Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Kaizen : Yükseliş Akademisi

@davyjones

Alex gözlerini açtığında karşısındaki manzaraya inanamıyordu. Devasa bir yarımadadaydı ve buraya nasıl geldiğini bilmiyordu. Adanın tamamını kapsayan farklı yapılar, sanki başka bir dünyanın kurallarıyla inşa edilmiş gibiydi. Yerçekimine meydan okuyan su köprüleri havada asılı duruyor ve bu doğaüstü görüntü, insanı hem şaşkına çeviriyor hem de büyülüyordu. Alex bu tuhaflığı zihninde anlamlandırmaya çalışırken, bir anda İtalyan aksanıyla konuşan bir kızın sesi onu bulunduğu büyüden uyandırdı.

"Hey! Kendine geldin mi? Sen Alex olmalısın. İsmim Sofia, akademiye hoş geldin." Sofia'nın mavi gözleri, tıpkı bu adadaki her şey gibi göz alıcıydı.

"Alkolü fazla mı kaçırdım acaba..." Bir an, en son kafasına doğrulttuğu silah gözlerinin önüne geldi. Kalbi sıkıştı, nefesi hızlandı. "Yoksa... öldüm mü?"

"Öldüğünü sanmıyorum." Sofia, samimi bir gülümsemeyle devam etti. "Ama kafanın karışık olduğunu görebiliyorum, Alex. Umarım rehberliğimle bazı sorularına yanıt bulursun."

Alex, bu cevapla biraz olsun rahatlamıştı. Ancak zihninde aniden Marco'nun akademi hakkında söyledikleri yankılandı. "Yoksa o kaçığın bahsettiği akademi burası mı?"

Sofia gülümsedi, alaycı bir ifadeyle yanıt verdi: "Bahsettiğin o 'kaçık' kesinlikle Marco olarak tanıdığın adam olmalı. Biz ona buralarda 'Kai' olarak sesleniriz. Sana ilk dersimi vereyim: Marco'ya asla güvenme."

Alex, gömleğinden kırmızı güller çıkaran bir deliye zaten güvenemeyeceğini biliyordu. "Merak etme, Bunu sen söylemeden de çıkarabilirdim."

Sofia, Alex'in esprisini gülerek karşıladı. "Seni sevdim. Hadi, beni takip et."

Sofia önden yürümeye başlayınca Alex hem onu dinliyor hem de çevresinde olup bitenlerin garipliği karşısında büyüleniyordu. Havada süzülen su akıntıları gökkuşağı gibi birbirine karışıyor, farklı yönlere dağılıyordu. "Bu rüyada uçan balık görsem bile şaşırmam," diye içinden geçirdi Alex. Sofia, adanın ortasında bulunan büyük bir ortak alana doğru ilerlerken konuşmaya başladı.

"İlk olarak, şu an bulunduğun yer dış dünyadan tamamen bağımsız kurulan akademilerden biri," dedi Sofia, Alex'in meraklı bakışlarını fark ederek. "Akademi adaları özel zeminler üzerinde inşa edildi, yani dışarıdan bakan biri burayı göremez. İllüzyon gibi düşünebilirsin."

"Birden fazla akademi mi var?" diye sordu Alex, şaşırarak.

"Evet, öyle. Genel oluşumumuzun adı Kaizen. Kaizen'in amacı, dünyanın var olan dengesini korumak. Bununla birlikte Kaizen, dünya çapında birçok akademi ve üsse sahip. Bizim bulunduğumuz akademinin adı ise Yükseliş Akademisi. Yaklaşık iki yüz yıl önce kurulduğundan, en genç akademi unvanına sahip. Akademiyi kuran kişiyle zaten tanıştın."

Alex, Sofia'nın kimden bahsettiğini hemen anladı. O beyaz gözlü, insanların ruhuna işleyen bakışlara sahip adamdı. "Ne yani, Marco iki yüz yaşında mı?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Aslında daha da yaşlı olabilir. Kayıtlarda yaşını bilen tarihçimiz yok," diye açıkladı Sofia. "Hatta bir dönem Kaizen'in yönetici konseyi ile arasında bir savaş bile yaşandı. Marco, bu savaşı kazandıktan sonra yeni yönetim kadrosu belirlendi. Onun tek isteği ise kendi akademisini kurmaktı. O savaşın Dünya üzerinde bile yankıları olmuştu."

Alex, duyduklarını saçma bulmuştu. Ne kadar tarih bilgisi iyi olmasa da, havada süzülen su akıntıları veya yaşı bilinmeyen insanların geçmişte birbiriyle savaşmadıklarını biliyordu. "Tarihi pek takip etmesem de, söylediğin gibi bir etkinin olduğunu sanmıyorum." dedi kuşkuyla.

Sofia, hafif bir iç çekişle cevap verdi. "Sebepler, gerçekleri gölgeler Alex. İnsanlar bu etkileri daha çok büyük Şili depreminde ve dünya savaşlarında hissetti."

Bu durum Alex'e oldukça tuhaf geliyordu. İnsanların yaşadığı dengesizliklerden Kaizen nasıl sorumlu olabilirdi? "Yani savaşlar, Kaizen tarafından mı çıkarıldı?" diye sordu, kafasındaki soruları netleştirmeye çalışarak.

"Hayır," dedi Sofia, sesindeki ton ciddiydi. "Kaizen savaşa girdiğinde, dünyanın dengesinin bozulma süreci hızlandı. Böylece bu tür felaketler kontrol altına alınamadı. Denge bozulduğunda, sonuçlarını da tüm dünya hissetti."

Alex'in kafasında sorular birikmeye başlamıştı. Marco, bunları yaparken hiç olacakları düşünmemiş miydi? Konuştuğu adamın iyi biri olması imkansızdı. Fakat başka bir konu daha zihnini kurcalıyordu: Sofia'nın bahsettiği "bozulma süreci." Bu ne anlama geliyordu? "Bozulma süreci de ne demek? Kaizen, dengeyi sağlamak için kurulmadı mı zaten? Öyleyse neden ortada bir bozulma süreci var?" diye sordu merakla.

Sofia, Alex'in sorusuna cevap verdi. "İyi bir tespit. Bu kavramlar biraz karmaşık, ama temel olarak şunu bilmen gerekiyor: Gezegenin dengesinin bozulma sürecini, Kaizen de dahil kimse durduramaz. Biz sadece bu süreci geciktirebiliyoruz. Kaizen olmazsa, insanlık çağı başlamadan son bulurdu."

Alex, bu karmaşık kavramların içinde boğulurken ne ara bu konuşmaya bu kadar ilgilendiğini sorguladı. Gerçek olmayacak kadar olağanüstü bir yerdeydi ve nasıl geldiğini bile bilmiyordu. Ama çok çabuk adapte olmuştu. Konuşma devam ederken fark etti ki ana meydana ulaşmışlardı. Adanın ortasında yer alan bu meydandan üç ayrı yol üç büyük alana doğru ayrılıyordu. Her yönde farklı yapılar vardı ve hepsi kendine has bir temaya sahipti.

Sofia, konuşmasına devam etti. "Tanıtıma geri dönecek olursak, meydan dört tarafa ayrılıyor. Her yöndeki fraksiyonların kendi kuralları var. Sana kısaca bunları tanıtacağım."

Sofia'nın ilk tanıttığı yön Güney'di. Alex, Güneyin tuhaf yapılarına bakarken büyülenmişti. Her yapının kendine has, tuhaf bir enerjisi vardı. İlk dikkatini çeken yapı, içindeki ateşlerin vahşi dansıyla aydınlanan büyük bir salondu. Alevler, havada dönerek adeta canlı gibiydi. Hemen ardından, etrafında kar tanelerinin zarifçe süzüldüğü, buzdan bir saha gördü. Bu yapının soğuk ve dingin havası, önceki yapının sıcaklığıyla keskin bir tezat oluşturuyordu. Üçüncü olarak, suyun gökyüzünden süzüldüğü ve birleşip devasa bir akvaryuma aktığı yapıyı fark etti. Bu yapı, suyun hafif ama güçlü akışını yansıtan bir sakinliğe sahipti.

 

"Güney, Elementalistler'e ev sahipliği yapıyor. Elementalistler, adından da anlaşılacağı gibi elementleri kontrol eden kişilere eğitim veren bir fraksiyon," diye açıkladı Sofia. "Bu yüzden burada farklı alanlarda pek çok yapı bulunuyor." Alex, güneydeki geniş yapılarının bu kadar fazla olmasının sebebini şimdi daha iyi anlamıştı. Alanların sayısı, elementlerin çeşitliliğini simgeliyordu. Sofia devam etti: "Onlar sayesinde dünyadaki olağanüstü doğa olayları kontrol altında tutuluyor. Ancak bazı felaketler, ne kadar hafifletilmeye çalışılsa da, etkisini göstermeyi başarıyor."

"Ya birden fazla elementi kontrol edebilen biri çıkarsa, nereye gider?" diye sordu Alex, merakla.

Sofia, ciddileşen bir ifadeyle yanıtladı: "Yetenek mutasyonlarında bir kural var: ya bir ya hep. Yani ya yalnızca bir elementi kontrol edersin ya da hepsini. Ancak, tüm elementleri kontrol edebilen bir mutasyon son derece nadirdir ve bu seni Kaizen'de üstün yetenekli bir ölümsüz yapar. Böylelerine 'Enderler' deriz. Sıradaki fraksiyon ise tam da bununla ilgiliydi." Sofia, bu kez doğuya dönerek ikinci birliğin yerini gösterdi. Doğuda, dikkat çeken tek bir büyük yapı vardı. Hipnoz tünelini andıran kıvrımlı bir şekle sahipti ve üzerindeki farklı ışıkların yarattığı renk karmaşası, onu göz alıcı ve bir o kadar da gizemli kılıyordu.

"Bu gördüğün alan, Enderler ya da diğer adıyla Ölümsüzler Birliğine ev sahipliği yapıyor," diye açıkladı Sofia. "Onlar sıradan görevlerde yer almazlar. Zaten işleri hiç insanlarla olmadı. Yetenekleri o kadar güçlü ki, zamanlarının çoğunu bu gücü dengelemeye harcarlar. Bazılarının akademiden mezun olması binlerce yılı bulur."

Alex, "ölümsüz" kelimesini duyunca aklına hemen vampirler geldi. Ölümsüzlük nasıl bir histi acaba? Peki ya Marco... Bir vampir olabilir miydi? Aklında Marco'nun vampir taklidi yaparken komik, ifadesiz suratı belirdi. Bu düşünceye dayanamayıp istemsizce sırıttı. "Bu enderlerin, İçerde ayin gibi bir şeyler yapmadıklarına emin misin?"

"Kısmen evet," diye yanıtladı Sofia. "Bazıları gerçekten tuhaf, çok azıysa insan. Ancak güçlerini dengelemezlerse, dengenin büyük ölçüde bozulmasına sebep olabilirler. Genelde eğitim süresinde dengesini bulamayanlar, Kaizen'in infaz listesine girmiş olurlar; bu da onların ölümleri anlamına gelir."

Alex, ne diyeceğini bilemedi. Enderler'in nasıl varlıklar olduğuna dair düşünürken, Sofia batıya dönüp başka bir oluşumu gösterdi. Batıda dikkat çeken ilk şey, dumansız mavi ateşin çember oluşturup alanın ortasındaki yapıyı süslemesiydi. Yapı, ilginç bir şekilde sürekli bir dönüşüm geçiriyor ve Alex'in hayatında ilk defa gördüğü şekilleri ortaya çıkarıyordu.

"Seçkinler, belki de en ilginç sınıf. Diğer isimleri Dönüşenler olarak biliniyor. Yetenekleri, adlarıyla doğrudan bağlantılı. Her zaman çeşitli görevlerde yer alıyorlar, ama istedikleri her şeye dönüşemedikleri de oluyor. Bu nedenle, dünyada vampirler ve benzeri mistik yaratıklar kitaplara konu oldu." Sofia, bir an duraksadı. "Bu arada, siyah giymeye takıntıları var; yerinde olsam dikkat ederdim. Akademi turnuvalarında hep onlarla birincilik için yarışırız."

Alex, üç bölgede de olağanüstü şeyler gördüğünü düşündü. Eğer bu gördükleri bir rüyaysa, uyanmamak için her şeyi yapardı. Hayatında ilk kez bu kadar heyecanlanmıştı. "Yarışırız mı? Öğretmen veya bir rehber olduğunu sanıyordum."

"Belki bir gün olabilirim. Ama şimdi senin üst sınıf arkadaşın olduğumu bilsen yeter," dedi Sofia, hızlı bir şekilde Alex'in soru sormasına fırsat vermeden kuzeye döndü. Havada süzülen su kanalları, bulutların üstünde kurulmuş bir adaya doğru ilerliyordu. Alex, inatla hangi sınıfta olduğunu soracakken, adanın üstündeki dağların huzurlu görüntüsüyle karşılaşınca susmayı tercih etti. Dağların art arda düzenli şekillerle dizilmesi, egzotik bir aura yaratıyordu; tepelerden gelen sular bu atmosferi daha da güçlendiriyordu. Rüzgar, ahenkli bir şekilde dans ederek yükselen yapılarla buluşuyordu. Yapılar, Çin dojolarını andıran bir düzen içinde yerleşmişti.

 

"Son fraksiyon karşında duruyor," dedi Sofia. "Elitler, bu senin ve benim eğitim alacağımız yer. Elitler, seçilmiş kişilerden oluşur. Burada Elementalist, Dönüşken hatta Ender bile bulabilirsin. Tamamen yöneticinin oluşturduğu özel bir sınıf."

Alex, hala Sofia ile aynı yerde olmaya şaşırmıştı. Sofia'nın bu rüya gibi ortamda tecrübeli olduğuna dair izlenim edinmişti; onun güveni, Alex'e biraz daha cesaret vermişti.

"Seçilmeden önce yeteneğimi göstermem gerekmez miydi?" diye sordu Alex, kafasında beliren sorularla.

"Evet, öyle ama bizzat Elitler'in başı seni seçtiği için seçim şansın olmadı," diye yanıtladı Sofia. "Yeteneğinden haberdar değilim, ama önemli olmalı. Daha önce kimsenin, üç ana birlikten eğitim almadan Elitler'e geçtiğini görmedim."

Alex, Sofia'nın sözlerine göre seçkin sınıfın başının aynı zamanda Akademinin yöneticisi olduğunu düşündü. "Elitler'in başı kim peki? Ve neden kendimi Çin'deki manzaralardan birine bakıyormuşum gibi hissediyorum?"

"Çünkü Elitler'in Başı Kai, Çin'de 'dojo' denilen bu dağ tapınaklarında büyüdü ve egosu gereği aynısını buraya yaptırdı," dedi Sofia.

Alex, "Kai kim?" dercesine Sofia'ya baktı; ancak arkasındaki sesi duyunca kim olduğunu tahmin etmesi zor olmamıştı.

"Merhaba çocuklar!"

Sofia'nın öfkeli bakışları, hemen Kai'nin olduğu tarafa dönmüştü. Bu adam, Marco'nun ta kendisiydi. Ayakta, alaycı bir gülümseme ile onlara bakarken Sofia konuşmaya başladı.

"Geç kaldın! Neden senin yapman gereken işleri ben yapıyorum?" Alex, İtalyan kızın zorla tanıtım yaptığını ve bu kadar yüksek sesle konuşabileceğini hiç düşünmemişti.

Kai sırıtarak cevap verdi. "Önemli bir işim vardı sana söylemiştim. Hadi ama öğretmenin için küçük bir istek sadece, bu kadar abartmana gerek yok." Kai sağ elindeki kapalı renkteki çantayı Sofia'dan uzak tutmaya çalışıyordu. Alex, dedektif gibi gözlem yeteneği sayesinde çantanın içinde kesinlikle bir Fransız parfümü olduğunu fark ettiğinden emindi.

Sofia'nın öfkesi hâlâ geçmemişti. "İstek mi? Beni tehdit ettin," dedi sert bir tonla. "Alınma, Alex; öfkem sana değil." Son sözleriyle birlikte, aniden tüm bedeni havada gördüğü su formuna dönüşerek alanın üstündeki kollara ayrılan su yörüngelerine karıştı. Alex, bu sırada olanları çılgınca izliyordu.

Kai, Sofia'nın arkasından bakarak konuşmaya devam etti. "Bence senden hoşlandı, Alex."

Alex, hâlâ tepesindeki su köprülerine bakarak yanıtladı, "Gerçekten mi? Hey, bir saniye! Ona ne oldu öyle?"

Kai, meydanın üstünden dört ana yöne doğru dağılan su şeritlerini göstererek cevap verdi. "Buna 'Arter' diyoruz. Ada'nın canlı atardamarları gibidir. Ulaşım için en iyi yol. Aynı zamanda bu şekilde gezegenler arasında da seyahat ederiz. Sen de tam olarak buraya böyle geldin."

Alex, Kai'nin sözleriyle en son evinde lavaboda olduğunu hatırladı. Bu kadar geniş bir ağa ulaşabilecek tek su yolu kanalizasyonu çağrıştırıyordu.

Alex, tekrar bakışlarını Kai'ye yönelterek, "Sakın düşündüğüm şeyin olduğunu söyleme!"

Kai, kafasını sallayarak yanıtladı. "Evinden buraya uçan bir su şerit yolu, insanların dikkatini çekerdi. Ama merak etme; arter yolu, beden ve ruhun farklı bir forma dönüşmesi gibidir. Başka hiçbir şeye temas etmez. Tabii, yine de bundan rahatsız olanlar var."

Alex, belki de Kai'nin aldığı parfümün bunun içindi diye düşündü. Bu adam gerçekten ilginçti.

"Gerçekten iğrenç," dedi Alex, yüzünü ekşiterek.

Kai, kafasını kaşıyarak. "Farklı bir forma dönüşmene değil de kanalizasyona takılman ilginç."

"Yanımda dünyanın en parlak gözlerine sahip bir adam ve masal diyarından çıkmış bir yer var. Sence bu durum pek umurumda mı?" Alex, artık ya tamamen delirdiğini ya da rüyada olduğunu düşünüyordu. Bu sorulara cevap bulmak yerine olayın akışına kendini bırakmanın daha sorunsuz olacağına karar verdi.

"Güzel bir düşünce. Biraz delilik iyidir. Kimileri imkansızlığa o kadar bağlanmıştı ki gördüklerinden sonra intihar ettiler. Tabii sen bunlardan değilsin," Alex, Kai'nin lavaboda kalkıştığı intihar girişimini bilmediğini anladığı için içten bir rahatlama hissetti. Ancak ardından, bu sorumsuz adam zamanında onu buraya getirmese gerçekten ölmüş olabileceği düşüncesi aklına geldi. "Neyse, senin için bir tanıtım çizelgesi hazırladım; şuna bir bak." Kai, elindeki siyah kartı Alex'e uzattı. Kartta, akademideki fraksiyonlar ve sembolleri yer alıyordu.

Alex, Kai'nin yazı ve resim becerisini görünce gülmemek için kendini zor tuttu. "El yazın gerçekten kötü. Elementalistlerin ismi neden 'Çaylaklar'?"

Kai gülerek yanıtladı, "Haha, o çömezler, bir tane bile turnuva kazanmadıkları için bu şekilde alay ediyoruz. Başka soru?"

Aslında birçok sorusu vardı ama temel olarak iki sorunun cevaplanması gerekiyordu. "Jessy nerede ve benden ne istiyorsun?"

Kai, sanki bu soruyu hiç duymamış gibi devam etti. "Bu soruları açıklamadan önce birkaç şeyi netleştirmem gerekiyor." Gizemli bir şekilde elinde var olan kağıdı okumaya başladı. "Bu da tabii ki Kaizen hakkında olacak. Dünya, şu anki dengesini sağlamak için uzun bir yol kat etti. Farklı sınıfların işbirliği içinde olmasını akademiler sayesinde başardık."

Alex araya girdi çünkü daha önce öğrendiği bilgileri yeniden duymak istemiyordu. "Bunları zaten Sofia anlattı ama burayı hâlâ aklım kavrayamıyor. Buna rağmen, her bir yerini teker teker göstermeni istiyorum."

Kai, Sofia'nın bu ayrıntıları anlattığını öğrendiğinde kağıdı buruşturup rastgele bir yöne fırlattı. "Anlattı mı? Pekala. Umarım her yeri görebilirsin. Tanıtım bittiğine göre Dojolara gidebiliriz."

Alex itiraz edecekken bir anda kendini farklı bir formda buldu; biri onu sürüklüyordu. Kendini akıcı bir puding gibi hissetmişti. Bu duygunun güzelliğine alışmıştı ki, aniden eski haline döndü. Yerden yavaşça kalkarken etrafına bakmaya başladı. Sanki gezegenin en güzel çiçeklerinin bir araya gelerek oluşturduğu bir bahçedeydi. Hangi Dojo'da olduğunu bilmiyordu, ancak görkemli dağın zirvesinde büyük bir tapınağa benzer yapı ve etrafta birçok öğrenci vardı. Öğrencilerin üstlerinde, Kai'nin giydiğine benzer gri üniformalar vardı; bu renk, sanki onun saçının rengiyle uyumlu olduğu için seçilmişti. Alex, doğrulunca kendi üstünde de aynı takımdan olduğunu fark etti.

Üstündekilerin gerçek mi yoksa illüzyon mu olduğunu kontrol ederken, Sofia ve yanında sarı saçlı Alman çocuğunu gördü. İkiliyle göz göze gelip el sallarken, arkasından bir el sulu formdan çıkıp cisimleşerek onu tuttu ve tekrar Arter'e çekti. Alex, bir kez daha Arter'in içindeydi. Gözünü açtığında, Dojolar arasındaki en iyi yere geldiğini fark etti. Kuşkusuz bu görkemli yapı, Kai'ye aitti. Etrafında kimsenin olmadığını anlayınca kendi kendine homurdanarak ilerlemeye başladı.

Rengarenk bahçede pembe güller havada uçuşarak mekâna egzotik bir görüntü veriyordu. Bu manzara, Alex'in istemsiz bir huzurla dolmasına neden oluyordu. Yavaşça, her yanında elmas ve altın süslemelerle dolu Dojo'nun önüne gelmişti.

Alex, adanın en yüksek dağında olduğunu fark etti. Kapıyı açıp içeri girdiğinde, kendini hayal dünyasından çıkmış bir müzeye girmiş gibi hissetti. İçerisi, birçok minyatür eserle donatılmıştı. Bu eserler, farklı mekanları tasvir ederek oluşturulmuş ve yanına yaklaştıkça güzelliklerini göstermeye başlıyor, sanki ona bakan kişiyi içine çekmeye çalışıyordu. Alex, hızlıca bunlara bakarken, hepsinin tarihin farklı dönemlerinden gelen kültürlerle bağlantılı olduğunu düşündü.

Düşüncelerinden sıyrıldığında, Dojo'nun manzaralı terasında oturan Kai'yi fark etti. Kai ona dönüp konuşmaya başlayınca, tapınağın sessizliği bozuldu.

"Evime hoş geldin, Alex. Arkadaşlarına selam vermen sana güzel gelmiştir umarım."

"Ne demezsin..." Alex, Kai'nin yanına gelerek üzerinde tuhaf işaretler bulunan yer minderlerinden birine oturdu ve konuşmaya başladı. "Bak, hala burada olanlara inanmam için biraz zamana ihtiyacım var." dedi Alex, içindeki kararsızlıkla dolu bir ses tonuyla. "Ama gördüklerimden sonra, benim böyle bir yere girmek için yeterli olduğuma emin misin?" Alex , Kai'nin yine umursamazca şaka yapacağını sanarken Kai'nin ifadesiz bir tavra bürünmesi onu şaşırtmıştı.

"Sana kısa konuşacağım Alex. Tehlikeli bir yeteneğe sahip olduğundan dünyaya geldiğin an Kaizen'in infaz listesine alınmıştın. İnfazının gerçekleşmemesinin ve seni bunca yıl korumamın sebebi ise senin bu Dünya'yı kurtaracak son umut olduğunu düşünen Kaizen'in rehberi Logan yüzündendi. Bir zamanlar ben de Logan'a katılmıştım, ama artık benim için işler değişti. Şu anda en çok önem verdiğim kişi, Jessy."

"Neden bahsediyorsun, Jessy ile olayların ne ilgisi var?" Alex, Kai'nin gözlerini kendisinden çevirip gün batımı manzarasına odaklanmasını izledi.

"Bu karışık bir konu. Şimdilik bilmen gereken tek şey, yaptığım bir savaş yüzünden insanlığın sonunun erken bir tarihe alınmış olması. Bozulma Sürecini hızlandırdım. Bana göre bu dünyanın tek kurtuluş yolu sen değilsin. Yapabileceğimiz tek bir şey var o da Değişim Süreci. Bizim Değişim Süreci dediğimiz olay daha önce de gerçekleşti; milyonlarca yıl önce gezegende türlerin liderliğini değiştiren olay tekrar yaşanacak." Alex, Kai'nin dinozorların felaketi olan meteor olayından bahsettiğini düşündü. "Jessy'ye gelecek olursak, o kızın mükemmel hafıza tekniği, Kaizen'i bir sonraki kuşağa aktaracak. Böylelikle insanlık bir kez daha yaşamına devam edebilecek."

Alex, artık bu adamın iyi niyetli olduğuna inanamıyordu. Kafasında birçok düşünce dönüp duruyordu. Daha önce kendisine güvenen biri şimdi değişip sanki ondan nefret eder hale gelmişti. "Demek bana güvenmiyorsun... Ne yani, senin gibi lanet egoist, güçlü biri bunu durduramıyor mu? O zaman neden gidip yöneticileri öldürdün?"

Kai'nin gözleri birden ay gibi parlamaya başladı. Etrafında beyaz bir sis bulutu oluşmuştu; bu, öfkesinin yükseldiğini gösteriyordu.

"Bilmediğin şeyler hakkında yorum yapma Zamanın Varisi!" Kai tekrardan sakinleşip gözünü gökyüzüne dikti. "Her lanet gün acaba seni öldürürsem işler daha farklı olacak mı diye düşündüm..." Kai tekrardan Alex'e bakarak devam etti. "Gücümü Jessy'i korumak amacıyla kullanacağım. Yıkım artık kaçınılmaz. Şimdi bir seçim yap ya Akademiye girmeyi kabul edersin yada evine dönersin. İnfaz için endişelenme geri dönersen yok oluşta senin de sonun geleceği için infazını erteleyebilirim."

Alex, olanları sindirmeye çalışıyordu. Hayatında ne zaman daha önce başkasını düşünmüştü? Daha sokakta ki insanlara yardım yapamayan bir adam Dünyayı kurtarmaktan mı sorumlu olacaktı. Tüm bu olanlar çok fazlaydı. Belki de Kai haklıydı kurtuluş o değildi. Alex bu çıkmaz anında aklına babası gelmişti. Başkasının mutlu ettiğinde mutlu oluyorsan hala insanlık için umut vardır. Bunlar babasının sözleriydi. Belki de bunlar hakkında başından beri bir bilgisi vardı...

Aklına, karşısındaki adamın küçüklüğünden beri ona baktığı düşüncesi geldi. Bu, Kai'nin babası hakkında bilgi sahibi olabileceği anlamına geliyordu. "Dediklerin umrumda değil," dedi Alex, sesi titrek ama kararlıydı. "Eğer Dünya'yı kurtaramayacak kadar güçsüzsem, insanlık da umrumda değil. Ama tek bir şeyi istiyorum: Babama ne olduğunu öğrenmek. Lütfen, söyle bana ona ne oldu."

Kai, Alex'e odaklanarak yanıtladı. "Bunu sen benden daha iyi biliyorsun, Alex. Fakat hala bildiğinden haberin yok."

"Tekrar gizemli konuşmaya başladın," diye sitem etti Alex.

"Zaman karışık bir kavram, Alex. Bu konuşmam sadece formalite icabı; kararının ne olacağını çoktan biliyorum. Sence gezegenin sırlarını bir sonraki kuşağa taşıyacak kişi tesadüfen mi yanına geldi, ya da seni bulmam tesadüfen mi gerçekleşti?"

Alex, Kai'nin söylediklerini dikkatlice dinlerken, daha önce olayları bu açıdan düşünmediğini fark etti. İlk önce babası, sonra bu olaylar... Neler olduğunu anlaması mümkün değildi.

"Biri sana benden bahsetmiş gibi konuşuyorsun..." Alex, Kai'nin gözlerinin derinliği içinde kaybolmuş olduğunu hissetti ve ağzından çıkacak tek bir cevaba odaklandı.

"Evet, bahsetti, Alex. O kişi sendin..."

İkinci Bölüm Sonu

 

Loading...
0%