Sanki ailem daha hiç var olmamış gibiydi." Alex, Kai'nin bakışlarındaki keskin odaklanmayı fark edince daha dikkatle anlatmaya koyuldu. "Bu yüzden, o evde babamla geçirdiğimiz yıllara dönme fikri aklıma geldi. Hatırladığım en eski fatura 1995 yılına ait. Yani, sadece dört ya da beş yıl ileri gitmem gerekiyordu. O dönemlere gidip bu sır perdesini açığa çıkarmaya kararlıydım. Ama o sıralarda tuhaf bazı insanların beni izlediğini fark ettim ve bu planı ertelemek zorunda kaldım. Birkaç gün sonra, gizemli takipçilerim harekete geçti. Onlar karşısında hayatta kalmak için tek şansım zamanda sıçrama yapmaktı, bu yüzden ara sokaklardan birine geçip tekrar gücümü hislerime bırakarak zamanda yolculuk yaptım. Onlar kadar güçlü herifler görmemiştim. Onları yenmek için birine ihtiyacım vardı." Kai, sözlerin devamında öğrencisinin kendisini öveceği kısma geçeceğini sanmıştı. Alex, cebinden altın ve elmas süslemeleriyle yapılmış zarif bir papirüs kağıdını çıkararak, dikkatle Kai'ye doğru uzattı. Kağıdın üzerinde Japonca "Kalfa" yazıyordu. "Gittiğim zaman daha da geçmiş yıllardaydı ve tanıdık hiçbir şey yoktu. Hislerimin neden beni daha da geçmişe gönderdiğini merak ederken Logan'ı gördüm." Alex, gözleri kararlı bir şekilde Kai'nin gözlerine kilitlenmişti. "Logan'a durumu anlatıp acemilik eğitimi alınca beş yıl içinde de kalfalığa yükseldim..." Kai, gözlerini kısıp, yüzünde tuhaf bir ifade ile papirüs kağıdını aldı. Kağıdı her açıdan dikkatle incelemeye başladı, ama gördüğü şey karşısında şaşkınlığı barizdi. "Bu... imkansız," dedi Kai, neredeyse inanamayarak. "Beş yılda ve başka bir öğretmen tarafından!" Kai, bağırarak kağıdı yere attı. Alex, sırıtmasını bastırarak devam etti. "Birincisi kendi yaşadığım zamanda Huzur Noktamı buldum buda beni istediğim zamana götüremese de zamanda yolculuk yapabilir hale getiriyor. İkincisi ise, Logan senin baban gibi neden onu bu kadar kıskanıyorsun." Kai, Alex'in en az yüz yaşında olduğunu düşünmüştü; çünkü Huzur Noktası rekorunu elli yıl boyunca kendisi elinde tutmuştu. "Bu çok zalimce... Bir insan nasıl böyle bir şey yapabilir? Ayrıca, o adam benim öz babam değil. Bu da seni haksız kılar." Alex, kahkaha atarak devam etti "Nasıl baban değil? Bu imkansız. Gözleriniz..." diye başladı, ancak duraksadı. Heybetli Logan'a benzeyen başka bir şey bulamıyordu. "Sanırım o kadar." Kai şımarık bir çocuk edasıyla cevap verdi. "Logan iyi bir öğretmen ama eminim ki ben daha iyi öğretmenlik yapacağım. En azından gelecekte. Şimdi hikayene devam edebilirsin." "Kalfalığa geçtiğimde, beni takip eden kişileri bulmak için beklemeye başladım. Yaptığım her şeyi yeniden tekrarladım, tıpkı eskisi gibi. Dikkatleri üzerime çekince, ara sokakta yeniden karşılaştık, ama bu sefer tuzağı kuran bendim. Yeni yeteneklerimle onları sıkıştırınca kendilerini tuhaf bir şekilde imha ettiler. Bunların ne olduğunu, ancak sen bilebilirsin." dedi Alex, son sözlerinde yere saçılmış metalik parçaları işaret ederek. Kai, parçalardan birini eline alıp dikkatlice inceledi. Bunu kesinlikle tanıyordu. "Başlangıçta bana gelseydin, bunlara gerek kalmazdı, sersem." dedi, alaycı bir şekilde. Parçanın göğüs hatlarını işaret ederek. "Bu bir zırh, Alex. İlk gördüğümde, Kaizen'e ait sandım. Ama sorun şu ki, Kaizen bu teknolojiyi kullanmıyor." diye devam etti. |
0% |