Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Felaket Habercisi : Part 1

@davyjones

Alex, Kai'nin son sözlerinden sonra ne olduğunu bir türlü hatırlayamıyordu. Zaman adeta ona ihanet etmiş, geride yalnızca sisli anılar bırakmıştı. Her şey, tekrar tekrar yaşadığı bir kâbusun parçası gibiydi. Ancak bu sefer ilk hissettiği şey korku değil, başını zonklatan bir ağrı ve mide bulantısıydı. Gözlerini kırpıştırarak etrafına baktığında, tanıdık duvarların arasında olduğunu fark etti—evindeydi. Ama bir şey farklıydı, tuhaf bir şekilde yabancıydı.

Silah… Evet, en son hatırladığı oydu. Banyonun soğuk zemininde yatıyordu, tehlikeli ama artık hareketsiz. Güçsüz adımlarla lavaboya doğru sürünerek mide bulantısını kusmayla sonlandırdı, her bir titreme vücudunu biraz daha boşaltırken zihni biraz daha derin karanlığa gömülüyordu.

Kendine geldiğinde aynanın karşısındaydı. Yansımasına baktı, perişan halde gözüküyordu.

"Lanet olsun," diye fısıldadı, sesi çatallaşarak. "Bu nasıl mümkün olabilir? Hala her anını hatırlıyorum… Ama bu, gerçek olamaz. Aileme deli dediklerinde belki de haklıydılar. Tanrım, neler oluyor?"

Alex, kendini toparlamayı başardığında Jessy'i tekrardan aramaya karar verdi. Telefonunu bulduğunda merkezden gelen bir çok aramayı ve tarihin yalnış olduğunu fark etmişti. Jessy'nin numarasını çevirip bir kaç denemeden sonra birinin telefonu açtığını fark etti.

"Alo, kimsiniz?" Alex, telefonu açan kişinin Jessy olduğunu duyunca şaşkına döndü. Kendi içinde bir an rahatlama hissetti, ardından heyecanı patlak verdi. Sözleri ağzından kontrolsüzce dökülmeye başladı.

"Jessy; A-h, Lanet olsun sonunda sesini duyabiliyorum! Hemen konuşmamız gerek!"

Ancak telefondaki ses, Alex’in beklediği kadar tanıdık ve sıcak değildi. Jessy'nin ses tonu, alışılmadık bir şekilde sert ve mesafeliydi, hatta biraz da tehditkâr. "Affedersiniz ama sizi tanıyor muyum?" Sesindeki kalınlaşma Alex’i bir an duraksattı.

"Jessy, kes şunu, oyun oynayacak zamanımız yok! Hemen merkezde buluşalım!" Alex, sabrını iyice kaybetmişti. Kendi içinde yükselen paniğe kapılıp sesini yükseltirken kalbindeki ritim hızlandı.

"Kim olduğunu bilmiyorum, ama bu numarayı bir daha aramazsan senin için daha iyi olur, pislik herif!" Jessy'nin son sözü buz gibi bir soğuklukla çıkmıştı. Ancak, Alex bunu duymadan aceleyle telefonu kapatıp giyinmeye koyuldu. Dışarı çıkması gerekiyordu—ve hemen!

Sokağa adımını atar atmaz, dünya ona tuhaf gelmeye başladı. Çevredeki binalar, arabalar, insanlar... her şey garip bir şekilde yabancıydı. Renkler solmuş, sesler boğuklaşmış gibiydi. "Ne zamandır baygınım? Aracımı ne zaman temizlettim ki?" Kafasında dönüp duran sorulara bir cevap bulmaya çalışırken, New York Polis Departmanına doğru yola koyulmuştu bile.

Merkeze vardığında Mark'ın hala binadan ayrılmadığını öğrenen Alex doğruca Mark'ın odasına yöneldi ve odaya girince Mark telefonda ki konuşmasını kesip konuşmaya başlamıştı. "Neredesin sen lanet serseri!"

Bu adamın ona serseri dediğini yıllar önce bıraktığını sanıyordu ve diğer bir nokta ise bir kaç yıl önce Bölgesel Amirliğe terfi etmiş bu adamın burada ne işi vardı? "Burdayım işte. Neler oluyor Mark?"

Mark, bakışlarıyla Alex'i süzüyordu onda bir terslik olduğunu hissetmişti. "Bir kaç dava çözüp havalı olunca bana Şef demeyi de bıraktın demek. Neler olduğunu sen söylersin sanıyordum. Fedarellerle işi olan ben değilim."

"Seni anlamıyorum. Bunu sonra hallederiz. Jessy nerde onu gördün mü?"

Mark'ın yüzünde ki tepki bu ismi daha önce duymadığına yemin edebilirdi. "Jessy'de kim?"

"Bana çalışan stajyer dedektif başka kim olabilir?"

Mark elini masaya vurup "Bir stajyere çalışan başka bir stajyer. Lanet olsun ne ara bu kadar disiplinsiz oldunuz. Bunun hesabını soracağım ilk şu kapıda bekleyen fedareller ile işini hallet."

Alex, neler olduğunu anlamakta zorlanıyordu. Her şey bulanıktı; sanki gerçekliğin ince bir tabakası altında başka bir rüyanın içindeymiş gibi hissediyordu. Etrafında olup bitenler, zihninde mantıklı bir bağlantıya oturmuyordu. Kapıya doğru baktığında, resmi üniformaları içinde bekleyen iki federal görevliden yayılan soğuk bir hava hissetti. İçgüdüsel olarak ayağa kalktı ve onlara doğru yöneldi. Görevliler, Alex'in sorularını umursamaz bir tavırla geçiştirirken, sessizce onu sorgu odasına doğru yönlendirdiler.

Odadan önce, koridorun ucunda Mark'ın telefonda birine öfkeyle bağırdığını duydu. Kelimeleri tam olarak seçememişti ama kendi adını duyduğuna yemin edebilirdi. Bu durum, içinde bir diken gibi batıp kaldı; Alex, neler döndüğünü anlamaya çalışırken kendini daha da sıkışmış hissediyordu. Mark, neyin peşindeydi?

Sorgu odasının ağır kapısı arkasından kapanırken, odadaki ışıklar Alex'e odaklandı. Sessizlik, bir suçlu gibi hissetmesine sebep oluyordu. Derin bir nefes aldı ama içindeki düğüm daha da sıkılaştı.

"Bakın," dedi, sesi gergin ve çatallaşmıştı. "Ne olduğunu bilmiyorum, ama beni bu şekilde yargılayamazsınız. Bir şey yapmadım!"

Ancak söyledikleri havada asılı kaldı. Federallerin yüzleri taş gibiydi, bakışları ise delici ve sorgulayıcıydı. Alex, o an büyük bir hata yaptığını hissetti—onlar onu yalnızca bir yanlış anlaşılmadan dolayı buraya getirmemişlerdi. İçindeki paranoya, karanlık bir gölge gibi büyümeye başladı.

"Sokaktaki cinayeti biliyorlar." diye düşündü. Ama bunu nasıl açıklayacaktı? Beyaz gözlü o adamı nasıl tarif edebilirdi? Zihnindeki görüntüler belirsizleşmeye başlarken, gerçeğin ne olduğunu artık kendisi bile tam olarak bilemiyordu.

İngiliz aksanlı ajanın soğuk sesi odayı doldurduğunda, Alex’in zihnindeki düşünceler bir anda dağıldı. Sanki her şey, aniden gerçeğe dönmüştü.

"Bay Brown, devlet sırlarını açığa çıkarmaya çalışmaktan buradasınız." Ajanın sesi keskin ve buyurgandı.

Alex, kaşlarını çatarak hemen araya girdi, zihnindeki kaosun etkisiyle ne dediğini bile tam fark edememişti. "Bu da ne demek oluyor?"

"Sözümü kesmeyin Bay Brown! Yaklaşık üç saat önce Washington sunucularından izinsiz bilgi transferi yapıldığına yönelik bir haber elimize ulaştı. Bununla birlikte sunucu odasında hırsız ile güvenlik arasında silahlı çatışma çıktığını öğrendik fakat suçlu ele geçirilemedi ama şanslıyız ki suçlunun vurulduğunu haber alınca kolayca biyopsi izini tespit edebildik. Buda neden burada olduğunuza geliyor. DNA örneğinin sizle uyuşması size tuhaf gelmeyecek mi?"

"Yani üç saat önce Washington'da olduğumu mu söylüyorsunuz? Bu çılgınlık!" Alex, mantığının sınırlarını zorlayan bu suçlamayla baş etmeye çalışırken sesi titremişti.

Ajanın öfkesi artık gizlenemez bir haldeydi; yüzündeki sert çizgiler, her cümlesinde daha da belirginleşiyordu. Kafasında bir türlü çözümleyemediği bu olay, onu da köşeye sıkıştırmış gibiydi. "Bunu sizin açıklamanızı umuyoruz, Bay Brown!" Sesi bir kırbaç gibi odada yankılandı, her kelimesi Alex’in üzerine daha da fazla baskı kuruyordu.

Ajan, Alex'in üzerine gitmeye devam ederken, kapı aniden açıldı ve sorgu kesildi. Gözler, sorgu odasına giren gri saçlı, güneş gözlüğü takmış yabancıya çevrildi. Yabancı, odaya adım atar atmaz dikkatler üzerinde toplanmıştı. Sessiz bir otoriteyle, elindeki şekeri ağır bir hareketle ağzına attı ve sorgu masasının kenarına geldi.

"Bakın burada kim varmış." Sesi, alaycı bir rahatlıkla yankılandı. "Ajan Carter, Ajan Brad," dedi, ardından gözlüğünü azıcık indirerek Alex’e baktı, yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. "Ve… en iyi öğrencim, Alex."

Alex, Kai'yi görünce yaşadığı olayların gerçek olduğunu düşünüp aniden gülmeye başlamıştı ta ki herkesin bakışlarını üzerine çekene kadar. "Siz devam edin beni aldırmayın. Sadece her şeyin bu kadar hızlı gelişmesini kaldıramadım."

Sorgu odasının arka planında kalan siyah uzun saçlarıyla yüzünün yarısını örtmüş Ajan Carter, öne çıkıp Kai'nin önüne gelmişti. "Burada olmaman gerek bu özel seviye gizlilik soruşturması."

Kai, güneş gözlüğünü bir tık daha indirerek cevap verdi, alaycı bir şekilde gülümseyerek. "Demek Bayan Carter da teşrif etmiş. Ama sen de biliyorsun ki, Carter, yetkilerim seni her eyalette—hatta her kıtada—aşar. Şimdi çocuğu bana vereceksin ve soruşturmayı burada sonlandıracaksın. Anlaşıldı mı, tatlım?"

Carter, sinirlendiğini belli etmeden geri çekilip telefonuyla birilerini aramaya başlamıştı ve bir dakikalık telefon görüşmesinin ardından geri dönüp Kai'nin tam önünde durdu. "En nefret ettiğim adamlardan birisin Marco. O küçük kafanla departmanıma bir daha müdahale edersen, Başkan bile gelse seni elimden alamaz."

"O zaman bir sonraki randevumuzda Beyaz Sarayda görüşmek üzere. Gidelim Alex." Kai sorgu odasının kapısını açıp çıkınca Alex'de küçük çocuklar gibi ajanlara bakarak Kai'nin arkasından çıkmıştı. Fakat kapı Karakol Merkezine çıkmıyordu. Alex karanlık bir koridordan geçince "Welcome to Washington DC" yazan tabelanın önünde olduğunu fark etti.

Loading...
0%