Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 2 - Acı

@dayfrint

Emre'nin sorusuna karşılık veremememin üzerinden iki hafta geçmişti. Suskunluğum ona cevap olmuşçasına bana değerlerden bahsetmesi ise cabasıydı. İki haftadır her gün yanıma geliyordu. Bugün okula gideceğimizi düşününce daha da sıkışmıştım. Aynı okula gidecektik ve bu birlikte saha fazla zaman geçireceğimiz anlamına geliyordu. Bu düşünce hoşuma gitmemişti. Hayatımı geride bırakmış olabilirdim ancak insanlara yakın olmak konusunda iyi olmadığım gerçeğini değiştiren bir şey olmamıştı. Ancak kendim gibi önünde sarsıcı bir gerçeklik görünmeyen birine yakın olabilirdim. Pandomim gibi konuşmadan yalnızca hareketlerle anlaşabilirdim. Oysa ki Emre bir insanın konuşabileceğinden çok fazla konuşuyordu.

Düşüncelerimden ayrılmayı her ne kadar sevmesemde alarm denen gerçeklikle dünyaya döndüm. Alarmı kapattıktan sonra on beş dakika kadar daha yatakta uzandım. Daha sonra kalktım ve duşa girdim. Sıcak suyu ayarladım, duşumu aldım ve çıktım. Kurulanıp siyah düz okul eteğimi ve beyaz kısa kollu okul gömleğini giydim.

Saçlarımla uğraşmayı genelde sevmediğim için taradım ve doğal haline bıraktım. Dolaptan siyah vanslarımı aldım, giydim ve aynanın karşısına geçtim.

Çalan zille aşağıya doğru hızlıca indim. Gelen büyük ihtimalle yaşlı teyzeydi. Adını sormuştum ama benden ona anneanne dememi rica etmişti, bende kabul etmiştim.

"Anneanne!" sevinçle haykırdığım bu sözcük, Emre'yi görmemle durgunlaştı.

"Emre?"

"Okula beraber gideriz diye düşünmüştüm de."

"Aynı okulda mıyız ki?"

Aynı okuldaydık, bunu konuşmuştuk ama yine de şansımı son bir kez denemek istemiştim. Aslında onunla hem aynı okulda olmak istiyordum, hem de istemiyordum. Sonuçta okulda tanıdığım biri iyi olabilirdi.

"Üzerindeki formalar Yıldıray Koleji'ne ait değilse farklı okullardayız demektir. Ama en son bizim okuldaki kızlar da bunu giyiyordu." Bu son cümleyi eteğimi işaret ederek söylemişti. Bir de ensesini kaşıyıp gülümsemişti. Espri mi yapmıştı yani?

"Haklısın. Şey... Kahvaltı yapmak ister misin? Tam da kahvaltı yapacaktım."

"Okul başlıyor ne kahvaltısı, kantinden alırsın bir şeyler." kolumdan sürüklerken söylediği cümleyi anlamaya çalışıyordum.

"Çantamı almadım Emre!"

Kolumu ondan kurtardım ve eve doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Yalnızca beden dersinde not alacaksam koşardım. Koşmamı gerektirecek herhangi bir durumla karşılaşmamıştım şimdiye dek iyi ki.

Aralık kalan kapıdan içeri girip üst kata çıktım. Yatağımın sol köşesindeki çantayı alırken pencere de karartı gibi bir şey gördüm ancak aç olduğum için üzerinde durmadım. Yine de tüm pencereleri sıkıca kapattım. En son kapıyı iki kere kilitledim ve beni bekleyen Emre'ye doğru yürüdüm.

"Bavul hazırlasan daha kısa sürerdi, bir de diğer kızlardan farklısın diyordum sana."

Her zamanki gibi cevap vermedim. Emre'nin arabası olduğunu bildiğim için onun arabasına doğru yürümeye başladım. Eğer o gelmeseydi servisle gidecektim. Emre arabanın kapısını açtı ve bende hemen ön koltuğa kuruldum. Büyük uğraşlar sonucu bulduğum telefondan servisi aradım.

"İbrahim ağabey ben Berlika."

"Şu yeni öğrenci misin kızım?"

"Aynen, yeni öğrenci. İlk günden ben gelemeyeceğim haber vermek istedim boşuna beklemeyin."

"Haber verdiğin için sağ ol."

"İyi işler."

Konuşmadan sonra telefonu çantama koydum. Hala arabayı çalıştırmamış Emre'ye 'Ne var?' dercesine baktım.

"Bana böyle yakın olma, Emre kim ki zaten? Yan evin yan komşusu."

Erkek tribi miydi şimdi bu? İşte şimdi iki haftadır yaptığı tüm esprilerden daha fazla güldürmüştü bu beni. Hayatımda ilk kez gülmekten gözlerimden yaş gelmişti.

Araba çalışmaya başlayınca emniyet kemerimi taktım. Yol boyunca arabanın içinin sessiz olmasını istemedim aksi takdirde Emre mutlaka ailemle ilgili şeyler soracaktı. Bu ihtimali ortadan kaldırmak için radyoyu açtım.

Okula geldiğimizde ilk olarak arabadan ben indim. Hızla okulun içine girdim. Ben okula ilk adımımı attığımda arabanın kapanma sesini ancak duydum, daha sonra da koşma sesi...

"Ne yapıyorsun Emre?"

Emre'ye ve omzuma atılmış neredeyse benim kadar olan koluna baktım. Belki kolu bu kadar ağır olmasaydı bir şey demezdim. Ne saçmalıyorum ben? Tabii ki de kolunu koparırdım. Sakin olmaya çalışarak konuşmaya başladım.

"Elini çekmek ister misin Emre?"

"İyi destek sağlıyorsun, ben mutluyum."

İşte bunu beklemiyordum. Bende elini tuttum ve omzumdan ittim. Şaşkınca bana bakarken bir yandan da konuşuyordu.

"Şu etrafına bir bak, bütün kızlar senin yerinde olmak istiyorlar, nasıl da bakıyorlar, bak! Sen fırsatını geri tepiyorsun."

Etrafıma baktığımda kimsenin bizi takmadığını gördüm. Kimseden kastım kızların. Bahçedeki tek kız bendim. Yine de Emre'yi sinir etmek istedim.

"Öyleyse git ve elini sahiplenecek bir kız bul, ben pek göremedim ama sen bilirsin kızlar nerededir. Şey bir de müdürün nerede olduğunu biliyorsan çok iyi olurdu."

"Tamam tamam, ikinci kata çıkınca soldan ikinci kapı. Ben arkadaşlarımın yanına gidiyorum. Karıştırırsan ararsın o zaman."

"Tamam."

Numaramı zorla almış olduğu için ona cidden kızgındım ama bugün işime yarayacağı da kesindi.

Okulun bahçesinde yürürken etrafıma bir kez olsun bakmadım. İçeri girdiğimde de durum aynıydı. Emre'nin dediği gibi ikinci kata çıktım ve sola döndüm ikinci kapıyı tıklattım. 'Gel' sesini beklemeden içeri girdim.

"Ben Berlika Soydan, yeni öğrenciyim, hangi sınıfta olduğumu ve ders programını öğrenmeye gelmiştim."

Saçmalayacağımı düşünmüştüm ancak bu kadarını düşünmemiştim. Saçmalamaktan kastım tek bir cümlede beş kelimeden fazlasını kullanmaktı. Şu iki hafta içinde gerçekten değişmiş huylarım vardı.

"Berlika Soydan..."

Mırıldanarak söylediği adımı neredeyse duyamayacaktım. Öyle ki müdürde kağıtların arasına dalmıştı.

"Evet, Berlika Soydan. Sınıfın 11-A kızım."

Elini uzatarak bir kağıt verdi.

"Bu da ders programın. Herhangi bir sorunun olursa bana da gelebilirsin rehberlik servisine de gidebilirsin. Ancak bu hafta seni yalnız bırakmak istemediğimiz için, okula alışmanı istiyoruz da diyebiliriz, bir hafta boyunca yanında bir öğrencimiz olacak."

Bir tane daha Emre gibi biriyle tanışmaya tahammülüm olmayabilirdi. Emre bile beni neredeyse değiştirmişti. Kapı çalındı, içeriye kıvırcık kumral saçlı, göz renginin yeşil mi mavi mi olduğunu anlayamadığım bir çocuk girdi. Müdürle birbirlerine fazlasıyla benziyorlardı.

"Yemek yiyordum hocam. Neden çağırmıştınız?"

"Az ye az, sana öğrenci teslim edeceğim. Güvenebileceğim biri olmalı öyle değil mi?"

"Of iyi. Ama bu görevleri hep bana yaptırıyorsun baba."

"Ben sana kaç kere dedim baba ayrı öğretmenim ayrı."

"Tamam tamam, gel biz çıkalım."

Bütün bu konuşma boyunca orada olduğumun unutulduğunu düşünmüştüm ama dışarı çekilen bedenim bunu daha fazla düşünmeme izin vermemişti.

Adını dahil bilmediğim çocukla dışarı çıktık. Kapının önüne gelince tam da istediğim gibi, "Kendi başının çaresine bakarsın, beni uğraştırma." dedi.

Tabii ki buna gülümsemiştim ve sanırım bu gülümseme çocuğa tuhaf gelmişti.

"Neden gülümsüyorsun?"

Hava da asılı kalan sorusuyla öylece bakıyordu. Tek bir soru sorabilirdim.

"11-A nerede?"

"Alt katta, ara bul."

Cevap vermeden telefonumu çıkardım. Bir insan yalan söylerken bu kadar belli etmemeliydi. Üstelik sınıf konusunda neden yalan söyleme gereği hissediyordu ki? Eşek şakası? Bu çocuk için tamamen saçmalık.

Rehberde Emre'nin ismini bulunca hemen aradım. Adını bilmediğim o çocuk hala karşımda duruyordu. Şaşırmıştı.

"Emre ben şey... 11-A nerede?"

Üzerimde resmen baskı kurarak bakan bu çocuk varken bunu söylemem bile başarıydı.

"Müdürün odasının önünde misin?"

"Aynen öyle."

"Bekle ben hemen geliyorum."

Tamam demeden telefonu kapattım. Başka çarem olmadığını biliyordu nasıl olsa.

Çocuk hala karşımda dikiliyordu. Onu umursamadan duvara yaslandım. Zaten merdivenlerden gelen koşarımsı ses Emre'nin geldiğine işaretti.

"Hah buradasın, yüzüme kapatınca bir şey oldu sandım."

"Emre hep yüzüne kapatıyorum."

"Tamam tamam, gel birlikte gidelim zil çalacak zaten şimdi."

Arkadan gelen sesle irkildim.

"Adın Berlika'ydı değil mi?"

Cevap vermedim ve Emre'ye baktım. Emre yürümeye başlayınca bende yürümeye başladım.

"Aynı sınıfta olduğumuzu söylesem sevinçten çığlık atmazsın değil mi?" diyen Emre'ye baktım.

"Sevinç mi?"

Söylediğimle yüzü asılmıştı ama umurumda değildi. Bu kadar çabuk birbirimize alışamazdık. Bana göre bu mümkün değildi.

"Ne zaman bana alışacaksın?"

"Çok uzun süre sonra..."

Başını öne eğdi ve bir şeyler mırıldandı. Sınıfın önüne geldiğimizde eliyle önden geçmem için işaret etti ancak girmedim. İçeride herkese 'Yanınız boşsa oturabilir miyim?' diyecek tipte biri değildim. Sanırım Emre'de neden girmediğimi anladı ve sınıfa bensiz girdi. Bende kantine indim. Sınıfın nerede olduğunu öğrenmiştim. Kantinde otururken telefonum titredi.

Kimden: Emre Artas

Öğretmen girdi hemen gelirsen geç kağıdı almana gerek kalmaz.

Kime: Emre Artas

Sağ ol.

Vakit kaybetmeden sınıfa gittim. Kapıyı tıklattım ve yine 'Gel' sözünü beklemeden içeri daldım. İçeri girer girmez kürsüde duran öğretmenle göz göze geldim. Kadın kırklı yaşlarında gözlükleriyle olması gerekenden daha disiplinli görünüyordu. Disiplini sesinden bile belli olan bu kadın tek bir bakışla ve 'şşş' sesiyle sınıfta ses bırakmamıştı.

"Kendini tanıt."

Emir veren, soğuk, disiplinli... Olması gerektiği gibi.

"Öğrenciyim."

Buydum. Daha başka bir şey değil. Olsam da onları ilgilendirmezdi. Zamanla gereken kişiler öğrenirlerdi.

"Bu kadar mı?"

Disiplinli hocanın şaşkın sesi...

"Müdürün odasındaydın sanırım. O yüzden yok yazmıyorum."

"Keşke bende yeni gelseydim be."

Sanırım bunu söyleyen sınıfın maskarasıydı. Bu hoca varken disiplinden çıkabileceklerini mi düşünmüştüler? Görür görmez disiplini kendini belli ediyordu.

"Boş olan tek yer var zaten oraya geç."

Sınıfta o boş yeri aramaya başladım. Ve gözlerim müdürün oğlunda takılı kaldı. Yanı boş olan müdürün oğlu. İsteksizce oraya doğru yürüdüm. Sıraya oturdum ve hocaya bakmaya başladım.

"Adını sınıfa lütfetmedin bakıyorum da."

Alayla söylenmiş bu cümleye aynı alayla karşılık verdim.

"Adım kimseyi ilgilendirmez. Zaten sen biliyorsun. Diğerlerinden sana ne?"

Özenli cümlemi en özenli şekilde sona yerleştirmiştim. Bu iki kelimelik cümle, çoğul ekiyle çekimlenince bile güzelliğinden bir şey kaybetmiyordu.

Sıkıcı bir ders, yanımda sürekli alayla konuşan çocukla geçti. Zil çaldığında da beni dürttü. Geçmesi için yana dönerek ona yol verdim. Yanımdan geçti.

"Benimle geliyorsun. Biricik babacığım, sevgili müdürümüz seni bana emanet etti bir haftalığa, hadi."

Yaklaşık olarak bir saat önceki tavrını unutmuş olan çocuk beni kolumdan sürüklemeye başladığında yalnızca düşünüyordum. Şehir değiştirmemiştim yalnızca yaşadığım semti değiştirmiştim, tabii okulumu da ama etrafımdaki kişiler de değişmişti sanki. Bende değişmiş gibiydim. Tabii ki de içimdeki soğukkanlı canavar hala duruyordu. Kolumdan sürükleyen çocuğun acı sesi okul koridorunu doldurdu, kasıklarına inen en sert tekmemle. Beni sürükleyemezdi, işte burada o soğukkanlı canavarı tek bir hareket için serbest bırakmıştım.

"Eğer seninle bir hafta geçirmek zorundaysam, hakkımda bilmen gereken bir şey var. Sakın bana yakın davranma."

Buraya gelme amacım arkadaşlıklar kurmak değildi. Kendimi toparlamaktı. Mutluluğu bulmaktı. Bunun için belki arkadaşa ihtiyacım vardı ancak önce kendimi toplamalıydım. Mutluluk belki de arkadaştan çok farklı bir şeydi. Zihnimde canlanan ve ne olduğunu bilmesemde korkmamı sağlayacak bir kelime, belki mutluluk buydu. Eğer mutluluk o üç harflik korkutucu kelimeyse, ilk başta, belki sonsuza dek reddetmem kaçınılmaz bir gerçekti. Varlığını yeni kabul etmiştim, yaşamayı henüz kaldıramazdım.

Düşüncelerimden kolumdaki sızıyla ayrılmak zorunda kaldım.

"Cesur tavırlarını kendine sakla güzellik. Bir hafta sonra umurumda bile olmayacaksın. İşimi zorlaştırma."

Afallamıştım. Yine de mutlu olmuştum çünkü beni rahat bırakması için bir nedenim vardı ve kendisinin tavrı da işte tam benim nedenimdi.

"Öyleyse gel anlaşalım. Bir hafta sonunda eğer müdür sorarsa birlikte takıldık deriz. Emin ol bende de durumlar aynı. Sana değil bir hafta, bir kelime söyleyecek zaman dilimi bile ayırmak çok zor geliyor."

Dediğimi anlamadığını biliyordum. Ama o bunu anlamaya çalışırken ben kantine inip kahvaltımı yapabilirdim. Ayaklarım benden istemsiz hareket ederek en alt kata indi. Kantinde sıra olmadığını görünce hemen dört poğaça ve çay aldım. Boş bir masaya tek başıma oturdum ve yemeye başladım. Son lokmamı da ağzıma attığımda zil çaldı. Karnım doymuştu ve mutluydum. Mutluluk yemek yemekti.

Sınıfta yerime oturdum ve hocanın gelmesini bekledim. Hocadan önce sınıfa Emre girdi ve hemen yanıma geldi.

"Güzel tekmeymiş."

"Gördün mü?"

Şaşırmıştım çünkü etrafımızda kimse bize bakmıyordu.

"Seni izliyordum."

Karşımdaki bu çocuk, kızarmış mıydı? Esmer biri nasıl kızarırdı ki?

"Umarım bir tek sen görmüşsündür."

Emre tam konuşacakken sınıfa yine disiplinli öğretmen girdi. Yanımdaki çocuk hala derse gelmemişti.

Tarih fazla dikkatimi çekmediği için pencere kenarındaki o boş sıraya kaydım ve dışarıya bakınmaya başladım. Banklarda oturan müdürün oğlunu gördüm ve onu izledim bir süre. Sanki kendi kendine konuşuyor gibiydi.

Zil çalınca aşağıya indim ve müdürün oğlunun tam karşısındaki banka oturdum. Yere doğru, ayakkabılarına bakıyordu. Aniden başını kaldırdığında göz göze geldik. Biriyle göz göze geldiğimde gözlerimi kaçırmaz, rahatsız edici bir şekilde bakmaya devam ederdim. Yine öyle yapmıştım. Sinirle olduğu yerden kalktı ve benim bulunduğum banka yürümeye başladı. Tam önümde durdu.

Şu haliyle gerçekten korkutucu görünüyordu ancak duygularımı belli etmediğim için şanslıydım. Sakin kalmayı başararak tam gözlerinin içine baktım. İlk defa, telaşla gözlerimi kaçırdım. Birinin gözlerinden gözlerimi çektim! Tanıdık bir acının izlerini gördüm ve bu acının beni yakalamasından korktum, gözlerinden kaçtım.

"Ne oldu? Biraz önce dikkatle bakıyordun. Yine öyle baksana. Ha?"

Bağırmasından sonra bahçedeki herkesin bakışları bize döndü. Oturduğum yerden hışımla kalktım. Kısa boylu olduğum için, karşımdaki kişi orta boylu bir erkekte olsa ancak omzunu geçebilmiştim. Başımı kaldırdım ve bu sefer kendimi daha da iyi sakinleştirerek tekrar gözlerine baktım.

"Bakıyorum, istediğin bu olsun. Ama bir daha bana sakın bağırma."

Sesimin tonu rahatsız edici bir şekilde sakindi. Sanırım karşımdaki çocuğun afallama nedeni de buydu. Banka oturdu, banka oturdum.

Korkarak gözlerine baktım. Acıyı yine gördüm. Hissettim. Yine gözlerimi çekmek istedim ama yapmadım. İnatla bakmaya devam ettim. Alaylı ses yine konuştu.

"Gözlerimden roman mı okuyorsun hayırdır?"

"Acı."

Gözlerinden okuduğum şey acıydı. Bu onun acısıydı ve bunu ona söylemek yanlış değildi.

"Ne acısı?"

Gülerek gizlenmeye çalışan acı. Bu sefer söylemedim. Sessiz kalmayı tercih ettim. Teneffüsün bittiğini haber veren zille ayağa kalktım. Tam gidecek bir el kolumu tuttu.

"Bu derse girmiyoruz, konuşacağız."

Tam cevap verecekken telefonum titredi.

Kimden: Emre Artas

Ders matematik bence geç kalmak istemezsin.

"Daha sonra, mesela okuldan sonra. Ders matematikmiş."

Matematiği severdim. Harflerden sayılar bulmak eğlenceli geliyordu.

Karşımdaki çocuğa konuşma fırsatı tanımadan okula girdim. Daha merdivenlere ulaşamadan önümde duran Emre'nin göğsüne çarptım.

"Mesajlarıma da cevap vermemeye başladın."

"Önceden de pek cevap verdiğim söylenemezdi."

İkimizde bunun üzerine güldük. Yanımda oturan o çocuktan sonra Emre'ye yakın davranmaya karar vermiştim.

"Şu yanımda oturan çocuk yeterince oyaladı zaten. O yüzden yazamadım."

Merdivenleri çıkarken ona bu açıklamayı yapmam gerektiğini düşündüm.

"Semih'in mi?"

"Adı her neyse işte."

"Tam senden beklediğim gibi, umursamaz. Genelde erkekler böyle olmaz mı?"

Bunun konuyla ne alakası olduğunu anlamamıştım. İnsanlarla ilgilenmiyordum, bu umursamazlığa girmiyordu, değil mi?

"Ya ya aynen öyle."

Bilerek uzun cevap vermemiştim. Sınıfın içinde bu konuyu tartışmak istemezdim. Emre de anlamışçasına gülümsedi. İkimizde sıramıza geçtik. Öğretmen de hemen arkamızdan sınıfa girdi.

Dersin ortalarında kapı açıldı. İçeriye Emre'nin Semih dediği benim için hala müdürün oğlu olan çocuk girdi. Kapıyı bile çalmamıştı. Geç kaldığı için özür de dilemeden yanıma oturdu. Sanırım Emre'nin bahsettiği 'umursamaz erkek' bu oluyordu.

Hocanın tahtaya yazdığı her soruyu defterimde çözüyordum. Bir de kalkıp tahtada çözemeyecek kadar üşengeç olduğumdan biri tahtaya kalktığında bende başımı sıraya koydum.

"Bir daha pencere kenarına oturma. Orası benim yerim."

"Her neyse."

Soğukluğumun onu şaşırttığını biliyordum, tıpkı bir acı çektiğini bildiğim gibi. Bu acıyı azaltmasına yardım etmek istiyordum. Belki de mutluluk buydu Birine yardım etmek.

"Kısa cevaplar verme."

"Emir verme."

"Dersini dinle, başını kaldır."

"İki saattir uğraştığınız soru hazır bekliyor. Şimdi sus da siz çözene kadar ben uyuyayım."

"Yanımda oturuyorsun, yardım et madem."

"Aklını kullan."

"Şu anda okuldaki her kızın olmak istediği yerde, benim yan sıramdasın. Olduğun yerin kıymetini bil ve bana da yardım et."

Bu okulun erkeklerinde ekstra ego vardı.

"Edeceğim."

Kafamı pencereden tarafa çevirdim başım hala sıranın üzerindeyken ve dışarıyı izlemeye başladım. Bir anda hocanın sesiyle irkildim.

"Sen, en arkada yatan, kalk ayağa!"

Bana söylenmişti. En arkada demesine gerek bile yoktu. Yatan tek kişi bendim.

"Çabuk tahtaya gel ve şu soruyu çöz."

Geçmek için dik dik Semih denen çocuğa baktım o da ayağa kalktı ve bana yol verdi. Yavaşça tahtaya ilerledim, soruyu çözdüm ve sırama yürümeye başladım.

"Dur. Sen yeni öğrencisin sanırım. İlk derste kendini sınıfa tanıtmış olman lazım. Bana da kısa bir özet geç."

"Öğrenciyim."

Tekrar arkamı döndüm ve yürümeye devam ettim. Tam sıraya oturmuştum ki bir kükremeyle olduğum yerde kaldım.

"Bu ne terbiyesizlik. İnsan gibi kendinden bahset. Okuldayız, sirkte değil."

"Terbiyesizlik değil hocam. Kendim hakkındakileri özet geçmemi istediniz, geçtim. Öğrenciyim ve daha fazlası yok."

Cevap verecekken kapı çaldı ve hocanın lafı ağzından ancak kısık bir "Gel." şeklinde çıkabildi.

"Dersinizi böldüğüm için özür dilerim hocam Emre Artas'ı müdür çağırıyor, bu da izin kağıdı."

Hoca Emre'nin sınıftan çıkışına izin verdi ancak bunun bir yalan olduğunu anlayamadı. Gayet açık bir şekilde belliydi. Sınıftaki herkes bu oyuna gelmiş gibiydi. Hoca yine tam ağzını açmış bir şey diyecekti ki zil çaldı. Bende hocadan da önce davranarak sınıftan çıktım. Sınıftan çıkarken Semih'in bana seslendiğini duydum. Benimle konuşacaktı ama vaktim yoktu.

Kime: Emre Artas

Neredesin?

Merdivenleri inerken bir mesaj geldi.

Kimden: Emre Artas

Boş ver. Ben yokken Semih'e yaklaşma. Kendi arkadaşlarımdan birilerini göndereceğim yanına.

Karanlık bir şeyler çeviriyordu ancak benim bu işe katılmamamı istiyordu. Katılacaktım. Ama o istediği için ama davetsiz misafir olarak.

Sonunda bahçeye çıkmıştım ancak Emre'nin nerede olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Ancak onu ararsam telefonun sesiyle nerede olduğunu bulabilirdim. Zil sesinin açık olduğunu umarak Emre'yi aradım, şimdi sağ taraftan bir telefon sesi yükseliyordu. Bilerek birkaç çalış daha beklettim daha sonra aramayı sonlandırdım, telefonumu sessize aldım ve sağ tarafa doğru yürümeye başladım. Sesleri duyduğumda durdum.

"Kız gelmez değil mi?"

Tanımadığım bir sesti.

"Gelmez, zaten aramayı sonlandırdı pes etmiştir. Barkın onun yanına gidecek zaten."

"Şu Berlika, ondan ne istiyorsun? Biz nasıl yardım edelim?"

"Siz sadece kızın bana düşmesini sağlayın bende cebinize para düşmesini sağlarım. Eğer çok ısrar ederseniz cebinizden taşan paraların yere düşmesini bile sağlarım."

Bu kadar dinlediğim yetmişti. Şimdi yapmam gereken şeyler belliydi. Merakımı bastırmalıydım, olayı polisiye oyunu gibi görüp ortaya atlayamazdım. Her ne kadar öyle parmakla gösterilip özenilecek bir hayatım olmasa da her şeye rağmen umudum vardı. Sonucunun ne olacağını bilmediğim şeyler için öylece ortaya atlayamazdım.

Soğukkanlılıkla okula girdim. Ellerimi hırkamın cebine attığımda paraya dokunduğumu hissettim. Merdivenlerde olan yönümü kantine çevirdim, su alıp sınıfa çıktım. Sıramda kim olduğunu bilmediğim bir çocuk oturuyordu. Ancak bir tahminim vardı; Barkın.

"Berlika?"

"Evet."

"Emre beni yolladı ama sen yoktun?"

Soru sorar gibi söylenen bu cümle Emre'nin ne yapmak istediğini daha çok merak etmemi sağlamıştı.

"Su almaya gitmiştim."

Elimdeki su şişesini sallayarak ona gösterdim. Adını bildiğimi söyleyemezdim. Emre'nin konuşmasını dinlediğimi bilmesini istemiyordum. Biraz muzurluktan zarar gelmeyeceğini düşündüğümden Emre'ye bir mesaj daha attım.

Kime: Emre Artas

Çocuğun adı ne? Ya da daha yakışıklı birini gönderemedin mi? Esmerleri sevmem bilirsin.

Anında bir mesaj geldi.

Kimden: Emre Artas

Elindekilerin kıymetini bilmelisin küçük hanım. Bu arada adı Barkın. Ayrıca esmerleri sevmediğini söylemene kırıldım, bende esmerim Berlika.

Kime: Emre Artas

İstisnalar kaideyi bozmaz. Yine de seni de pek sevdiğim söylenemez hani.

Son cümleyi bilerek tepkisini ölçmek için yazmıştım. Tepkisi ise tepkisizlik oldu. Cevap vermedi.

"Ben dışarı çıkıyorum, sende istediğini yapabilirsin. Derse girmeyeceğim."

"Yanında durmam lazım Berlika, zorlaştırma."

Sanırım fazla film izliyordu çünkü henüz onu zorlamamıştım.

"Amerikan filmi izlemeyi bırakmalısın Barkın."

"Hadi ama Berlika, adımı nereden bilebilirsin ki?"

Amerikan filmlerini fazla kaçırdığını kabul ettiğini anladım. Ancak cevap vermedim.

"Pekala, pekala seni rahat bırakacağım."

Vakit kaybetmeden aşağıya indim. Zil yeni çaldığı için nöbetçi öğretmenler herkesi içeriye sokmaya çalışıyordu. Tuvalete girdim, hocanın gitmesini beklerken bir anda kapı açıldı. Bende kendimi kabinlerden birine attım. İki kız konuşuyordu.

"Emre çok tatlı değil mi?"

"Semih daha tatlı. İkisinin kavgalı olması ise garip."

"Haklısın. Birkaç hafta önce araları gayet iyiydi. Şu yeni gelen kızla da iyice bozuldu araları."

Oysa ki bir şey yapmamıştım. Yalnızca Emre'nin yan komşusuydum ve Semih denilen çocuğun yan sırasında oturuyordum, yani bu ikisi arasında sadece yan karakterdim.

"Kız kimseye adını söylememiş. Hocalara bile... Neyine güveniyorsa."

"Kimse umurunda değil gibi takılıyor."

İğrenç gülüşmelerle dışarı çıktılar. Aklıma takılan nokta Emre ve Semih'in çok kısa bir süre önce iyi olan aralarının bir anda bozulmasına gitmişti. Belki de Semih'in gözlerinde gördüğüm o acı, yakın arkadaşıyla arasının kötü olmasındandı.

Kendimi bahçeye attım. Boş bir bank bulup oturmak umuduyla çıktığım bahçede Semih'i görünce öylece kaldım. Tam karşımda bana bakıyordu. Yavaşça bana yaklaştı.

"Şu acı... O konu hakkında konuşmalıyız."

Olumsuz anlamda başımı salladım.

"Neden Berlika?"

"Öğrenmeye hazır değilim."

"Senlik bir durum yok."

"Öyleyse umurumda değil."

"Benim umurumda."

Kolumdan sürüklenerek okulun dışına kadar gittim. Semih'in zorla arabaya bindirmesiyle benim kaçmaya çalışmam bir oldu. Yine zor kullanarak beni arabaya bindirdi ve emniyet kemerini taktı. Kendi de yanıma oturdu ve arabayı sürmeye başladı.

"Konuşulacak çok şey var. İkimiz de çok şey anlatmalıyız."

Sanki kendinde değil gibi söylediği kelimeler kalbime bir ağırlık çökmesine neden oldu. Kimseyle paylaşmadığım, paylaşmayacağım dediğim geçmişimi zorla birine mi anlatacaktım? Yoksa o nefret ettiğim yalana mı başvuracaktım? Belki de özenli cümlemi günün sonuna kadar ağzımdan düşürmeyecektim.

 

 

Loading...
0%