

Sandra'nın yüz ifadesi şaşkınlık ve düşmanlıkla doluydu. Konuşması da bunu kanıtlamıştı. "Sen... Ne yüzle buraya geldin!"
Alex, bu kadar yoğun bir düşmanlık beklememişti, ama geri adım atmak gibi bir lüksü yoktu. "Sana söylemem gereken şeyler var, lütfen beni dinle!" söyleyeceklerinden her ne kadar emin olmasa da devam etti. "Kai seni öldürmek için buraya gelmiyor. Sana zarar vermek istemiyor!"
Sandra'nın yüz ifadesi daha da sertleşti. Gözlerinde yalnızca öfke değil, derin bir hayal kırıklığı da vardı. Çevresindeki kızıl dumanlar yoğunlaşarak devasa bir el şeklini aldı ve Alex'in üzerine atıldı. "Sana güveneceğimi mi sanıyorsun?" diye kükredi. "Bunca şeyi tekrar mutlu olabilmemiz için yaptım, ama sen ne yaptın? O kızı bize getirdin! Söyle bana neden, ha neden?"
Alex, ne diyeceğini bilemiyordu. Jessy'nin kim olduğunu gerçekten bilmiyordu, ama onu koruma içgüdüsü her şeyin önüne geçmişti. Tam bu düşünceler içindeyken, kızıl duman devasa el formuyla onu kavrayıp duvara çarptı. Çarpmanın şiddetiyle yere düştüğünde nefesi kesilmişti, ama Sandra'nın öfkesi dinmek bilmiyordu.
"Bugün öleceksem, seni de yanıma alacağım!" diye bağırdı Sandra. Çevresindeki kızıl dumanlar bu kez binlerce keskin kılıca dönüşerek Alex'e yöneldi. Her biri ölümcül bir hassasiyetle hedefini bulmak için havada süzülüyordu.
Alex, reflekslerini kullanarak bir kez daha kinetik zıplama tekniğine başvurdu ve kılıçların arasından sıyrılmayı başardı. Ancak bu kılıçlar peşini bırakmıyordu; yön değiştiren sivri uçlar, onu yeniden hedef almıştı. Alex, hızlıca odanın ortasındaki yosun tutmuş taht oturağının arkasına siper aldı. Ancak kılıçlar, tahtı parçalara ayırarak saldırıya devam etti.
"Sandra, dinle beni!" diye haykırdı Alex, tekrar ortaya çıktığında. Kılıçlar yeniden kızıl dumana dönüşmüş, Sandra bir anlık duraklamıştı. "Jessy'nin neden bir aktarıcı olduğunu ya da Kai'nin neden onu seçtiğini bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Kai seni seviyor ve hep sevecek! Ona inanmalısın, çünkü sen onun için hâlâ önemlisin!"
Sandra, "Seviyor mu..." kelimesini tekrarlayarak acı dolu bir kahkaha atmıştı. "Beni sevseydi, neden yıllarca Jessy'nin aktarıcı olduğunu gizledi? Neden onu kütüphaneye kapatıp Değişim Günü için hazırladı? Neon'a inanmak istememiştim, ama haklıydı! Kai yalnızca bana acıdığı için o günü erteledi..." Bu sözlerle birlikte Sandra'nın sesi öfkeyle titremeye başlamıştı. Kızıl bulut, ölümün eşiğindeki Anka kuşu ile birleşerek kararmış tüylerin üzerinden bir kez daha güç bulmuştu. Artık Anka kuşu, parlayan gözleriyle yeni bir savaşın habercisiydi.
Alex, bulduğu her engelin arkasına sığınmaya çalışıyordu. Ancak kızıl Anka kuşu onu durdurmakta kararlıydı ve her hamlede odanın daha fazla yıkılmasına neden oluyordu.
Gözleri, tahtın kırık parçalarından birine takıldığında bir fırsat gördü. Hızla yerden aldığı sivri parçayı kinetik enerjiyle doldurdu ve fırlattı. Parça, kuşun gözünü hedef alıp içeri saplandığında Alex bir an için her şeyin bittiğini düşündü. Ama Anka kuşu sarsılmasına rağmen durmadı. Ağzından yayılan kızıl alevler, Alex'in kaçış yollarını bir çember gibi sardı.
Alex'in nefesi kesilmişti. Kızıl duman, kuşun ölü bedeninden yükselerek tekrar Sandra'nın elinde kılıca dönüşmüştü. Kendi kalp atışlarını duyabiliyordu. Bir sonraki saniye boynunda Sandra'nın kılıcının soğuk keskinliğini hissetti. Kadının olağanüstü hızı, Alex'in farkında olmadan arkasına geçmesine neden olmuştu.
"Sen tanıdığım Alex değilsin. Yaşlı Alex bu kadar kolay yenilmezdi." diye fısıldadı, sesi bir hançer kadar keskindi. "Yine de bu hiç bir şeyi değiştirmeyecek."
Sandra, Alex'in cevap vermesine fırsat vermeden hızlıca ölümcül vuruşu vurmak için kılıcını kaldırırken gölgelerden duyduğu ses her şeyi değiştirdi.
"Jessy bizim kızımız!"
Sözler odada yankılandığında zaman bir anlığına durmuş gibiydi. Sandra’nın kılıcı havada dondu. Yüzündeki öfke yerini donuk bir şaşkınlığa bıraktı. Gözleri gölgelerin derinliklerine kayarken bir süre daha kendini toparlayamadı. Sesin kime ait olduğunu biliyordu.
"Bu imkânsız... Bana kızımızın öldüğünü söyledin!"
Gölgelerden bir figür yavaşça ortaya çıktı. Kai, zemine inerek Sandra ile Alex'in arasında durdu. Gözleri Sandra’ya kilitlenmiş, yüzünde derin bir pişmanlık vardı.
"Seni korumak için bir yalandı." Kai, sesini kontrol etmekte zorlanıyordu. "Jessy'nin doğacağını, Alex geçmişte benim kapıma geldiğinde öğrenmiştim." dedi. Sözleri odada yankılanırken sesi titrekti. "O gün dünyam başıma yıkıldı. Seni tanıyorum Sandra. Değişim Günü için ne olursa olsun Jessy'yi seçmemi isteyecektin. Bu düşünceyi düşünerek yaşamak benim için ne kadar zor biliyor musun? Sensizliğin düşüncesi... beni mahvetmişti."
Sandra’nın yüzündeki öfke dalga dalga çözülüyordu. Gözlerindeki donuk bakış, yerini içsel bir karmaşaya bırakmıştı. Gözyaşları bir an için yüzünü süsledi, sonra yok oldu. Kai’nin sözleri kalbine bir hançer gibi saplanmıştı. Kai'nin başlatmadığı Değişim Sürecini kendisi başlatırsa Jessy yerine kendisini seçeceğini düşünmüştü. Oysa seçilmesi gereken kişi başından beri o değildi.
"Kızımız..." diye mırıldandı Sandra. “Kıskandığım, nefret ettiğim o kadın... bizim kızımızdı. Bunu nasıl yaparsın?” Sesi çatlamıştı, artık öfkeden değil, kırgınlıktan. “O bizim çocuğumuzdu. Onun yaşamaya daha çok hakkı olduğunu biliyordun. Onun yerine beni nasıl tercih edersin?” Sandra’nın sesi yükselirken titriyordu. “Ona ne yaptın, Kai?”
Kai, derin bir nefes alıp Sandra’nın gözlerine baktı. "Logan'a tüm durumu anlatınca bana özel bir kapsülün yerini gösterdi. Onu bir kapsülde koruma altına aldım. Donmuş bir uykuya yatırdım." dedi. Gözlerindeki suçluluk her kelimesinde daha da belirginleşiyordu. "Yaşlı Alex'in dediğine göre Logan kızımızı gelecekte çözmeye karar vermiş."
Sandra'nın yüzü, Kai'nin sözleri karşısında karmaşık bir ifadeyle gölgelenmişti. Üzüntü ve öfke arasında gidip geliyordu.
"Eğer Logan bunu yapmasaydı ve Alex, Jessy’yi geçmişe getirmeseydi, hiçbir zaman bundan haberim olmayacaktı!" Sesindeki keskinlik odanın her köşesinde yankılandı. "Bu yaptığın çılgınlık, Kai. Beni sevdiğini söylüyorsun ama sevgi böyle bir şey değil."
Kai’nin omuzları çökmüş, yüzü acı bir itirafın ağırlığını taşıyordu. Gözlerini kaçırmadan Sandra’ya baktı, tüm savunmasını kaldırmış gibi. "Haklısın..." diye fısıldadı, sesi neredeyse duyulmazdı. "Bu yaptığım bir çılgınlıktı. Sadece seni kaybetmek istemiyordum." Sesinde tükenmiş bir teslimiyet vardı. "Bana istediğini yapabilirsin. Bunu hak ettim. Lütfen, tüm öfkeni bana dök..."
Alex karşısında ki adamın ne kadar da Connor'a benzediğini düşündü. Kai'de Connor gibi sevdiklerine karşı bağlıydı hatta bu bağlılık her şeyi yok edebilecek kadar güçlüydü. Ama bu sevginin bedeli neydi? İkisi de sevginin bir kurtuluş mu yoksa bir yıkım mı olduğuna karar veremiyordu. Belki de o akşam Connor'u parçalarına ayırırken karşısında ki adam yerine kendini hayal etmişti.
Sandra, kırık çatıdan süzülüp damla damla biriken yağmurun sessizliğini bozarak konuşmaya başladı. Tüm kırgınlığını kusmak istiyordu ama karşısındaki adama bunu yapamazdı.
"En son ne zaman kavga ettik, Kai?" diye sordu. Sözlerine ince bir gülümseme eşlik etti, sanki geçmişin tatlı tortusunu hatırlıyormuş gibiydi. "Bir cevabın yok, değil mi? Çünkü biz, güzel bir hayat geçirdik. Seni sevdiğim için asla pişman olmadım."
Her kelimesi, odanın havasında asılı kalan bir yankıya dönüşüyordu. Sandra, yavaş adımlarla odanın köşesine doğru ilerlerken her hareketi ağır bir duygusal yük taşıyordu. Ardında bıraktığı boşluk bile anlam doluydu.
"Her şeyi telafi etmek için hâlâ bir şansımız var." dedi yumuşak bir sesle. "Gezegenin geleceği ve kızımız için... Yapacağımız fedakârlıklar buna değecek."
Sonra, sesi neredeyse bir şarkıya dönüştü. Sandra, melodik bir tınıyla şiirine başladı:
"Üzülme, Anka Kuşu.
Uç, uç göklere, uçabildiğin kadar.
Düşme, düşeceğin yer tutmayacak seni.
Sev, sevebildiğince. Kurtaracaksın günü, sevdiklerinle..."
Bu sözler, Kai'nin zihninde derin yankılar uyandırdı. Sandra’nın, ölümle yüzleşen Anka Kuşuna her zaman bu şiiri söylediğini hatırladı. Bu an, geçmişin huzurlu izlerini dehşetle bozan bir gerilimle doluydu.
Kai, Sandra'nın son sözlerden sonra ne yapıcağını tahmin etmişti. Hızlıca harekete geçti. Sandra’nın elinde ki kılıç, şekil değiştirdi. Uzun bir kılıçtan, ölümcül bir hançere dönüşmüştü. Kimsenin göz açıp kapayıncaya kadar anlayamayacağı bir şekilde Sandra’nın bileğini boylu boyunca yarıladı. Bu hıza Kai bile yetişememişti.
Alex, olanları ağır çekimde izliyormuş gibi donmuştu. Her şeyin akışı, birden kaosa dönüştü. Yağmur, çatının kırık yerlerinden içeri süzülen damlalarıyla bu sahneye bir ağıt gibi eşlik ediyordu.
Kai, yere düşen Sandra’yı kollarının arasına almış, sarsılmış bir halde nefesini tutuyordu. Sandra, zayıf ama huzur dolu bir gülümsemeyle gözyaşlarını silerken, son bir kez Kai’nin gözlerine baktı.
“İsmi Jessy demek…” dedi fısıldayarak, sesi bir tüy kadar hafifti. “Üzgünüm tatlım, bunu yapmak zorundaydım.”
Kai’nin gözleri karanlık bir fırtına gibi çalkalanıyordu. İçindeki öfke, kırgınlık ve çaresizlik birbirine karışmıştı. Sesi kısık ama titriyordu. “Birlikte ölebilirdik, Sandra… Tüm gezegenle birlikte yok olup gidebilirdik. Neden bunu yaptın?” Bu, Kai'nin her zaman istediği bir seçenekti – ikisini tercih etme yerine gezegenin yok oluşuna göz yummak.
Sandra, tüm gücünü toplayarak elini kaldırdı ve Kai’nin yanağına dokundu. Parmakları, Kai’nin gözyaşlarını son bir kez silerken, sesi daha da yumuşaktı. “Sana seçim şansı bırakmamak için tabi ki de. Her gün ölecek olan birine bakmanı isteyemezdim senden. Önceki devirlerde ki hayatımı hatırlamıyorum... ama biliyorum ki bunca mücadele boşa değildi.” dedi derin bir nefes alarak. “Hep kendimizi düşündük, hep korktuk. Ama artık… fedakârlık zamanı geldi.”
Sözcükleri, Kai’nin ruhunu keskin bir bıçak gibi delip geçmişti. Sandra, yavaşça devam etti. “Yaşasaydım, seni yalnızca vicdan azabına mahkûm ederdim. Ama unutmanı istemediğim tek bir şey var…” Gözleri Kai’nin gözlerine son kez odaklandı. “Seni sonsuza dek seveceğim… hayatım.”
Son kelimesi bir nefes gibi süzüldü dudaklarından. Eli, artık onu tutamayacak kadar güçsüzdü; yavaşça Kai’nin kucağına düştü.
Kai, Sandra’nın yüzüne baktı. Hâlâ sıcak, hâlâ canlı gibiydi. Zamanın bile kıyamadığı o an, Kai için bir ömür gibi geldi. Sandra’nın dudaklarına yavaşça bir öpücük kondurdu. Sessizlik, yağmurun uzak bir yerlerdeki uğultusu dışında her şeyi yutmuştu.
Kai, Sandra’nın kulağına fısıldadı, sesi titrek ama kararlıydı. “Seni tüm zamanlarda seveceğim..."
Alex, Kai'yi yalnız bırakmak istedi. Bu olanlar onun hayatını tamamen değiştirecekti. Artık biliyordu. Kai’nin neden fakir bir mahallenin loş pansiyonunda vakit geçirdiğini, neden savaştan sonra bambaşka birine dönüştüğünü, neden o sarsılmaz görünen maskesinin ardında bu kadar kırılgan olduğunu…
Tam kapıyı aralamıştı ki Kai’nin sesi yankılandı. Sözler, odanın içinde usulca süzülerek Alex’in kulaklarına ulaştı. Kai’nin melodik sesi, hüzün ve umut arasında bir yerdeydi, tıpkı o anki varlığı gibi.
“Üzülme, Anka Kuşu.
Uç, uç göklere, uçabildiğin kadar.
Düşme, düşeceğin yer tutmayacak seni.
Sev, sevebildiğince. Kurtaracaksın günü, sevdiklerinle…”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.08k Okunma |
1.64k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |