@dazaydes
|
Kıvanç Karaca’dan... Her gün nasıl geçiyordu. Zaman algısı bozulmadan ya da birini sevmeden? Geçmezdi değil mi? Sabah kalktığımda yanımda masum şekilde bakan kıza baktım. O kadar masum bir şekilde uyuyordu ki bazen gerçekten masum sanıyordum... Boynuna doğru yaklaşıp kokusunu içime doğru çektim. Kokusunu uzun süre koklama ya devam edebilirdim. Daha fazla ona kendimi kaptırmamaya çalışarak ondan ayrılarak üstüme yerdeki eşyaları geçirdim. Gizlice ve hızlıca kendi odama geçtiğimde banyoya girip soğuk bir duş aldım. Daha fazla ona kendimi kaptırmamaya çalışarak ondan ayrılarak üstüme yerdeki eşyaları geçirdim. Gizlice ve hızlıca kendi odama geçtiğimde banyoya girip soğuk bir duş aldım.Duştan çıktığımda dolabımdan kıyafetleri alarak üstüme hızlıca geçirdim. O sırada aşağıdan gelen seslerle odadan çıkıp merdivenlerden aşağıya doğru indim. Koltukta oturan kişilere baktığımda tanımadığımız bir erkek vardı. Yanında ise dün gece yanımda olan kadın. Bazen kadınları anlamazdım. Bir gece farklı bir gece farklı olurlardı ama Lâlin her saniye farklıydı. Dün akşam olmamış gibi yanındaki adamla sohbet ediyor gülümsüyordu. Diğerleri ise hizmetçi gibi ağızlarına bakıyordu. Sinirden sıkılan ellerime baktım. Kendimi ne kadar tutsam da onu kıskanıyordum. Sohbetlerini umursamadan sinirli adımlarımla ona doğru hızlıca yaklaştım. Elinden tutup onunla arka odaya doğru giderken “Bıraksana!” diye bağırıyordu. Ama bağrışları kısa ses tonundaydı. İstese bağıramıyordu. Biraz daha dev elendiğinde sonunda pes edip elini gevşetti. Ben hâlâ kolunu tutarken bana bakarak “Bari elimi bırak, kocaya kaçmam merak etme” dediğinde alaylı bir gülümseme oluştu yüzünde. Derin bir nefes alarak kabullendim ve elini bırakarak “Tamam.” Dedim. Kısa bir sürede diyeceklerimi sindirirken bir yandan da gözlerinin içine baktım. “O adam kim?” diye sordum. “O adamın senin yanında-“ sözümü kesmesi iyice sinirime gitmişti. Dediği şuydu. “O adam arkadaşım. Adı o adam da değil Kaya.” Dedi beni yanlış yapmışım gibi. “İki, Kaya benim arkadaşım ve bugün eve önemli bir şey için geldi.” Onun konuşması bittikten sonra tekrar konuştum. “Neyden önemli?” diye sordum. “Neyden? Söylesene benden önemli mi?” diye sordum sevdiğim kadına. “Deği-“ sözünü kestim.“Ya söylesene o adamın ne işi var bu evde? Yabancıların eve girmesi hani yasaktı?” “Aldattın mı?” dedim bakışlarımı ondan kaçırırken. O ise dediğimi beklemeyecek olsa ki hemen “Ne!” dedi. “Doğru duydun.” Dedim. “Beni aldattın mı da o adam bu evde?” dedim adamın olduğu tarafı işaret ederek. “Kıvanç ne diyorsun? Seni neden aldatayım ben? Ha? Aramızda bir şey geçmedi. Dün geceyi soruyorsan ise bir kadının boşluğundan faydalandın.” Dedi bana bakarak. Ama bilmediği çok şey vardı. Benim sevgiminde sonu olabilirdi. Benim de sınırlarımın tıkandığı noktalar olabilirdi. Onun kalbi acıyorsa benim de kalbim acıyabilirdi. Her şey ona özel değildi. Onda sadece 1 tane ay parçası vardı. O bu dünyada kiler için bir hiçti. O ansızın bir gece uyusa hiçbir şey olmayacaktı, kendi ölümden başka. Onun uyuduğu gece mühür kırılacaktı ve o yaşamını yitirecekti. Peki olan ona olunca ne olacaktı? Her şey bitecek miydi? Her şey yok olmuyacaktı belki ama benim ona olan duygularım ne olacaktı? Konu sadece duygularım mıydı bilemiyordum ama en iyi ve net bildiğim şey onun ölümünden korkmamdı. Ona bir şey olursa tarih onu unutur, dünya onu unutur, ama yine ben onu unutmazdım, unutturmazdım. Düşüncelerimin arasından şeffaf bir göz yaşı geçti kaydı gözlerimden ama kimse görmedi. O ağlamanın verdiği kızarıklığı bulamadım. O şeffaf damlacığı hissedemedim. Oysa o damlayı o kadar çok istiyordum ki, o damlanın verdiği acıyı kızarıklığı o kadar çok istiyordum ki, o damlayı hissetmek bir ömür boyu bedel çekmek gibiydi ve ben istiyordum. Acı çekmeyi seviyordum... Lâlin Roza’dan Kıvanç ile konuşmamızın ardından dakikalar geçmişti. Ben geri salona dönüp düşmanımın yanına otururken Kıvanç ise hırsına yenik düşmüştü. Sadece o yenik düşmüyordu. Tüm duyguları, içtenliği ve diğer bütün her şeyi, her şeyi yenik düşüyordu. Peki onun gözünü en çok kör eden şey neydi o kadar şey arasından? Bunun cevabını yakında kolaylıkla alabilirdim. Vakit daralıyor doğru sonuçlara ulaşmak zorlaşıyordu. Beni bu kalabalığın içinden kim çıkarabilecekti? Hiçkimse. Ben bu acıya mahkümdum. Benim hükmüm çoktan belli olmuştu ve şimdi cezamı çekiyordum. Yıldızlara yakındım, ama kara topraklara uzak. Beni güçsüz kılan da buydu. Soğuk bir boşluk yüzüme vuruyordu ama bu şiş gibi şeffaftı ve hissetmiyordum. Beni karanlık düşüncelerimden ayıran kişi düşmanım olmuştu. “Daldın.” Demişti sadece. Ama bu bana bir hikayenin ortasını anımsatıyordu. “Ah, evet” dedim ona doğru dönerek. “Bir ödev vardı konuyla alakalı da onu düşünüyordum.” Dedim kendimi açıklamak istermişçesine. Gerçi söylediğim şeyler yalandı ve bunu o da biliyordu. Kaşları hafif kalktığında “Roza,” dedi. Gözlerim gözlerine değdiğinde yapma dercesine beni de ateşe atıyordu. “Efendim?” dedim. “Sana bir şey söylemem gerekiyor.” Dedi havada olan kaşlarını geri indirerek. Bu sefer yüzümde tebessüm oluşurken “ne söyliyeceksin?” dedim. “Önemli,” dedi ve “Dışarıda konuşalım mı?” diye ekledi. Kafamı olumlu anlamında salladım ve oturduğum yerden ayağa kalkarak kapının sağ tarafında duran askılıktan şişme montumu üzerime geçirdim. Kapıyı açtığımda düşmanım ayağa çoktan kalkmıştı ve kapıdan geçip dışarı çıktı. Ardından kapıyı örterek ben de dışarı çıktım. Birlikte sokak lambalarının altından geçerken rengi solmuş ve artık sokağa ışık vermeyen bir lambanın altında durdu. Onun arkadından gelen ben de adımlarımı durdurduk ve karşısına geçtim. “Ne oldu?” diye sordum anlamsızca. Gözleri gözlerime doğru kayarken “Roza, “ dedi. “Benim sana karşı hislerim var.” Başta zaten anlamıştım. Bana karşı böyle bir şeyler mırıldanacağını. Bana karşı hisleri gerçekten de vardı ama tek sorunu düşmanlık değildi. Kendini bana kaptırırsa o da ne olacağını biliyordu. Birimiz ölecektik. Düşmanımın bana olan sevgisi çok kısa sürecekti. “Kaya... Ben ne diyeceğimi bilemiyorum ama ben de seni seviyorum.” Dedim. Bana yaklaşırken kalbim hızlı hızlı atıyordu. Aptal kalbim, sonuçta bu işin sonucunda ne olacağını bile bile atıyordu. Düşman olduğumuzu bile bile atıyordu. Kalbimi kalbimden atsam ne olurdu? Benim aptal kalbim daha hızlı atarken düşmanım çoktan yanıma gelmiş ve yüzüme yaklaşmıştı. Dudakları hareketlenirken elleriyle alnımı açtı ve öpücük kondurdu. O küçük alnıma kondurduğu öpücük bir ömüre bedeldi. Ölümüne bedel olacağım o öpücük bana değdiği anda bir şey daha olmuştu. Sokak lambası görevine başlamıştı.O kafasını kaldırıp yukarı doğru baktı. Düşmanım altındaki kişiye güvenip ne olduğunu anlamak için yukarı baktı. Tekrar bana döndüğünde “Görüyor musun? Sokak lambası bizim için yanıyor.” Dedi. Kafamı olumlu anlamda salladım. “Evet, bizim için yanıyor.” Dedim onu onaylar gibi. Sokak lambasına arkamıza dönüp eve doğru girdiğimizde bakışlar sert bir ok gibi bize döndü. Sokak lambasına arkamıza dönüp eve doğru girdiğimizde bakışlar sert bir ok gibi bize döndü. Soğuk bakışların ardından “Ben artık gideyim, size iyi geceler.” Diyerek geri evden çıktı ve gitti. Ben üstümdeki montu geri çıkardım ve odama doğru çıktım. Bu gecede o adamın odamda olmaması için dua ediyordum. Kapının önüne geldiğimde son duamı edip içeri girdim. Bu sefer şükür sesleri beynime dalgalanırken üstümdekileri çıkararak içi buz gibi olan yatağın içine girdim. Yatağın içindeki ısı artarken ben görevimi yapıyordum. Yine sonu olmayan bir gece gibiydi, yine sonu olmayan günler ve bitmeyen görev... Bu yola başlarken bunları tahmin edemezdim. Koruyucularımı koruyacağımı da tahmin edemezdim. Ama tahmin edemeyeceğim şeyleri yapıyordum. Buna olan tutumun ne olacaktı? Sabahın aydınlanan ışığını görmekle beraber yorganınüzerime çekip kısa da olsa ayakta durabilmeme yetecek kadar uyumaya çalıştım. ... Uykumun üzerinden uzun bir süre geçmişti. Dalgınlığım uyumama sebep oluyordu. Tam tamına 7 saattir uyuyordum. Saat ise 13.06’ydı. Yavaşça kendime gelemeye çalışarak yorganı üzerinden çektim. Sakın bir nefes alarak ayaklarımı zemine doğru bastım ve banyoya girdim. Duşa kabine girerek suyu açtım ve ısınmasını bekledim. Isınan suyla beraber kafamı suya boğdun ve uzun süre bekledim. Neyi beklediğimi bilmiyordum. Gerçekten. Birinin beni bu sudan çıkarmayacağını biliyordum. Peki bunu neden yapıyordum? Yaklaşık 2 dakikadır suyun altındaydım. Boğuluyor gibiydim. Tepemden akan sıcak su beni boğuyordu. Boğuluşlarım arasından çıktım ve derin nefesler aldım. Bozulmuş plak gibi yine suyun altına geçtim ve nefesimi tuttum. Şu beni kendine çekerken boğuluyordum. Kurtarılmayacaktım ve buna alışmalıydım. Kimseye ihtiyacım olmamalıydı. Buna ihtiyacım olmamalıydı. Sevgiye aç olmamalıydım. Ama sokakta kimsenin beni sevmediği için ağlayacak zerrene gelmiştim. Biri bana seni seviyorum dese koşa koşa ona sarılacak kadar sevgiye açtım ve bunu bana yaşatanlar bana “seni seviyorum” diyenlerdi. En büyük ihanet buydu benim için. Daha ne kadar büyüğü olabilirdi ki? Daha fazlası veya ne kadar fazlası? Birinin beni sevmesine ihtiyacım vardı. Ama beni duyan yoktu bu dünyada, evrende. Kimse, hiçkimse beni duymuyordu. İçimdeki çığlıkları duymuyordu. Ama duyuracaktım. Onların pis sevgilerine ihtiyacım olmayacağını gösterecektim. Bu düşüşün kalkışı olacağını söylediğimde dalga geçiyorlardı. Ben kalkınca korkaklıktan geriye adımlayacaklardı. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu sefer ‘asla’ yoktu. Çünkü hiç bir zaman eskiye dönüp mutlu kız çocuğu rolünü oynamıyacaktım. Bugün yeniden doğdum. Mührümü kendi zihnimde kırdım ve hayatıma devam edeceğim. Kötü zihinleri yok edecektim. Onlar bana acıyacaklardı ama ben asla acımayacaktım. İçimdeki acıma duygusu yok olmuştu. Bu duyguyu da yok etmişlerdi. Ama ben onların sadece duygularını yok etmeyecektim. Önce acı çekecekler sonrasında ise yok olucaklardı. Ruhları bile evrende olmayacaktı. Ben durmayacaktım. Acımı, hıncımı, açlığımı doyuramadıkça durmayacaktım. Eğer bir gün birisi bana bu sis gibi olan, gözükmeyen aşkın ne olduğunu öğretirse işte o gün o kız çocuğu hayat bulacaktı. Bu benim kendi medeniyetime ve haysiyetime olan ebedî sözüm olacaktı. Dakikalardır durduğum suyun altında boğulmaktan kaçmıyordum. Son saniyelerimide geride bırakıp suyun altından çıktım ve suyu kapattım. Duşakabinde hızlı adımlarla çıkarak duvara asılı olan bornozumu aldım ve vücuduma sardım. Yaralarımı sararcasına... Aynaya doğru yaklaşarak kremlerimden yüzüme karışık şekilde sürerek adı ‘bakım’ olan rutini tamamladım. Hızlıca üşüdüm için banyodan çıkıp odaya girdim ve dolabıma yöneldim. Hızlıca günlük kıyafetlerimden birini çıkardım ve üzerine geçirdim. Kapıdan doğru dışarı çıktım ve merdivenlerden aşağı indim. Günde çok kez merdivenlerden iniyordum. Bunun nedeni zaten belliydi. Aşağıya indiğimde etrafa bakındım. Yine klasik kimse yoktu. Telefonuma gelen mesajla hızlıca telefonuma baktım. Arayan kişi Beste’ydi. “Alo?” dedim soğuk sesimle. “Lâlinsss hi! Konum atıyorum bizimkilerleyiz hemen gel.” Dedi ben daha cevap vermeden “itiraz yok.” Dedi ve telefon yüzüme kapandı. Bu da neydi şimdi? ... Direk olarak üstüme mont aldım ve kapıdan çıktım. Attığı konum bir evi işaret ediyordu. Hepiniz efkarımıza davetlisiniz. Direk olarak üstüme mont aldım ve kapıdan çıktım. Attığı konum bir evi işaret ediyordu. Madem efkarlıydım o zaman bu bir efkar partisiydi, benim için. Sokakta bizimkilerin kullanmadığı uzun yıllardır sokak lambasının altında kalan arabaya doğru yaklaştı ve kapısını kendisine doğru çekerek açtım. Sürücü koltuğuna binerek arabayı çalıştırdım ve ona atılan konuma doğru sürdüm. Konuma yaklaştıkça çoğunlukla gece Mekanları karşıma çıkıyordu. Bunun sebebinin konumdaki yerin de bu mekanlardan biri olduğunu anlamam fazla geç sürmedi. Arabayı kaldırımın ke arına park ederek mekandan içeri girdim. İçki kokuları havada uçuşuyordu. Yüzümü kıvırarak elimle burnumu kapattım. Bu konu çok kötüydü. Çünkü kokan şey tek alkol kokusu değildi... Vücutların birleşmiş halinin kokusuydu. Yüzümü ekşiterek bizimkileri aramaya çalıştım. O kadar fazla insan vardı ki onları bulmak imkansız gibiydi. Barmenin olduğu yere doğru ilerleyerek barmene “sarışın birisini gördünüz mü? Yanında 2 kız ve 3 erkek de vardı” dedim. Barmen gözlerini etrafta dolaştırarak bana döndü “şurdaki masayı görüyor musunuz? Onun arkasındaki masadalar.” Dedi. Kafamı sallayarak “teşekkürler.” Dedim. Barmenin yanından uzaklaşarak bizimkilerin olduğu masaya doğru yürüdüm. Onlar şarkının ritmine göre dans ederken kendilerinden geçmişlerdi. Ben de onlara katılarak vücudumu ritme uydurdum. Her şeyi anın akışına bıraktım. Vücudumun kıvrımları kendini belli ederken saatler geçmiş gibiydi. Hafif ara vererek içkilerden yudum yudum içerek geri sahneye geldim ve Nida ile beraber şarkıya ritim uydurduk. 𝖳𝖺𝗆𝖺𝗆𝖾𝗇 𝗋𝗂𝗍𝗆𝖾 𝗎𝗒𝖽𝗎𝗄 𝗏𝖾 𝗏𝗎̈𝖼𝗎𝗍𝗅𝖺𝗋ı𝗆ı𝗓 𝗌̧𝖾𝗄𝗂𝗅 𝖺𝗅𝗆𝖺𝗒𝖺 𝖻𝖺𝗌̧𝗅𝖺𝖽ı. O sıralarda üstümde olan bakışları hissediyordum ama bakışların sahibine bakınca duraksadım. Bu kayaydı. Gözlerimi sarhoş olduğum için kırpıştırırken gerçek olduğunu anladım. Nasıl bu kadar sahte gözüküyordu? Yoksa gerçekten bu bakışları sahtemiydi? ... 1 gün sonra 31 aralık 2021 Sabahın köründe Berke’nin horoz tepme alarmıyla uyandığımızda kapılardan dışarı bakmıştık. “Ne oluyor?” diye soran Beste’ye “Berke horon tepiyor sabahın köründe ne olacak?” diyerek odama geri girdim. Diğerlerinin de girdiği sessizlikten anlaşılıyordu. Banyoya girdiğimde dünden kalma öcü cadısı makyajımı görünce geriye doğru sıçradım. Tabiki makyajımı silmeyi unutmuştum. Sıvı sabunla ölü malzemelerden kurtularak pamuk su cildini gördüğümde rahatlayarak nefes verdim. Saçımı hızlıca tarayıp dolabımdan üstüme gri sweatshirt ve altımada siyah kargo pantolan alarak yatağın üstüne koydum. Mikimaus’lu çorapkarımı agyağıma geçirerek üstümdeki pijamaları çıkardım. Dolaptan çıkardıklarımı giyerek aynadan kendime doğru baktım. Uzayan saçlarımı kesmek için güzel bir gün gibiydi. Her şey gibi bunun da zamanı gelmişti. Saçımı kesmeyi akşama erteleyerek laptobumu elime aldım ve odadan çıktım. Saat 12.56 olmuştu. Üniversite giriş saati 13.30’taydı. Geç kalmayacaktım. Merdivenlerden inerken acı kahve kokusu burnumdan içeri girerek ciğerlerime ulaştı. Bu güzel kokuyu yapan kişi Mahur dan başkası olmamalıydı. Mutfağa girerek Mahur’un yaptığı kahvelerde göz attım. 3 tane kahve vardı ve şu an evde 3 kişi vardı. Bizi önemseyen kahvecimiz bizi unutmamıştı. “Gel bu senin kahven.” Dediğinde onaylayarak tezgahtan karton bardağı alarak içtim. Hızlıca kafama diktiğimde Mahur “kahveden anlamayan insanlara kahve yapıyoruz.” Diye mırıldanıyordu.Gülümseyerek karton bardağı aldığım yere koydum ve “ben kaçar.” Diyerek kendimi kış soğunda dışarı attım. Sokaklar benim evim gibi sıcak gördüğünm bir yer olsada düşman kaynardı. Sokaklara bile güvencim yoktu ve her yolun çıkışı bir çıkmaz sokak kadar güvensizdi. Küçükken sokakta oyun oynayanlara heveslenip onlarla oynamak isterdim ama yönetici buna izin vermezdi. Çoğu kez para dikendirirdi veya insanlara dönüşmeye öğrettirirdi. Bu görevleri yerine getiremeyenleri bir daha göremezdik. Bir bina vardı bizim sokağın arkasında geceleri çıklık sesleri yükseliyordu. Ama kimse neden çığlık atıyorlar diye sormuyordu. Herkes biliyordu, bunu soran kişi aynısını yaşayacaktı. Benim çocukluğum o binanın girişinde arkadaşımı yaralı ve her yerini kanla gördüğümde bitmişti. Sevgi dolu bakışlarım yerine nefret dolu bakışlarım yerleşmişti. 75 kişi arasında 74’üncüyken bir anda çocukluğumun kapana sıkışması ile 1. Olmuştum. Ama kimse bilmiyordu. Öfkeli bakışlarımın nedeninin kendime olan öfkem olduğunu ve bu öfkenin dinmeyeceğini bilmiyorlardı. Güvensiz sokaklara güvenerek yeni bir hata yapıyordum. Hataların en sevdiğim yanı ise doğruları öğretmesi olmuştu hep. Doğruları en iyi yöntemdir hata. Hatasız kul olmazdı. Hata yapmama lüksü diye bir şey olmazdı. En çok böyle düşünenler hata yapardı. Hatanın asıl amacını bilmeyerek ve öğrenmeyerek... Sokaktaki her adımım bir öncekinden hızlı atılırken çevremdeki insanlar da benim yürüdüğüm yere doğru yürüyorlardı. Üstüne üstüme doğru gelindiğini hissetmemeye çalışsamda beynim buna engel oluyordu. Daralıyordum sanki, bir şeyler beni suyun içine itekliyordu. Boğuluyordum. Sokağın diğer ucunda durarak ellerimi boğazıma doğru götürdüm. Hiçbir şey yoktu ama nasıl bu kadar boğuluyor gibi hissediyordum? Kendime gelmeye çalışarak üniversiteye doğru yürüdüm. Sınıfa girerek telefonumu elime aldım ve bir şeyler karıştırmaya başladım. Bomboş gibi duran ekrana bakarken birinin aramasıyla yerimden sıçrayacak gibi oldum. Etraftakiler ok gibi bana bakarken aramayı açtım ve “efendim?” dedim. “Roza! Acil eve gelmen lazım! Rıza görev verdi!” dediğinde ayağa kalktım ve hızlıca çantamı alarak sınıftan çıktım. Koridordan koşarak çıkarken kayayı gördüm ama daha hızlı koşarak eve kadar ilerledim. Kapıyı tıklattığımda kapıyı açan kişi Arendi. İçeri hızlıca girdiğimde etrafa bakındım. Rıza koltuğun sol köşesine oturmuş kafasını bana çevirmişti. Karşı koltuğunda ise Kıvanç vardı. Kıvanç’ın bakışları da bana dönerken “ne oluyor?” dedim. “Neden geldin bu saatte?” diye ekledim. “Burası benim de evim Roza Ilgın. İstediğim zaman gelebilirim.” Dedi. Lafını fazla kâle almamaya çalışarak “sıradaki görev ne?” diye sordum. “İşte tam bunu sormanı bekliyordum.” Diyerek elini havaya kaldırdı ve beni gösterdi. Mahur Rıza’nın eline dosya bıraktı ve Rıza o dosyayı bana doğru uzattı.Dosyayı elinden alıp ilk sayfalarını karıştırmaya başlayınca ela gözlü bir adamın profili gözüme çarptı. Efe Ergil. Bu isim tanıdık geldiği gibi yaşıda benimle aynıydı. Bu oydu. Çocukluğumdan kalma çizdiğin sebebiydi. Dosyanın sayfasını çevirince birisini daha gördüm. Ege Ergil. Efe’nin meşhur ikizi. Bu ikisinin kara listeye alınmasının nedeni ihanet etmesiydi. Gerçekten ihanet etmişmiydiler? Yoksa bu da oyunun bir parçası mıydı? Buna Şah ve mat karar verecekti. Şah olmadan mat, mat olmadan da Şah olmazdı. Bu oyunun sonu kötü bitecekti, gerçek kötü ortaya çıkacaktı. İnsanlar deliye dönecek çıkış yolu arayacaktı. Sadece kötü olan insanlar bunu yaşayacaktı. Ve ben tam o anda gözlerimi kapatacaktım. Karanlığa doğru bir yelken, tekrardan bir dirilişe yok açacaktım. Bunun sebebini arayanlar uçan kuşa bile haber salamayacaktı. Ben kendimi gösterecektim. Onlar bana acıyacaktı ama içimdeki mühür ve ruhum acımayacaktı. Onlara acıyacaktım çünkü geçmişlerinin izini öne çıkaracaktım. Bu benim varoluşumdu. Bu varoluş tekrar hüküm bulacak ve ceza asıl sahibini bulacaktı. Suç ve ceza olarak ilk defa hüküm giyecektiler. Bu hüküm bir yaşam teorisi değildi bu bir ölümdü. Ölümlerin kokusu, adaletin korkusu hükümle sonlandırılacaktı...
|
0% |