Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 1 - Değer Vermek

@dayfrint

Hayat bize verilmiş en kötü hediyeydi aslında. Sadece bizlere amaçlar vererek bizi kendisine bağımlı hale getiriyordu, korkuyorduk ama korktuğumuzun farkında bile değildik. Korktuğunun farkında olanlar zaten çoktan göçmüştü aramızdan. onlar bu hayatın gerçek yüzünü, acımasızlığını, merhametsizliğini fazlasıyla tatmış, bu kötü hediyenin tüm köşelerini keşfetmiş kişilerdi. Belki de sadece bir kısmını... Hayat kadar kirli kalplerini de alıp yok olmuşlardı, bir kısmı hariç. Ben gibi... Onların arkasından ağlayanları vardı ve kalpleri hasretinden yanıp tutuşanlar. Benimse arkamda bıraktığım kimsem yoktu. Koskoca yalnızlığım dışında. 11. sınıfa gelmiş hala bir amacı bile olmayan birisiydim ben. Hayat, işte varlığım kadar anlamsızdı benim için.

Anlamsız ve boş.

Aynadaki aksime bakmaya devam ettim düşüncelerimin arasından. Sarıya yakın kumral saçlarım, saçlarımla aynı tondaki gözlerim... Sıkıcı.

Küçük burnum, orta denilebilecek büyüklükte dudaklarım... Kendimde sevdiğim iki şey vardı ve onlarda bunlardı işte. Ah, bir de gülümsememi seviyordum.

İncelemeye devam ettim.

Küçük yüzüm...

Düşük omuzlarım...

Bakışlarım tekrar gözlerime kaydı. Parlamıyorlardı. Bir ölünün bakışlarından farklı değillerdi. Kendime bile boşluğa bakar gibi bakıyordum. İnsanların beni fark etmemesi gayet doğaldı.

İçe dönük ayaklarım, ayakta durduğum ve yaşamaktan utandığımı gösteren kambur duruşlu bedenim...

Belki de saçlarımı açsam, diye düşünerek topuz halindeki saçımdan tokayı çektim. Neredeyse yarısı kırılmış orta uzunluktaki saçlarıma baktım. Derin bir nefes aldım ve saçlarımı yeniden topladım. Gözümden süzülen yaşları da ellerimin tersiyle kendime dokunduğumu nefret ettiğimi belli edecek şekilde sertçe sildim. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım ve gözlüklerimi taktım. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. İşte ağladığım belli bile değildi.

Yavaş adımlarla odamı terk ederken aslında olduğu gibi dünyayı terk etmek istiyordum ama bunu ne söyleyebilecek ne de uygulayabilecek cesaretim vardı.

"Ah!" diye bir çığlık attım yalnızlığın verdiği acıyla. Bir selama muhtaç kulaklarımda sadece hayal kırıklıklarımın sesi yankılanıyordu.

Koridor boyunca yürürken duvarda benimle birlikte sürüklediğim elim sızlamaya başlayınca olduğum yerde kaldım birkaç saniye. Elimi kendime çevirdim ve içindeki kızarıklığı izledim öylece. Acı içinde kıvranan bedenime bu kadarcık sızlama bile böylesine çok geliyordu işte.

Karanlık evin içinde gözlerimi gezdirdim bir dakika boyunca, sonra saatime baktım. 07:42. Aslında güneş açmalı, kuşlar cıvıldamalı, herkes mutlu olmalıydı değil mi? Değil. Öncelikle bahar mevsimi ve sonrasında o muhteşem yağmur bulutları, havanın serinliğinden kaçmış kuşlar... Ah, bir de mutluluktan kendini soyutlamış evin tek üyesi ben.

Babamla taşınmayı düşündüğümüz evdeydim aslında, bütün bir haftamı kendimi eve kapatarak, temizlik yaparak ve eşyaları düzenleyerek geçirmiştim. Ama bunların hiçbirisi şu an bu evde yapayalnız olduğum gerçeğini değiştirmiyordu.

Yavaş yavaş karamsarlığımdan kurtulmam gerekiyordu. Biliyordum. Güzel şeylere odaklanmak istedim bir süreliğine. Mesela bu evi babamla birlikte boyamıştık beş yıl önce. Eğlendiğim zamanları hatırlaması pek zor olmadığından, tüm ayrıntılar aklımda canlandı. Bir anda küçük bir kız ve bir adam gözlerimin önüne geldi. Ben daha 12 yaşındayken alınmış bu eve ancak şimdi, babam da beni bıraktıktan sonra gelme şansım olmuştu. O kadar insana karşı babam varken, zorluklara karşı babam varken yanımda, düşüncelerimde her zorluğa karşı çıkmışken, tek başıma yapabileceğim pek bir şey yoktu.

Şimdi önümde okula başlamak için iki hafta vardı ve kendime gelmeliydim. Gücümü toplamam lazımdı. 17 sene boyunca neden olduğunu bilmediğim halde sömürülen gücümü katlarınca geri istiyordum. Onlara kısa bir süre için, demiştim. Belki de sonsuza kadardı. Hiçbir fikrim yoktu.

Aklımdaki düşüncelerin hepsini bir kenara atıp dışarı çıkarmaya karar verdim. Böylesi çok daha iyi olacaktı, temiz hava ve uzun bir yürüyüş her zaman bana daha iyi gelmişti. Yürüme tempomu değiştirmeden yavaş yavaş odama çıktım ve üzerime rahat bir şeyler geçirdim. Müzik çalarımı ve kulaklığımı aldım. En son cebime biraz para koyduktan sonra kendimi evden dışarı attım. Daha dışarı attığım ilk adımda yeni yağmış olan yağmurun kokusunu duydum ve büyük bir açlıkla onu içime çektim, sanki bir daha bunu yaşayamayacakmış gibi. Kulaklıklarımı taktım ve güzel bir şarkı açtım, kapüşonumu kapattım ve hızlı adımlarla yürümeye başladım.

Uzun bir yürüyüşün ardından artık iyice terlemiş, yorulmuş bir haldeydim. Evimin olduğu sokağın başındaydım ama eve kadar gidecek halim yoktu. Dinlenmek için kaldırım kenarına oturdum ve o sırada bir köpek gördüm. Bembeyaz ve küçücük vücuduyla koşarak bana doğru geliyordu. İlk önce dizlerimin önünde durdu, daha sonra kuyruğunu sallamaya başladı hızlıca. Gülümseyerek elimi başına koydum ve yumuşacık tüylerini okşamaya başladım.

Ben köpeği severken yaşlıca bir teyze yanıma geldi. O da benim yanıma eğildi ve köpeğin başını okşamaya başladı benimle birlikte. Yüzünde sıcak bir gülümseme ve davetkar bakışlar vardı. Kendimi tutamayarak ona gülümsedim.

"Köpekleri sever misin kızım?" dedi yumuşak bir ses tonuyla. Evet, anlamında başımı salladım ve gülümseyerek köpeği sevmeye devam ettim.

"Adı Linda."

Birkaç saniyeliğine elim köpeğin üzerinde öylece kaldı.

"Sizin köpeğiniz mi?" diye sordum. Sesim beklediğimden daha ince ve kısık çıkmıştı.

"Evet," dedi yüzünden düşürmediği gülümsemesiyle. Ben de ona gülümsedim yeniden.

"Sevmeye devam etmelisin, bak ellerini çektiğin için üzülüyor," dediğinde şaşkınlık ve mutluluk duygularını bir arada yaşıyordum.

"Tabii ki de ama yeniden yağmur yağacak gibi, isterseniz gelin, evim hemen şu ileride, hem size sıcak bir şeyler ikram ederim."

Gülümseyerek teklifimi kabul etti. Eve geldiğimiz gibi çay koydum ocağa ve daha önceden hazırladığım kurabiyelerden bolca bir tabağa doldurdum. İçeri geçip çaylarımızı içmeye başladığımızda derin bir sohbetin de içinde bulmuştuk kendimizi.

"Seni ilk defa bundan 5 yıl önce görmüştüm. Yine böyle üzgün gelmiştin buraya. Yaz tatiliydi sanırım. Babana denize gidelim diye söyleniyordun. Ancak daha sonraki günlerde seni gülerek evin çitlerini boyarken gördüm. O zaman da böyle içtendi gülüşlerin. Ama her zaman gülmüyordun. Sana dikkat etmiştim çünkü aileni biliyordum. Baban kızım, çok iyi biriydi. Geçen senelerde hep ziyaretime gelirdi. İnan bana oğlum beni öyle ziyaret etmez. Ancak şu sıralar o da beni boşladı. Gelmiyor eskisi gibi. İşlerin yoğunluğundandır diyordum. Şimdi de kızım, sen geldin baban yok. Hayırdır kötü bir şey mi oldu?"

Bir anlığına kadının beni tanımasına mı yoksa babamı oğlu yerine koymasına mı şaşıracağımı bilemedim. Aslında babam çok içten bir insandı, o yüzden buna şaşırmamam daha doğal olurdu. Beni tanımasına da şaşırmamam gerekiyordu ancak bunu damdan düşer gibi söylediği için küçük bir kalp krizi yaşamıştım. Ayrıca yaklaşık olarak bir saattir sohbet ediyorduk ve bunu yeni söylüyordu.

Bir anda kadına sarılasım gelmişti. Benim annem, babam hayatta olsalardı onları bir kere bile üzmezdim. Ben yalnızca dünyaya gelirken haberim bile olmadan annemi öldürdüğüm için anneannem ve dedem tarafından kabul edilmemiştim. Yine de onları seviyordum, bir yere kadar. İnsanları seviyordum evet ama bahanem bu değildi, açık ara salaktım ve kabul ediyordum. Fazla konuşma fırsatım olmasa da yalanı hiç sevmezdim. Şu durumdaysa yalandan başka çarem yoktu. Babamın öldüğünü söyleyerek onu oğlu gibi benimsemiş birinin kucağına acı yüklü bir haberi veremezdim.

"Evet, babamın işleri şu sıralar çok yoğun. Ortaklarıyla yeni bir proje üzerinde çalışıyorlar. Zaten dünde iş için Amerika'ya gitti. O yokken buradaki basit işlere de ben bakacağım, bu yüzden buraya geldim."

İşte o yokken işlere benim bakacağım ve yeni proje olduğu doğruydu. Tam olarak yalan sayılmazdı. Babam tamamen gelmeyecekti ancak bende babamın yanına gidene kadar şirkette dedemin(babamın babası) yanında bildiğim işleri geliştirecek, diğer işleri de öğrenecektim. Yoğun olmayacaktım çünkü aynı zamanda liseye de gidecektim. Dedem ben üniversiteye gidene kadar dayansa iyi ederdi, hem okul hem de şirketle tek başıma altından kalkamazdım. Öyle bir durumda okulu bırakmam da olası ancak ben üniversitede de okuduktan sonra tam olarak işe atılmayı düşünüyordum.

"Ne zaman döner peki? Özledim oğlumu."

"Bilmiyorum ki, işi bittiğinde en yakın zamanda. Bende... Bende çok özledim..."

Sağ tarafımda bulunan pencereden yavaş yavaş kararan havaya baktım. Yağmur bulutlarının da etkisiyle olması gerekenden daha kapalı bir hava vardı.

"Senin adın ne kızım?"

Aslında adımı sormasına şaşırmıştım, beni tanıyordu ancak adımı bilmiyordu. Yaşına verip unutabilmiş olma ihtimaliyle cevap verdim.

"Berlika."

Kısa ve öz. Beni anlatmasa da yine de ben buydum, Berlika.

"Annen... Anneni de tanıyordum. Çok güzel bir kadındı. Tıpkı ona benziyorsun."

Bunu biliyordum, özellikle gözlerimizin aynı olduğunu söylüyordu babam.

"Saçların onunkinden daha uzun ancak kızım çok güzelsin, maşallah. Gözlerin de anneninkiyle aynı."

"Babam da hep aynı olduğunu söyler. İmkanım olsaydı anneme bir kez sıkıca sarılmak isterdim."

"Bende evlatlarımın yanımda olmasını isterdim kızım ama hepsi iş peşinde bir orada bir burada dolanıyorlar. Beni de bu iki katlı eve koydular, senin iki yanın."

Eliyle sanki duvarların ötesini görebilecekmişim gibi arkamızı işaret etmişti. Başımı onay verir anlamda salladım.

"Evladım, dedim ki onlara merdiven çıkamıyorum ben, götürün beni eski evime. Eski evim ne güzeldi, ilk katta normal apartman dairesiydi. Böyle kocaman da değildi üstelik. Şimdi evde kendimi zor buluyorum."

Yaşlı teyze bunları söylediğinde bir anda evin aslında ne kadar büyük olduğunu anladım. Sahi, biz burayı nasıl boyamıştık böyle?

"Eh, ben merdivenden şikayet edince alt kattan üst kata asansör yaptırdılar. Bir de şu yaşımda bana tadilat gösterdiler ya. Nerede kalmıştım? Hah iş. Beni bu eve koydular gittiler. Seneler olmuştur belki göremedim. Arada bir telefon denilen o zımbırtıyla ararlardı. Daha sonraları aramamaya başladılar. Şu yaşımda onlarla konuşabilmek için onu kullanmayı da öğrendim."

"Şu yaşım deyip duruyorsunuz. Ne varmış yaşınızda?"

"Kızım sen nasıl çocukluğunu hatırlamıyorsan bende senin yaşlarını hatırlamıyorum. Yaşlıyım yani."

"Emin olun çocukluğumu hatırlıyorum. Ancak hatırlamamayı tercih ederdim."

Mırıldanarak söylediğim sözler kadının anlamsızca bana bakmasıyla sonuçlanmıştı. Bir süre daha sohbet ettikten sonra yavaşça bir yandan da homurdanarak ayağa kalktı.

"Ben artık gideyim."

Ve bir anda iki kolun belimden beni sıkmasıyla olduğum yere çivilendim. İlk defa tanımadığım biri bana böyle içten sarılmıştı. Benden habersiz, istemsizce kollarımla yaşlı teyzenin bedenini sardım. Sağ omzuna başımı koydum ve gülümsedim. Geri çekildikten sonra yaşlı teyze kapıya doğru hızla yürümeye başladı. O anın şaşkınlığıyla yaklaşık on saniye kadar, koskoca salonda öylece dikildim. Sonra kendime gelip yaşlı teyzenin yanına gittim.

"Görüşürüz kızım."

Aralık kapının ardından bu sözleri duydum.

"Görüşürüz, kesinlikle sizi ziyaret edeceğim."

Ve kapıyı kapattım. Neden bir anda aklımda beliren soruyla kapıyı yeniden açtım.

"Adınız neydi?"

Sokakta sesimin yankıları da dindiğinde, küçük bir mırıltı çıktı ağzımdan.

"Her neyse."

Sabah odamın içine işleyen güneş ışıkları yüzünden erkenden uyanmak zorunda kaldım. Dün yaşlı teyzeyle konuştuktan sonra ağırlaşmıştım ve gözlerim uykudan başka bir şey istememişti. Bu yüzden perdemi bile kapatmamıştım. Sabahın ilk ışıklarıydı belki, evet ama ben en küçük ışık sızıntısından rahatsız olan biriydim.

Gündüzü sevmem. Geceler varken, gündüz sevilir mi derim hep. Uykuyu da pek sevdiğim söylenemez zaten.

Uykunun getirdiği sersemlikle yavaşça yatakta doğruldum. Birkaç dakika kadar odamın içinde boş boş dolanan gözlerim en sonunda açık pencerede bulutlara bakarken durdu. Gerçekten çok güzellerdi. Dalmış bulutlara bakarken, hemen bitişik evin penceresinde bir hareketlenme sezdim. Yavaşça o evin penceresine baktım. Genç bir çocuk, çok değil benim yaşlarımda, o da öylece pencereden bulutlara bakıyordu. Henüz ben ona bakarken ani bir hareketle başını aşağıya indirdi ve göz göze geldik. Gülümsedi. Samimiyetten uzak, benim diğer insanlara attığım gülüşün aynısı. İster istemez kaşlarımı çattım ve kalkıp perdemi kapattım. Odamdaki banyoma doğru paytak adımlar atarak yürüdüm. Yıllar gibi geçen banyoya varma süremde, bornozumu ve saç havlumu buldum. Üzerimi çıkardım ve güzel bir duş aldım. Çıkıp üzerime bornozumu giydim ve ıslak, sırtıma yapışan saçlarımı bir hamlede havluya sardım. Saat daha çok erkendi. Kahvaltı yapıp odama geri çıktım. Biraz etrafta koşabilirdim. Nasıl olsa okula kendime gelebilmek için iki hafta ara vermiştim. Şimdi gideceğim okulda her şeyin güzel başlamasını istiyordum. Sonuçlar aynı olacak bile olsa.

Dolabımdan çıkarttığım şort ve t-shirtümü hemen giyip spor ayakkabılarıma uzandım. Onları da giydikten sonra müzik çalarımı ve kulaklığımı aldım. Şortumun cebine bir miktar para sıkıştırdım. Herhangi bir arayan soranım olmadığı için bazı durumlarda telefon bile taşımıyordum. Yine öyle yapacaktım. İşte bu da yalnızlığın en ve tek güzel yanıydı.

Koşarak aşağıya indim. Son kez bir bardak su içtim ve dışarı çıktım. Tam karşımda biraz önce pencereden gördüğüm çocuk duruyordu. Esmer teni, kahverengi saçları ve ela gözleriyle dikkat çekici bir yapısı vardı.

Yaşadığım yeri değiştirince zihnimdeki düşüncelerin bile değiştiğini şimdi net bir şekilde anlıyordum.

"Sabah seni bulutlara bakarken gördüm ne var diye merak edip baktım ama öyle hayran hayran bakılacak pek bir şey yoktu tatlı kız."

Cevap vermeden yanından geçtim ve tempolu bir şekilde yürümeye başladım. Arkamdan gelen koşma sesinden sonra bir nefes enseme değdi. Çatık kaşlarım ve şaşkınlıkla açılan ağzımla arkama döndüm. Çapkınca gülümseyen penceredeki çocuğa yalnızca göz devirdim, önüme geri döndüm.

"Konuşmayı sevmiyorsun sanırım."

"Bilmem."

Yalan değildi. Konuşmayı sevip sevmeyeceğimi anlayacak kadar çok konuşmamıştım.

"Adını sorsam ona da bilmem diyeceksin tatlı kız."

"Benim adıma gerek yok seninkini biliyoruz, pencere gülü."

Ve bunu gerçekten birine ben söylemiştim.

"Pencere gülü mü?"

Tek kaşını kaldırmış ve şaşkınca bana bakıyordu. İlk baştaki sert tavırlarımdan sonra böyle bir şey beklemediği açıktı. Dürüst olmak gerekirse ben de beklemiyordum.

"Tam sana uygun. Yanılıyor muyum yoksa?"

"Adım Emre. Ama sen pencere gülü diyebilirsin."

İçten söylenmiş bu iki cümleye cevap verdim. Emre'ye değil.

"Berlika."

"Ha? Hangi dilde Emre demek?"

"Adım diyorum, pencere gülü. Adım, Berlika."

"Berlika... Hiç duymadım. Anlamını sorsam?"

"Cennetin yedi kapısı."

"Berlika..."

Bana bir şey söyler gibi değil de kendi kendine mırıldanıyor gibiydi. Bu yüzden de ona cevap vermemiştim, o da başka bir şey söylememişti zaten. Uzun bir süre boyunca hiç konuşmadan yürüyüşe devam ettik. İkimizde aynı tempoda yürüyorduk. Artık terlemeye ve yorulmaya başlamıştım.

"Ben geri dönüyorum."

"Görüşürüz Berlika."

Başımla onayladım. Zaten görüşecektik. Büyük ihtimalle de aynı okula gidecektik. Okulun kapanmasına birkaç ay kalmıştı aslında. Bu kadarlık bir süre için gitmek istemiyordum ama madem ki gücümü toplayacaktım ve bunu yeni bir başlangıçla yapma kararıyla almıştım, o zaman yapmam gereken her şeyi tam olarak yapmak zorundaydım. Belli bir süre, belki sonsuza dek oradan tamamen uzak kalmak zorundaydım.

Eve geldiğim gibi duş aldım. Saat henüz on olmuştu. Günün ikinci kahvaltısını yaparken alışverişe çıkmak ancak aklıma gelebilmişti. Yeni okulun kıyafetlerini almam gerekiyordu. Kahvaltım bittikten sonra bulaşıkları makineye yerleştirdim. Yukarı çıkıp üzerimi değiştirdim, elime bir çanta aldım. İçine lazım olursa diye telefonumu aldım. Cüzdanımı, telefonumu, kulaklığımı, anahtarımı vs. gibi gerekli şeyleri çantama tıkıştırdım. Evden çıkıp caddeye doğru biraz yürüdüm. Caddeye gelince bir taksi çevirdim ve gideceğim AVM'nin adını verdim.

"Geldik."

Parayı verdim ve taksiden indim. İlk önce bir kahveciye uğrayıp kahve aldım. Daha sonra okul kıyafetinin satıldığını bildiğim mağazaya uğradım. Bedenime uygun kıyafetleri denedim. Her şey tam olmuştu. Yalnızca boyum ortalamanın biraz altında olduğu için etek uzun olmuştu. Onunda boyu ayarlandı. Kıyafetlerin parasını ödedikten sonra tek başıma sinemaya girdim. Komedi filmine geldiğim için kendi kendime gülerken arkadan tanıdık bir ses duydum.

"Vay canına gerçekten gülüyorsun."

"Pencere gülü!"

"Berlika!"

Aynı tepkiyle cevap verince güldüm.

"Seni evden çıkmazsın sanmıştım tatlı kız." dedi saçlarını bir hamlede yana atarken.

"Sen de pencereden ayrılacak gibi durmuyordun, pencere gülü."

"Yanın ne zamandır boş?"

"Film başladığından beri."

İki kolun yanımdaki koltuğa tutunup iki bacağın da savrulmasıyla Emre'nin yanıma geldiğini anlamıştım. Boş boş suratına baktım. Arkaya doğru kolunu uzattı. Önüme mısır ve kola koydu. Mısırdan yemeye başladım. Tam filme geri dalmıştım ki, pipetin dudağıma değmesiyle Emre'ye baktım. Sanırım sandığımdan daha sert bakmıştım. Çünkü hemen kolayı önümden çekti. Film boyunca konuşmadık. Film bitip dışarı çıktığımızda filmle ilgili konuşuyorduk. Bir anda bana sorduğu soruyla olduğum yere çivilendiğimi hissettim.

"Berlika... Hiç, daha önce birine, değer verdin mi?"

 

Loading...
0%