45. Bölüm
Ömer Faruk Yardımcı / Kaizen :  Zamanın Varisi / Uyanış : Part 2

Uyanış : Part 2

Ömer Faruk Yardımcı
davyjones

Sofia gözlerini açtı. Başının arkasındaki uyuşukluğu hissederek elini refleksle oraya götürdü. Son yaptıkları... neydi? Aklındaki sisin içinde gezinirken, parça parça görüntüler belirmeye başladı. Sandra. Edward. Kai. Evet, Thalia’yı görmek için derin bir uykuya dalmışlardı. Ama şimdi... neden yalnızdı?

Bu düşünceler zihnini kemirirken çevresine bakındı. Manzara inanılmazdı; sanki bulutların içinde süzülüyordu. Bir an ileride, ipliklerden yapılmış bir tapınak fark etti. Garip bir çekim hissetti, ayakları sanki kendi kendine tapınağa doğru adımlamaya başladı.

Ancak her adımında, tapınak ona aynı uzaklıkta kalıyordu. Ne kadar ilerlese de aynı yerde mi duruyordu? Bu akıl almaz durum sinirlerini gerdi. Hırslanıp koşmaya başladı, ama o an zemin ayaklarının altından kaydı.

Hiç uyarı vermeden, dünya parçalandı. Sofia, karanlık bir boşluğa doğru düşmeye başladı. Etrafında görüntüler hızla değişiyordu; bulanık figürler, çarpık mekanlar, anlam veremediği şekiller. Sonunda yere çarptı.

Ama acı hissetmedi.

Gözlerini açtığında, tanıdık bir koku, tanıdık bir hava... İtalya. Evet, evindeydi. Ama bu İtalya, şimdiki gibi değildi. Gözleri sokakları taradı. Burası doğduğu zamandı, birebir aynı.

Kafası hâlâ karışık bir halde, eski anıların ağırlığıyla ıssız sokaklardan geçip doğduğu evin önünde durdu.

Evi, ilk hatırladığı gibiydi. Derme çatma, duvarlarında yılların izini taşıyan, köşeleri çatlamış ve tahtaları çürümeye yüz tutmuş bir barınak. Pencereleri eskimiş perdelerle kaplıydı, ancak rüzgâr, yırtıkların arasından rahatça sızıyor, içeriye soğuk bir nefes bırakıyordu.

Yetim bir şekilde büyümüştü Sofia. İnsanlar onu cadı diye dışlamadan önce, sokak çocuklarıyla hayatta kalmaya çalışırdı. Aklına o günler geldi. Peki neden buradaydı? Kırık dökük bu eve odaklanmışken, arkasından duyduğu gizemli bir ses onu düşüncelerinden uyandırdı. “Tüm hikâyen burada başladı, değil mi Sofia Marconi?”

Sesin sahibi, ince sesli bir kadına aitti. Sofia kafasını sesin sahibine doğru döndürdü “Sen de kimsin?”

Karşısında yaşlı bir kadın duruyordu. İnce, bembeyaz saçları omuzlarına doğru dökülen, zarif ve sakin bir ihtiyardı. Çehresi pürüzsüz değildi elbette; alnında ve göz kenarlarında, gülümsemelerin ve derin düşüncelerin izi olan kırışıklıklar vardı. Ama o kırışıklıklar, yüzünü bir yorgunluk değil, tam aksine, yılların işlediği bir zarafet katmıştı.

“Önemli olan benim kim olduğum değil, senin kim olduğun. Hiç annenle babanın seni bilerek bıraktığı değil de, istemeyerek kaybettiği düşüncesi oldu mu?”

Yaşlı ihtiyar, elini boşluğa uzatarak sanki bir ipi tutarcasına Sofia’nın gözlerinin önüne getirdi. Sofia ipe baktıkça ip kalınlaşıyor, adeta etrafındaki dünyayı sararak yeni bir bakış sunuyordu. Her yer ipliğin büyüyüp genişlemesine kadar uzadı.

Sofia, bir sarayın içindeydi. Kraliyet tahtı hemen önünndeydi. Kralın önününde ise küçük bir kız çocuğu duruyordu. Kral, önününde oynayan küçük kız çocuğuna bakıp konuşmaya başladı. “Sofia, uyku vaktin geldi. Annenin yanına gitme vakti, kızım.”

Sofia, karşısındaki görüntüye şaşırarak bakıyordu. “Yoksa onlar…”

Yaşlı ihtiyar konuşmaya başladı. “Zaman normal insanların ani mutasyonlarını tetikleyince sadece bedenini değiştirip özel güçler kazandırmadığını biliyor muydun? Aynı zamanda kaderini de değiştiriyor. Bu gördüğün de senin mutasyona sahip olmadığın bir dünya. Normal yaşayıp normal öldüğün bir dünya.”

Sofia, karşısındaki gizemli konuşan bu kadını tekrar inceledi. Parlak zümrüt yeşili gözleri, içinde yaşadığı dünyayı kavramış ve yine de hayranlıkla bakmayı sürdüren bir ruhun aynası gibiydi. Üzerine geçirdiği yumuşak, krem rengi bir şal, onun narin yapısını sarmalarken, küçük, ince parmaklı elleri, zamanın ona dokunuşlarını açıkça gösteriyordu. Ama o ellerde, yaşın verdiği titrek bir zayıflıktan ziyade, bir ustalık ve zarif bir güç saklıydı.

“Sen Thalia’sın, değil mi?”

Yaşlı kadın buna cevaben sadece gülümsedi. Çevresi ise tekrar küçülerek iplik halini alıyordu. Bulutsu ortama geri döndüler. Artık Sofia, tapınağın içindeydi.

***

Edward gözlerini kırpıştırdı. Önündeki manzara gerçek değilmiş gibi hissettiriyordu. Yıkılmış bir şehirdeydi, ama bu yer, geçmişte gördüğü hiçbir yere benzemiyordu.

Uçan arabaların iskeletleri, gökyüzünde birbirine bağlanmış ve şimdi kırılmış olan tramvay şeritlerinin kalıntıları, ve her biri belirgin renklerle boyanmış, savaş propagandası yapan reklam panoları... Tüm bunlar, Edward’ın önünde harap olmuş bir şekilde duruyordu. Yalnızca yıkım değildi garip olan. Şehrin bir zamanlar ne kadar gelişmiş olduğunun izleri, yıkıntıların arasında belirgin bir şekilde hissediliyordu.

 

Etrafta insanlar vardı; ancak kalabalıkların hareketleri doğal değildi. Düzensiz bir düzen vardı. İnsan toplulukları, askerler tarafından kontrol edilerek bir yerlere götürülüyordu. Askerlerin her biri tek tip zırhlar içinde, yüzleri kasklarının arkasına gizlenmişti. Hareketleri robotik ve acımasızdı. Bu yerin ruhu, hayatta kalmaya çalışan insanlarla değil, onların kontrol edilişiyle şekillenmişti.

 

Edward, bu cehennemden bir çıkış ararcasına ara sokaklara daldı. Sokaklar arasında amansız bir şekilde koştururken sonunda geniş bir caddeye çıktı. Cadde, ona New York Times Meydanı’nı anımsatıyordu, ancak bu meydan karanlık bir paralel evrendeki versiyonu gibiydi.

 

Çevredeki detaylar, her adımda daha da tuhaflaşıyordu. Yarısı yıkılmış devasa reklam panoları hâlâ ışıldıyordu. Bazıları çatlamış, parça parça olmuş, ama bir şekilde çalışmaya devam ediyordu. Hatta bir tanesi, Edward’a en yakın olanı, gözlerini alamadığı bir görüntüyle doluydu.

Reklam panosunda Kai vardı. Kai’nin yüzü, bir tabancayı dikkatlice tutarken panoya işlenmişti. Pano hâlâ çalışıyordu ve en üst köşesinde büyük bir yazı dikkat çekiyordu: "Yakın Tarihte Vizyonda."

Edward, yazıya odaklandı. Harfler, hayatında daha önce görmediği bir dilde yazılmıştı. Ancak ilginç bir şekilde, her kelimeyi ana diliymiş gibi algılayabiliyordu.

Edward gözlerini bir kez daha kırptı. Ama gördükleri değişmiyordu. Yıkılmış şehrin, çatlaklarla dolu gerçekliği olduğu yerde duruyordu. Şaşkınlığı ve çaresizliği içinde adeta donmuştu. Ta ki yanına gelen kapüşonlu bir adam sessizliği bozuncaya kadar.

“Vay canına! Gerçekten film yıldızı olmuşum.” dedi tanıdık bir ses.

 

Edward başını hızla çevirdi ve Kai’yi gördüğünde içindeki gerginlik biraz olsun hafifledi. Kai, burada mıydı? Yoksa bu da başka bir yanılsama mıydı?

 

“Lanet olsun, burası da neresi? Neler oluyor?” diye sordu Edward, endişesini gizleyemeden.

 

Kai, etrafı izlerken adımlarını yavaşça attı. Edward da ona eşlik etti. “İnan bana, ben de bilmiyorum.” dedi Kai, çevresindeki askerlere göz atarak. “O çatlak... Thalia insan formunu bırakmadan önce bu kadar güçlü değildi. Ama şimdi? Gücü bambaşka bir seviyeye ulaşmış.”

 

Edward, hâlâ çevresindeki kaotik dünyayı incelerken Kai’ye dönerek sordu: “Burada çok ünlüsün. Bunun bir illüzyon olmadığından emin misin?”

 

Kai gülümsedi, ama bu gülüşte her zamanki kendine güven yoktu. “Thalia, zamanda alınan her kararın farklı bir kader ipliği ördüğünü söylerdi.” dedi. Elini uzatıp havada uçuşan yırtık gazetelerden birini yakaladı. Gazetenin üzerinde eski, yıpranmış harflerle şu yazıyordu:

 

“2370: Ünlü Oyuncu Kai West, Yapay Mutasyon Deneyi Sırasında Acı Verici Bir Şekilde Hayatını Kaybetti.”

 

Kai, gazetedeki yazıyı dikkatle inceledi, sonra soğuk bir sesle konuştu: “Belli ki bu dünya, benim ölümümle bambaşka bir kadere saplanmış.” Tam sözüne devam edecekti ki bir anda duraksadı. Yüz ifadesi değişti.

Edward, Kai’yi uzun zamandır tanıyordu ve ilk kez onu böyle endişeli görüyordu. “Sorun ne?” diye sordu Edward, tedirgin bir sesle.

 

Kai, başıyla ilerideki bir grup askeri işaret etti. “Şu devriye askerlerine bak.”

 

Edward, kafasını çevirip baktığında ilk başta hiçbir şey fark etmedi. Askerler, tıpkı diğerleri gibi mekanik bir düzenle ilerliyordu. Ama sonra... bir asker, aniden durdu. Kafasını yavaşça onların olduğu yöne çevirdi. Gözleri, sanki bir anlığına Edward ile Kai’ye odaklandı. Ama ardından, hiçbir şey görmemiş gibi yürümeye devam etti.

 

Edward’ın tüyleri diken diken olmuştu. “Bu da neydi? Sanki bizi bir anlığına gördü.”

 

Kai, derin bir nefes aldı ve kapüşonunu başından çekip attı. “Bu yer...” diye mırıldandı, sesindeki tedirginlik belirgindi. “Eğer burada daha fazla kalırsak, kendi dünyamıza bir daha geri dönemeyebiliriz.”

 

Edward, bu sözlerin ağırlığıyla irkildi. Kafasında dönen tek bir isim vardı. “Sofia,” diye fısıldadı. “Sofia da bizimle gelmişti. Onu bulmamız gerek.”

 

Kai, Edward’ın gözlerine baktı. Sesi alışılmadık bir şekilde yumuşaktı. “Merak etme. Buraya geldiğimizde, varlığının bizden ayrıldığını hissettim. Sofia kendi başına, ama güvende. Şimdilik kendimize odaklanmalıyız.”

 

Bölüm : 11.01.2025 01:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ömer Faruk Yardımcı / Kaizen :  Zamanın Varisi / Uyanış : Part 2
Ömer Faruk Yardımcı
Kaizen : Zamanın Varisi

4.08k Okunma

1.64k Oy

0 Takip
49
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...