

Aera, Sofia’ya dik dik bakıyordu. İfadesi ciddiydi ve kaşlarını çatmıştı. "Edward, seni kurtarmamalıydı!" diye sertçe konuştu.
Sofia, ‘L’ şeklindeki kanepenin bir köşesine yaslanarak savunma hattı kurar gibi bir pozisyon aldı. "Sen tam bir çatlaksın! Kurabiyeni ben almadım diyorum!" diye sesini yükseltti. Bir yandan da siyah güllerle desenli elbisesinin eteğini düzeltiyordu. "Ve biliyor musun? Eğer o kurabiyeyi bulursam, kesinlikle sen tadına bile bakamadan bitireceğim!"
Aera’nın kızıl saçları, öfkesini yansıtarak alev almaya başlamıştı ki Edward’ın sesi duyuldu. "Hey! Eğer bu ev yanarsa, ikinizin de başı çok büyük bir belaya girer."
Bulundukları oda, dışarıdan bir villaya ait gibi görünse de içerisi bir bilim kurgu filminden fırlamış gibiydi. Duvarlarda karmaşık sembollerle oyulmuş metal paneller vardı ve bu panellerin bazıları tuhaf bir şekilde titriyordu. Odanın dört bir yanında farklı işlevlere sahip, kesinlikle sıradan olmayan cihazlar yer alıyordu. Bir köşede sürekli dönen, içine bakıldığında yıldız kümeleri görülen cam bir küre vardı. Diğer bir köşede, ince tellerle bağlanmış dev bir mekanik kol, sabit bir ritimde titreşiyor ve ara sıra mavi bir ışık yayarak odanın diğer tarafını aydınlatıyordu. Tavandan sarkan ince kablolar, neredeyse yaşayan organizmalar gibi yavaşça hareket ediyordu.
Sandra ve Edward, odanın orta kısmında, kristal lambanın tam altına hizalanmış obsidyen bir sehpanın yanında duruyordu. Sehpa, odanın geri kalanına göre oldukça sade görünüyordu ama üzerindeki koyu kırmızı kitap her şeyden daha dikkat çekiciydi. Kitabın kapağı çatlaklarla doluydu ve her bir çatlağın arasından ince, ışıldayan toz zerreleri çıkıyor, havada kayboluyordu.
Sandra, bir süre kitabı izledikten sonra Edward’a baktı: "Hâlâ yok olmaya devam mı ediyor?"
Edward gözlerini kitaptan ayırmadan başını salladı.
"Evet, değişen bir şey yok." Edward, bir yandan göz ucuyla Sofia ve Aera’nın kanepeden fırlayıp alt kata doğru koşuşmalarına bakarken devam etti. "Onları durdurabilir misin?"
Sandra hafifçe gülümsedi. "Merak etme, Kai gelmek üzere. O halleder."
Bu sırada Edward, arkalarında duran cam kapının açılma sesini duydu. Kai içeri girdi; güneş gözlüklerini takmıştı ve saçlarına uyumlu gri bir gömlek giymişti. Bir elinde, üzeri karışık dillerde yazılmış sembollerle süslenmiş bir kavanoz, diğer elinde ise yarısı ısırılmış bir kurabiye vardı. Kurabiyeyi ısırırken, yüksek sesle konuştu:
"Selam millet! Gizli ekibimizin gizli toplantısına geç kaldığım için özür dilerim." Sandra’ya dönerek devam etti: "Tatlım, kurabiye yer misin? Bu fena bir şey, mutlaka denemelisin." Gözleri koltukta ki izlere takıldı. "Bu arada kızlar nereye kayboldu?"
Edward elini alnına götürerek iç çekerken Sandra cevap verdi:
"En azından sorun çözülmüş oldu." Kai’nin elinden kurabiye kavanozunu alıp masanın altına sakladıktan sonra devam etti. "Bu, burada dursa senin için daha iyi olur, canım."
Kai omuz silkerek karşılık verdi. Bu sırada Edward, tekrar kitaba döndü ve ciddi bir ifadeyle sordu:
"Peki, bununla ne yapacağız?"
Sandra, kitabın çatlaklarını parmak uçlarıyla takip ederek "İlk olarak ne olduğunu anlamaya çalışmalıyız."
Kai, itiraz ederek "Bu çok saçma! Logan’la yıllarca beraber kaldık ve bu kitaptaki planların neredeyse hiçbirini yapmadı. Ayrıca bizim bir kızımız hiç olmadı. Alex diye birini ise hayatımda bir kere bile görmedim."
Edward, düşünceli bir ifadeyle araya girdi:
"Peki ya kitapta yazanlar doğruysa? Ya gerçekten dengenin kendiliğinden bozulması yalansa? Değişim gününün tek nedeni ikinizin gücünden kaynaklanıyor olabilir. Düşünsenize belki de bize bu kitabı getiren kişi zamanı değiştirdiği için tüm bunlar yaşanmadı."
Sandra, elini kitaptan çekerek konuşmaya katıldı:
"Bunu öğrenmenin tek bir yolu var. Kitap tamamen yok olmadan önce bunu çözebilecek tek kişiye gitmeliyiz."
Kai’nin yüzündeki rahat ifade bir anda kayboldu. Suratını astı ve homurdandı:
"Hadi ama! O olmaz! İnsanlardan ne kadar nefret ettiğini biliyorsun!"
Sandra sakin bir sesle yanıtladı:
"O sadece senden nefret ediyor."
Edward merakla sordu:
"Bahsettiğiniz kişi kim?"
Sandra, derin bir nefes aldı ve cevap verdi:
"Thalia. Kader Dokumacısı olarak bilinir. Enderler arasında en yaşlı ve en bilge kişi. Herkes ona saygı duyar… biri hariç." Gözlerini Kai’ye çevirdi.
Kai hırçın bir tavırla homurdandı:
"O bunak beni film yıldızı zannediyor!"
Edward gülerek söze girdi:
"Anlaşılan özür dilemen gereken biri daha var. Ne zaman gidiyoruz?"
"O iş biraz zor olacak. Thalia, rüyalarla gerçeklik arasında bir yerde bulunuyor. Ona ulaşmanın tek bir yolu var." Kai, Sandra'nın sözlerini tamamladı:
"Hepimizin komaya girmesi gerek."
Edward, bunun bir şaka olmasını dileyerek konuştu:
"Gerçekten mi? Şaka yapıyorsun, değil mi?"
Sandra, kararlılıkla başını salladı:
"Maalesef hayır. Aera'nın yardımı ile bunu başarabilirim. Ama bu, sizinle gelemeyeceğim anlamına geliyor." Gözleri bir an yere kaydı, sesine ince bir kırılganlık eklendi. "Korktuğum şey... orada sıkışırsanız bir daha fiziksel bedenlerinize geri dönememeniz. Sonsuza dek sizi komada izlemek zorunda kalmak... bunu kaldıramam."
Kai, Sandra'nın elini nazikçe tuttu. Ona güven veren bir ses tonuyla konuştu:
"Merak etme, tatlım. Sana söz veriyorum, ne olursa olsun sağ döneceğiz."
O sırada, villanın geniş camlarından görülen anka kuşu sessizliği bozdu. Görkemli kanatlarını açarak gökyüzüne yükseliyor, etrafındaki alevlerin dansıyla başka bir büyük kuşu kovalıyordu.
Kai, dışarıdaki görüntüye takılarak bir an durdu, elini çenesine koydu ve gözlerini kısarak konuştu:
"Ne kadar büyürlerse büyüsünler, kavga etmeden duramıyorlar."
***
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.08k Okunma |
1.64k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |