Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7|AŞIKLAR DİYARI +18

@dazaydes

Birine aşkınızı itiraf ettiğinizde ne hissedersiniz?

Ben kendimi çok garip hissettim. Sanki bir aşıklar diyarında yaşamaya başlamış ve olabilecek her şeyi boşvermiş bir insana dönüşmüş gibi hissettim. Ama değişik olan tek şey hisserim değildi. İçimdeki arzu daha çok artıyor ve onu daha çok istiyordum... bu ise beni aşk kadınına dönüştürüyordu...

Az önce söylediğim sözler Kıvanç'ın gülümsemesine neden olmuştu?

Anlamaz gibi bakarken dudakları dudağıma yaklaştı ve dudakları dudaklarıma değdiğinde bekledi. Benden izin istiyordu...

Ona vakit vermeden vücudunu ellerimle sararak dudaklarımı içine sızması için açtım.

Hızlıca ve tutkuyla beni öperken bacaklarımı ona dolayarak "Burada olmamamız uygun değil, her an basılabiliriz" dedim. Kafasını sallayarak benimle beraber yukarı çıktı. Hâlâ ona yapışıktım ve onun odasına girdiğimizde beni usulca yere bırakarak öpüşmemizi yarıda kesti. Ellerini izlerken kapıyı kilitledi ve anahtarı rastgele bir yere fırlattı. Ardından

bana doğru dönerek beni duvara yasladı. Elleri kalçamda dolaşırken kalçamı hareket ettirip ritme uyuyordum.

Ellerim omuzlarını sıkarken ayaklarımı kaldırarak onunla yarım kalan öpüşmemizi devam ettirdim.

Elleri çenemden tutarken bir anda kıyafetimin askılarına kaydı ve kıyafetimi üstümden çıkarak başka bir yere fırlattı. Bende onun tişörtünün eteklerinden tutarak yukarı çektim ve yere bıraktığımda kaslarını izlememe vakit bırakmadan beni kaldırarak yatağa bıraktı.

Ellerim omuzlarını tutarken bir eliyle ellerimi yukarıda sıkıca tutarken beni daha tutkulu öpüyordu.

Dudakları boynumdan aşağı öpücükle ilerlerken göğüsümde mola verdi ve bir eli sırtımdan sütyenimin düğmelerini açtı.

Sütyenimin sıkılığı gittiğinde rahatlarken sütyeni ellerimden yukarı atarak tekrar ellerimi sıkıca tuttu. "Seni," dedi dudakları göğsümde dolaşırken "çok seviyorum" dedi ve ardından dudakları sert bir şekilde göğsümün ucunu tuttuğunda "ahhh" diye inledim. İnlememden zevk almışçasına göğsümü yaladı.

Bu dakikalarda kendimi çok zor tutuyordum.

Altımdakileride çıkardığında onun karşısında çırılçıplak kalmıştım. Duraksayarak kendi pantolonunu çıkardı ve ardından boxerini de çıkararak aletini iki bacağımın arasına bastırdı.

"Ahhh!" Dedim zevkle, daha fazlasını istiyordum. "Kıvanç!" Dedim bana daha fazla bastırdığında. Geri çekilerek dudaklarını kadınlığımda dolaştırarak beni daha fazla çıldırtıyordu. "Yap!" Dedim sonunda. "Yap!" "Kıvanç! Ahhh!" Diye inliyordum. Daha fazla dayanamıyordum. Kıvanç'ın yüzüne baktığımda gülümsüyordu "zevk mi alıyorsun?" Dedim zorlukla. "Evet." Dedi ve aleti hızlıca içime girdiğimde zevkle inledim. "Kıvanç! Daha hızlı!" Diye bağırırken o içimde git gel yapıyordu. Daha sert yaparken zevk alıyordum...

Uzun süre devam ettiğinde ikimizde yorulmuştuk ve dudağıma bir öpücük kondurup yanıma yattı. Yorganı ikimizin de üstüne örterek ona sarıldım ve gözlerim kapalı tutarak uyuyor numarası yaptım.

Güneş havaya karıştığında uykuya daldım...

+18 sahne bitmiştir.

...

Öğlen saatlerinde uyandığımda gözlerimi açtım ve etrafa baktım. Yanımda Kıvanç yoktu. Yataktan doğrulduğumda komidine bırakılan kıyafetleri giyindim ve ardından yeni gördüğüm notu okudum. 'Kahvaltı hazırlıyorum, üstünü giyinip aşağı gel.' Kapıya doğru yürüdüm ve kapıyı açıp koridora doğru dikkatlice baktım.

Hızlıca çıkıp merdivenlerden aşağı doğru indim. Mutfağa girerek ses çıkarmadan elimle Kıvanç'ın omuzuna dokunduğumda "günaydın!" Diye bağırdım.

Bana doğru dönerek gülümsediğinde masadaki kahvaltı sofrasını işaret etti ve "otursana," dedi.

Kahvaltı sofrasına bakarak "Ooooo, ne güzel bir kahvaltı. Eskiden hiç böyle bir kahvaltı gördüğümü hatırlamıyorum." Dedim ve sandalyeyi kendime çekerek oturdum.

"Dün geceden sonra artık buna alış." Dedi bana doğru gülümseyerek. Kafamı iki yana salladığımda aklıma bizimkiler geldi. "Bizimkiler nerede?" Diye sordum.

"Onlar mı? Onları gönderdim." Dedi gülerek. "Nereye?" Dedim ve kahkahası güçlerken "bizi balayında bırakmaları için onları göreve gönderdim yarın akşam anca gelecekler." Dedi ve o da sandalyesini kendine doğru çekip oturdu.

"Ciddi misin? Gerçekten sen, onları gönderdin? Bir de görev için, bir dakika! Balayı?" Dedim duyduklarımı anca izah edince elimi ona doğru uzattım ve "ne zaman evlendik?" Diye sordum.

"Ah, yanlış anlaşılma. Henüz evlenmedik fakat seninle bir gece daha geçirmek isterim." Dedi.

"Abartma! Hem eminim ki benim daha önemli işlerim var! Düşman kapıda yatıyor sonuçta!" Dedim ve kahvaltımı yaptım. Kahvaltımı yaptıktan sonra odama çıkarak üstümü değiştirdim ve ardından uzun zamandır gitmediğim okula doğru yürüdüm.

En son ne zaman okula gitmiştim? Bir ay önce? İki ay önce? Ah, hatırlamayacak kadar balık hafıza olabilirdim. Okulum kapısından içeri doğru girerken etrafa bakınmaya devam ettim. Okulun bahçesi gelmediğim uzun zamanda oldukça değişmişti... okulun bahçesine dekor amaçlı bir havuz eklenmişti. Bu yıl mezun olacaklara üzülüyordum...

Hayatım entrika ile geçmişti fakat artık buna bir son vermeliyim diye düşünüyordum, daha nereye kadar aksiyonla yaşayabilirdim ki?

Mutlu bir aile oluşturmak benim için en iyi seçenek olabilirdi...

Kıvanç ile yaşayacağım dolu dolu bir hayat...

Hayali bile insana rahatlık,mutluluk,huzur veriyordu...

Cebimdeki telefon vücuduma titreşim verdiğini fark ettiğimde ellerimi cebime sokarak telefonu elime aldım ve arayana baktım...

Berke...

Telefonu hemen açtım ve kulağıma dayadım. "Lâlin... hemen buraya gelmen lazım!" Dedi Berke gürültülü bir sesle. "Ne oldu? Neredesiniz?" Dedim hızlıca geriye doğru koşarak. "Evdeyiz Timur... o burada!" Dedi.

Hızlıca koşmaya başladım. Sanki sonum olacakmış gibi koşmaya başladım...

Evden fazla uzaklaşmadığım için hızlıca varmıştım.

Evin önünde siyah bir Mercedes vardı. Bu demek oluyordu tek kişi değillerdi.

Evin içine girdim.

Timur silahını bana doğrulttu. Etrafıma baktığımda onu gördüm. Bakışları sakın ölme der gibiydi.

Silahın kurşun sesi geldiğinde korkuyla Timur'a karşı baktım. Silah sesi patlamıştı ve etrafa kan fışkırmıştı. Fakat bu kan bana ait değildi...

Önümde duran adama baktım. Onu sıkıca tutarken ellerim kana bulaşmıştı. Yanıma hızlıca Aren geldi. Kıvanç'ı Aren'e teslim ederek Timur'a yaklaştım.

"Sen... hayatının en büyük hatasını yaptın, Timur. Seni asla yaşatmayacağım..." dedim ve silahını elden düşürterek silahla kafasına vurdum.

Kafasını tutarken silahı onun kafasına doğrulttum. "Buna bir son gerekti Timur. Ya sen ya ben... ikimizden biri artık adaya veda edecek." Dedim ve az öncenin yaşanan olayların siniriyle ,korkusuzca tetiği çektim.

Kurşun kafasını delip deşip duvara geçti...

Ve Timur adaya veda etti.

Bu mutlu son değildi.

İyi de değildi.

Yere düşen Timur "sen..." dedi. "Hayatımda gördüğüm en cesur kadınsın." Ve daha sonrasında gözleri açık bir şekilde havaya baka kaldı.

Böyle bir vedayı bende istemezdim. Ama buna mecburdum...

Bu hikayede yanan da Timur oldu.

Aren titremeye başladığında üstümdeki hırkayı onun sırtına koydum ve Berke'ye "onu buradan götür." Dedim. Ardından ise Kıvanç'ın yanına eğildim.

"Dayanırsın değil mi?" Diye sordum. Gözleri hafifçe kapandı ve tekrar açıldı. O an açmayacak, bana veda bakışı yapıyor zannettim. "Tüm dünya duysun..." dedi çıkan son sesiyle. "Lâlin Roza benim kız arkadaşım." Dedi ve gözleri kapandı.

İçerdekiler bana baktı.

"Önceliğimiz bu değil!" Dedim ve hemen ambulansı aradım "******** mahallesindeyiz acil gelin,lütfen." Dedim ve kapattım.

Kıvanç kollarımın arasından kayarken gözlerimden bir damla dudağına döküldü...

Onun kalbi benim kalbim için değerliydi. Hiç olmasa bile, sevgisi yeterdi.

Onun sevgisi sadece bana değil evrendeki herkese yetecek kadardı. Ama artık bana o güzel gözleriyle bakabilecek miydi? Yaşayacak mıydı? Yine bana bakacak mıydı? Sadece beni sevecek miydi? En önemlisi, yaşayacak mıydı?

Onun yaşamasını istiyordum.

Sabırla beklediğim dakikaların sonunda sokağa giren ambulansın sesi kulaklarımda çınladığında ayağa kalktım ve Mahur Kıvanç'ı kucağına alarak ambulansa kadar taşıdı. Ambulansın kapısı açıldı ve Kıvanç sedyeye yatırıldı.

Yanına hızlıca geçerek sol elini tuttum. "Dayan," dedim fısıltıyla. Hâlâ yaşıyor olması bile bir mucizeydi. Bana verilen bir mucize. Bu mucizeyi iyi kullanacaktım.

Hastaneye vardığımızda Kıvanç aceleyle ameliyata alınmıştı. Ameliyathanenin önünde çömelip otururken "niye koltuğa oturmuyorsun?" Sesiyle irkildim. Gelen Mahurdu ve elime bir süt uzattı. Muzlu süt, en sevdiğimden.

"Kıvanç o." Dedi. "Elbette yaşamak için bir sebep bulacaktır, Kıvanç'ın kız arkadaşı." Dedi gülerek. Sırtına vurdum ve ayağa kalktım. "Böyle bir durumda bile nasıl böylece şakalar yapabiliyorsun, aklım şaşırıyor." Dedim. Gerçi ben her şeye iki türlü bakan bir insandım ve bu benim için normal bir şeydi.

"Üzülme!" Dedi tekrardan gülerek. O sırada muzlu sütümden bir yudum aldım...Saatler geçip giderken ben sadece bir umut bekliyordum. 5 saattir burada oturmuş bir umut bekliyordum. Sonuçta umut yiğidin bahçesiydi…

Arada Mahur yanıma geliyordu yarım saat durup evdekilere bakmaya gidiyordu.

Fakat içeriden hâlâ bir ses çıkmıyordu…

Beş saattir umudum gittikçe tükensede ameliyathanenin kapısı açıldığında ayağa kalktım ve ilerledim. Sedyeye yatırılmış Kıvanç’ı gördüğümde gülümsedim. Yüzünde örtülü bir bez parçası yoktu. Bu bile benim için bir umudun sonucuydu, Kıvanç yaşıyordu. Az önce doktoru ile konuşmuştum. Doktoru yoğun bakımda kalmasını gerektirecek bir durum olmadığını ve normal odaya alabileceğimizi söylemişti.

Az da olsa yaşamıştı ve bizim için hâlâ bir umut vardı...

Umut benim ağacımın büyümesiydi, umut benim yaşam amacımdaydı. Umutsuz bir hayat hayal edemezdim. Her zaman, her saniye bir şeyler için umut edip dururdum. Çoğu gerçekleşmezdi ama en önemlisi bugün gerçekleşmişti.

Kıvanç yaşıyordu. Ve ben buna umudun kabulü derdim.

Bu umudun kabulüydü.

En önemli umut; sevdiğim adamın yaşaması, bugün umudum gerçekleşmişti.

Kıvanç normal odaya yerleştiğinde sandalyeyi yatağına doğru çektim ve oturdum. Ellerim ona doğru uzandı ve saçlarına kaydı. Gülümseme belirtirken dudaklarımda, gözlerimden bir parça eline düştü. O an hissetmişti sanki, eli yana doğru kaydı. Bu bile bir umuttu. Benim içinde olan ufak bir umut.

Diğer elim ile gözyaşlarımı sildim, burnumu çektim.

Sol elim onun saçında dolaşırken kıvırcık saçlarının ne kadar uzadığını fark ettim. Kıvırcık saçlarının uzun olmasını sevmediği için haftada 2 gün saçını kesiyordu, ona söylemeye vaktim olmamıştı. Kıvırcık saç ona çok yakışıyordu.

Yakışıklıydı zaten, fakat kıvırcık saçlı hali ile daha da yakışıklı oluyordu.

Gözlerim odada dolaşırken kamera olmadığını fark ettim, o kadar dikkatli olmaya çalışıyordum ki… Bu kadar dikkatin arasında Timur’un eve gelip ateş açacağını anlayamamıştım.

O kadar çok dikkatliydim ki Kıvanç’ın kurşunların üzerine atlayacağını tahmin edememiştim.

Kaderinin önünde diz çöken bir köle gibiydim her zaman, sadece kadere mahkumdum.

Kader beni tutsak etmişti ölüme. Yazılıydı kaderimde. Ne çare ne ilaç, en fazla 1 yıl dayanır gönlüme…

Kalbim benim kırık dökük çarpıntımla doluydu. Gözlerim ise aşık olduğu adama bakarken dolmuş bir insandan farklı değildi.

Hala ona bakarken elleri saçında olan elimi tuttu ve ileri doğru götürüp iç içe geçirdi. “Kıvanç?” Dedim büyük bir heyecanla ve umutla. “Kıvanç?” Dedim tekrardan ve gözleri açıldı. “Beni korkuttun!” Dedim ve umursamaz biçimde bana bakarken “ sen de beni korkuttun kaderimde yazılı kız.” Dedi. Sinirle ona baktım. “Neyini korkuttum? Bir dakika!Kaderimdeki kız derken?” Dedim.

Gözleri bana kaydı ve hastane kıyafetinin cebine indi eli. Cebinden çıkan kare kutuyu açtı ve bana doğru uzattı.

“Sayın Lâlin Roza Ilgın, benimle evlenip mutlu bir hayat geçirmek ister misiniz? Ya da direkt şunu istemeliyim senden.” Dedi ve bana doğru dikkatle baktı. “İsteyebilir miyim?” Diye sordu, hızlıca kafamı sallayarak onu onayladım.

“Benim için şu yüzüğü parmağınıza takar mısınız hanımefendi?” Diye sordu. Kafam karışırken “sizin için şu yüzüğü parmağıma takabilirim beyefendi.” Dedim ve kutudaki yüzüğü alıp yüzük parmağıma taktım.

“İsteğiniz yerine geldi mi, Kıvançtatlıtuğ?” Diye sordum gülerek. “Geldi,” dedi Kıvanç. “Senin olduğun her yerde istediğim her şey oluyor kaderimdeki kadın.” Dedi ve hastane yatağında oturur pozisyona geçti.

“Sayın kaderimdeki kadın, benimle evleneceğinize sanırım o kadar mutlu olmadınız?” Diye sordu.

“Hayır!” Dedim heyecanla.” Kafamı iki yana salladım. “Mutluyum ama bir o kadar da üzgünüm kaderimdeki beyefendi. Daha yeni uzun süren bir ameliyattan çıktın ve bana neden mutsuzsun diyorsun hayvan!” Diye bağırdım. Bağırışımla yerinden sıçrarken “ödümü kopardın.” Dedi.

“Sen benim ödümü az kalasın öperken koparıyordun oysaki.” Dedim şeytanca.

“Ben yine iyi yaptım.” Dedim ve kendimi savundum. “Benden iyisini bulamadığınız için bana evlenme teklifi eden sendin Kıvanç.” Dedim parmağımdaki yüzüğü işaret ederek hatırlatma yaptım.

“Bilseydim yapmazdım ya…” dedi. Elimle masadaki elmadan birini ona doğru fırlattım.

Seni unutamayacaktım sevdiğim adam…

Ölümün gelse, seni ve beni ayırsa seni yinede unutamayacağım kaderimdeki adam…

Sevdiğim adam.

Seni gerçekten seviyorum, ama sana bunları söyleyebilir miyim? Kalbimi diğer insanlar gibi kırar mısın sen de?

Sana güvenebilir miyim kaderimdeki adam?

Çalmadığım kapı kalmamıştı, küçük kız çocuğu imkansız bir çizgide dikili kalmıştı. Kimse, kimse onu kurtarmaya gelmemişti. Peki sen, sen beni kurtarmaya gelir misin kaderimdeki adam?

Beni her zaman bir saniye önceden daha fazla sever misin kaderimdeki adam?

En çok ihtiyacım olan şey sevgi. Hayatımda para ile satın alamayacağım şey de sevgi kaderimdeki adam.

Kaderimdeki adam. Söyle bana mutlu son var mıydı benim hayatımda…

Az önce ettiğimiz kavgalara rağmen hâlâ normal bir insan gibi konuşabilirdik. Bu bizim gizli silahımızdı. Küsmüyorduk, küsemiyorduk. Yasaktı. Yasakları çiğnememizde yasaktı.

Her şey yasaktı bize.

Peki neden hâlâ birbirimizi seviyorduk?

Bunun adı aşktı, fakat böyle değil. Sevgi benim göremeyeceğim, yasak olan bir şeydi. Nasıl olurda kuralları çiğnerdim?

Nasıl olurda çiğnerdim kuralları?

Bir yakışıklı adamın gülüşüne kapılmıştım. Beni seven ve benim için her şeyi karşısına alabilecek bir adama kapılmıştım... Hikayenin sonunda mutlu bir son yoktu. Bu biraz da olsa sonucu değiştirmeyecekti. Birkaç yıl mutlu olacaktım, peki sonra? Sonra tekrar bir savaş çıkmayacak mıydı?

Tekrardan ölmek ile karşı karşıya gelmeyecek miydim?

Hâlâ bir bebek gibi aşkla yaşamayı mı düşünüyordum? Ne kadar aptal olabilirdim? Sorularımı bile kendim cevaplayamayacağımı bildiğim halde kendime soruyordum.

Bir bebek değildim, gerçekleri en ince ayrıntısına kadar görebiliyordum. Fakat bu sefer yaşam ile ölüm arasındaki noktada dikili kalmıştım. İki seçenekte birbirinden cazipti.

"Ben gidiyorum," dedim ve ayağa kalktım. Nereye der gibi baktığında "uzun süredir hastanedeyim ter kokuyorum, tabii sen zaten koku alamadığın için..." dedim gülerek.

"Abartma, senin her kokun bana güzel kokuyor." Dedi. Kalbimden vurulmuş gibi yaparak yere eğildim. "Ahh! Bayım, beni kalbimden vurdunuz..." gülerek kapıdan çıktım ve hemşireye uzun süre Kıvanç'ın yanında olamayacağımı haber verdim.

Kesinlikle eve gittiğimde Kıvanç'ın yanına Berke'yi yollamayacaktım. Adamı kantulum hastası edecekti ama hiç yoktan yine iyiydi.

Eve taksiyle hızlıca gidirek koşarak terli üstümü değiştirdim ve Berke'nin odasına daldım. "Berke!" Dedim. "Ne yapıyorsun öyle sen?" Telefonunu elinden çektiğimde bir kızla mesajlaştığını gördüm. "Oooooooo!"

Berke 'ver o telefonu' bakışı atarken mesajları okumaya başladım. Yarın meşgul musun? Benim eve gel. Tam anlamıyla sevgili yapmıştı. Klavyeye basarak yarın meşgulüm,sevgilim. Yazdım ve telefonu kapatarak Berke'ye uzattım.

Attığım mesaja bakıp konuşacakken "shhhh! Çabuk hazırlan Kıvanç'ın yanına, go go go!" Dedim ve onun odasından çıktım.

En sonunda kendi odama girdiğimde yatağa yaslandım. O kadar çok uykum vardı ki...

Bu yıl o kadar çok şey yaşamıştım ki, daha neler yaşayabilirdim diye düşünüyordum. Yaşayabildiğim kadarını, yaşayacaktım.

Ölmeye mahkum olsamda yaşamak için çabalayacaktım.

En azından çaba göstermiş olacaktım. En önemlisi bir aile kurmaya çalışacaktım. Bir kızım olsun isterdim. Annemin bana yaptığı gibi değil, kızımı asla terk etmezdim. Edemezdim.

Bir kızım olsa, onun için kendimi feda ederdim.

Kötü bir insan olabilirdim, milyonlarca insanın katili olabilirdim ama kızını terk eden bir anne olamazdım. Annem gibi yapmazdım.

Gözlerimi sıkıca kapadım, ellerimi yavaşça gevşek bırakarak karanlığa doğru kucak açtım. Ve uzun sürecek bir uykuya daldım.

"🥀"

Saat geç olduğunda hava kararmıştı ve ben daha yeni uyanmıştım. Komidinin üstündeki telefonuma uzandım ve saate baktım, 01.00.

Gözlerim inanamaz gibi bakarken saçımı geriye topladım. Güne başlarken hafiften yüzümde bir tebessüm oluşturdum ve ayağa kalkıp yatağımı düzelttim.

Dolabıma ilerleyerek ince beyaz bir badi ve mavi kot pantolon giyindim. Yüzüme makyaj yapma gereği duymadan odadan çıktım ve Kıvanç'ın odasına girip dolabının kapağını açtım.Gri bir eşortman* elime aldım. Üstüne de siyah bir sweashort* aldım ve bir çantaya iç çamaşır da koyarak çantanın ağzını kapattım. Odasından çıkarak aşağı indim ve evdekiler uyanmadan kayboldum. Hastaneye geldiğimde derin bir nefes aldım. En son onunla görüşmemin ardından uzun bir süre geçmemişti, fakat ben uzun bir süre geçmiş gibi hissediyordum. Hastaneye ilk adımlarımı attım. Bir kargaşaya adımımı attım.

Kargaşaya adımımı atmıştım...

Hem de daha yeni atmıştım...

Kıvanç'ın odasına doğru ilerledim ve kapıyı tıklatıp içeri girdim. Kıvanç elinde telefonla karşındaki kişiyle konuşuyordu. "Evet, öyle olsun." Dedi ve benim geldiğimi gördüğünde "tamam, ben seni sonra ararım." Dedi ve telefonu kapattı.

"Hoşgeldin," dedi bana doğru dönerek. Gülümsedim ama ne olduğunu sorar gibi gülümsedim. "Bir şey olduğu yok." Dedi. "Peki o zaman, bu seferlik inanıyorum sana." Dedim, getirdiğim eşyalarını ona doğru uzattım.

İlk baktı, jeton düştüğünde eline aldı ve yatağın bir kenarına koydu. "Teşekkürler," dedi. Etrafa bakınarak, "Bizim Berke nerede? Ben onu buraya göndermiştim." Dedim, kaşını kaldırarak "nerede?" Dedi benim sorduğum soruyu tekrar ederek. "Immm, yemekhaneye gitmiştir." Dedi daha sonrasında beni oyalamadan.

Kafamı salladım ve yatağın karşısındaki tekli koltuğa oturdum.

Bugün bunlarda bir iş dönüyordu ancak kötü Bir şey olmadığını düşündüğüm için kafaya pek takmayacaktım. İyi şeyler olmalıydı zaten diyerek kendimi oyaladım. "Eee," dedim. "Hazırlanmayacak mısın?" Diye sordum. Gözleri gözlerimin içine baktı ve haince gülümsedi. "Seve seve." Diyerek üstündeki hastane kıyafetinin eteklerinden tutarak yukarı kaldırdı. Tüm kasları ortaya dökülürken hâlâ gülümsüyordu.

Telefonumu elime aldım ve intagramda dolaşmaya başladım. Bu demek oluyor du ki kasları ilgimi çekmiyordu. Çekiyordu... Sinyali verdiğimi anladığımda sol dudağım yukarı doğru kıvrıldı. Gülmemek için kendimi zor tutarken hâlâ instagram reelslarında dolaşıyordum sesini biraz daha açtıktan sonra komik bir video karşıma çıktı. Gülmemiştim, bir daha kaydırdığımda "kondom!" Diye bağıran bir video karşıma çıktı.

Sayfadan hızlıca çıkmaya çalışıyordum ama nafile kırk yıldır donmayan telefonum nedense bugün donmuştu. Son çare telefonu kapattım ve cebime koydum. Ardından etrafa bakarken bir çift göz gözüme takıldı. "Verdiğin mesajı iyi anladım," dedi gülerek. "Komik değil." Dedim ve ayağa kalktım. " hazırsan çıkalım." Dedim.

Zaten ayaktaydı, kapıya doğru ilerlediğinde gerisinden ilerledim.

O çıkış işlemlerini kendisi hallederken ben bir koltuğa oturmuş onu bekliyordum. Kendi normal günlük hayatında taktığı çantadan kartını çıkardı ve işlemlerini hallettikten sonra yanıma geldi. "Tamamım." Dedi ve elini bana uzattı. Eline doğru kısa bir süre baktım ama daha sonrasında elimi eline sararak birleştirdim. Hastanenin asansöründen aşağı doğru inerken bağırış sesleri kulağıma geldi. "Duydun mu?" Diye sordum yanında duran Kıvanç'a. "Neyi?" "Bağırış seslerini."

Kafasını iki yana salladı. Asansör 2.kattan birinci kata indi ve daha sonrasında zemin kata indi. En sonunda kapı açıldığında asansörden hızlıca çıktım ve etrafa bakındım. Ardımdan Kıvanç peşimden geliyordu. Hastanenin kantinine doğru ilerledikçe sesler çoğalıyordu. Kıvanç'ta sesleri duymuş olacaktıki bana döndü. "Şimdi duydum." Dedi adımlarını hızlandırarak. İkimizde kantine doğru koştuk.

İçerideki bir sürü insan kaybolmuştu. Birkaç siyah takım elbise giyimli adam bir adamın etrafını sarmıştı. "Tatlıtuğunmmm beni kurtar." Dedi bir ses. Bu ses ortada duran adamın olmalıydı.

Bir dakika!

Bu Berke'ydi...

Daha olaylar yeni yeni başlıyordu fakat anlayamayacağımız kadar karışıktı... Oluşan kargaşanın içine doğru ilerledim ve Berke’nin yanında durdum.

Kulağına doğru yaklaşarak “ne oluyor?” Dedim hesap sorar gibi. Kafasını iki yana salladı “buradan gidin, hemen.” Dedi emir verircesine. “Az önce öyle demiyordun,” dedim. “Gidin. Adamı bir kere dinleyin!” Diye bağırarak beni ittirdi. Kıvanç’ın yanına doğru ilerlerken dengede durdum ve Kıvanç’a hastaneden çıkacağımıza dair işaret verdim.

Onunla beraber hastaneden çıkarken “noluyor? Senin haberin var mı?” Diye sordum.

Kafasını iki yana salladı, “haberim yok, ama Berke’yi ilk defa böyle görüyorum.” Dedi. Kafamla onu onayladım. “Kesinlikle, sanki daha farklıymış gibiydi. Ona ne oldu birkaç gün içinde?” Kafamı iki yana salladım, “Benim tanıdığım Berke bu Berke değil. Buna eminim, yıllardır hiç böyle olmamıştı.” Dedim.

Kaşlarım çatıldı “yoksa bir mafya işine mi bulaştı?” Olamazdır ya, o kadar da gerizekalı değildi Berke. Ayrıca mafya olsalardı o adamlar hastanede bunu yapmazlardı. Kimliklerinin ifşa olmasından korkuyorlardı.

Bu kişiler bambaşka kişilerdi.

Daha önce gördüğüm,

Ama hatırlamadığım kişilerdi.

Her ne olacaksa da sonucu yakında ortaya çıkacaktı. Bunun için dert yanmak istemiyordum. Yeterince derdim vardı zaten. Bir tane daha eklenirse dertten yaşayamayabilirdim.

“Düşünme.”Dedim kendime. “Sakın kötüyü çağırma.” Dedim yine kendime karşı.Eğer düşünürsem biliyordum, öleceğimi.

"🥀"

Hastaneden nihayetinde eve doğru varmıştık. Evdekiler bizi özlemle karşılamışlardı, özellikle de Kıvanç'ı.

Aren bana doğru yaklaştı ve işaret diliyle "seni özledim," dedi. Ona doğru yaklaşarak sarıldım. Uzun süredir görüşemiyorduk, bu bir özlem giderici sarılıştı. "Ben de seni özledim." Dedim ondan uzaklaşınca. Kafasını

salladı "umarım kötü olaylar sona ermiştir..." dedi buruk bir gülümsemeyle. Kafamı salladım, sanki gerçekten bitti der gibi.

"Yakında bitecek, biraz kaldı..." yalan söyledim. İlk defa Aren'e yalan söyledim. Ona ilk defa bir yalan söylerken bile rahattım... karşımdaki kişiyi çocuk yerine koyarak ona yalan söyledim.

İlk yalan söylemem değildi.

Fakat Aren'in yeri benim kalbimde farklı bir boyuttaydı. Ona yalan söylemezdim, yalan söylenmeyi hakedecek kadar kötü veya saf birisi değildi. Kötü birisi hiç değildi. Dışarıdan göründüğü gibi saf da değildi, sadece korkuları vardı. Korkuyordu, kimsesiz kalmaktan. Güvendiği kişileri kaybetmekten, korkuyordu. Onu bu korkusundan hiçbir şey vazgeçiremezdi. Daha öncesinde bunu yaşamış ve bir daha olacağını düşündüğü için korkuyordu.

Haklıydı.

Korkmalıydı, kimseye güven olmazdı. Kolay kolay birine güvenmemeliydi. Yoksa o kişide ondan vazgeçer ve onu daha fazla üzerdi. Üzülmek istemiyordu. Daha fazla üzülmek istemiyordu. Onu üzmeyen kişiler ise bizdik; Berke, Kıvanç, Mahur, Nida, Beste ve ben. Bize güveniyordu, gerçi bana güvenmemeliydi çünkü az önce ona ilk yalanımı söylemiştim. Devamını her an söyleyebilirdim.

Herkes uzun zamandır yapmadığımız, koltuklara yayılma olayını gerçekleştirmişti.

Herkes kendi yerini hâlâ unutmamıştı. Bu iyi bir şeydi. Biraz dinlenirken Berke elleriyle alkış başlattı. Anlamaz şekilde onlara bakarken Berke'nin alkış maratonuna Nida da katıldı. Ardından Beste ve Beste'nin ardından ise Mahur katıldı, en son Aren katıldı. Berke "bizden habersiz evlenme kararı alıyorsunuz... haberimiz olmaz mı zannediyordunuz?" Diye sordu. Kıvanç'a doğru döndüğümde kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu.

Kafamı iki yana salladım, "şimdi şöyle," elimi kaldırarak yüzüğü gösterdim. "Kıvanç bana evlenme teklifi etti, bende onu kıramadım." Dediğimde diğerleri kahkaha atarken Kıvanç sırıtıyordu.

"Gerçekten."

"Size evlenme teklifi gelmediği için kıskanmayın." Dedim ve Kıvanç'a dönerek 'sen de bir şey desene!' Bakışı attım. Gülerken "yakında Lâlin benim karım olacak, bunun hakkında fazla konuşulacak bir şey olduğunu düşünmüyoruz. Ayrıca Berke, sen telefonda kiminle 'aşkım,' diye mesajlaşıyorsun? İlk onun hesabını ver." Hepimiz koyun sürüsü gibi aynı anda Berke'ye dönerek gözlerimizi pörtlettik. Berke ortamı ısıtmaya çalışmak için "Efekan yapma oğlum gözün öyle kalıcak." Demişti ama hiçbirimiz bu şakayı yememiştik.

"Hesabını ver." Dedi Mahur sinsice gülerek... Berke'nin uzun süre konuşmasının sonucunda yeni sevgilisiyle 7 aydır sevgili olduğunu ve sevgilisinin adının Sare olduğunu öğrenmiştik.

Berke ile dalga geçecek bir konu bulduğumuzda o da bizimle dalga geçip konuyu örtbas ediyordu. Onun sevgilisi olmasına değil, sevgilisini bizimle tanıştırmaması ve bizim bundan haberimizin olmamasıydı. Nihayetinde ise Berke her zamanki gibi bizden gizli saklı yaptığı bir şeyi uzun süre saklamayı beceremedi.

Her zaman sakladıkları açığa çıkıyordu…

Akşam üstüne doğru evdekiler futbol oynamak için sahaya gitmiş ben ve Kıvanç evde tek kalmıştık.

“Bir şey içer misin? Ya da yer misin?” Diye sordum mutfağa girerken. “Senin tatlılığını yerim,” dedi tatlıtuğ “biraz ciddi ol,” dedim. “Acıktın mı?”

Kafasını iki yana salladı.

Aç değildi, ama kahve içmeyecek değildi. Kahve makinasını çalıştırarak dolaptan iki kahve bardağı çıkardım. Jacobs’u bardağa ölçülü bir şekilde koydum. Ardından iki bardağa da iki kaşık şeker koyarak makinede yaptığım kahveyi bardağa dökerek güzel kahvenin kokusunu içime çektim. Mis gibi kokan kahve kokusu ciğerlerimde dolaşırken bardakları elime aldım ve salona geçtim.

Kıvanç, “kahve yapmazsın zannetmiştim.” Derken “ne yani?” Dedim. “İlerideki kocama kahve de yapmaz mıyım?” Dedim gülerek. Kaşları havalanırken sol dudağı hafiften yukarı kıvrıldı, yüzünde tebessüm oluştu. Ona uzattığım kahveyi eline aldı ve aynı benim yaptığım gibi kokusunu içine çekti. Ardından gözleri açılırken “kahve kokusunu özledim,” dedi.

Normalde bir hastanın hastaneden yeni çıktıktan sonra hemen kahve içmesi doğru bir şey değildi fakat ikimizde kahve bağımlısıydık. Diğer insanlar sigara,alkol bağımlısıyken biz kahve bağımlısıydık. Farkımız buydu. Kendi kahvemi sol elime aldım, koltukta oturan Kıvanç’ın yanına oturdum. “Nişana gerek duymayacağımı biliyorsun,” dedim. “Kısa bir nikah en iyisi.” Dedim. Bana döndü ve beni onaylar biçimde kafasını salladı. Gözlerinin içine doğru bakarken o da benim harelerime bakıyordu. “Nikah için tarih belirledin mi?” Diye sordum. “Birkaç tarih var boşlukta ama bilmiyorum,” dedi. “ en iyisi, 17 Eylül.” Dedi. Şu an 14 Eylüldeydik. Başlangıçtan uzun süre geçmişti. “Öyleyse o tarihe al,” dedim. Elleri benim ellerimi arasına aldı yavaşça. “4 gün.” Dedi. Anlamaz bir biçimde ona baktığımda “tamamen birlikte olmamıza 4 gün var.” Dedi…

DÖRT GÜN SONRA

Hazırlıklar için kendi odamdaydım ve üzerimde beyaz bir gelinlik vardı. Boynumda inci tanesinden oluşan zarif ve küçük kolye vardı. Gerçi uzun zamandır benimleydi. Gelinliğim çiçek desenli ve belinde tülden bir kuşak vardı, beyazdı.

Yine tüllü çiçek desenli bir eldiven ellerimden dirseğime kadar uzanıyordu. Elbisenin askısı olmadığı için düz omuzlarım zarif bir şekilde ortadaydı. Göğsümün üstünde dolanan hafif tül göğüs çizgilerimi ortadan kaldırırken biraz alta doğru çiçek desenleri kendini belli ediyordu. Belimden aşağısında artık çiçek desenleri yoktu. Kuşağın birkaç santim aşağıdında olan tüllü çember şeklinde uzanan kısım gelinliğin devamıydı.

Saçlarımı açık bırakmıştım fakat gelinliğin zarif bir tülden yapılmış sade tacı başıma sabitlemiştik, saçlarımı maşa yardımıyla Beste lüle lüle yapmıştı. Aynaya karşı döndüm ve gülümsedim. Makyajımı Aren ve Beste yapmıştı. Bir kuaförde yaptırmama izin vermeyip 4 gün boyunca makyajımı onlar yapmak için istediğim her şeyi yapmışlardı.

Fondöten ile kapatılan yüzümü ardından pembe allıklar ile ölü gibi görülmekten kurtarmışlardı. Kırmızı tonlarında olan göz makyajımı sade olmaması için uzun bir eyeliner çekilmişti. Burun kontürüm bizzat Aren tarafından normalden biraz büyük burnumu küçültmek için yapılmıştı. Dudaklarımı ise kırmızı bir kalem ile çerçevelenmiş ardından kırmızı mat ruj ile süslenmişti. Kendimi hazır hissederken içeri Nida girdi. Hızlıca bakışlarını bana doğru döndürürken “Ooooo!” Diyerek beni etrafında döndürdü. “Gelin hanım nasıl olmuşsunuz böyle?” Dedi.

“Nasıl olmuşum böyle?” Dedim gülerek. Hepimiz kahkaha atarken Aren “çok güzel olmuşsun böyle” dedi. Kafamı salladım “sen daha güzelsin,” dedim.

Kendime tekrardan aynadan baktım.

Her halim ile güzeldim…

Nikah için yola çıktığımızda Kıvanç hâlâ beni gelinlikli bir şekilde görmemişti. Yolda trafiğin olmaması büyük bir şanstı.

Nikah salonuna vardığımızda yerlerimizi aldık ve Kıvanç ile göz göze geldim. Onu böylesine yakışıklı gördüğümü daha öncesinde hatırlamıyordum. Oysaki her gün onu görüyordum.

Yerlerimize geçtiğimizde nikah memuru buraya doğru gelirken Kıvanç kulağıma doğru eğilerek “çok güzelsin,” dedi. “Umarım güzelliğin başıma bela açmaz.” Gülmemi zor tuttum.

Nikah memuru sonunda yanımıza geldiğinde kırmızı defteri açarak mikrofonu eline aldı. “Sayın Kıvanç Karaca,” dedi. Kalbim hızlı hızlı atarken devam ederek “Lâlin Roza Ilgın ile evelenmek istiyor musun?” Diye sordu. Kıvanç ilk bana baktı daha sonrasında gülümsedi ve karşımızdaki diğer kişilere bakarak “Evet!” Dedi. Sıra bana geldiğinde nikah memuru mikrofonu yine eline alarak “sayın Lâlin Roza Ilgın, Kıvanç Karaca ile evlenmek istiyor musun?”

Etrafa bakındım, uzun bir süre bekledim ve ardından Kıvanç’ın bana yaptığı gibi ona bakarak tebessüm ettim. Nikah memurunun bana uzattığı mikrofona yaklaşarak “Evet!” Diye bağırdım. Bizi alkışlarken Berke’nin yüksek sesle gülüşlerini duyuyordum.

Nikah memuru son kez konuştu, “ben de devletin bana verdiği yetki ile sizi karı koca ilan ediyorum.” Diyerek bana evlilik cüzdanını uzattı. Ellerimi yukarı yaldırarak evlilik cüzdanımızı havada salladım. Ardından bir şey unuttuğumu hatırlayarak ansızın Kıvanç’ın ayağına doğru sertçe bastım.

Canı acımıştı ama canım acıdı demeden bana baktı.

“🥀”

Nikah sonrasında hava kararmaya yakın olduğu için bizimkileri eve bırakıp valizlerimizi alarak uçakla balayımızı geçireceğimiz Antalya’ya geldik.

Biz geldiğimizde hava kararmıştı.

Şimdi ise saat akşam 20.57 iken akşam yemeğimizi yemiş ve ortalığı toparlamıştık.

Şimdi ise o an gelmişti. Yanıma kahve alıp odaya geçtim ve gece lambasını yakarak Kıvanç’ın odaya gelecek zaman gelene kadar kitap okudum. Sonunda ise kapıdan içeri giren adım seslerini duyduğumda kahvemden bir yudum alarak sanki anlamamış gibi kitap okumaya devam ettim.

Yanıma yaklaşan Kıvanç, “bana kahve yapmadın mı?” Diye sordu. “Unuttum,” dedim yalan söyleyerek. “O zaman tadına bakarım,” dedi “kahvenin.” Dedi açıklamaya çalışır gibi ona kahve bardağını uzatmak için komidine bıraktığım kahveye yeltenirken hızlıca bir el belimi sararak yüzünü bana yaklaştırdı. Dudakları ise aceleci bir tavırda dudaklarıma dokunurken hırçınca beni öpüyordu.

Elimdeki kitabı alarak komidine bıraktı ve belimi daha sıkı kavradı.

KIVANÇ

+18 geri kalan sahneler.

Belini daha sıkı kavrarken yaptığım açgözlülüğü yeni anlamıştı. Ondan birkaç saniyeliğine geri çekildim, “kahvenin tadı güzelmiş.” Dediğimde ona yaklaşacakken benden hızlı davranıp dudaklarıma yapıştı.

Ondan daha fazlasını istiyordum,

Ondan onun vücudunu tamamen istiyordum.

Dakikalarca süren öpüşmemiz her saniye daha da şiddetlenirken ikimizde nefes almak için dinlendik. Bu sırayı fırsat bilerek onun üstündekileri hızlıca çıkardım.

Bana daha fazla yaklaşarak bacaklarını belime doladı ve küçük elleri üstümün eteklerinden tutup yukarı kaldırırken ona yardımcı oldum. Elleri göğüsümün üstünde dolaşırken kaslarımı izliyordu. “Bu sefer inceleyebildim, kaslarını.” Dediğinde ona daha fazla vakit bırakmadan açgözlülükle dudağına tekrardan yapıştım.

Dudağını bilerek ısırdığımda tırnaklarını omzuma bastırdı. Dudaklarından “Ahh!” Diye bir inilti çıktığında gülümsedim. Bu gece sabaha kadar bu güzel iniltilerini dinleyecektim.

Çok uzun süredir onunla öpüşmemiz devam ederken bir yandan elim göğüsüne doğru ilerledi. Sütyenini aşağı doğru kaydırdım. Ardından dudaklarını yalnız bırakarak hırçın bir şekilde göğüsünün ucunu ısırdım. Dudaklarından çıkan “Ahh!” İniltisini tekrar duyduğumda bir elimle sağ göğüsünü sıkıyor diğer elimle belinden bana doğru çekiyordum. Dudaklarım ise onun göğüs ucunu tutmak ile meşgul oluyordu. Belindeki elim yavaşça bacak arasına doğru ilerletirken dudaklarımı göğüsündan aşağı doğru öpücük kondurarak aşağı indim. Sağ elim hâlâ onun göğüsünü sıkıca tutuyordu.

Dudaklarımla belinde dolaşırken kafamı kaldırdım. Onun gözleri zevkten kapanırken. “Gözlerini aç ve beni izle.” Diyerek emir verdim.

Göğüsündeki elimi kısa bir süreliğine ondan ayırdım ve bacaklarını tutarak “bacaklarını aç,” diye yine bir emir verdim. Bacaklarını açarken bana özel giyindiği tanyayı aşağı doğru bacaklarından sıyırarak yere attım. Aynı şekilde aşağı doğru sıyırdığım sütyenini açarak onu da yere doğru fırlattım.

Dudaklarım kadınlığına doğru yaklaştı ve dilim açığa çıkarak kadınlığında dolaştığında “Kıvanç!” Diye bağıran kadınımın inlemesini duydum. “Ahh!” Diye inlemeye devam etti. Onun için çok hızlı olduğumu düşünerek duraksadığımda “Devam et!” Diyerek bağırdı.

Başladığım işe aynı yerden devam ederken dudağımı ondan çektim ve işaret parmağım ile orta parmağımı yan yana getirerek “bu sefer geçen seferki gibi tatlı olmayacağım, alışman lazım.” Dedim. Ter içinde olan yüzünü onaylar bir biçimde sallarken barmaklarımı içine doğru soktum. “Ahh!” “Ahh!” Diye inlerken canının acıdığını biliyordum. Geçen seferkinde canı acımasın diye aletimi içine birkaç santim sokmuştum. Ama şimdi tamamını sokacağım için alıştırma yapıyordum.

Parmaklarım sadece içinde durduğunda “hareket edebilirsin, sorun yok.” Dedi zorlukla çıkardığı sesiyle. “Emin misin?” Diye ikilettiğimde sinirlenerek “lafımı ikilet-“ parmaklarımı git gel yaptırarak oynattığımda sözü kesildi ve ağızından “Ahh!” Diye bir inilti çıktı.

Ellerim hızlıca onun içinde hareket ederken artık alıştığını düşündüğümde ellerimi içinden çıkardım. Bana doğru tutunurken “arkanı dön.” Dedim. Anlamaz bir biçimde bana bakarken dediklerimi yaptı ve arkasına döndü. Üzerimdeki eşortmanı ve boxer’i çıkarttım. İkimizde tüm çıplaklığımızla beraberken aletimi arkasına doğru yaklaştırdım ve farklı bir noktasından içinde girdim. “Ahhhhhhh!” Diye inlerken bu sefer canı daha fazla acımıştı ama bundan zevk alıyordu.

Onu tersten becermemin sebebini fazla bilmiyordum ama bildiğim bir şey vardı, az sonrasında sabaha kadar onu düz becerecektim.

Yine dakikalar geçerken içinden çıktım. Rahatlamış ve huysuz bir biçimde bana doğru döndüğünde dudağıma bir öpücük kondurdu. Benim üstüme geçtiğinde afallamıştım fakat aletimin için bu sefer kendisi girdi.

Dizlerini kırarak arkaya doğru ayaklarını uzatmış, kalçasını aletimin yakınlarında bir yere sabitlemişti. Bu sefer üzerimde kendisi git gel yaparken onu izliyordum. Arada sırada ağızından “Ahh!” Diye inlemeler çıkıyordu ama her defasında daha hızlanırken onu ters çevirerek üstüne geçtim. Küçük bedeni yine altımda kalırken git gel yapışımı hızlandırdım.

 

Bu gece sabaha kadar birlikteydik.

Bedenlerimiz tamamıyla birbirine karışmıştı…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%