Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm 3 Tayin

@daylight60

Türkiye/Muğla

İclal

 

"En büyük ayrılık ne diye sorsalar beni ben yapandan ayrılmak derdim."

 

Dumanı üstünde tüten kahvemden bir yudum aldım. Sıcaklığı içimi ısıtırken önümdeki laptop ve dosyalardan başımı kaldırdım. bahçede sağa sola koşuşturan afacanlarımı izliyordum. Sırf bir kelebek için bu kadar çaba fazla değil miydi? Galiba afacanlarım büyüyünce çok inatçı olacaklardı. Yani umarım tahminlerim bu yöndeydi. Mira iki eli ile yukarı zıplayarak kelebeği tutmaya çalışırken Hira ise kelebeğe bakarak bi şeyler düşünüyordu. Bunu gören Mira

 

"Hira! Neye bakıyorsun. Sende benim gibi yap! Kelebeği yakalamalıyız."

 

Sağ elini çenesine koyan Hira o küçük gözlerini biraz kısarak mira'ya baktı.

 

"Bi durur musun? Rica ediyorum konsantrasyonumu bozma. Bu şeyi yakalamak istiyorsak plan yapmalıyız Mira. Bu şeyin böyle yakalanması gerektiğini düşünmüyorum."

 

Mira yukarıya doğru çırptığı ellerini indirerek Hira'nın sağ elini birden çekti. Ona öldürücü bakışlar atarken

 

" Bana bak Hira anlamam ben plandan falan. Çabuk yerdım et! Yoksa seni yolarım!"

 

Hira istifini hiç bozmaksızın Mira'ya baktı. Tam şu anda saç baş girişebilecek bir andaydılar. Bahçedeki büyük kiraz ağacının yanında olan etrafı kırmızı güllerle kaplı çardağın oturduğum koltuğundan kalktım. Onlar kavga etmeden yetişmem lazımdı. Tam yanlarına gelmişti ki saçlarını yolmaya başlamaları bir olmuştu.

 

"Hira! Senden nefret ediyorum. Neden böylesin. Dediğimi yapsan ölür müsün?"

 

Mira Hira'ya bu sözleri söylerken bi taraftan da saçlarını çekiyordu. Hira ise ağzının içinde gomurdandıktan sonra onun iki örgülü olan saçlarından birisini alarak asıldı.

 

" Duygularımız karşılıklı Mira hanım! Bende size bayılmıyorum. Rica ediyorum saçımı bırakır mısın! Yater ama artık!"

 

Bunlar cidden benim kızlarım mıydı? Bence bunlar benim kızım olamaz. Birisi kafadan kontak delinin tekiyken diğeri tam bir asil leydiydi. Evet bazen kendimede benzetiyorum ama genellikle huyları böyleydi. Kime çektiler bilmem ki. Başlarında öldürücü bakışlarımı atarken artık durmaları için bağırdım.

 

" Kızlar! Mira hemen kardeşinden özür dile! Hira sende özür dile!"

 

Birbirlerinden ayrılan ikili öfke dolu bakışlarla birbirlerine bakarken bakışlarını bana çevirdiler. İkiside aynı anda bana kedi bakışları atıyordu. Sıkıntı ile ellerimi göğsümün üstünde bağladım.

 

" Hemen"

 

Dememle ikiside birbirlerine dönerek aynı anda özür dilediler. İkiz olmanın ayrıcalığı buydu. Bazı şeyleri ikiside aynı anda söyleyebiliyolardı. İkisinin yanına dizlerim üzerine gelerek çöktüm ve iki haylazımı da kollarımı açtım. Bunu gören miniklerim hemen kollarıma gelerek sarıldılar. Bende onlara karşılık verirken güzel ipeksi saçlarını okşadım. Mira ve Hira benim için dünyadaki en güzel mücevherden bile daha değerliydi. Onlar benim hayata tutunma nedenimdi. Allah'ın bana verdiği en güzel armağandı. İkisinden ayrılarak yüzlerimizi aynı hizaya getirdim. Serçe parmağımı onlara doğru uzattım. Uzattığım an başlarını sallayarak onlarda serçe parmaklarını uzattılar. Bu bizim aramızda barıştığımızın işaretiydi. İçimizden birisi küserse serçe parmağınızı uzatır onunda uzatmasını bekleriz. Parmaklarımız birleştiği zaman barıştığımız anlamına gelir. Afacanlarımın başlarını okşadım.

 

" Şimdi miniklerim o kelebeği yakalama istiyor musunuz?"

 

İkiside ellerini çırparak

 

" Evet anne!"

 

Dediklerinde hiç şaşırmamıştım. Ayağa kalkarak hemen çitlerin yanındaki küçük kulübeye gittim. Oradan tenis raketine benzeyen ama filesi olan uzun iki raketi aldım. Bunu bir zamanlar kelebekler ilgim olduğu için yapmıştım. Kızların yanına geldiğimde ellerine raketleri verdim ve nasıl yapacaklarını anlattım. Ellerindeki raketlerle arka bahçeye koşarak gitmişlerdi. afacanlarımın gitmesi ile rahat bir nefes aldım. Bazen çok kavgacı oluyorlardı. bu da beni üzüyordu. Çardağa geçerek koltuğuma oturdum. masanın üzerindeki dosyalardan en önemli olan dosya ya bakıyordum. aradan o kadar yıl geçmesine rağmen hala bulamamıştık. bu gidişle Elçinden yardım almak durumunda kalacaktım. tabi onun işleri de benden karışıktı. sonuçta başında durması gereken bir konsey vardı ve bu konseyi yönetmek o kadar kolay değildi. düşüncelerimde kayboluyordum. bu da benim açımdan iyi bir şey değildi. Çünkü bu sorumluluklarımdan kaçtığım anlamına geliyordu. düşüncelerimden kurtulmak amacı ile kafamı iki yana salladım. Kahvemden içtiğim sırada hepsini püskürterek çıkarmam bir olmuştu.

 

'Allah kahretmesin! Bu kahve soğumuş.'

 

homurdanarak soğuk kahvemi kenara koydum. Vücudumu esnettikten sonra en son ki davam hakkında leptobum da yazdığım yazıma geri döndüm. Muğla'nın devlet hastanesin de bulunan operatör doktor Yılmaz Göçmen sabah saat sekiz sularında odasında bağlanmış olduğu sandalye de tırnakları sökülmüş, dili kesilmiş karnına aldığı dört bıçak yarası ile ölü bulunmuştu. Aradan geçen bir ayda epeyce ipucu yakaladım. Olayın olduğu gün evimden apar topar çıkarak soluğu hastane de almıştım. ben olmadan o cesedi olay yerinden alamazlardı. oraya gitmemle görevli komiserden bilgi almıştım. Şimdi ise bu ipucu ve bilgiler ışığında bu dava ile ilgili gerekli kanıtları bulup mahkemeye sunmalıydım. Yeni edindiğim bilgileri de laptobuma yazıp kayıt ettikten sonra laptobumu kapattım. Diğer dosyaları da üzerine koyarak çardaktan çıktım. Eve girdiğimde üst kata çıktım. Odamın kapısını açarak içeri girdim. yatağımın hemen karşısında bulunan çalışma masamın üzerine elimdekileri bıraktım. Çaprazımda olan gardırobuma yaklaştım. Sürgüsünü yana kaydırdım. Kıyafetlerimin içinden kırmızı fırfırlı bebe yakalı elbisemi aldım. Şal olarakta kırmızı çiçekleri olan beyaz şalımı çıkardım. elimdekileri yatağımın üzerine bıraktım. Üzerimdeki günlük kıyafetlerimden kurtuldum. Seçtiğim kıyafetlerimi üzerime giyerek kahverengi babetlerimi giydim. Boy aynasından kendime bakıp şalımı düzelttim. hazır olduğuma kanaat getirince aşağı indim. Kapıdan çıkıp kendimi mis gibi Muğla havasına bırakırken çardağa doğru ilerledim. Kırmızı güllerin yanından geçerken güllerin benimle bütünleşmesini izledim. Dizlerimi hafif kırdım. Yere çömelip kırmızı güllerin kendilerine has kokularını içime çektim. Bu yaptığım anılarımda kaybolmamı sağlamıştı.

 

5 YIL ÖNCE...

 

Öğlenin sıcağı beni bunaltmaya başlamıştı. Elimi anlımda biriken terlerden kurtulmak amacıyla kaldırdığımda bana müsaade etmeyen anlımdaki terleri silen mendildi. Başımı kaldırıp mendilin sahibine baktığımda bana tıpkı bu hayatta ki en güzel mücevhermişim gibi bakan adamdı. Alnımdaki terleri silmeyi bitiren adam hafif çattığı kaşlarıyla ellerimi tuttuğu gibi beni kaldırmıştı. Sinirli görünmeye çalışırken bile çok komik göründüğünün farkında mıydı bu adam? Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Çattığı tek kaşı hilal şeklini alırken dudaklarından kelimeler dökülmeye başlamıştı bile.

 

'İclal sana kaç kez söyledim. Bu sıcakta buraya gelmeni gerektirecek ne olmuş olabilir. Anlıyorum güllere hayranlığın çok güzel bir şey ama Trabzon da bile dışarı çıkmak için bu havayı nasıl buldun cidden merak ediyorum. Merakımı gidermeyi düşünüyor musunuz hanfendi?'

 

Yüz hatları sinirlendiğini belirtircesine gerildiğinde konuşmam gerektiğini anlamıştım. Çok çabuk sinirleniyordu bu adam. Buna biran evvel bir şeyler düşünmeliydik. Daha doğrusu ben düşünmeliydim.

 

'Gözlerini böyle kıstığına göre yine hangi tilkilerinle münakaşa içindesin İclal. Bazen senin cidden göründüğün gibi olmadığını düşünüyorum. Normalde kırılgan bir çiçekten farksızsın ama bazen de çok mücadelecisin. seni çözemiyorum.'

 

Tanura bu sözleri söylerken kendime gelmiştim. Ellerini o müthiş saçlarından geçirirken o güzelim dağınık saçlarını düzeltmek zorunda mıydı? Gözlerini benden ayırmazken büyük ihtimalle neden konuşmadığımı sorguluyordu. Ellerimi belime koydum ve kendimi esnettim.

 

'Tanura lütfen sakin olur musun? Zaten eve de fazla uzak değil zaten. Evet haklısın haber vermeden gelmem hataydı ama işte güllerle haşır neşir olmayı sevdiğimi biliyorsun. Ayrıca kırmızı güller aşkı temsil eder. bunlar benim sana olan aşkımın birer nişanesi gibiler.'

 

gözlerimi kırpıştırıp kedi bakışları attığım Tanura ise içinde tuttuğu nefesini verdi. Elini kaldırıp gözlerimin önüne getirince ikinci şokumu yaşamakla meşguldüm. Üzerimdeki şoku atlatmam uzun sürmemişti.

 

'Şaka mı bu? ciddi misin gobel sen?'

 

kaşlarım benden bağımsız havaya kalkarken o da elini indirmişti. dişlerinin beyazını gösterecek şekilde gülümsediğinde iki yanağındaki gamzelerini bana sergilemekten çekinmemişti küstah adam.

 

'şaka mı bu? tabi ki de ciddiyim kız.'

 

İkimiz de gülmeye başladığımızda kollarını iki yanına açmıştı. Bende açtığı kollarına girdiğimde ellerim iki yanından iri bedenini sarmaya yetmese bile bir kısmını sarmayı başarmıştı. Onun iri ellerini belimde hissettiğimde bana kızmayı bıraktığını anlamıştım. Başörtümün üstünden kokumu içine çektiğinde istemsizce mırıldanmıştı.

 

'Kokun şurumşinem Kokun benim ölüm sebebim. Kokun mavi yıldız çiçekleri gibi. sen benim gökyüzümsün iclal.'

 

Başımı hafif yukarı kaldırıp gözlerine baktım. Boyum onun kollarına kadar geldiği için başımı kaldırmak durumunda kalmıştım. 1.70 boyumla ancak geliyordum 1.82 boyunda olan kocamın boyuna.

 

'Tanura yıldız çiçekleri nasıl bir çiçek?'

 

Gözlerimin içine bakan adam hafif tebessüm ettiğinde yine bir işler çevirdiğini anlamam uzun sürmemişti.

 

'Bana karşı çocuk olmadığın gün sana yıldız çiçeklerini anlatacağıma söz veriyorum.'

 

Tebessümüm yüzümde solarken alt dudağımı sarkıtıp olabildiğince kırgın gözlerle benimle dalga geçen adama baktım.

 

' Hiç dudağını sarkıtma şurumşinem. Şu anda bu yaptığın bile çocukluk kadın. Bu çocukluğun aşık olma sebebim.'

 

Sıkı sıkıya sevdiğim adama sarılırken aklıma gelenle hemen sarılmayı bırakıp bir adım uzaklaştım. Ardından işaret parmağımı uzatıp gülerek yüzüne baktım.

 

'İşaret parmağını uzatarak ne yapmaya çalışıyorsun şurumşi.'

 

Elimi anlıma vurarak bir yandan da ona açıklama yaptım.

 

'İşaret parmağını uzat Taruna. Bu bana verdiğin sözü simgeler. Çocukluğu bırakıp olgun birisi olduğumda bana yıldız çiçeklerini anlatıcaksın adam. Söz mü?'

 

Sözümü bitirmemle işaret parmağını uzatıp işaret parmağımı sardı. Söz diyerek sözünü mühürlediğinde hayatımda gördüğüm en güzel kanatlara sahip mavi bir kelebeğin gelip parmağımızın üstüne konması aynı anda olmuştu. Kırmızı güllerin arasında adamım ve ben parmaklarımız üstünde ise mavinin en güzel tonuna sahip güzel bir kelebek ben Allah'tan daha ne isterim ki.

 

ŞİMDİKİ ZAMAN...

 

Güllerin içinde güllerle bütünleşmiş bir şekilde oturuyordum. Yüzümde acının gülümsemesi ile. Miniklerimin koşarak bana doğru geldiklerini duyduğumda yüzümdeki acı ifadeyi silerek onlara doğru tebessüm ederek döndüm.

 

'Hira! Mira! koşmayın annecim. düşeceksiniz sonra.'

 

Yanıma nefes nefese geldiklerinde Mira avcunda sakladığı şeyi gözleriyle işaret edince bakışlarımı avcuna çevirdim. Avcunu açması ile kanatlarında mavinin en güzel tonuna ev sahipliği yapan kelebeğin bana doğru uçarak elime konması bir olmuştu. Elimde hareket ederek işaret parmağıma gelmesi ile büyük bir şok yaşadım. İşaret parmağımda bir süre gezinen kelebek kanatlarını çırparak güllerden birisine kondu. Kızlarda kelebeğin peşinden gidince kendimle baş başa kaldım. Bu nasıl olur? kırmızı ve mavi bir araya gelirse benim inancıma göre felaketin habercisiydi. Çünkü o adamla ne yaptıysam onlar benim felaketimdi. Ben sırf bu yüzden kırmızı ve mavi rengi bir arada bile kullanmazdım. Tek çarem Rabbimdi. Bunu benden bile iyi bilen ruhum bana namaz çağrısı yapıyordu. Akşam ezanı minarelerden okunurken kendimi toparlayarak kızların yanına gittim. hep birlikte içeriye geçtiğimizde onları üzerlerini değişmeleri için üst kata yollarken bende abdest almak için lavobaya doğru ilerledim.

 

 

Akşam namazımı kılıp rabbimden yardım diledim. çünkü tek çaremiz oydu. Eğer o olmasaydı ben bu olaydan çok büyük hasar alırdım. Kalbimde imanım olduğu sürece bana hiç kimsenin zara veremeyeceğine inancım tamdı. ben yaradanı terk etmez isem oda beni terk etmezdi. Tahta kaşıkla karıştırdığım tarhana çorbasının kaynamasıyla altını kapatarak mutfaktan çıktım. Salona gelerek yemek masasındaki eksikleri kontrol ettim. Kapının çalmasıyla adımlarımı oraya yönlendirdim. Kapıyı açarak beklediğim misafirlerimi içeri buyur ettim. Elbette ki beklediğim misafirlerim Elçin ve küçük afacanıydı.

 

'Hoş geldin Elçincim.'

 

Birbirimize sarılarak hoş geldin faslını tamamlamıştık.

 

'Hoşbuldum İclal. nasılsın?'

 

Diyerek günlük sorulardan bir tanesini sormuştu. Kucağıma aldığım Ayazla Elçinin arkasından salona geçtim. Kucağımdaki Ayazın yanaklarını öpüp sıktıktan sonra üst kata kızların yanına yolladım. Koşar adımlarla salonu terk ederek gözden kayboldu. Bu afacanların hepsi böyleydi galiba. Neden koşma gereği duyarlar bilmem ki. Bakışlarımı salonun kapısından çekip Elçin'e baktığımda sorgular bakışları yine üzerimdeydi.

 

'Nasıl olayım Elçin. Yine konu elbette ki davalar. iki yıldır yakalayamadığımız bir katil artı bir de geçen ay öldürülen doktor. Anlayacağın çok hummalı çalışmalar içerisindeyim. Senden ne haber?'

 

Açık bıraktığı saçlarından aldığı bir tutamı kulağının arkasına sıkıştıran Elçin ellerini yumruk yaparak dizlerinin üzerine koydu. Açık mavi olan gözleri koyulaşırken bir terslik olduğunu anlamıştım. Umudum büyük şeyler olmamasıydı.

 

'İclal canım . Ortalık çok karıştı. Konseyin başındaki Barbaros beyin kızını kaçırmışlar üstelik kaçıran kişide belli değil. Barbaros beyde yarın tüm konseyin toplanmasını emretti. Barlas benim gitme taraftarım değil. Bende gitmem gerektiğini düşünüyorum. Biliyorsun kendi gözlemlerimi yapıp kimin tarafında olduğuma karar vermeliyim. Sonucunda ise bu işten en az zararla kurtulmalıyım. Kafam çok karışık.'

 

Ellerini sarı saçlarından geçirip onları arkasına attı. Tuttuğu nefesini verirken canın sıkıldığı bariz bir gerçekti. Ellerini tutup iki elim arasına aldım.

 

'Sonucu ne olursa olsun senin en iyi kararı vereceğini biliyorum Elçin. Farkındayım cidden sıkıntılı bir durum ama üstesinden gelebiliriz. Şimdi bu konuları bir kenara koyalım ve yemeklerimiz soğumadan çocukları çağırıp yemeklerimizi yiyelim. ne dersin?'

 

'Tamam canım haklısın. Yemeğimizi yiyip öyle konuşalım hem beyin fırtınası yapmayalı baya bir olmuştu.'

 

Diyerek bana göz kırptığında ikimizin de yüzünde sinsi bir gülümseme vardı. Bu da demektir ki problem ne ise bu akşam çözülmek zorundaydı yoksa biz onu çözerdik. İkimiz de ayağa kalktık. Ben yemekleri koymak için mutfağa geçerken Elçin de çocukları çağırmak için üst kata çıkmıştı. Yemeklerin hepsini sofraya getirdiğimde minik afacanlar arkalarında Elçinle çoktan yemek masasına gelmişlerdi. Herkes sofrada yerini alırken önümüzdeki çorbalardan içmeye başlamıştık bile.

 

Ben mutfakta ki bulaşıkları bulaşık makinesine yerleştiriyordum. Arkamdan ses gelmesi ile bakışlarımı oraya çevirdim. Karşımda üç afacanı gördüğümde ne olduğunu anlamak istercesine yüzlerine baktım. Kesin yine bir şeylerin peşindeydiler ve bu benim pek hoşuma gitmeyecek şeylere benziyordu. Elinin birisini kaldıran Mira şimdiden kedi bakışları atmaya başlamıştı bile.

 

' Annecim parka gidebilir miyiz? Lütfen annecim nolur?'

 

Hepsi birden kedi bakışı atarak bana bakıyorlardı ve bu can sıkıcı durum için nefes alıp sakinleşmeye karar verdim.

 

'Çocuklar saat yedi oldu ve siz parka mı gitmek istiyorsunuz? Olmaz çocuklar. Uslu çocuklar olarak bu akşam evdeki oyuncaklarla oynuyorsunuz ve bende size söz veriyorum yarın sizi parka götürüyorum anlaştık mı?'

 

Miniklere işaret parmağımı uzatıp onların da uzatmasını bekliyordum. Ancak tabi ki de öyle bir şey yapmadılar. Bu afacanları ikna etmek cidden zordu. Hira ellerini göğsünde bağlayarak bana kırgın bakışlar atmaya başlamıştı bile.

 

'Annecim ne olur gitsek! Hem Barlas abi götürür bizi. Valla bir şey yapmayacağız. lütfen anne!'

 

' Evet teyze lütfen gidelim. Ne olursun. Barlas abiye söyleriz o bizi götürür. ne olursun. Lütfen!'

 

Hira ve Ayaz da duruma dahil olunca cidden ikna olmaya başlamıştım. Bu çocukların ikna kabiliyeti neden bu kadar yüksekti ki? Tam onlara olamayacağını söylemek üzereydim ki kapının çalması ile çocukları mutfakta bırakarak kapıya yöneldim. Kapının yanına gelince dürbünden baktım. Gelen benim yardımcım Banuydu. Bu saate neden geldiğini sorgularken kapıyı açtım. Kapıyı açmamla elinde tuttuğu zarfı bana uzattı. Hayırdır dercesine başımı salladığımdaysa

 

'İclal abla zarf geldi. Tayinin Trabzon'a çıkmış ve arkadaşın Çiğdem bir cinayete kurban gitmiş. Aslında senin iki senedir peşinde olduğun katilin kurbanı olmuş. Başın sağolsun abla.'

 

İçimden istemsizce bir küfür savurduğumda transa girmiş gibi kalmıştım. Arkadaşımın cinayete kurban gitmesi ve benim Trabzon'a tayin olmam hiçte hayra alamet değildi. Arkamdan Mİra'nın

 

'Anne tayin ne demek?'

 

Dediğini duyduğumdaysa bakışlarımı arkama çevirdim. Üç küçük afacan mutfak kapısından bana bakarken Elçinse şok geçirmiş halde salonun kapısında duruyordu. Harika! sanki sorunumuz yokmuş gibi ka

tlanarak artıyordu bu sorunlar.

 

 

 

Bölümü nasıl buldunuz arkadaşlar?

 

 

 

Böyle bir şey bekliyor muyduz?

 

 

 

Bu olayla ilgili düşünceleriniz ne yönde.

 

 

 

Loading...
0%