

Lisbon Limanı, sabahın erken saatleri
Yüksek güvenlik önlemleri altında, Lisbon askerleri esir kadını taşıyan kafesi limandan at arabalarına yüklediler. Meydana ulaşmaları yaklaşık yarım saat sürecekti ve bu süreyi, olası bir sorun çıkmadan tamamlamak istiyorlardı. Konvoy harekete geçtiğinde her şey yolunda görünüyordu. Sessizlik, bir süre boyunca sadece atların nal sesleri ve tekerleklerin taş yolda çıkardığı gıcırtılarla bozuluyordu.
Kafesin içinde oturan genç kadın, yüzündeki masumiyetle dikkat çekiyordu. Güvenliklerin çoğu, onun yakalandığından beri bu denli sakin olmasına alışamamıştı. En sonunda, tam karşısında oturan askerlerden biri bu sessizliği bozdu.
“Bu kadar güzel bir kız ne yapmış olabilir ki?” diye sordu, gözlerini kadından ayırmadan.
Yanındaki rütbeli asker, keskin bir bakış attı. “O masum görüntüsüne aldanma.” dedi soğuk bir sesle. “Bir vahşi yaratığa dönüşüp bir taburu katlettiği söyleniyor.”
Genç asker alaycı bir kahkaha attı. “Bir tabur mu? Çocuk masallarına fazla inanıyorsunuz, Teğmenim.”
Teğmen, bu saygısızca yorum karşısında öfkelendi, ancak çaylağı ciddiye almadı. Gözlerini tekrar kadına dikti, sanki söylediklerini doğrulayacak bir işaret bekliyordu. Bu kısa diyalogdan sonra konvoy tekrar sessizliğe büründü.
Konvoy, şehrin dar sokaklarına girdiğinde, genç kadın aniden kafasını öne eğdi ve kulakları yırtan bir çığlık attı. O kadar güçlüydü ki yankısı, konvoyun tüm askerlerini sersemletmişti. Çığlıkla eşzamanlı olarak yer, beklenmedik bir şekilde sallanmaya başladı. Sallantı giderek güçleniyor, arabaları devirecek kadar şiddetli bir hal alıyordu.
Askerler paniğe kapılmıştı. Bazıları yere yığıldı, bazılarıysa bağırarak etraflarındaki tehlikeyi anlamaya çalışıyordu. Ancak sallantı durduğunda, sessizlik ölümcül bir perde gibi çöktü. Kadın, kafesin kapısını zorladı ve bir şekilde kendini dışarı sürükledi. Etrafına baktığında, az önce kendisine alay eden asker de dahil olmak üzere çevresindeki herkesin ölü olduğunu fark etti.
Yavaşça ayağa kalktı. Gözleri, bu garip sallantının yalnızca konvoyu etkilediğini anlamasıyla daha da büyüdü. Şehrin içinde panik hakim olmuştu. İnsanlar sokaklarda koşuşturuyor, güvenlik görevlileri bağırarak emirler yağdırıyordu.
Bir koruma, kadını fark edip üzerine atıldı, ancak tam o anda sırtına saplanan bir ok onu yere serdi. Adamın cansız bedeni genç kadının ayaklarının önüne düşerken, kadın dehşetle ara sokaklara doğru kaçmaya başladı. Arkasından yankılanan askerlerin çığlıkları, kulaklarında çınlıyordu:
“Cadıyı bulduğunuz yerde öldürün!”
Cadı, kaosun ortasında kaçarken nefes nefese kalmıştı. Ayağının altındaki taş zemin her adımında yankılanıyor, boğazında biriken korku düğüm gibi büyüyordu. Tam bir ara sokağa dalmışken, sessizce yanında beliren kapüşonlu adam irkilmesine sebep olmuştu hızlıca ona dönüp konuşmaya başladı. "Se- Sen, depremi yapan sendin." Kalbi, az önceki kargaşadan daha hızlı çarpmaya başlamıştı.
Adam sakin bir sesle cevap verdi. “Merak etme, düşmanın değilim. Adım Edward. Seni bulmak için uzun bir yol geldim, Sofia.”
Bu isim Sofia’nın kanını dondurdu. Geriledi, bir adım daha araya mesafe koydu. “Onları duydun. Ben Sofia değilim, ben bir cadıyım. Eğer devam edersen sen de zarar görürsün!” dedi ve arkasını dönerek hızla kaçmaya çalıştı.
Fakat Edward beklenmedik bir çeviklikle önüne geçti, kolunu yakaladı ve onu durdurdu. “Senden korkmuyorum, Sofia. Neler yaşadığını bilmiyorum ama bende senin gibiyim. Herkes seni lanetli bir yaratık olarak görüyor olabilir, ama bundan kurtulabilirsin. Gücünü kontrol etmeyi öğrenebilirsin.”
Sofia bu sözler karşısında irkilse de bir anlığına durakladı. Hayatı boyunca başka insanların acıları ve kendi hataları arasında sıkışıp kalmıştı. Gözlerini yere indirdi. “Sevdiklerim öldü. Hepsi benim yüzümden…” diye fısıldadı, sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısılmıştı.
Edward, Sofia’nın bu zayıflık anını yakalayarak bir adım daha yaklaştı. “Bana güven.” dedi kararlı bir şekilde. “Buradan birlikte çıkalım, olur mu?”
Sofia, gözlerindeki şüphe ve korkuya rağmen başıyla onayladı. Fakat hemen ardından ara sokağın sonunda yankılanan at nalı sesleri ikisini de harekete geçirdi.
“Cadıyı bulun! Gerekirse gördüğünüz yerde öldürün!” diye bağıran bir ses duyuldu. Teğmenlerden biri, ara sokağa kafasını çevirip çevredeki her şeyi dikkatle tarıyordu. Ardından sokağı kontrol etmesi için iki atlı adamını gönderdikten sonra yoluna devam etti.
Sokağa giren atlı askerlerden biri etrafını kontrol etmeye başlamıştı. Bir şey bulup bulmadığını sormak için arkadaşına baktığında sadece atını ve yerde bir kaç damla kan izi gördü. Şaşkınlıkla eli kılıcına gitmişti, fakat tam o anda Edward üzerine atlayarak onu yere yuvarladı. Yardım için çığlık atmaktan başka şansı kalmadığını anlayan asker bağırmaya başlayınca ses tellerinin titremediğini hissetmişti. Elini boğazına götürdü ve fark ettiği tek his yılan ısırığının bıraktığı bir kaç diş iziydi.
Edward, yere çökmüş Sofia’ya döndü. Genç kadın yeniden insan formuna dönüyordu. “Güzel işti, Sofia. Dönüşenlerin en iyisi olursan şaşırmam.” dedi hafif bir tebessümle.
Sofia, bu sözlere anlam verememiş gibi baktı. “Dönüşen mi?” diye mırıldandı.
Edward, atına binerken hızla açıkladı. “Bunları sonra konuşuruz. Şimdi hızlı hareket etmeliyiz. Kolayca geçebileceğimiz yolları önceden hazırladım. Sadece beni takip et.”
Atını dört nala sürerken Sofia da tereddüt etmeden peşinden gitti.
***
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.08k Okunma |
1.64k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |