@dayfrint
|
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. SİZE NE? - TANITIM Ben Berlika Soydan. 17 yaşındayım. Toplumda kendime yer bulmaya çalışırken, savruldum. Savruldukça daha sert rüzgarlara çarptım, düştüm. Ayağa kalkmaya çalıştıkça üzerime ağırlıklar düştü. Ezildim. Dışlandım. Toplumda kendime yer bulamadım. Kendimi bulmaya çalıştım. Derinliklerime indikçe sandığımdan, herkesin sandığından farklı, eğlenceli bile sayılacak biri olduğumu keşfettim. Bu özelliğimi biraz ön plana çıkarmaya karar verdim. Etrafımı şaşırttım. "Yer edinmeye çalışıyor." tepkileri aldım. Kırıntısını bulduğum mutluluğumu yerine koydum, kutusunun kapağını kapatıp kilitledim. Aileme yaraşacak bir evlat olmak istedim. Uğraştım. Başarmaya yaklaştım, nedensizce başarılarım kabul görmedi. Yine de uğraştım. Ailemle mutlu oldum. İçimde kilitlediğim o saklı hazine kilidini kırdı ve özgürce dışarıya çıktı. İşte bu kez, mutluluk kırıntılarımı içimden söküp attım. O zamandan beri mutluluğun ne olduğunu bilmiyorum. Zihnimde mutluluğa dair tek bir tat kalmadı. Başaramadım. Vazgeçmeye kalktım. Ailem elimden tuttu ve bana vazgeçmemem gerektiğini gösterdi. Umut bana fısıldadı. "Vazgeçme." Umudu dinledim. Topluma direttim. İşe yaramadı. Yine de tüm bu süreç içinde neden toplumun bana karşı koyduğunu anlamadım. Yanlış şeyler yapsaydım ailem beni uyarırdı. Bunu biliyordum, daha önce uyarılmıştım. Hatam ne idiyse düzeltmiştim. Yine de etrafımdaki herkes benden uzaklaşmaya devam etmişti. Okulda; en arka köşede, o yanına kimsenin oturmak istemediği kızdım ben. Şeytan derlerdi bana, adımın anlamını bilmeden. "Cennetin yedi kapısı." Öğretmenlerim dâhil hem herkes bana karşı çekingen hem de öfkeli gibiydi. Ben sınıfta bir etkinlik yapılacağı zaman kimsenin çekinmeden yok saydığı kişiydim. Kalabalık caddelerde yürürken beni tanımadan geçenlerle tanıyarak geçenler arasında fark bulamayacağınız kişi, yine bendim. Bir çocuk parkında oturmuş ve rahatsız edici bir şekilde çocukları izleyen birini görürseniz bu kişi benim. Emin olun ki orada; bir zamanlar içimden söküp attığım mutluluğumu arıyorumdur. Eğer beni bir derste ararsanız, matematikte arayın. Onun karmaşık görünümlü yapısından korktuğunuz ama bir yerinden anladığınızda devamı kendiliğinden gelen. İlk baktığınızda korktuğunuz ama okuduğunuz zaman çözebileceğinize emin olduğunuz bir matematik sorusunda beni çoktan bulmuştunuz. Eğer derseniz ki; "Seni bulamadım." diye, o zaman işte, en savunmasız hissettiğiniz anda aklınızda Berlika adı belirginleşsin. Böyle bir anınız yoksa beni espri yaptığınız ortamda gülünmediğinde de arayabilirsiniz. Toplum beni ne kadar dışlamaya çalışsa da her zaman yanlarında, her an kalplerinde bir yerlerden çıkabilirim. Aynı durumda olduğumuz zamanlar olacaktır. O zaman siz de bir süre sonra alışacaksınız. Belki o zaman güzel cümlemi artık sizin hayatınıza karışanlara söylemeniz için öylece avuçlarınıza bırakacağım. "SİZE NE?" Özenli cümlemi öylece ellerinize bırakacağım zaman emin olun ki beni kabul eden birini bulmuş olmalıyım. Cümlemi öyle kolayca size bırakamayacağım demektir. Bunun olabilmesinin tek yolu; bir dışlanmış daha bulmak. Bu belki siz olacaksınız, belki yanı başımda biri, belki çok farklı bir ülkede, belki de beni daha önce dışlayan biri. Belki de cümlemi ölesiye sahiplenirim. Boş sokaklarda, kapalı gökyüzünde, sigaranın en ucundaki külde, silahın namlusundan çıkan kurşunda... Bir yerlerde, uzak değil yakınınızda bir yerlerde... Başınızı kaldırdığınız zaman gördüğünüz bir kuşta... Ağacın en tepesindeki yaprakta... Bir okyanusun en dibinde... Kumsalda en küçük kum tanesinde... Yolda habersizce yanınızdan geçen kimsenin not defterinde... Yalnızlık, dışlanmak ve yok sayılmak işte bu kadar içimizde. Kimi zaman fark etmediğimiz, kimi zaman en derinden hissettiğimiz ama anlam veremediğimiz. İşte o anlam veremediğimiz her buruk duyguda aslında ben varım. Yalnızca bastırıldım. Gün yüzüne çıkmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Her yok sayılmamda daha güçlü ayağa kalkıyorum. Ama bir atak yapmıyorum. Yalnızca tutunacağım iplerimi sağlam örüyorum. Ve en sağlam ördüğüm anda artık ben de dışarı çıkmak için kendimi serbest bırakacağım. Çünkü şu anda elimden tutacak ve beni ayağa kaldıracak kimsem yok. "Ailen var ya!" diyeceksiniz. Ancak artık yok. Zaten önceden bahsettiğim aile kavramımda yalnızca babamı içeriyordu. Annemi tanımıyorum, ben doğarken ölmüş. Birçok insan gibi doğarken can almışım ben de. Toplumun beni sevmediğinden kat be kat daha fazla ben de kendimi sevmiyorum... Babama gelirsek... O da bir iş görüşmesinden dönüşte kaza yaparak hayata gözlerini kapattı. Böylece insanların korku, acıma, pişmanlık karışımı üzerimde daha fazla dolanmaya başladı. Elbette ki acıma ve pişmanlık bakışları hemen kayboldu. Yaşadığım yeri hem onlara inat değiştirmedim hem de gideceğim yerde de durumun farklı olmayacağını biliyordum. Pes etmek, vazgeçmek her zaman çok cazip seçeneklerdi ancak içimdeki bitmeyen umut kırıntıları beni hep ayakta tuttu. Her yere düştüğümde bu kırıntılardan parçalar kaybetmek zorunda kaldım. Daha önce aklımın ucundan geçmeyen o şeye muhtaç olduğumu ise henüz anladım. Zihnimin kıvrımlarında sanki yok gibi olan o kelime bir anda gözlerimin önüne geldi. Boğazımı düğümledi. Ne sağlamlaştırdığım iplerim ne de birkaç kullanımlık kalan umut kırıntılarım beni bu kelime kadar ayakta tutmaya yetemezdi. Kelimenin varlığını kabul etmem bile yıllarımı almışken, onu yaşamanın varlığını nasıl kabul edeceğim konusundaysa, tek bir fikrim bile yoktu. Şimdi 17 yıldır yaşadığım bu yerin sokaklarında dolanıyorum. Tek tek daha önce saçtığım umut kırıntılarımı bu amaç için topluyorum. Yine bir çocuk parkında, boş bir bankta çocuklardan mutluluk umuyorum. Kalkıp evime geldiğimde en uçta köşede, parkelerin altında kalan tüm umutlarımı cebime koyuyorum. Yalnızca mutluluğumun kilitli kutusunu burada bulamıyorum. Onun içinde topladığım tüm umut parçalarımla buradan gidip, durakladığım yerlerde, zihnimde beliren kelimelerde aramaya çalışıyorum. Gelen kamyona eşyalarımla birlikte umutlarımı da dolduruyorum şimdi. İçimdeki garip sabırsızlıkla belki de içten sayılacak bir şekilde elimdeki fotoğrafa gülümsüyorum. Dışımdan akmayan gözyaşlarımdan bir tanesi kalbimin en derinine iniyor. Baktığım fotoğrafta gülen o iki güzel insana bakıyorum. Birini hiç görmesem de sesini bilmesem de ölesiye seviyorum. Bir diğerini aynı oranda özlüyorum. Hayalimde onlara sarıldığımı canlandırıyorum. Düşen o bir parça gözyaşı kalbimi ısıtıyor. Eşyalarımın arasından umut bana sesleniyor. "Güzel olacak." Elimdeki fotoğrafı açık bir kolinin içine koyup bantlıyorum. Evin önündeki kaldırıma oturup umutlarımın fısıldamasıyla kaybettiğim kilitli kutumu aramaya devam ediyorum. Bulamıyorum... O sırada birisi geliyor. "Hayırdır, pes edip gidiyor musun yoksa? Bir de güçlü duracağım, diyordun. Ne o? Konuşmayacak, öylece susup suratıma mı bakacaksın?" İğrenç gülme sesine birkaç tane daha eklendi. Hepsine tiksinerek baktım. Kafamla onaylamadığımı gösterdim. Ellerine versem düşünmeden parçalayacaklarını düşündüğüm kafamı... Aslında kafamı seviyordum. "Yalnızca belli bir süre. Çok uzun değil. Kısa bir süre." Sanırım onlara karşı kurduğum ilk en uzun cümleydi. Onlara yaptığım ilk açıklama. "Orada da dışlanacaksın. Alıştığın yerde devam et işte!" Ve yine iğrenç gülüşmeler... Gerçekten bunun mide bulandırıcı olduğunu görmüyorlar mıydı? "Kısa bir süreliğine gidiyorum. Orada da nefret edebilirler, dışlayabilirler, yok sayabilirler. Bu benim umurumda değil. Peki ya bundan; SİZE NE?"
|
0% |