31. Bölüm

Bölüm 9 : Yeni Bir Başlangıç (Part 1)

Ömer Faruk Yardımcı
davyjones

Ölümsüzlük tuhaf bir duygu.
Yaşlanmamak nasıl bir şey olur, hep merak ederdim. Şimdi kendime bakıyorum da, kaç yaşında olduğumu bile hatırlayamıyorum. Ama şu an yaşlanma üzerine nutuk çekmenin sırası değil. Hala savaşmam gerek. Sonuçta dünyayı kurtarmak için bir yol bulana kadar durmamaya karar verdim.

Logan'ın planı mantıklı görünüyor. Jessy'i kurtarıp geçmişe gideceğim. Böylece kurtuluş için bir yol bulmayı ümit ediyorum. Tabi bunun gerçekleşmesi için Kai’nin ellerinden Jessy’yi almamız gerekiyor. Logan, Kai'yi ikna etmenin tek yolunun onu yenmek olduğunu söylüyor. Ama böyle bir adamı yenmek… Bu nasıl mümkün olabilir ki?

Umarım yardım almak için gideceğimiz Enderler bize destek olmaya heveslidir. Yoksa her şey başladığı gibi burada sona erebilir.

Alex Brown
(Alex’in Günlüğünden Bir Kesit)

***

Mısır piramitleri, karmaşık labirentleriyle ün salmıştı ve Alex, bu ünün nedenini ancak içine girince anladı. Labirent zifiri karanlıktı; bazı bölümleri meşalelerle aydınlatılmıştı ama yayılan ışık, yolunu bulmasına pek yardımcı olmuyordu. Zamansal izlerini takip etmeyi denedi; ancak gelecekteki halüsünasyonu bile burada kaybolmuş gibiydi. Hangi iz doğruydu, hangisi yanlış? Bu düşünceler beynini kemiriyordu ve sonunda kendi yöntemlerine başvurmaya karar verdi. Sonuçta, güçleri olmadan önce bile tanınmış bir dedektifti; bu labirenti çözmek onun için imkânsız olmamalıydı.

"Ve işte... Ah, burası da mı çıkmaz sokak! Lanet olsun." diye homurdandı Alex. Tam yön değiştirecekken duvarlardan biri aniden yarıldı ve karanlığın içinde saklı bir oda kendini gösterdi. Ortaya çıkan manzara, sanki görünmeyen bir el tarafından Alex’i içeri davet ediyordu.

Alex, tereddütle ama kararlı adımlarla içeri girdi. Oda, labirentin karanlık atmosferinden farklıydı; daha aydınlıktı ve her köşesi eski zamanların ihtişamını yansıtıyordu. Ortada, tavana kadar uzanan devasa bir Sfenks heykeli duruyordu. Heykelin altın kaplamalı yüzeyi, üzerindeki karmaşık sembollerle parıldıyor ve yapıldığı malzemenin sıradan olmadığını gösteriyordu.

Alex, heykelin önüne geçtiğinde, taşların çatırdamasını andıran garip bir ses duydu. Kısa bir süre sonra yankılanan derin bir ses, odanın içindeki havayı doldurdu.

"Kaizen’den biri... Buraya gelmek için fazla cesursun." Sesin kaynağı, hareket etmeyen heykelmiş gibi görünüyordu.

Alex, gözlerini kısmış halde cevap verdi. "Buraya, Güneşin Varisi Ra’yı görmek için geldim."

"Ra, binlerce yıldır dünya işlerinden elini çekti. Seni öldürmeden önce buradan git." diye tehditkâr bir şekilde karşılık verdi ses.

Alex, geri adım atmadan devam etti. "Buraya Logan adına geldim. Sizden bir iyiliğin karşılığını istiyorum."

Sfenks heykelinden yeni çatırdama sesleri yükseldi ve bu kez taş, altından bir ışıltıyla ikiye ayrılmaya başladı. Heykelin içinden bir figür belirdi. Ra, altın zırhının ihtişamıyla ağır adımlarla dışarı çıkarken tüm oda, altın renginde bir ışıkla doldu.

Boyu yaklaşık üç metreydi ve üzerindeki zırh, eski Mısır’ın ihtişamını yansıtan karmaşık sembollerle süslenmişti. Zırhın her hareketiyle hafif bir ışık dalgası yayılıyor, odadaki karanlık köşeleri bile aydınlatıyordu. Başının üzerinde parlayan bir güneş diski, adeta tüm gölgeleri yok edercesine parlıyordu. Ra’nın yüzü, insana benzeyen hatlar taşısa da insanüstü bir duruluk ve bilgelikle parlıyordu. Tamamen beyaz olan gözleri, içten içe yanıyormuş gibi bir ışıltıya sahipti.

Ra, Alex’i süzerken hiçbir kelime söylemedi; ancak varlığı, odanın havasını ezici bir şekilde dolduruyordu. Sonunda, dudaklarını oynatmadan konuştu; sesi doğrudan Alex’in zihnine işliyordu:

"Demek Logan ha, bugünün geleceğini biliyordum." dedi Ra, sesi odanın her köşesinde yankılanarak Alex’in içini titretti. "Söyle bakalım, ne istiyor Gökyüzünün Varisi?"

"Kai ile savaşmamız gerek." diye başladı Alex, sesinde hafif bir çekingenlik seziliyordu. "Tek yapman gereken, biz işlerimizi hallederken onu oyalaman."

Ra, gözlerini hafifçe kısarak sessizce düşündü. Altın zırhının üzerindeki semboller, o an canlıymış gibi parladı ve sönmeye başladı. "Kai'yi oyalamak" diye tekrarladı, sesi bu kez daha düşük bir tondaydı ama içerdiği öfke açıkça hissediliyordu. "Lanet olası Logan... Bu intihar görevini bana vereceğini bilseydim, ona hiçbir iyilikte bulunmazdım."

Alex, Ra’nın bu tepkisine şaşırmıştı. Karşısında üç metre boyunda, efsanelere konu olmuş bir varlık vardı ve bu varlığın, her zorluğu kolaylıkla aşabileceğini düşünüyordu. "Bu da ne demek? Sen efsanevi Ra'sın! Senin için bu çocuk oyuncağı olmalı!"

Ra, Alex’in sözlerine kısa bir kahkahayla karşılık verdi, fakat bu kahkaha bir eğlence belirtisinden çok acı bir geçmişin yankısı gibiydi. "Belli ki bizim neden tarihe gömüldüğümüzü bilmiyorsun." dedi Ra ve yavaşça Alex’e doğru eğildi. "Bir zamanlar, her kıtada en güçlü Enderler hüküm sürüyordu. İnsanlara tanrılar gibi diz çöktürüyorduk. Ta ki Kaizen çıkıp, yönetimin insanların hakkı olduğunu ve bizim yalnızca gezegenin dengesini sağlamakla görevli olmamız gerektiğini söylediği o güne kadar."

Ra, geçmişi anlatırken adımları ağırlaşmış, gözlerindeki ışık hafifçe sönmüştü. "Başta bu sözleri umursamadık. Kimimiz güldü, kimimiz kibirle aldırmadı. Ancak Logan... O şerefsiz, Kai’yi başımıza sardı. Ve sonra... her şey değişti."

"Kai." diye devam etti Ra, ses tonu ciddileşerek. "Onun neden bu kadar güçlü olduğunu biliyor musun? Çünkü o adamın yapabileceklerinin sınırı yok. En büyük varlıkları bile kopyalayıp, onlardan daha iyi dövüşebiliyor. İlk zamanlarda, yaralayabildiğimiz biriydi. Ama her savaştan daha fazla tecrübe kazandı. En sonunda... hepimiz, tek tek, yenildik. Tüm Enderler, Kaizen’in kurallarını kabul etmek zorunda kaldı."

Alex, bu sözler karşısında derin bir nefes aldı. "Onu birkaç dövüşte izlemiştim." dedi Alex, sesi düşünceliydi, "ama bu kadarını ben bile tahmin edemezdim."

Ra, bir süre sessiz kaldı. Sonra, devasa altın zırhının ağırlığını hissedermişçesine yavaşça doğruldu. Bir el hareketiyle, labirentin derinliklerindeki odaların yerinden oynayarak konum değiştirmesine neden oldu. Ortamda bir enerji dalgası hissettiren bu hareket, Ra’nın gücünün büyüklüğünü açıkça ortaya koyuyordu.

"Git buradan" dedi Ra, sesi emredici ve soğuk bir kesinlikle doluydu. "Logan’a, istediği zaman orada olacağımı söyle."

Alex, Ra’nın kesin kararını duyduğunda bir şey söylemeden hafifçe başını eğdi ve arkasını dönerek odadan çıktı. Ra’nın varlığının ağırlığı, onu uzun süre etkisinde bırakacak gibi görünüyordu. Bu karşılaşma, ona hem korku hem de umut vermişti.

***

Jessy, bulunduğu yeri merakla inceliyordu. Son bir hafta içinde fazlasıyla yer değiştirmiş, her yeni mekânın getirdiği tuhaflıklarla başa çıkmaya çalışmıştı. Ancak gördüklerini Alex'e anlatmayı düşündüğünde, onun kendisine inanıp inanmayacağını sorgulamadan edemiyordu.

Bu kez ulaştığı yer, geniş bir ovanın ortasında yükselen devasa bir şatoydu. Şatonun etrafındaki düzlük, rüzgârın dans ettiği, uçsuz bucaksız bir çimen deniziydi. Ağaçlar, şatonun ihtişamını gölgede bırakmayacak kadar uzak ama onu tamamlayacak kadar yakındı. Kara taşlardan inşa edilmiş, kat kat yükselen bu gotik yapı, hem korkutucu hem de hayranlık uyandırıcı bir görünüme sahipti. Şatonun her bir kulesi, sanki gökyüzüne dokunmaya çalışıyormuş gibi kararlılıkla yukarı doğru uzanıyordu.

Jessy, adım adım şatonun içini keşfetmeye başladı. Her oda, adeta başka bir dünyanın kapılarını aralıyordu. Bir odada, duvarlarda gezinen ve arada sırada alaycı bir şekilde konuşan kediler vardı. Başka bir odada ise tiz kahkahalarla birbirine seslenen, yaprakları titreyen tuhaf bitkilerle dolu bir bahçe uzanıyordu. Bir başka odada, tavana yakın bir yerde süzülen, minyatür insanlara benzeyen küçük kanatlı varlıklar, peri masallarından fırlamış gibi görünüyordu.

Jessy, üst katlara çıktığında beklenmedik bir piyano sesi duydu. Yavaşça sesin geldiği yöne yöneldi ve kendini siyah lalelerle bezenmiş antik bir odanın önünde buldu. Oda, eski ama zarif bir atmosfer yayıyordu. Büyük bir terasa açılan kapısı, Jessy'e ovanın tamamını görme şansı sunuyordu. Terasta, ufukta batan güneşin kızıllığı çimlere ve ağaçlara altın rengi dokunuşlar katıyordu.

Odanın tam ortasında, piyanonun başında oturan biri vardı. Güneş gözlüğü ile karizmatik bir şekilde arkası dönük bu tuhaf adam, parmaklarını zarif bir şekilde piyano tuşlarında gezdiriyordu. Çaldığı melodi, hem hüznü hem de duygusallığı içinde barındırıyordu; sanki bu şato gibi, hem tehditkâr hem de büyüleyiciydi.

Jessy, gözlerini piyanodaki adama dikti. Son bir haftadır ne kadar çabalarsa çabalasın, içinde bulunduğu durumla ilgili hiçbir sorusuna yanıt bulamamıştı.

"Biliyor musun? Şatodaki kediler gerçek adının Kai olduğunu söylediler. İsmini bile bilerek yanlış söyledin. Bu sessizliği daha ne kadar sürdüreceksin acaba?" Jessy'nin sesi, Kai'nin piyano melodisinin arasında yankılandı.

Kai, piyanonun tuşlarında gezinen parmaklarını yavaşlatmadan bir süre sessiz kaldı. Jessy, dikkatini piyanonun üstündeki bir fotoğrafa kaydırdı. Çerçeve içinde, kızıl gözleriyle büyüleyici bir güzelliğe sahip bir kadın resmi duruyordu. Kadının yüzünde derin bir zarafet vardı.

"Oradaki eşin mi?" diye sordu Jessy, sesinde hem merak hem de dikkatli bir sorgulama vardı.

Kai'nin elleri bir anda durdu. Odaya derin bir sessizlik çöktü. "İsmi Sandra." dedi, sesi melodinin aksine taş gibi soğuktu.

"Peki, onunla konuşabilir miyim? Çünkü görünen o ki senden bir cevap almak pek mümkün olmayacak." diye devam etti Jessy, Kai'nin ifadesini inceleyerek.

Kai, Jessy'ye dönmeden cevap verdi. "Mümkün değil. O artık çok uzaklarda. Şimdilik burada bir süre misafirim olacaksın. Belki bir gün sorularını yanıtlarım ama o güne kadar bana bir şey sorma."

Jessy'nin dudaklarından bir itiraz yükselmeye hazırlanıyordu ki, odanın kapısı birden açıldı. İçeriye giren kadın, ortamın gerilimini daha da artırmıştı. Koyu kırmızı ve siyah tonlarından oluşan yarı açık bir üst giymişti; elbisesi, alevlerin titreşimli doğasını andıran desenlerle süslenmişti.

"Gelenler var." dedi kadın, sesi hem otoriter hem de endişeliydi. "Tahmininden daha fazlalar."

Kai, piyanonun başından doğrulup derin bir nefes aldı. "Pekâlâ, Aera. Hazırlıkları başlat. Artık kaçmayacağım. Kolay bir şekilde pes edeceğimi düşünüyorlarsa fena halde yanılıyorlar."

Jessy, olan biteni anlamlandırmaya çalışıyordu. Kimin geldiğini, neden buraya saldırdıklarını ya da Kai’nin neden bu kadar sakin ama aynı zamanda savaşmaya hazır olduğunu bilmiyordu. Fakat Kai'nin ayağa kalkıp bakışlarını ona yönelttiği an, garip bir uyuşukluk hissetmeye başladı.

Kai'nin gözlerindeki o yoğun bakış, adeta Jessy'nin zihnine işliyordu. Bilinci yavaşça kapanmaya başlarken, Jessy'nin son gördüğü şey, Kai'nin soğukkanlı ve kararlı yüzüydü.

Bölüm : 19.12.2024 17:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ömer Faruk Yardımcı / Kaizen :  Zamanın Varisi / Bölüm 9 : Yeni Bir Başlangıç (Part 1)
Ömer Faruk Yardımcı
Kaizen : Zamanın Varisi

4.08k Okunma

1.64k Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...