

Andrew, Kai ve Edward’ın buldukları kitap hakkında anlattıklarını dikkatle dinlemişti. Etraflarındaki kaos neredeyse elle tutulur bir hal almış, herkes bir yerlere koşuştururken üçlü, köhne bir kafede oturmuş sakin bir şekilde konuşuyordu. Andrew, bir süre sessiz kaldıktan sonra düşünceli bir ifadeyle söze girdi.
“Anlattıklarınız benim zaman çizgimde hiçbir zaman gerçekleşmedi. Yeteneklerimi nasıl kazandığım dışında. Sizin zamanınızdaki Logan ya da Andrew, her neyse… Fazla kafayı sıyırmış olmalı. Ben böyle bir psikopata dönüşmedim ve dönüşmem de.”
Edward hemen söze atıldı. “Peki, döngüleri nasıl gerçekleştirdin?”
Andrew hafifçe gülümseyerek cevap verdi: “Sizin aksinize, Yapay Mutasyon Virüsü bizim dünyamızda hızlı bir şekilde değişim geçirip tüm dünyayı bir anda kaosa sürüklemedi. Bu da Kaizen’i arkadaşlarımla birlikte kurmamıza ve mutasyonları dengelememize imkan tanıdı. Ama sonunda bununla baş edemeyeceğimizi fark edince gerçekleri olduğu gibi söyleyip döngü işine girdik.”
O sırada havada uçan ejderhamsı bir yaratık, iki yan binanın çatısına büyük bir gürültüyle düştü. Andrew sakin bir hareketle elini havaya kaldırıp ters yöne doğru çevirdi. Ejderha, çarpmadan hemen önceki haline geri döndü. Binalar tekrar eski, sağlam hallerine kavuşmuştu.
Andrew konuşmaya devam etti: “Sandra ve Kai bu işe isteyerek gönüllü oldu. Her döngüde mutasyonlar kontrolden çıktığında kozayı, sevdikleri insanlarla doldurup bir sonraki döngüye geçirdiler.” Sesi, nostaljik bir tını kazanmıştı. “Ama beni en çok mutlu eden şey, gelecekte Alex adında bir oğlumun olacağını söylemeniz oldu sanırım. Bana öyle bakmayın; zamanı kontrol etsem de akıl sağlığımı korumak için hiçbir zaman geleceğe bakmadım.”
Andrew susunca, Kai konuşmaya katıldı: “Belli ki bu zamandaki Andrew, iyi bir insan olarak yaşamını sürdürmüş.”
Edward homurdanarak söze girdi: “Yine de bu bizi bir yere götürmüyor. Kendi zaman çizgimize geri dönmemiz gerek. Hâlâ bedenlerimiz komada.”
Andrew kaşlarını kaldırarak araya girdi: “Ah, o konuya gelelim. Thalia, sizi sadece farklı zaman çizgilerini görmeniz için yolculuk ettirebilir. Ama o çizgilerde yaşamaya başladığınız anda işler değişir. Muhtemelen şu an bedenleriniz çoktan toz olmuştur.”
Kai’nin yüzündeki telaş, açıkça okunabiliyordu. “Olamaz, Sandra…” Sesi çatallaştı. “Hemen geri dönmenin bir yolunu bulmamız gerek! Bir şeyler biliyor olmalısın, değil mi?”
Andrew elini tekrar kaldırdı ve tam onlara doğru gelen devasa metalik bir robotu havada durdurdu. Robot, zamanı durmuş gibi asılı kalmıştı. “Etrafınıza bakın. Her yerde zaman yarıkları var. İçlerinden biri sizin zaman çizginize açılıyor olmalı. Bunun için bir çözümüm var. Dinleyin—”
Ancak konuşması, arkalarında duyulan yüksek bir gürültüyle kesildi. Kızıl bir yarık açılmış, yarığın içinden şık giyimli bir adam çıkmıştı. Saçları düzgünce iki yana taranmış, takım elbisesi ve gözlükleriyle fazlasıyla dikkat çekiyordu. Yavaşça gözlüğünü çıkardı ve soğuk bir ifadeyle Andrew’a baktı.
“Bak sen şu işe… Babam hâlâ ölmemiş.”
Andrew, Kai ve Edward ile birlikte ayağa kalktı. Üçü, sokağın ortasında yeni gelen yabancıya karşı duruyorlardı. Andrew soğukkanlı bir şekilde sordu: “Sende kimsin?”
Adam alaycı bir şekilde gülümsedi. “Demek beni öldürmek isteyen babam, beni hatırlamıyor. Adım Albert. Senin çılgın ve yaşlı bir versiyonun, yerini alabilmem için beni yetiştirmeye çalıştı. İlk çocuk denemesiydim.” Sesine zehirli bir kin karışmıştı. “Ne yazık ki bir hata yaptı. Bu hata sonucu yeteneklerimi çok hızlı bir şekilde kontrol etmeyi başardım ve onu tuzağa düşürdüm.”
Kai, Andrew’dan önce konuşmaya atıldı. “O tanıdığın babandan çok daha iyi birisi. Bu zaman çizgisinde seni ilgilendiren bir şey yok.”
Albert alaycı bir kahkaha attı. “Ah, Kai, Kai, Kai… Seni öldürmek o kadar hoşuma gitmişti ki. Tekrar seni burada görmek eski güzel anıları aklıma getiriyor.” Gözleri hafifçe kısıldı ve çevrelerine işaret etti. “Etrafına bak. Her şey yok oluyor. Artık geri dönüş yok. Hepinizi, teker teker, acı verici bir şekilde öldüreceğim ve zamanın sonunun keyfini çıkaracağım.”
Andrew hızlı ve kararlı adımlarla öne çıktı. “Buradan uzaklaşın! Kendi zamanınıza gitmenin yolunu artık kendiniz bulmanız gerek. Ben ise bu adamın peşinizden gelmediğinden emin olacağım.”
Andrew konuşmasını bitirir bitirmez, iki elini birleştirerek toprağa dokundu. Zeminden yayılan güçlü bir enerji dalgası, Andrew ile Albert’in olduğu alanı bir anda donmuş gibi gösterdi. Ancak içeride olup bitenler farklıydı; parlak kıvılcımlar göz kırpıyor, renkli ışık süzmeleri dönen bir girdap gibi hareket ediyor ve orada geçen yoğun bir çatışmanın varlığını hissettiriyordu. Sanki zaman ve gerçeklik, çarpışmanın etkisiyle titriyordu.
Edward, arkadan gelen korkutucu seslere doğru dönüp baktı. Uzaktaki bir kara parçası, büyük bir patlama ile tamamen yok oldu. Bir nükleer bomba patlamıştı. Edward, dehşetle donup kalmışken, Kai’nin omzuna dokunmasıyla kendine geldi.
“Patlamanın buraya ulaşması on dakikadan daha kısa sürecek. Öleceğiz, Edward. Seçim yapma şansımız yok!” Kai, doğu yönünde parlayan bir ışık huzmesini işaret etti. Işık, yıkık bir binanın içinden yayılıyordu. “Hızlı olmalıyız.”
Edward, durumu sessizce onayladı ve ikili hızla doğuya doğru koşmaya başladı. Sokaklar savaşın ve yıkımın izleriyle doluydu; devasa enkazlar ve çökmüş binalar arasında ilerlemek zorlu bir mücadeleydi. Ancak yollarını kesen mutant avcısı robotlar, tehlikenin hiç bitmediğini hatırlatıyordu.
Bir robot, metalik kollarını hızla savurarak üzerlerine doğru atıldı. Hamlesi zemini parçalayarak küçük bir krater oluşturdu.
Edward, hızla yere çömelip avuçlarını toprağa bastırdı. Anında zeminden yükselen keskin bir toprak sütunu, robotun altına girerek onu havaya savurdu. Robot henüz yere düşmeden, başka bir tanesi arkasından yaklaşmaya başladı.
Kai, durumu fark edip hızla harekete geçti. Metalik bir yumruk darbesinden ustalıkla sıyrıldı, ardından hızla yere alçalarak keskin ve hedefli tekmelerle robotun dengesini bozdu. Bir anlık tereddüt bırakmadan doğrulup gövdesine indirdiği güçlü bir yumrukla robotu yere serdi. Ancak bu iş burada bitmemişti.
Robotun bedenine eğilip kalan gücüyle elini gövdesine dokundurdu. Parmaklarından yayılan ezici güç, metalin tüm yapısını çökertti. Robot, adeta içine çökerken parçaları un ufak hale gelerek etrafa saçıldı.
Bir anlık sessizlik, başka bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunun habercisiydi. Yıkıntıların arasından gelen titreşimler eşliğinde üç yeni robot belirdi. Etraflarındaki yıkıntılardan yayılan robotik sesler, yaklaşan mücadeleyi daha da yoğunlaştırdı.
Edward, hızla harekete geçti. Elleriyle yerden bir toprak kalkan yükselterek üzerlerine gelen saldırıyı engelledi. Kalkan, gelen darbeyi soğurduktan sonra hızla parçalandı ve sivri taş mızraklara dönüştü. Edward, bu taşları kontrol ederek robotlara doğru fırlattı. İki tanesi darbeyi alıp etkisiz hale gelirken, üçüncüsü hızla aralarına girdi.
Bu kez Kai, çevik bir hamleyle devreye girdi. Yerden bulduğu bir taşı sert bir savurma hareketiyle robotun gövdesine fırlattı. Robot tökezlediği anda hızla yanına yaklaştı ve metalik bacaklarına sert bir tekme indirdi. Robot, şiddetli darbenin etkisiyle yere yığılırken, Edward son bir hamleyle yerden yükselen büyük bir toprak yumruk oluşturdu ve onu tamamen ezdi.
Son engeli de aşan ikili, hızla hedefledikleri binanın içine girdi. Merdivenler boyunca bilinçsiz ama hareket eden yarı saydam bedenler, onlara saldırmaya çalışıyordu. Kai, önüne çıkanlardan birini sert bir omuz darbesiyle yere sererken Edward’a zaman kazandırmıştı.
Edward ise bu sırada ellerini kaldırarak zeminden yayılan geniş bir toprak dalgası oluşturdu. Dalgayla birlikte saldırganların hepsi yere savruluyordu. Ortalık bir anlığına sakinleştiğinde, ışık huzmesinin geldiği kata doğru ilerlemeye devam ettiler.
Sonunda ışığın kaynağına vardıklarında, ikisi de yorgun ama tetikteydi. Ancak karşılarında bekledikleri yarık yerine, dikkat çekici bir teknolojik araç duruyordu. İnce, metalik gövdesinden yayılan beyaz ışık huzmeleri tüm katı doldurmuştu.
Kai, karşısındaki görüntünün hayal kırıklığıyla dizlerinin üzerine çöktü. Normalde her duruma bir şey söyleyen bu adam, ilk kez derin bir sessizliğe gömülmüştü. Ak gözleriyle boş bir şekilde zemine bakıyordu.
Edward ise kafasını ellerinin arasına almış, çaresizlik içinde düşünüyordu.
"Burada ölemeyiz... Hayır, hayır..." dedi kendi kendine, nefesi düzensizleşmişti. Ardından toparlanıp hızla ellerini yere bastırdı. "Tüm gücümle bizi koruyacak bir duvar inşa edeceğim!" diye bağırdı. Ancak en ufak bir kıpırdama bile olmadı. Toprak, onu dinlemiyordu. Derin bir nefes alarak yere çömeldi. Tüm gücünün tükendiğini, bedeninin artık savaşmaya yetmediğini hissediyordu.
Tam umutsuzluk onları tamamen ele geçirirken, ortamın sessizliği birdenbire bozuldu. Bir uğultu yükseldi ve odanın ortasında dalgalanan bir mavi ışık huzmesi belirdi. Parlaklık büyüdü, ardından içinden ince yapılı bir kadın figürü adım attı. Sofia, mavi gözlerinin ışıltısıyla yarıktan dışarı adımını attı.
Kai ve Edward şaşkınlıkla ona bakarken, Sofia ellerini kaldırıp bir hareketle onlara doğru seslendi. "Hadi, hızlı olun!" dedi net bir tonla. Kai, çökmüş dizlerinden doğruldu, Edward'ın kolundan tutarak ona güç verdi. İkisi de Sofia'nın arkasından mavi ışığa doğru koşarken, geride kalan teknolojik araç ve karanlık oda hızla silinip yok oluyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.08k Okunma |
1.64k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |