@dazaydes
|
LÂLİN Sabah uyandığımda kıvanç yanımdaydı. Uzun bir gecenin ardından onun yüzünü görmek heyecan vericiydi. Onunla görüşemediğim kısa bir uyku anında bile onu özlemiştim. Ellerim yavaşça yüzüne ilerledi ve yanaklarını ovaladım. Parmaklarım alnındaki kırışıklıklarda dolaşırken kaşları havaya kalktı. Hafif bir şekilde kıkırdadığımda bir el elimi tutarak beni daha fazla kendisine çekti. Yorganı üstümüze çeken Kıvanç dudağıma bir öpücük kondurdu. “Günaydın,” dedi ardından. “Sana da Günaydın.” Diyerek sol yanağına bir öpücük kondurdum ve yorgandan sıyrılarak ayağa kalktım. Üstümüz dün akşamdan beri beraber olduğumuz için çıplaktı fakat bunun için ondan utanmadım, sonuçta o benim müstakbel kocamdı artık. Bir insan zaten kocasından neden utanırdı ki? Bu bir alışılmış gerçekti. Ama bana göre alışılmış bir gerçek değildi. Herkes kocasından utanmak zorunda değildi, sonuçta dün geceden beri onunla beraber çıplaktım. O zaman utanmayıp da şimdi mi utanacaktım? Bu benim için insanların oluşturduğu bir yalandı. İnsanların oluşturduğu bir yalana uymak istemezdim. Odadan hızlıca çıkıp evin mutfağına girmiştim fakat burada hiçbir şeyin olmadığını hatırladığımda oda servisini arayıp kahvaltı sipariş ettim. Her seferinde Kıvanç alacak değildi. Bir seferinde de ben ona kahvaltı alsam,hazırlasam bir şey olmazdı. “Ne olucak ki?” Diyerek siparişin gelmesini bekledim. Mesajı cevaplayacakken kollarımda tutup beni ayağa kaldıran kişiye baktım. Üstüne siyah bir tişört, altınada gri bir eşofman giyinmişti. Belimden tutup beni kendine yaslarken dudağıma bir öpücük kondurdu. Kafamı diğer tarafa çevirerek,“Sabah uyandığında yanındaydım, bir. Senden kaçmaya çalışmıyorum, iki. Beni farkında olmadan buldun,üç. Sevgilim.” Dediğimde sağ dudağı hafiften yukarı kalktı. “Biliyorum.” Dedi. Sinirle, “biliyorsunda beni neden kızdırıyorsun?” Diye sorarken kıvanç karnımdan beni gıdıklamaya başladı. “Kıvanç! Huylanıyorum gıdıklama!” Diye bağırırken ondan kurtulmaya çalışıyordum. “Kıvanç! Son kez uyarıyorum, bak yapma!” Diye sonunda ondan kaçarak koltuğun diğer tarafına geçtim. İkimizden biri koltuğun önünde biri ise arkasındaydı. Birbirimizi koltuğun etrafında kovalarken artık ben koltuğun önünde kıvanç ise arkasındaydı. Ondan beklemediğim bir hamleyi yaparak koltuğun üzerinden atlayarak önümde durdu. Tam o sırada ne olacağını bilemezken dudağıma yaklaşarak sıcak bir öpücük bıraktıktan sonra benden uzaklaştı. Beni yalnız bırakıp kapıya doğru gittiğinde ona anlamaz bir şekilde bakıyordum. "Nereye?" Diye sordum. Bana döndü ve kapıyı işaret ederek " kahvaltı sipariş vermemiş miydin? " afallayarak ona baktım. Bu bakışım hâlâ devam ediyordu. Kapıyı açıp sipariş ettiğimiz kahvaltı tepsisini eline alarak kapıyı geri kapattı ve içeri girdi. "Bana kahvaltı sipariş ettiğini duymayacak kadar sağır değilim henüz." Diyerek tepsiyi koltuğun önündeki sehpaya koydu. Kahvaltımızı yaparak kendimize geldiğimizde önümüzde olacak şeylere bakındım... 2 gün sonra Balayından döneli saatler olmuş ve yine her şeyin başladığı eve gelmiştik. Evlendiğimizde ikimizde onları yalnız bırakmak istemediğimiz için ayrı bir eve çıkmamıştık. Böylesi hem bizim için hem de onlar için en iyisiydi. Valizimdeki kirli kıyafetleri odamdaki kirli sepetine attım, temizleri ise geri dolabıma yerleştirdim. Balayındayken fazla kıyafet giyinmediğim için götürdüğüm çoğu kıyafet temizdi. Kısa bir balayı tatili bana tüm kötü şeylerden arınma ve aile kurma vaktimin geldiğini çağrıştırdı. Her şey bitecek ve kötü şeyler son bulacaktı. Bu hikaye ise böylece bitecekti… 2 ay sonra Heyecanla elimdekine bakıyordum. 2 aydır hasta olmamam bana mutlu bir haberin geldiğini açıkladığı gibi bir eczaneden hamilelik testi almıştım. Elimdeki teste baktım ve mutlulukla gözlerimi yumdum. İki çizgi. Hamileydim. Bu andaki mutluluğumu ve bir anne olacağımın heyecanını unutmak benim için imkansız olmuştu. İkinci defa bir şey beni mutlu etmişti, birincisi evlendiğim an ve ikincisi çocuğumun haberini aldığım an… Hava zaten akşam olduğu için herkese aynı anda söylemek istedim. Elime 6 kâğıt aldım ve hepsinin üstüne test ve iki çizgi çizdim. Yemekleri Nida hazırlıyordu, her zamanki gibi. Hazırladığı yemekleri ona yardım etmek amacıyla tabaklara pilavı koydum. Pilavların arasına hazırladığım kağıtları koydum. Tabakları tek tek masaya götürdüğümde herkes masaya oturdu. Ben de sandalyeyi kendime doğru çekerek oturdum ve bekledim. Yemekleri yedikleri an ağızlarına bir kağıt parçası gelecek şekilde koymuştum kağıtları. Yedikleri andaki yüzlerinin buruşma hızını izlerken keyifliydim. Ağızlara dayanan eller pek keyifli gibi durmuyordu. Ağızlarından çıkardıkları kağıtlara dikkatli şekilde baktılar. Etrafa bakındılar ve gözler beni buldu. Aren işaret diliyle “hamile misin?” Diye sordu. Heyecanlıydı. Kıvanç sandalyeden kalkarak bana doğru koştu. Ben de ani hareket ile sandalyeden kalktım ve ona sarıldım. Beni kaldırarak etrafında döndürürken kulağıma fısıldadı. “Çocuğumuz kız mı olsa?” Çocuğumuzun kız olması için sesimizi duyuracaktık. Kız olacaktı… Sarılmayı yavaşça bırakarak masaya tekrar oturduk. “Eee,” dedi Beste. “Adını ne koyacaksınız?” Diye sordu. “Kız olacaksa ne olur erkek olacaksa ne olur?” Diye sordu Berke de. Kıvanç bana doğru döndü. “Vallaha ben hiç bilmiyorum,” dedim. “Bana hiç sormayın.” 7 ay sonra Doğum için bana sancı verilirken içimdeki acıyla “Ahh!” Diye bağırdım. Normalde şimdi doğumun üzerinden 1 hafta geçmesi gerekiyordu fakat doğmamıştı. Kızımız doğmamıştı. Doğmuyordu. Birçok kişinin olduğu odada beklerken diğer kişilerinde bağırışlarını duyuyordum. Şirin bir doktor hanım yanıma geldi. “Doğumhaneye alın, sezeryan yapacağız.” Dediğinde gözlerimi yumdum. Hızlıca doğumhaneye götürülürken etrafa bakındım. Kıvanç’ı gördüğümde gülümsedim. Doğumhaneye girdim. Acıyla kıvranırken kararları hiçte şirin olmayan doktor kesici bir alet ile karnımın altını deşerken diğer hemşireler elimden ve ayaklarımdan tutuyorlardı. Kesici aletin görüntüsü zihnimde dolaşırken gözlerimden yaş aktı. Ellerimi sıkıca sıkarken rahmim sızlıyordu. “Sabret.” Dedi içlerinden bir kişi. Sesin geldiği tarafa bakmaya çalışırken gelen iki kat sancıyla belim yay gibi gerildi. Her şey bitecekti diye kendimi avutuyordum, bu da bitecekti... Gözlerim usulca kapandı ve sıktığım ellerim yavaşça yumuşadı. ... Gözlerim yavaşça açıldı. Etrafa bakındığımda yanımda oturan Kıvanç'ın elinde küçük bir bebek gördüm. Gözlerim daha net etrafa bakarken Kıvanç benim uyandığımı fark etti. "Günaydın." Dedi elindeki kız bebeği sallayarak. "Bizim kızımız demi?" Diye sordum. Kafasını sallarken gülümsedi. "Bizim kızımız." Dedi. Biraz daha oturur pozisyona gelmeye çalışarak kollarımı bebeğe doğru uzattım. Kıvanç bebeğimizi bana doğru getirdiğinde onu kucağıma aldım. İlk defa bugün kızımı kucağıma aldım... Yanağına yaklaşarak bir öpücük kondurdum. Kucağımda onu sallarken bir yandan da mutlu aile tablosuna bakıyordum. Hava kararmış ve akşam olmuştu. Oysaki ben doğumhaneye girerken aydınlıktı... Sabah olduğunda kendimi başka bir yerde buldum. Ellerim bağlı bir sandalyeye otururken etrafa baktım her zaman yaptığım gibi. Gözlerim onu gördüğünde duraksadı. Berke'nin bunu yapma ihtimali mi vardı. "Günaydın?" Dedi bana karşı. Gözlerimi emin olmak için gözlerimi sıkıca yumdum ve tekrar açtım. Oydu, ellerimi bağlayıp beni buraya getiren Berke'ydi. "Niye böyle bir şey yapasınki?" Diye sordum kendimi işaret ederek. Daha yeni doğum yapmıştım ve doğumum normal bir doğum değildi. "Hâlâ anlamadın mı Mahperi?" Diye sordu. "Ben senin için bir düşmanım." Dedi. Keşke demeseydin. "Sen... sen, benim için bir hiçten ibaretsin." Dedim sandalyeden kurtulmaya çalışarak. "Hooop! Nereye gidebileceğini düşünüyorsun?" Diye sordu. Kaşım havaya kalkarken "Timur sendin demi?" Diye sordum. Her şey bitmemişti. Peki Timur zannettiğim kişi kimdi? "Buraya seni getirmemin sebebini biliyorsun Lâlins." Dedi. "Ölüm," diye fısıldadım. Fakat ölemezdim, beni bekleyen bir kızım vardı. Onu emzirmem gerekirdi. Berke elime bir kağıt uzattı. "İstediğini yaz, senden kalan son şey olacak." Dediğinde bana uzattığı kağıda baktım. "Ellerimi çöz." Dediğimde oyalanmadan ellerimi çözdü ve bende kağıda içimi yazmaya çalıştım. yazmayı bitirdiğimde Kağıdı katladım ve Berke'ye uzattım. "Okuma. Okuyunca öğrenirsin." Dedim. "Senden son ricam, bu mektubu onlara ulaştır, okumadan." Kafasını salladığında zihnim bulanıklaştı. Bana bir ilaç vermiş olmalıydı. Uykumu getiren ilaç sayesinde gözlerim kapandı ve elimdeki mektup yere düştü... Vedalar hep geç olmazdı, daha erken olan vedalarda vardı. Vedalar her zaman olurdu, ya erken ya geç. Veda düşü diye buna deniyordu. Veda düşü... ... Her veda mutsuz olur muydu? Galiba benim için bu seferki vedam en mutsuzu olacaktı... Neredeyse 25 yıllık hayatıma bir çırpıda veda edecektim. Yaşadığım her an, zaman geçtikçe geride bıraktığım kişilerin hafızasından kaybolacak, unutulacaktım. Ve bir daha asla hatırlamayacaktım. Belki de Berke yazdığım mektubu koruyuculara vermeyecekti ve böylelikle onları terk ettiğimi düşüneceklerdi. Bu ise ölümümden daha beterdi. Bunun yerine ölümümü tercih ederdim. Gözlerim saatler, belki de günlerin ardından açıldığında aydınlığın ışığı gözüme çarptı. Kuru dudaklarımı dilim ile ıslattığımda açlığın kokusunu uzaktan alabiliyordum. Kim bilir kaç gündür yemek yemiyordum... Bugünün tarihi neydi? Ya da ben buraya geleli kaç gün olmuştu? Hiçbir sorumun cevabını bulamayacaktım, çünkü etrafta ne bir ses ne de bir soluk vardı. Bomboş terk edilmiş bir binanın üst katlarında cama yakın bir yerde sandalyeye bağlanmıştım. Gözlerim açılıp kapanırken saniyeler bile zor geçiyordu. Beni burada bırakan kişi ve beni ölüme terk eden kişi aynı kişiydi. Kim olduğunu yıllardır bilmiyordum, oysaki yılanı koynumda beslemiştim, haberim olmadan. Onu yıllardır hain olduğunu anlamadığım için içimden binlerce kez kendime küfrediyordum... Birkaç kere "Yardım edin!" Diye bağırsamda susadığım için sesim çıkmıyordu. En az 2-3 gündür buradaydım. 2-3 gündür aç ve susuzdum. Kendimi aylar öncesinde izlediğim 'Revenant' adlı dizideki küçük kızın kaderini yaşıyormuş gibi hiss ediyordum. Günler boyunca aç ve susuz kalarak ölecektim... Ve daha yolun başındaydım... Ölüm ile yüz yüze, bir hafta boyunda açlık ile savaşacaktım, daha sonrasında gözlerimi dünyaya kapatacak ve bir daha açamıyacaktım... Gözlerimden sulu sulu bir yaş akarken küçük kızımı düşündüm. Bensiz bir hayat yaşayacaktı ve okulda bana yaptıkları gibi ona da annesiz diye zorbalık yapacaklardı… En çok kızım için endişeliydim. Ben ölecektim fakat aramızdaki hain kızımın yaşamasına izin verecek miydi? Benim kaderim kızımın çeyizi olamazdı, olmamalıydı. Açlıktan kemiklerim sızlarken artık ne konuşabiliyor ne de hareket edebiliyordum… Açlıkta 6. günümdeydim, daha yolum vardı. Fakat kendimi şu an ölü gibi hiss ediyordum. Ölsem de bir şey değişmeyecekti. “Yardım…” diye son derece kısık sesle fısıldayabildim. Dahasında ne sesim çıktı ne de nefesim. Son çare başım dönerken yalvarıyordum. Yaşamak için. Ama nafile Berke beni aç kalacağım bir ölüme terk etmişti ve ben ölümle artık yüzleşiyordum. Gözlerim önce karardı nefesim kesildi ve gözlerim kapandı. Bu bir veda düşü değildi. Bu bir rüya değildi. Son kez hiss ettim yaşamı, o saliselerde kızımın yaşaması için yalvardım. İçimden. Gözlerim karanlıkta açılmaya çalıştı fakat yine nafile. Son kez nefes alamadım. Hayata veda ettim… 3 hafta sonra KIVANÇ Kaç gündür yanımda olmayan karımdan gelen mektubu gördüğümde önce şaşırdım. Yatağımın üzerindeydi. Gerçi uzun süredir odama girmemiştim. Haftalar sonrasında odama girmiştim. Mektubu elime aldım ve okumaya başladım. "Sevgili ailem, Varlığımın ya da yokluğumun, hangisinin daha zararlı olduğunu uzun süredir içimde tartıştım. Bunun sonucu ise şu an öğrendiğiniz ve bildiğiniz gibi ölüm. Hepinizi biliyorum, bana olan sevginizi biliyorum. Sadece artık uyumak istiyorum. Herkes gibi benim de dinlenmeye hakkım yok mu? Uzun süredir ayaktayım ve savaşıyorum. Sizler bana bu savaşımda yardımcı oldunuz. Özelliklede sen, Kıvanç. Benim gibi bir katile aile ne demek öğrettin, sayende küçük be tatlı bir kızımız oldu. Daha doğalı bir gün olmasına rağmen bana "Anne," diye seslendi. Onu ilk kucağıma aldığım anı unutmam imkansız. Kıvanç, bana bir aile şansı verdiğin için teşekkür ederim. Kızımızın adı hakkında çok konuştuk, biliyorsun. Henüz bir karar alamadık ama artık küçük ve tatlı kızımızın adını buldum; "Rana" . Senden tek ricam küçük ve tatlı kızımıza iyi bakman. Seni seviyorum ilk eşim, kocam. Aren, benim için üzüleceğini biliyorum, üzülme. Sana her şeyin bittiğini ve bizi bir mutlu sonun karşıladığı konuda da yalan söylediğim için üzgünüm, özür dilerim. Aren, beni affeder misin bilmem ama beni affet, olur mu? Nida, bize hep yemek yaptığın için sana sonsuz bir şekilde minnettarım. Nida, ben gitsemde yemek yapmayı sakın bırakma, eğer bırakırsan seni asla affetmem. Beste, en yakın arkadaşım, sana küçükken söz vermiştim, asla seni bırakmayacağıma dair. Sözümü tutamadım, beni affet. Mahur, kardeşim. Can dostum. Ne yaparsam yapayım beni desteklediğin ve abimin yerini eksik etmediğin için çok teşekkürler. Ölümüm kendi elimden olmadığını ya da olduğunu, farketmez sebebi neyse bulur ahını ırz düşmanı, sen fazla düşünme. Dikkat et etrafını sarmasın düşman kalkanları. Berke, teşekkürler, her şey için. Mahpare koruyucuları; artık korumakla görevli olduğunuz bir kişi olmayacak, fakat etrafınızdaki kişilere dikkat edin. Düşman aranızda. Düşmanı bulduğunuzda da dikkat edin. Evet intihar ediyorum fakat korktuğum ya da tehdit edildiğim için değil, ölümlere artık bir son istediğim için ediyorum. Unutmayın bu bir mutlu son değil, kötü son da değil. Bizim için en ideal don bu. Şunu da unutmayın, mutlu son bir tek masallarda olur. Mahpareniz, LÂLİN ROZA KARACA." Gözlerimden bir damla yaştan fazlası akarken karımın neden bu kadar vicdansız olduğunu hatırladım. Ölmüştü. Hem de ölümü kendi elinden olmuştu. Ben onu haftalardır ararken o çoktan hayata veda etmişti… Bana bile veda etmeden hayata veda etmişti… SON...
|
0% |