Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2| GÖREV TİMİ

@dazaydes

 

Elimin incelediği kan izini sildim. Bundan kimseye bahsetmemekle karar verdim.

 

Çünkü beni yanıltmış olabilirlerdi. Buna izin vermemeliydim.

 

Son kalan kan izinide sildikten sonra bezi kovanın içine attım ve ayağa kalktım. “Bitti!” diye bağırdım Berke’ye bakarken.

 

“Aferin Lâlins dünyayı kurtardın, tebrik ederim” diyerek elleriyle alkış yaptı. Tebessümü mi yüzüme yerleştirerek kendime alkış yaptım.

 

“Nida!” diye bağırdım. Mutfaktan yavaş adımlarıyla çıkıp salona doğru geldi. “Efendim?” diye sordu. “Yemek yaptın mı?” diye sorduğumda başını olumlu anlamda salladı.

 

Koşarak sarıldım ve “ne yemek yaptın?” dedim. “Kellepaça yer misin?” dediğinde yüzümü buruşturdum. “Şaka şaka ezogelin çorbası yaptım.” Dediğinde ondan ayrıldım ve mutfağa koşarak tencereden tabağa bir kepçe çorba koydum.

 

Elimde kase ve kaşıyla salona geldim. Berke ve Kıvanç’ın arasına oturduğumda ikisinin de bakışları çorbaya kaydı.

 

İkisi de en çok bu çorbayı seviyordu. Yanlarında bir kaşık alarak iştahla “ohh,mis mis” dedim.

 

İkisinin de bakışları yüzüme kayınca aynı anda “ insan bize de sorar” dediklerinde ilk ne olduğunu anlamadım ama elime baktığımda kase yoktu ve Berke kaşık kaşık yiyordu.

 

“Berke!” diye bağırıp bacağına vurdum. Beni taklit ederek “ohhh, mis mis kıvançtutlutuğcum sende ister misin? “ dedi. Kıvanç başını salladığımda gözlerimi pörtleterek mutfağa tekrardan girdim.

 

Aren, Nida ve Beste kahve içiyorlardı. Hem de en sevdiğimden. “Bugün bana mı oynuyorsunuz?” diye bağırdım.

 

Beste kafasını iki yana sallarken

 

“Hayır sana öyle geliyor” dedi. “Çünkü oynamıyoruz” dil

 

çıkardığında salona doğru kaçtı. Onu kovalamaya başladıktan sonra koltuktaki Kıvanç’ın arkasına saklandı. Kıvanç anlamaz bakışlarda bir ona bir bana bakıyordu. “Beste çık oradan!” diye bağırdım beni dinlemiyerek Kıvanç’ın tam arkasına geçti. Nefes nefese solunurken Kıvançtan yardım dilendiğini anlamıştım.

 

Kıvanç’ın sesi ortaya çıktığında başımı ona doğru çevirdim. “Lâlin abartma.” Kıvanç’ın söylediği her kelime kalbimin ağrımasına neden oluyordu. Kalbim sıkışıyor içindeki parça hareketleniyordu. Bulunduğum konumdan doğrularak ayağa kalktım ve uzun süre sessiz kaldım.

 

Daha sonrasında ağzımımı aralayarak “Yarın için planlarınızı iptal ediceksiniz.” Dedim. Hepsi bana bakarken işleri olduğunu anlamış olsamda yarınki görev önemliydi. Mahur ağzını açtım konuşmak için ama onu susmasını sağlayarak “ Maalesef iptal ediceksiniz kesin emir yarın görev var ve göreve gideceğiz.” Diyerek merdivenlerden yukarı doğru çıkıp odama girdim.

 

Panoma astığım kişilere doğru bakındım. Tam ortadaki kişi bütün kapıların çıktığı yerdeydi. Timur tam ortadaydı. Diğer kişiler bizi ona götürecek oyuncaklardı.

 

Sadece oyuncak.

 

İlk oyuncağımız yarınki görevimiz olan bar işleten Oğuz Urar’dı. Yarınki görevde barını basacağız ve adamlarını yakalayıp Onu sorguya çekicektik.

 

Grupta en iyi sorgu becerisi benimdi ama bu görevi Mahur ve Kıvanç’a bırakmıştım.

 

Daha fazla panoya bakmayarak gözlerimi dolabıma diktim.

 

Normal insanlar gibi dışarı çıkıp kendime kahve alsaydım nolurdu?

 

Çok şey olurdu. Ama bu sefer umursamayarak gardırobumu açtım ve altıma mavi jeansımı geçirip üstümede siyah kazağımı geçirdim. Aynanın karşısına geçtiğinde oldukça normal bir insan gibi gözüküyordum.

 

Hafif bir makyaj yaptıktan sonra kazağımın üstüne kabanımı geçirdim ve odanın kapısının önünde durdum.

 

Dışarı gidip ne yapacaktım? En az bir kahve almalıydım ki bizimkiler bana inanmalıydı.

 

Kapıyı yavaşça çekerek merdivenlerden aşağıya doğru bakındım. Kimse gözükmüyordu. Aşağı doğru merdivenlerden yavaşça indim. Tam kapının önüne gelmiştim ki arkamda iri bir beden hissettim. Bedenim irkilirken bir el omzuma konduğunda “Nereye gidiyorsun?” diyen bir ses duydum. Bu Mahur’un sesiydi. “Hiç bir kahve alıcaktım.” Dediğimde omzunu bırakıp “Dikkat et.” Dedi.

 

Kapıdan çıktım ve kapıyı kapattım. Dışarısı hâlâ soğuktu ama benim yüzümden yağan kar durmuştu. Derin derin nefesler alıp bisikletime bindim. Bisikleti sürerken telefonum birkaç kez çalmıştı. En sonunda tekrar çalınca durdum ve aramayı cevapladım. “Merhaba, Roza ile mi görüşüyorum?” dedi gerideki bir ses. Cevaplayarak “ evet, sorun nedir?” dediğimde kadın sesi tekrar yükseldi. “ İstanbul Ferah Üniversitesine kaydınız kabul olmuştur. Bugün gelip gerekli işlemleri yapmanız gerekiyor.” Dedi uzaktaki kadın sesi. Derin nefes aldım. “Tamam, bugün geleceğim” dedim ve aramayı kapattım. Bisikletle bir kafenin önüne geldim.

 

Bisikleti kenara çekerek orada bıraktım ve ileri girdim. Fazla sıra olmaması işime gelmişti. Hemen siparişini verdim. “Bir tane sütlü mocha alabilir miyim?” dedim ve siparişini bekledim.

 

Kahvemi aldıktan sonra arkamı dönü çektim ki sıcak bir şey bedenime çarpmasıyla inledim. “Ah” dediğimde kafamı kahvenin döküldüğü tarafa döndürdüm. “Üzgünüm, canınız çok acıyor mu?” diye sordu bir ses. Bir dakika adam çok yakışıklıydı. Az kalsın çarpılıyordun be kızım şimdi suratını süzdüğün adama mı bakıyorsun? Adamın tekrar “hanımefendi iyi misiniz?” demesiyle kendime geldim. “İyiyim sorun yok” diyerek önüme doğru döndüm ve yürümeye başladım. Daha ilk günden üstüme birşey dökülmüştü. Neyseki kazak siyahtı ve belli olmuyordu.

 

Kafeden çıktığımda karşımda koskoca üniversite duruyordu. Üniversitenin içine girerken tek tek bölümlere baktım. En son kendi bölümünü görünce içeri girdim.

 

Hukuk ve adalet.

 

Şu zamana kadar içimde olmayan tek şey, adelet. Zamanla o da olucaktı.

 

Binanın girişinden ilk bölüm müdürünün odasına doğru ilerledim.

 

İçeri girdiğimde karşılaşmayı beklemediğim birisi vardı. Kafede ki o kahveyi üstüme döken sakar çocuk.

 

Ona baktığımda utançla beni tanımamasını diledim. Lütfen tanımasın. “Aaa merhaba” dedi.Şansın bana gelmesi için üç yapraklı gonca bile karşıma çıkmazdı zaten.

 

Müdür o sırada anlamaz şekilde bize bakarken kaşlarım havaya doğru kalktı. Götümden kıvırarak çocuğun çakabileceği şekilde “Anlamadım? Biriyle karıştırmış olmalısınız?” dedim. Keşke demeseydim.

 

“Hafızanızda sorun mu var? Kafede üzerinize kahve dökmüştüm.” Dediğinde gözlerim iyileşti ve normal kalmaya çalışarak müdüre döndüm. “İşim bittiyse ben gidiyorum müdür bey.” Diyerek üniversiteden çıkmamla kendime geldim.

 

Anlık derin bir nefes vererek bisikletime doğru gidecektim ki duyduğum sesle irkildim. “Neden yalan söylediniz?”

 

Siktir! Bu çocukla çok işim vardı.

 

“Numaranızı verir misiniz lütfen. “ diyerek telefonunu uzattı.

 

“Neden veriyim?” dedim. “Kazağınızı bütün kahve ettim yenisini alacağım ve özür dileyeceğim.” Dedi. O an aklıma birşeyler geldi ama fazla umursamayarak telefonumu verdim ve bisiklete binip eve doğru sürdüm.Eve doğru yaklaştığımda yavaşladım ve bisikleti diğerlerinin yanına bıraktım.

 

Eve girdiğimde ortalık savaş alanına benziyordu. Her yer dağınıktı.Saat 4 civarlarındaydı. Etrafı biraz toparlsdıktan sonra mutfağa girdim. Evde kimse yok muydu? Elimdeki telefonumdan gruba girdim.

 

~Hepiniz nerdesiniz?

 

Diye mesaj attım. Uzun bir süre mesaj gelmedi ama daha sonrasında telefonuma gelen mesajla irkildim.

 

Herkes eğlence yerindeydi ve biri onu takip ediyordu.

 

Gruba girip tekrar mesaj attım.

 

~Oğlum nerdesiniz? Telefonuma biri mesaj attı, sizin fotarıfınız vardı. Takip ediliyorsunuz!

 

~Konum atın.

 

Uzun süre yine mesaj bekledim cevap gelmedi. Aren’i aradım o içmezdi ama o da açmamıştı. Diğerlerini tek tek aradım, onlar da açmadı.

 

En sonunda GPS cihazından nerde olduklarını tespit ettim ve motorla binip yanlarına doğru sürdüm.

 

En sonunda bir bara geldiğimde durdum ve aceleyle içeri girdim.

 

Hızlıca gözlerim etrafı taradı ve bir sarışın kafa görmekle Beste olduğunu anladım ve hızlıca yanlarına koştum.

 

“Neden telefonlara cevap vermiyorsunuz?” diye söylendim.

 

Kıvanç bana bakarken söylediklerine anlam katamıyordu. Kulağına doğru yaklaştım ve “takip ediliyorsunuz arka sol masadaki.” Dediğimde gözleri bir anlığına o tarafa baktı ve geri bana döndü.

 

Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. “Tamam.” Dedi. Önüne döndü ve kadehini kafasına dikti.”içme!” diye bağırdım. “Tek sen varsın sen de içersen ya başımıza bir şey gelirse?” diye sordum.“Ben kolay kolay sarhoş olmam” derken az kalsın yere düşüyordu. Diğerlerine de baktım ve gözlerim Aren’i buldu. “Aren” diye fısıldadım bana döndüğünde “efendim” dedi işaret diliyle.

 

Ona doğru döndüm ve “Beste’yi ve berkeyi arabaya götürebilir misin?” diye sordum. Başını salladığında Nida’ya baktım. O da sarhoş gözüküyordu. “Arabaya git Aren’in peşinden!” diye bağırdığımda Aren’in peşine koştu. Bana ise Mahur ve Kıvanç kalmıştı. Birini bir koluma diğerini bir koluma aldım ve arabaya doğru yürüttüm. Arabanın arka koltuğuna bıraktım ve dört kişi arkada kaldılar. Aren öne bindi ve bende sürücü koltuğuna geçtim.

 

Arabayı eve doğru sürdüm. Motor orada kalmıştı ama diğer günlerde alabilirdim. Eve yaklaştığımızda arabayı park edecek yer aradım. En sonunda park ettiğimde Aren yine Beste ve Berke’yi aldı ben ise Mahur ve Kıvanç’ı. Nida da arkamızdan koşarak dengesini sağlamaya çalışıyordu.

 

Hepsini koltuğun köşelerine bıraktıktan sonra Aren ve ben kendi odalarımıza çıktık. Odama girdiğimde direk üstümü çjkarttım ve pandalı pjamalarımı giyindim.

 

Yatağımdan yorganı çektiğimde gelen yorgunlukla içine girdim ve gözlerimi yumdum.

 

Bu gece de karanlığa teslim olamadım.

...

 

Sabaha karşı uykum gelmiş aydınlığa teslim olmuştum. Gecenin uykusuzluğunu sabah 6’dan sonra 4 saat uyuyarak gidermeye çalışıyordum.

 

Çünkü geceleri görevimi yapıyordum.

 

Şimdi ise kalkmış kahvaltı yapıyorduk. Bugün önemli bir görevimiz vardı. Görevde Oğuz’u etkisiz hale getirip gizli odasındaki evraklar dan Timur’a ulaşacaktık.

 

Herkese görevini anlatmıştım. Bu yüzden içim rahattı.

 

Hiçte rahat değildi. Sadece öyle hissediyordum.

 

Kahvaltımız bittiğinde Nida topladı ve biz o sırada görevde nasıl bir rol oynayacağımızı tartışıyorduk. “Berke sen Mahur ile kardeş rolü yapacaksınız. Giray ve Fatih sizin isimleriniz içeri ilk siz gireceksiniz,”

 

Daha sonra Beste’ye döndüm. “Sen ise Rana olarak gireceksin sevgilini bekliyorsun, ve o sırada çatışma başlayınca bulunduğun masanın altındaki silahla çatışmaya katılacaksın.” Dedim.

 

İçeri giren Nida’ya döndüm. “Aren ve sen üniversite arkadışısınız barmenlerin olduğu tarafta duracaksınız ve çatışma başlayınca barmen lerden başlayıp diğerlerini etkisiz hâle getireceksiniz.” Dedim. Sona ben ve Kıvanç kalmıştı. Maalesef Rıza ikimizi seçmişti, keşke seçmeseydi.

 

“Biz ise... “ dedim ve kısa süre bakıştık. Nasıl söyleyeceğini bilemiyordum.

 

“Arjantinli karı-koca Lucifer ve Sia rolünü oylayacağız. Çatışma başlayınca bir süre çatışacağız ve daha sonrasında odaya girip Oğuz’u sorguya çekeceğiz. Bir şeye ulaşmassak kasayı açıp belgelere ulaşacağız.” Dediğimde diğerleri tip tip baktılar. Galiba bilerek Kıvanç’ı seçtiğimiz düşünüyorlardı. Kişileri ben değil Rıza seçmişti.

 

Onları rahatlatmak amaçlı “kimin ne rolü oynayacağını ben seçmedim.” Dedim.

 

“Rollerinizi odaklanmanızı diliyorum.”dedim ve arkama yaslandım.

 ...

 

Akşam hava karardığında sonunda yola çıktık. Bu sefer arabayı Kıvanç sürüyordu. Mahur öne geçmiş ben ise arkadaydım.

 

“Ne zaman varacağız?” diye sordu Nida. Ona doğru döndüm ama bir şey demedim.

 

Kıvanç yavaşlayınca üstümü düzelttim. “Bu kulaklıkları kulağınıza takın buradan haberleşeceğiz.” Dedim kulaklıkları verirken.

 

Kendiminkinide kulağıma taktım ve diğerlerinin arabadan çıkıp yerlerine varmalarını bekledik.

 

En sonunda Beste “start” dediğinde geriye yerleşecek iki kişi kaldı. Nida “biz de star” dediğinde hafif güldüm ama belli etmedim. Kulaklığıma doğru “berkins siz hazır mısınız?” dediğimde Mahur bu anı bekler gibi “yes sir” dediğinde şaşırmıştım. Çünkü ilk defa böyle bir şey demişti. Kıvanç’a bakarak kafamı salladım ve aynı anda arabadan çıktık ve girişe doğru ilerledik. Kapıya gelince “isminizi alayım?” diye sordu kapıdaki koruma. Ben bir şey diyecekken Kıvanç Arjantin aksanıyla “karım Sia ve ben Lucifer bugün için özel masa ayırtmıştık. “ dediğinde ellerini belime doğru doladı. Şaşkınlığımı gizlemekiçin hafif tebessüm ettim.

 

“İçeri geçebilirsiniz efendim, sizi tanıyamadım özür dilerim.” Diyerek eğildi. Biz içeri geçerken Kıvanç’ın kulağına “belimi rahat bırakmayı düşünüyor musun?” diye sordum. “Şu an görev deyiz ve-“ dediğinde lafını kestim. “Görev deyiz ama şu an belimi tutman gereken bir şey yok.” Dedim net bir şekilde. Benim dediklerinde yavaşça belimi bıraktı ve masaya oturdu. Ben ayakta kaldığımda bana döndü ve otur işareti yaptı.

 

İnsan bir sandalyemi çekerdi hayvan herif! Hanzolorın baş tacı. Taç demek bile onu prens gösterir, hanzo itlerinin başı!

 

Görevimizi yerine getirmek amaçlı içki sipariş ettik. Kadehini doldururken “İçicek misin cidden?” Diye sordum. Kafasını olumlu anlamda salladığında umursamaz şekilde etrafa bakındım. O sırada kulağıma gelen sesle irkildim. “3...” dedi Mahur. Ardından bir ses daha geldi ve”2...” dedi Nida. “1...” dedi Beste ve en sonunda Kıvanç’a bakarak “Start” dedim. Bacağımdan çıkardığım silahla sabahtan beri bizi izleyen adama sıktım ve kargaşa başladı. Beste hızlıca masanın altından silahı aldı ve arka tarafımıza geçti çok geçmeden Berke yanımıza gelince onlara kısa bir süreliğine döndüm ve “Odaya gireceğiz bizi koruyun.” Dedim.

 

Ben ve Kıvanç eğilerek odaya doğru girerken herkesi kontrol ettim ve girip kapıyı arkadan kilitledim. Tam tahmin ettiğim gibi odada Oğuz Urar ve adamları vardı. Kıvanç tek hamlede onları vururken kaçmaya çalışan Oğuzu yakasından tuttum. “Kolay kolay bizden kaçamassın Oğuz Urar.” Sondaki r’yi hafif uzatarak söyledim.

 

Oğuzhan ellerini göğüsümden çıkardığım iple bağlarken bir yandan da Kıvanç yaralı mı diye teyit ediyordum.

 

En sonunda daha fazla bakmayarak ona doğru “yaralı mısın?” diye sordum. Bana doğru döndüğünde elindeki yarayı gördüm. “Sıyırdı.” Dediğinde kafamı salladım ve tekrar Oğuza döndüm.yere yatırıp başını kaldırdım. O sırada kapı çalınca ardında bizimkilerin sesleri geldi koşarak kapıyı açtım ve onlar içeri girdiğinde tekrar kilitledim.

 

Mahur ve Kıvanç Oğuzun başına hödük gibi dikilirken Kıvanç “Öt.” Dedi. Adam Mahur’un ve Kıvanç’ın söylemelerine karşı hiçbir cevap vermeyince onları kenara doğru ittirtim.Oğuza yaklaşırken sol bacağımdaki bir takım malzemelerimden bıçağı çıkarıp Oğuzun sağ bacağına dayadım.

 

“Ötmek işkemcesiz ölmektir bunu biliyorsun değil mi?” diye sordum. Sağ bacağındaki bıçağı bastırarak aşağı indirdiğimde ağzından inlemeler çıkıyordu. O sırada Aren’in de burada olduğu aklıma gelince “Aren arkanı dön ve kulaklığını tak ve müzik aç.” Dedim. O dediğimi yaparken bıçakla organlarına kadar indim. En sonunda dayanamayarak “Ti-Timur yaşlı birisi değil onun hakkında olan çoğu şey belgede de değil.” Dediğinde ona baktım. Kaç yaşında olduğunu sormadık be hödük hanzo 2.

 

“Söyleyecek misin?” diye sorarak bıçağı biraz daha bastırdım. “Yoksa devam ediyim mi?” ben bunu söylerken avazı çıktığı kadar bağırıyordu. “Timur,” dedi ve nefes almaya çalıştı. “O üniversite öğrencisi.” Dediğinde tekrar nefes aldı. “Ve senin peşinde, seni her gün takip ediyor. Seninle çoktan tanıştı.” Dedi.

 

O dediği anda Kıvanç’a sık işareti yaptım ve namlusunu kafasına doğru uzatıp acımadan sıktı.

 

Gerçekten hiç acımadı. Zaten ben sıksaydım bedeninde ‘☾’ deseni oluşunu kadar sıkardım. Al sana Monalisa diyip de sergiye verirdim. Üstüne parada kazanırdım.

 

Berke hızlıca kasanın olduğu yere yöneldi ve bir kaç uğraşış ile kasanın açılış sesini duyduk. Belgeleri o alırken diğerleri kapının kilidini açarak dışarı çıktı ve normal bir insanmış gibi içki kokuların arasından sıvışarak dışarı çıktık. Arabaya binerken Kıvanç’ın sürücü koltuğuna oturduğunu gördüm. Ona doğru yaklaşarak “in.” Dedim. Cevap vermeyince. “Sağ kolun yaralı!” diye bağırdım. Arabadakiler bize doğru döndüğünde kısa bir süreliğine arkasına döndü. Tekrar bana döndüğünde gözlerimi kapsttım ve derin bir nefes alıp verdim.

 

“Böyle mi süreceksin arabayı?” diye sorduğumda daha fazla inat ederek kapısını kapattı.

 

Derin bir nefes daha alarak arkaya geçtim. O koluyla nasıl sürecekti arabayı? Belkide kolunun tamamı yaralıydı.

 

Eve varınca koşarak ilk yardım çantasını aldım ve Kıvanç’ın odasına girdim.

 

Onun üstünün çıplak olduğunu görünce arkamı döndüm. O galiba bana bakıyordu. “Sana gir diyen olmadı”diye söylendi. “ üstüne bir şey geçir, pansuman yapacağım o yaralı kolunla ömür boyu yaşayamassın” dedim. Onun üstüne bir şey geçirmesini beklerken “ne oldu beni çıplak görmekten mi korkuyorsun?” diye sorunca kızardığımı hissettim

 

Bir dakika o şimdi ne demişti? Çıplak!

 

Onun söylediğiyle sinirlenip “hiçte bile, korkmuyorum.” Diyerek önüme döndüm ve ilk yardım çantasından çıkardığım eşyalarla yarasına müdahale ettim. En sonunda ise sağ elini sargı benimle sardım.

 

Odadan çıkmadan önce ise “sağ elini kullanma.” Dedim ve odadan çıkıp kapıyı kapattım merdivenlerden aşağıya inip ilk yardım çantasını yerine koydum ve odama çıktım.

 

Odama girer girmez üstümdekileri çıkardım ve ilk üniversite günüm için altıma gri bol paçalı pantolonumu üstümede beyaz hırkamı geçirdim. Çantamı yanıma alarak içine laptop ve tableti mi attım. Odadan çıkıp merdivenlerden indim ve kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda soğuk kar taneleri yüzüme doğru serpişti.Dışarı doğru adımlarımı attım ve bisikletime bindim. Yoldaki insanlar hayatlarına devam ederken ben ise bu yoldan geçerken hayatlarından kayıyorum diye hissediyordum. Belkide gerçekten hayatlarından kayıyordum.

 

Bisikletle üniversitenin önüne geldiğimde geçen ki kafenin önüne bıraktım ve kampüse girdim.

 

Kampüse girince telefonuma gelen aramayla telefonumu cebimden çıkardım. Arayan kişi Kıvançtı. “Alo?” dedim. “Lâlin Timur seninle aynı üniversitede, aynı bölümde ve aynı sınıfta okuyor!” dediğinde karşıma çıkan adama baktım. Telefonu hafif elimden kaydırdım ve karşımdaki adama gülümsedim. Geçen üzerime kahve döken adama

 

gülümsemiştim.“Ben seni sonra arasam?” diye sordum ve cevap vermedisini bile beklemeden telefonu yüzüne kapattım. O sırada adam yani kaya bana doğru yürüdü. “Aynı sınıftaymışız.” Dedi bana bakarken. “Bu arada ben Kaya” diyerek elini uzattı. Uzattığı eline kısa bir süre baktım. Elimi yavaşça götürerek “Roza ben de.” Dedim ve elimi çektim. Sınıfa doğru ilerlerken “Zeki misin?” diye sordum. İlk şaşırdı ama sonrasında cevap verdi. “Evet, yani sayılır.” Dedi.

 

Zeki çocuk, ideal tipim,tiplerim Galiba zaaflarımdan vuruldum. Sınıfa girince yerim benimsediğim yere oturdum. Ders bitince kampüsten çıktım ve bisikletime doğru hızlıca yürüdüm. Bisikletime binip eve doğru ara sokaklardan ilerlemeye başladım. Ben bisikletle giderken bir anda önüme birkaç kız ve bir erkek benim bisikletimin önünü kesmeye çatıştılar. Ama ben umursamadan gidecektim ki bisikletime denk gelen kurşun bisikletle beraber beni yere çaktı. Gerçekten çaktı!

 

Bisikletten yavaşça kalkarken sinirlerim tepeme çıkmıştı. Birisi saçıma yapıştığında “Bırak yoksa birazdan saçında bir tel bile kalmaz.”dedim.

 

Kız saçımı çekiştirirken saçımı tutan kolunu tuttum ve 360° döndürdüm.

 

Kız saçımı bırakmak zorunda kaldığında ilk bacak arasına daha sonra karın boşluğuna tekme atarak yere fılatırcasına bıraktım. Diğer üç kişi bana ilerlerken koşarak diğer sarışın kızın kafasına tekme attım. Ve erkeğe dönerek “ beni daha fazla uğraştırmayın milleti başıma

 

toplatacaksınız sonra onca işle uğraş dur,kaybolun.” Dedim ve yerde olan kızları işaret edip “onları da götürün” dedim.

 

Onlar giderken sokağın köşesinde sabahtan beri beni izleyen erkeğe baktım. Onun yüzünü tanımam tebessüm etmemi sağladı. Sahte temessüm beni oyuncak gibi gören adama gitti.

 

Saygı değmez, Kaya. Yoksa namı diğer Timur mu demeliyim?

 

Yoksa sadece oyuncağım mı?

 

İşte bun daha yeni belli olucaktı...

 

Aramızdaki şeytanlar bizimle oynamaya çalışırsa biz de onlarla oynarız özelliklede 4. Mahpare koruyucusuna oynadıklarında...

 

Lâlin Roza Ilgın

 

4.mahpare koruyucusu

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%