34. Bölüm

Bölüm 9 : Yeni Bir Başlangıç (Part 4)

Ömer Faruk Yardımcı
davyjones

Yer şiddetle sarsılıyordu. Edward, Sofia'nın yankılanan sesiyle irkildi.
"Edward! Kontrolünü kaybetmemelisin!"

Zihninde bir çan gibi çınlayan bu uyarıyla kendine geldi. Kafasını kaldırdığında, kızıl bir ejderhanın takım elbiseli bir adamla amansız bir mücadele içinde olduğunu gördü. Hemen önünde, beyaz saçlı bir çocuk, depremin etkisiyle yıkılan taşların arasından zarifçe sıyrılıp yeniden önüne gelmişti. Yüzünde alaycı bir ifade vardı.

"Demek bir elementalistsin..." diye mırıldandı çocuk. "Ve kız arkadaşın dönüşken bir ender Kai'den başka istediği canlıya dönüşebilen birini uzun zamandır görmemiştim... İlginç bir ekipsiniz, ama senin yeteneklerin onun yanında sönük kalıyor. Kendini daha fazla kanıtlaman gerek."

Edward, sinsi bir sırıtışla doğruldu ve çocuğun gözlerinin içine baktı. "Gücüm sadece yer sarsıntıları yaratmak değil."

Elini havaya kaldırdı. O anda, beyaz saçlı çocuğun etrafını topraktan oluşan bir alan çevrelemeye başladı. Zemin, çocuğun ayaklarının altından çekiliyor, derin bir tünel şekilleniyordu. Edward, kararlı bir sesle ekledi:
"Ben Toprağın Varisiyim."

Çocuk, alaycı tavrını sürdürerek başını eğdi. "Demek sende bir endersin. Yükseliş Akademisinin Elitler sınıfı isminin hakkını veriyor." dedi ve hafif bir sıçramayla yüz metrelik çukurdan kurtulup tepenin diğer ucuna ulaştı. Elleriyle bir yay tutar gibi havayı kavradı. Bir anda, beyaz bir ışık yayı şekillendi, zarif ve ölümcül bir aura yayıyordu.

Edward, bu manzaraya şaşkınlıkla bakarken, kızıl ejderha, iki savaşçının arasına büyük bir gürültüyle indi. Sofia, insan formuna geri dönmüştü; nefes nefeseydi. Karşılarındaki takım elbiseli adam ise elindeki siyah katanayı gevşek bir şekilde tutarak Kazuki'nin yanına geçti.

"Bu iki çocuk Kai'nin öğrencileri ise onlara zarar vermemelisin." dedi sakin bir tonla.

Kazuki, yayını gererken öfkeyle tısladı. "Aptal! Yufka yürekliliğin bir gün sonun olacak."

Takım elbiseli adam, aldırmaz bir tavırla katanasını kınına geri koyup arkasını döndü. Bu hareket, Kazuki'nin sabrını taşırmıştı. "Beni dinlemiyor musun? Hey, Genji!" diye bağırdı, sesine öfkeli bir çocuk edası eklenmişti.

Bu sırada Edward, çukura girerek Sofia'yı kaldırdı. Sofia, güçlükle doğruldu ve gözlerini katanalı adama çevirdi. "Onları tanıyorum," dedi. "İkisi Japonya'nın akademi müdürleri."

Edward, Sofia'ya yardım ederken bir yandan fısıldadı:
"Kai uzun yıllarını Japonya'da geçirdi. Böyle dostları olması normal. Ama şu an nereye bakıyorlar?"

Kazuki'nin bakışları da Genji'nin odaklandığı yöne çevrildi. Uzakta büyük ışık patlamaları gökyüzünü deliyordu. İki farklı ışık huzmesi yavaş yavaş onlara yaklaşıyordu: biri karanlığın siyahı, diğeri ise güneşin parıltısı gibi altın rengindeydi.

"Buraya geliyorlar..." dedi Kazuki, sesi ihtiyatlıydı.

Genji, harekete geçmek üzereyken Kazuki kolunu uzatarak onu durdurdu. "Eğer ayrılırsak, bu yıkımın ortasında çocuklar ölecek."

Genji, duraksadı ve derin bir nefes aldı. "O zaman onları durdurmalıyız, değil mi?"

Kazuki, başıyla onayladı. İkisi de hızla harekete geçti. Genji, katanasını çıkararak zarif hareketlerle havayı kesti. Her darbesi siyah bir iz bırakıyor, gökyüzünde cisimleşen bir ağ dokuyordu. Kazuki ise yayını gererek dört farklı noktaya beyaz ışık okları gönderdi. Oklar birleşerek parlak bir örümcek ağına dönüştü ve Genji'nin karanlık darbeleriyle katmanlandı.

Tam o anda, gökyüzünden gelen ışık huzmeleri ağlara çarptı. Tüm bölgeyi kaplayan bir patlama gerçekleşti ve ortalık yoğun bir toz bulutuyla karardı.

***

Alex, ayağa kalkınca kendini şatonun girişinde buldu. Kapıda oluşan çatlaklar, devasa giriş yolunu açmıştı. Arkasında savaşan iki güçlü varlığın gürültüsü kulaklarında yankılanıyordu, ancak tereddüt etmeden içeriye girdi.

Şato, binlerce odadan oluşan devasa bir yapıydı. Neyse ki Alex, zamansal gücünü kullanarak her bir odayı aynı anda gözden geçirebiliyordu.

Yukarı katlara doğru koşar adım ilerledi. Şatonun karmaşık yapısı, bir labirenti andırıyordu, fakat içindeki güçlü his onu yönlendirmeye devam ediyordu. Doğru seçimleri yaparak birçok tuzağı atlattı ve sonunda en üst kata ulaştı. Şimdi önünde son bir kapı duruyordu.

Tam o anda, dışarıdan gelen büyük bir gürültüyle irkildi. Camların kırıldığını, şatonun adeta altüst olduğunu hissediyordu. Ancak az sonra gireceği oda, bu kaosun dışında gibiydi. Kai'nin oluşturduğu sistem, bu odayı savaşın etkilerinden koruyordu. Kraliyet süslemeleriyle bezenmiş nostaljik bir koridor, Alex'in önünde uzanıyordu. Uzun koridorun sonunda ise ağır işlemeli bir kapı görünüyordu.

Alex koridorda yürümeye başladığında, duvarlardaki karalanmış resimleri fark etti. Resimlerde Kai ve Sandra vardı. Ancak bir süre sonra bu resimlerin tekrar ettiğini gördü. Zamansal gücünü kullanarak geleceğe bakmayı denedi, ama koridorun sonu her seferinde belirsizlikle doluydu. İlerleyemiyordu.

Yavaşladı, ardından yerinde durdu. Derin bir nefes aldı ve kendine mırıldandı:
"Sonsuz bir koridor..."

Bir süre oturup düşündü. Ellerini taş zeminde gezdirerek farklı bir yol bulmaya çalıştı. Duvarları yokladı, hatta yumrukladı. Kırılan her duvardan geçtiğinde, kendini yine aynı koridorun başlangıcında buluyordu. Zamanının hızla tükendiğini hissediyordu. Ra dışarıda ne kadar dayanabilirdi?

Tüm bu baskının arttığı sırada Alex derin bir nefes alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Gözlerini kapatıp mantığını toparlamaya çalıştı ve bir fikir aklına geldi. Gözleri bir kez daha duvardaki resimlere takıldı. Tüm resimlerde Kai'nin kendisi ya çizilmişti yada olduğu kısım yırtılmıştı, biri hariç.

O resim diğerlerinden farklıydı. Alex dikkatlice ona yaklaştı. Resimde, geniş bir akademi bahçesi betimlenmişti. Ortada büyük bir arena duruyordu, mimarisi Roma dönemine özgü Colosseum tarzındaydı. Seyirci koltuklarında, Kai ve Sandra yan yana oturmuş, birbirlerine bakarken resmedilmişlerdi.

Alex, tereddüt etmeden resme dokundu. Tam o anda resim canlandı ve tüm koridorun havası değişti. Bir anda kendini farklı bir dünyaya çekilmiş hissetti. Colosseum'un ortasında duruyordu. Onu kimse fark etmiyordu, ama hem arenanın içine dağılmış hem de seyirci koltuklarına yayılmış öğrencilerin birbirleriyle mırıldandığını duyabiliyordu.

Alex gözleriyle kalabalığı taradı ve sonunda Kai ile Sandra'yı gördü. Yan yana oturuyorlardı, Sandra sakin bir ifadeyle Kai'yi izliyordu. Önlerinde, keskin hatlara sahip, kısa kollu giyinmiş atletik bir genç duruyordu. Genç, Kai'ye hevesle ve meydan okurcasına bakıyordu.

"Bu sefer yenileceksiniz, Kai!" diye bağırdı genç. Sesi Colosseum'un taş duvarlarında yankılandı. "Elementalistler bu yılın galibi olacak! Ve tabii ki tüm bu işin mimarlığını ben yapacağım." Genç, kaslarını sergileyerek etrafına hava atıyordu.

Etraftaki diğer öğrenciler gülüşerek bu meydan okumaya katıldı. İçlerinden biri alayla bağırdı:
"Bu sene de başarısız olursan hangi bahaneyi bulacaksın, Neon?"

Kalabalık kahkahalarla patladı. Kai bile bu şakalara gülmeden edemedi. Sakin bir tavırla ayağa kalktı, gözlerini yormaması için taktığı hasır şapkayı başından çıkarıp Neon'un kafasına geçirdi.

"Biliyor musun?" dedi Kai, alaycı bir gülümsemeyle. "Bu sene beni yenersen bir daha turnuvaya katılmayacağım ne dersin?"

Sandra, bu meydan okumayı duyunca gülerek konuşmaya katıldı.
"Buna kanma Neon. Zaten kazansa da turnuvalara artık katılmayacak."

Neon, çocukça bir heyecanla atıldı. "Orada dur Sandra! Güçlülerin işine karışma. İddianı kabul ediyorum, Kai! Seni her türlü yeneceğim zaten." zafer kazanmış gibi bir edayla Colosseum'un içine doğru güçlü bir zıplayışla atladı.

"Görüşürüz, ezik Enderler!" diye bağırdı arkasından. Çevredeki öğrenciler onun bu sözlerine kahkahalarla karşılık verdi. Neon'un gidişini izleyen kalabalık dağılırken Sandra, Kai'ye dönüp konuştu.

"Bence bu sene ona biraz avantaj vermelisin." dedi içten bir gülümsemeyle.

Kai, kaşlarını hafifçe kaldırıp ciddi bir tavırla cevap verdi.
"Ha? Onu bu sene fena halde yeneceğim. Hey bana öyle bakma şapkamı ona verdim yeterli değil mi?"

Sandra, Kai'nin bu sözlerine içten bir kahkaha attı. "Hiç değişmeyeceksin, değil mi?"

Tam bu sırada, Colosseum'un içinde genç bir figür Kai ve Sandra'nın yanına doğru yaklaştı. Elinde bir eskiz defteri tutuyordu.
"Affedersiniz!" dedi çekingen bir sesle, "Sizi çizebilir miyim?"

Alex, bu sahnenin bir zamansal yankı olduğunu fark etti. Gözleri kamaşırken kendini tekrar koridorda buldu. Az önce gördükleri, sonsuz koridorun kilidini açan anahtar olmuştu. Şimdi, önündeki kapının tam önünde duruyordu.

***

Toz bulutları yavaş yavaş dağılıyor, savaş meydanındaki korkunç manzara gün yüzüne çıkıyordu. Ra, parçalanmış kanatları ve çatlamış zırhıyla, yerlerde sürünerek ayağa kalkmaya çalışıyordu. Güçsüz bedeni, çaresizlikle Kai'nin bacaklarına çarptı ve olduğu yerde kaldı.

Kai, soğukkanlı bir tavırla ona doğru eğildi. "Binlerce yıldır Kaizen'den kaçıyordun. Söylesene, nasıl oldu da benimle savaşacak kadar aptalca bir karar verdin?"

Ra, zayıf ama sinsi bir gülümsemeyle Kai'ye baktı. "Hiç değişmemişsin. Hala aynı safsın, Kai." Sözlerini bitirirken biraz daha doğrulmaya çalıştı. Zayıf nefesiyle devam etti: "Yıllarca Kaizen'den kaçmamı sağlayan kimdi, biliyor musun?"

Kai, Ra'nın açıklamasını beklerken birden bire Ra'nın sırtından kalbine isabet eden yıldırım demeti tüm konuşmayı kesmişti. Ra'nın bedeninin toprağa düşüşü yankılanırken, gölgelerin arasından Logan sahneye çıktı.

"Bu sefer zaman kazanıp kaçamayacak." dedi Logan, cesur ama sakin bir sesle.

Kai'nin gözleri Logan'a dikildi, yüzünde hem öfke hem de şaşkınlık vardı. "Onun burada ne işi vardı! Yoksa bu da mı senin planlarından biri?"

Logan, yüzündeki duygusuz ifadeyi bozmadan Kai'nin sorusunu yanıtladı. "Alex'e destek verdiğimi biliyorsun, ama Ra'yı buraya getirmek benim kapasitemi aşan bir iş olurdu. Belli ki Alex, sana karşı bu savaşı kazanmak için iyi hazırlanmış."

Kai, konuşmaları keserek şatodan yükselen ince bir tınıya odaklandı. Gözleri bir an için uzaklara kaydı, dudaklarından alçak bir fısıltı döküldü. "Koridoru açtı..." Kendi kendine doğrulurken ekledi. "Yaptığınız her şey boşa çıkacak. Bu işi burada bitireceğim."

Kai, hızlıca şatoya doğru ilerlemek için yakındaki bir ağaca yöneldi, ama Logan'ın sesi onu durdurdu. "Gitmeden önce etrafına bakmak istemez misin? Yaptıklarının neye bedel olduğunu gör. Belki o zaman neye sebep olduğunu anlarsın."

Kai, istemeyerek durdu ve çevresine baktı. Gördükleri yüreğini sızlattı. Savaş meydanı, binlerce cansız bedenle doluydu. Her iki tarafın da kayıpları arasında Kai'nin tanıdığı, sevdiği yüzler vardı. Neon'a karşı başlattığı isyanında Kai'yi desteklemiş olan dostları bile onun bu savaşta yanlış tarafta olduğunu düşünüp karşısına geçmişti. Şimdi çoğu ya ölü ya da yaralı bir şekilde yerde yatıyordu.

Bakışları sonunda Edward ve Sofia'nın baygın, yaralı bedenlerine takıldı. Oldukları yerde hareketsiz yatıyorlardı. Kai'nin nefesi sıklaştı, bakışları hüzünle karışık bir öfkeye büründü.

Logan, bir adım daha yaklaştı ve konuşmaya devam etti. "Onlar sana inanmıştı, Kai. Seni sevmişlerdi, takip etmişlerdi. Peki sen, onlara karşılık ne verdin?"

Kai, Logan'ın sözlerine karşılık vermedi. Sessizce Edward ve Sofia'nin yanına ilerledi. Yerde, savaşın kaosu içinde yatan iki öğrencisine baktı. Yaralı bedenlerinin her detayında, Kai'nin omuzlarına binen hatalarının ağırlığı vardı. Yüzünde, pişmanlık ve kararlılık bir araya gelerek hüzünlü bir ifadeye dönüştü.

Bir süre sessiz kaldı, ardından neredeyse duyulamayacak bir şekilde mırıldandı:
"Eğer başarırsam... Alex ölürse... bunların hiçbiri yaşanmayac-..."

Fakat cümlesini bitiremeden, derin bir nefes aldı. Bu sözler, hatıralarının derinliklerinden yankılanıyordu. Connor'ın yıllar önce söylediği aynı kelimeler... Connor da her şeyini kaybettikten sonra, bu yolda yok olup gitmişti. Şimdi, Kai kendi adımlarının da o aynı uçuruma doğru sürüklendiğini hissediyordu. Bu düşünce, göğsünde buz gibi bir ağırlık yarattı.

Logan'a doğru bakıp, titreyen bir sesle konuştu:
"Umarım yaptığın bunca şeye değer, Logan..."

Kai, sessiz bir kararlılıkla eğilip bir koluyla Edward'ı, diğer koluyla Sofia'yı kucakladı. Yaralı bedenleri özenle kavrayarak, yakındaki ağaca doğru yürüdü. Elini ağacın kabuğuna koyduğu anda, ağacın kabuğu değişmeye başladı. Kabuk kıvrılıp bükülerek bir kapıya dönüştü. Oluşturduğu bu geçit, okulun revirine açılıyordu.

Kai, yavaşça kapıdan adımını atarken savaş meydanının uğultusu kulaklarında azalmaya başladı. Yıkımın, çığlıkların ve çatışmanın sesi, geçidin kapanışıyla birlikte yavaşça yok oldu.

***

Son kapı Alex'in önünde aralanmıştı. Oda, ağır bir sessizlikle Alex'i karşılarken Jessy, dikey olarak yerleştirilmiş bir yatakta hareketsiz duruyordu. Alex, derin bir nefes aldı. Kalbinin sıkıştığını hissediyordu; bu anı hayalinde binlerce kez yaşamıştı, ama gerçek olduğunu bilmek her şeyi daha zor hale getiriyordu.

Adımları yavaş ve kararsızdı, ama içinde taşıdığı özlem onu Jessy'ye doğru çekiyordu. Yatağın başına geldiğinde bir an duraksadı, ona bu kadar yakın olmanın ağırlığı altında eziliyormuş gibi hissediyordu. Jessy'nin yüzüne baktı; huzur dolu, değişmeden kalmış bir ifadeyle orada yatıyordu. Sanki zaman onu hiç etkilememişti. Oysa Alex'in yüzü, yüzyılların ağırlığını taşıyordu.

Eli, kendi yüzüne gitti. Sakallarını usulca yok etti. Jessy, gözlerini açtığında tanıdığı Alex'i görecekti; yüzyıllar önceki halini, yabancı birini değil.

"Jessy..." diye fısıldadı, sesi alçak ama titrekti. "Uyan artık..."

Jessy'nin göz kapakları yavaşça aralandı. Gözleri önce etrafında dolaştı, sonra Alex'i gördüğünde inanılmaz bir özlem ve rahatlama yüzüne yayıldı. Sanki bir an bile düşünmeden, kollarını Alex'e doladı.

"Sonunda buradasın!" diye heyecanla bağırdı. "O tuhaf ada, şato ve Marco denen o herif... Her şey o kadar gerçeküstüydü ki...""

Alex, Jessy'nin ellerini nazikçe tuttu. Gözlerinde sakin ama yoğun bir ifade belirdi. "Biliyorum." dedi. Sesi karasızdı ama bunu bastırmaya çalıştı. Jessy'nin gözlerinin içine bakarak ekledi: "Seni tekrar göreceğimi tahmin bile edemezdim. Ama şimdi düşünüyorum da, başından beri yanımda olsaydın her şey ne kadar kolaylaşırdı benim için."

Jessy şaşkın bir gülümsemeyle Alex'e baktı. "Hey, ne zamandır bu kadar olgunlaştın sen?"

Alex'in yüzünde içten bir ifade belirdi. Hafifçe başını eğdi ve kısa bir duraksamanın ardından konuştu. "Sanırım..." dedi derin bir nefes alarak. "Sanırım en sevdiğim stajyerimi kaybettiğimden beri..."

Bölüm : 27.12.2024 10:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ömer Faruk Yardımcı / Kaizen :  Zamanın Varisi / Bölüm 9 : Yeni Bir Başlangıç (Part 4)
Ömer Faruk Yardımcı
Kaizen : Zamanın Varisi

4.08k Okunma

1.64k Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...