

Edward, Sofia'nın ardından savaş meydanında koşuyordu. Gözleri etrafı tarıyor, ama karışıklık yüzünden nereye bakması gerektiğini kestiremiyordu. "Onu görebildin mi?" diye sordu, nefesi kesik kesik.
Sofia başını sağa sola çevirerek çevresini kontrol etti. "Hayır, ortada yok." dedi endişeli bir ifadeyle. "Logan, Alex'e yardım etmek istiyorsak burada onları oyalamamız gerektiğini söyledi."
Tam o sırada Sofia, arterden kopup havada süzülen bir adamı fark etti. Yükselen tozların arasında, yavaşça düşen bir figür belirmişti. Gözleri genişleyerek Edward’a seslendi. "Edward, havada biri düşüyor!"
Sofia kollarını havaya kaldırdı. Kolları, beyaz tüylerle kaplanarak uzun kanatlara dönüştü. Dönüşüm tamamlanır tamamlanmaz güçlü kanat çırpışlarıyla küçük bir kasırga oluşturdu.
Edward ise yere eğilerek ellerini toprağa bastırdı. Yerin altındaki suyu hissetmek için odaklandı. Zihnindeki su varlığını ortaya çıkarmak için yer sarsıntısını tetikledi. Yerin derinliklerinden dışarı fışkıran su, hızla kasırgayla kaynaşarak dönüşerek havadaki düşen adamın güvenli bir şekilde inmesini sağlamıştı.
Edward ayağa kalkıp derin bir nefes aldı, adamın düştüğü yere bakarak mırıldandı. "Lanet olsun, her kimse umarım kurtulmuştur."
Sofia tekrar kollarını eski haline getirince ikili düşen adamın durumunu kontrol etmek için harekete geçti. Ancak yollarını beyaz saçlı bir çocuk kesti.
Çocuk, yüzünde kendinden emin bir gülümsemeyle konuşuyordu. "Durun bakalım, nereye gittiğinizi sanıyorsunuz?"
Sofia ve Edward, çocuğu incelemek için duraksadı. saçlarının dik oluşu çocuğa zeki havası katmıştı.
Tam o sırada çocuğun arkasından uzun siyah saçlarını ensesinde bağlamış, takım elbise giymiş bir adam göründü. Adamın sakin bir tavrı vardı ama gözleri bir avcı gibi keskin bakıyordu. "Siz öğrencilerin burada olmaması gerek." dedi ağır bir sesle.
Sofia ve Edward birbirine baktı. Bu durumda savaşı bırakıp kaçmanın mümkün olmadığını biliyorlardı.
Sofia, hafif bir tebessümle konuştu. "Logan, Alex'e yardım gerektiğini söylediğinde neden kabul ettin, Edward?"
Edward kısa bir an düşündü ve gözlerini kararlılıkla Sofia’ya çevirdi. "Çünkü Kai’yi düştüğü çukurdan çıkarmak için bir şans yakaladım. Bana bu hayatta ikinci bir şans verdi. Şimdi de ben ona ikinci bir şans vermek istiyorum."
Sofia, Edward’ın sözlerinden etkilendiğini belli eden bir ifadeyle başını salladı. "O zaman bu işi birlikte yapalım."
***
Alex, şatoya doğru yaklaşırken soğuk bir rüzgar teninde dolaşıyordu. Adımlarını yavaşlatıp bir an durdu ve derin bir nefes aldı. Hiçbir aksilik çıkmamalıydı; şatoya güvenli bir giriş noktası bulması gerekiyordu. Ancak bu sıradan bir keşif değildi. Zihni titreşmeye başladığında, farklı yollara koyulan hayali varyasyonlarını görmeye başladı. Bu varyasyonlar, her türlü yolda ölümle sonuçlanıyordu. En sonunda, bir şey -ne olduğunu anlamadan- tüm hayali yansımalarını aynı anda yok etmişti.
Alex, başına geleni anlamaya çalışırken şatonun ana kapısının gıcırdayarak açıldığını fark etti. Gözleri istemsizce o yöne kaydı ve Kai’nin dışarı adım attığını gördü. Siyah desenlerle işlenmiş bir zırh kuşanmıştı ve elinde grotesk bir görüntüye sahip, insan ve aslan karışımı bir yaratığın kopmuş kafasını tutuyordu. Kapı ardından sert bir şekilde kapandı.
Kai, yaratığın kafasını havaya fırlattığında devasa bir sis bulutu yükselmeye başladı. Bulut büyüdü, şekillenerek şatonun etrafını tamamen sardı ve her şeyi görüş mesafesinden uzaklaştırdı.
Alex, kendisini sisin içinde kalan bölümde buldu. Hızla bir yol aramaya koyuldu, Kai’ye görünmeden geçmenin bir yolu olmalıydı. Ancak bunun işe yaramaz bir çözüm olduğunu biliyordu. Derin bir nefes alarak doğrudan girişe yöneldi. Sislerin arasından Kai’nin önünde durduğunda, karşısındaki adamın dudaklarında düşmanca bir gülümseme belirmişti.
Kai, gözün algılayamayacağı bir hızla ileri atıldı ve boşluğa elini kaldırdı. Havada birini tutuyormuş gibi konuşmaya başladı. "Gözlerim ışık oyunlarına kanmayacak kadar tecrübeli, Alex. Bu arada sakal yakışmış." Havada tuttuğu kişi, Alex’in kendi bedeniydi. Tuzak olarak gösterdiği illüzyon işe yaramamıştı.
Alex zor nefes alarak konuşmaya çalıştı. "En son bıraktığım halinden daha kötü hale gelmişsin." Kai, bu sözler üzerine Alex’i sertçe bir taş sütuna fırlattı.
Alex çarpmanın etkisiyle sütunda çatlaklara neden olurken nefes nefese kalmıştı. Kai, bağırarak üzerine doğru geliyordu. "Hayatım mahvoldu! Sandra öldü! Jessy’ye kızım olduğunu bile söyleyemiyorum. Annesi, kızı bir sonraki döngüye kalıp lanet dünyayı kurtarsın diye kendine kıydı! Hayatımı mahvettin, Alex!"
Alex, büyük bir çaba ile doğrulurken konuşmaya başladı. "Onların yaptığı fedakarlıkların boşa gitmesine göz yumuyorsun." Ağzından kan tükürerek devam etti. "Çektiğin acıları bir hiçmiş gibi görüyorsun." Gözlerini Kai’ye dikerek yerinden kalktı. "Bana sadece biraz daha zaman ver, aradığın çözümü bulacağım. Sana söz veriyorum."
Kai, Alex’in sözlerine öfkeyle yanıt verdi. Öfkesi çevresini şekillendiriyor, etraftaki taş sütunlar adeta onun buyruğundaymış gibi tepesinde toplanarak devasa bir top haline geliyordu. "Zaten bunu yaptın, Alex! Binlerce yıl boyunca kızımla senin için yaptığım kütüphaneye kapanıp çözüm aradın. Peki, sonuç ne oldu?" Top haline gelmiş taş birikintisi, Kai’nin iradesiyle yerinde durdu ve ağır bir tehdit unsuru gibi havada asılı kaldı. "Hiçbir şey. Kızımı sessizce bırakıp gittin. Herkesin güvenini boşa çıkardın. Sen hiçbir şeyi başaramadın!"
Bu sözlerle birlikte taş top, Alex’in üzerine doğru hızla fırlatıldı. Alex, ani bir hareketle varyasyonlarını çoğaltıp zamansal yumruğunu kullandı. Yumruğunun etkisiyle taşlar parçalanarak etrafa dağıldı ve yoğun bir ses dalgası yankılandı.
"Yanılıyorsun!" diye bağırdı Alex. "Jessy, onu terk ettiğimde neden umudunu kaybetmedi ve aktarıcı olmak için çabaladı biliyor musun? Çünkü bana inanıyordu!" Gözleri kararlılıkla parlıyordu. "Gelecekle geçmişim arasındaki farklar azaldıkça zihnim daha açık hale geldi. Bir çözüm bulduğuma eminim. Ama senin bu duyguyu anlayabileceğini sanmıyorum."
Kai’nin sesi daha da sertleşti. "Belki de bir çözüm buldun, belki de dünyayı kurtardın. Ama ben böyle bir dünyada daha fazla yaşamak istemiyorum. Seni öldürüp Sandra’nın hiç ölmemesini sağlayacağım. Dünya tekrar döngüye girecek ve biz tekrar mutlu olacağız!" Kai, yıldırım gibi bir hızla Alex’in yanına ulaştı ve seri yumruklarla saldırmaya başladı.
Alex, Kai’nin hızına yetişmekte zorlanıyordu. Her ne kadar karşılık vermeye çalışsa da aldığı darbeler onu geri adım atmaya zorluyordu. Soluk soluğa kalmış bir şekilde, "Her gün kızını donmuş bir kapsülün içinde bırakmanın vicdan azabıyla nasıl mutlu olabileceğini zannediyorsun, Kai? Ben olmasaydım bile, en sonunda kapsül açıldığında Sandra'nın tekrar canına kıymayacağını nereden biliyorsun?" diye bağırdı.
Kai, Alex’in bu sözlerini bastırmak istercesine sert bir tekme ile onu yere yıktı. Ardından elini açtı ve çevredeki enerjiyi kontrol ederek bir kılıcı eline çekti. "Sus artık!" diye haykırdı.
Kai, kılıcı Alex’e sapladığında, Alex’in bedeni bir anda yok oldu. İllüzyon numarası bu sefer işe yaramıştı. Alex, bir köşeden "Demek öfkelenince yeteneklerinin kontrolünü kaybediyorsun."
Kai, hızla sapladığı kılıcı sesin geldiği yöne fırlattı. Ancak yine bir illüzyondu. Alex, başka bir yerde belirerek aynı kararlılıkla konuşmaya devam etti. "Jessy’yi almadan buradan gitmeyeceğim!"
Bu sözler üzerine Kai durdu ve sonunda Alex’e dönerek gözlerinin içine baktı. O anda Alex, Kai’nin dönüşüm geçirdiğini fark etti. Gözlerindeki beyazlık kayboluyor, yerini mavi bir parıltıya bırakıyordu. Pürüzsüz teni sakallarla kaplanıyor, kaslı fit bedeni biraz daha insani bir hale bürünüyordu. Dönüşüm tamamlandığında Kai, Alex’in birebir kopyasına dönüşmüştü. "Dönüşüm yeteneğim, sadece savaş özelliklerini almamı sağlıyor." dedi sakin ama tehditkâr bir tonda. "Bunu yapmam için yeterince güçlendin."
Alex, kendi sesini duyduğunda ürperdi. Ancak daha da tuhafı, Kai’nin birden fazla illüzyona bürünerek kendisini çoğaltmasıydı. Bu, Alex’in yapabildiğinden çok daha fazlasıydı.
Alex, kendi gücünü kullanarak varyasyonlarını oluşturdu. Artık sahne, gerçek ve illüzyonların iç içe geçtiği bir savaşa dönüşmüştü. İki taraf, yerden aldıkları kılıçlarla birbirine hücum etti. Dışarıdan bakan birisi, sadece Alex’lerin birbirine karşı verdiği yıkıcı savaşı görebilirdi. Zamansal yetenekler havada çarpışıyor, her darbe kopyaların yok olmasına neden oluyordu.
Sonunda, Alex’lerden birinden yükselen yoğun bir çığlık savaşın sona erdiğini haber verdi. Kopyalar tek tek yok oldu ve kılıcı saplayan kişi gerçek bedenine döndü. Kai, ayakta kalmayı başaran taraftı. "Üzgünüm, Alex." dedi sessizce.
Alex, zorlukla doğrularak gülümsedi. "Ne için üzgünsün? Ben kazandım." Kai, etrafına bakındı ve sis bariyerinin eridiğini fark etti. Alex, savaş sırasında Kai’nin kullandığı yaratığın kafatasını bularak onun zamanını geri almıştı. Sisli duman tekrar kafatasının içine çekilirken parlak bir güneş ışığı, şatonun ön kapısına vurdu.
Işık, incelerek Kai ile Alex arasında küçük bir patlamaya neden oldu. Alex, patlamanın etkisiyle şato girişine fırladı.
Kai, uzaktan Alex’e doğru harekete geçecekken, gün ışığının keskin hattı onu durdurdu. Başını kaldırıp gökyüzüne baktığında altın kanatlı bir varlığın, savaş alanına doğru süzüldüğünü gördü. Ra, görevini yerine getirmek üzere alana yaklaşıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.08k Okunma |
1.64k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |