@ddeenniiizz
|
Başlangıçtan 13 ay sonrası, geleceğin habercisi:
Gökyüzünden fırlayıp yeryüzüne inen yıldırımın etkisiyle bütün sema aydınlanırken, düşen yıldırımın sancılı gürültüsü yankılandı İzmir sokaklarında. Gece yarısına yaklaşıp, takvim sayfalarını koparmaya ve günü geride bırakmaya hazırlanan akrep ve yelkovan sakince devam etti tutturdukları ritme. Soğuk bir güz yeli şehrin tenha sokaklarında dolaşıp ruhsuz binaları yaladıktan sonra gri bulutlardan kopan yağmur damlalarını savurdu camların dört bir yanına. Ağaçların dalları birbirine vururken, tutunmakta ısrarcı yapraklar yenik düştü Kasım ayının getirisi sert kasırgalara. Düşen yapraklar yere ulaşamadan onları kucaklayan rüzgar evlerinden çok uzağa taşırken, bu uzaklığı özgürlük sanan masumlar sesini çıkaramadı. Hayatın akışında savrulmayı olağan sanan sevgililer ise o yapraklarla ortak bir yaşam paylaşmanın farkındalığıyla yüzleşirken bir adım daha attı son denilen yere. O sonun ardından gelecek sonsuz başlangıca biraz daha yanaştı.
Sevgiden yoksun bırakılan iki kişi, son baharda intihara hazırlanan bir yaprak gibi titrerken, tepkisiz ve bir o kadar tepkili soluklar bıraktılar karanlık geceye. Güneşin gidişinin ardından çaresizce yerini alan aydan gelecek birkaç cılız ışığa bile engel olan nankör bulutlar bir kez daha gürledi ve korkuttu çocukları. Ve çocuk olmak istedi adam. Korkusu bu güçlü sesten sebep olsun çok istedi fakat kanlı elleri daha başka sebepler sundu ona.
Yıldırımlar bir bir, kırbaç misali saplanırken şehre; iki sevgisiz sevgilinin gözleri birbirine kenetlendi. Buluşan gözlerden okunan duygularda tutku yoktu, aşk, sevgi, özlem yoktu; saf öfke vardı, nefret, kin ve hırs vardı. Bu yüzdendi ki onlara en çok ‘sevgisiz sevgililer’ demek uygun düşmüştü.
Aşk ile yanan iki genç olmak varken; öfkeyle kavrulan yetişkinlerdi onlar. Hikayeleri bir filme konu olabilecek, bir kitabı sürükleyici kılabilecek kadar garipti. Bu gariplik, tutkuyla başlayan bir aşk hikayesinin ihanetle son bulmasındaydı. Her son bir başlangıçtı hiç şüphesiz…
Karşı karşıya oturan iki sevgilinin arasında süregelen bakışma; içerdiği feryatlar, kavgalar ve serzenişlerle mahşer yerinden hallice bir savaş alanını andırıyordu. Öyle ki, onlarla aynı odada bulunan üç yaver, dev cüsselerine bakmadan, güçlerinden utanmadan; korkuyla titremiş, bu odayı terk etmek için bahane düşünmeye başlamışlardı. Lakin bir kurtuluş cümlesi bulma arayışlarına, dudaklarını aralamaya bulamadıkları cesaretleriyle son vermişlerdi.
Nefes kesen, gözlerin silah olarak kullanıldığı acımasız savaş son bulurken bir kazanan yoktu, zira iki kaybeden vardı. Onlarca ölü, yüzlerce yaralı ve kırık kalpler vardı çokça. İki mahkum, bir hayat vardı.
Kıyafet görevi gören bedenlerinden kurtulan ruhlar odanın içinde geziniyor, biraz sonra olacakların korkusuyla canhıraş kaçışıyorlardı. Ruhlara hükmeden Azrail ise odanın bir köşesinde hançerini biliyor, sakince sahnenin ona bırakılmasını bekliyordu.
Yenilgiyle yerinden kalkan adam bakışlarını genç kadının öfkeyle parlayan mavi harelerinden çekmemişti. Yüzü sinirle kasılıyor, elleri yapacaklarını düşündükçe uyuşuyor, kırgın kalbi; o ortamdan uzaklaşmak istercesine koca koca çırpınıyordu. Yaralı ruhu ise olduğu yere sinmişken, içinde sıkıştığı yorgun bedeni taşımaya çalışıyordu.
Genç kadının göz kapakları kendilerini salıvermiş, rahatlamıştı ki bu rahatlamanın hemen ardından eski yerlerini almalarından dolayı keyifleri yarım kalmıştı. Toplamı birkaç gram bile etmeyen kirpileri bir yük misali yüklenmişti tutundukları yere. Yara içindeki bedeni ise haline bakmadan dimdikti hala. Karşısındaki adamın nabzına zıt bir şekilde, oldukça acelesizdi kalp ritmi. Zira birazdan duracaktı.
‘Tik, tak, tik, tak, tik, tak…’
Odanın içinde yankılanan sarkaçlı saatin beyin zorlayan sesine, adamın ağır adımlarından kaynak bulup karıştı tok ama bir o kadar da cılız gürültüler. Ve bir kez daha atıldı yıldırım yer kabuğuna. Kara geceyi aydınlatan beyaz ışık, genç kadının yüzünden ve vücudundan süzülen kan damlalarının ardından kalan izleri parlatırken, mavi gözlere çarpan şimşek bile utandı vurduğu yer neticesinde, böylesine bir kadının gözlerindeki yakıcı sulaklığı meydana çıkardığı için kaçıverdi geldiği yere, göğe.
Küçük camlara vuran hırçın yağmur taneleri bir anlığına oluşan aydınlığı gölgelerken, bu gölge; dünyaya ulaşan hiçbir şeyin masum kalmadığını haykırıyordu. Yuva bildiği buluttan kopan bir damla su bile masumluğunu kaybediyordu insanoğlunun nefesine karışınca.
“Şu haline bak.” diyerek çenesini genç kadına doğru kaldırıp alay etti adam. Doğrusu alay etmek istedi fakat ifadesiz bakışları ve sert sesinden başka eylem gösteremedi vücudu.
“Hala konuşmuyorsun, sandığımdan inatçısın.” Diyerek tamamladı adam sözlerini. Daha fazlasını da söylemek istemişti. Mesela ‘neden’ diye haykırmak, ‘niye’ diye sitem etmek çok istemişti ama boğazındaki yumru büyüyüp dilini düğümleyince ileriye gidememişti.
“Sen de sandığımdan zayıfsın.” Dedi kadın arsız bir gülümsemeyle. İkilinin tokat niteliğindeki sözleri devam ederken diğer üç kişi el pençe durmuş, odadaki soyut yangından bir kıvılcım da onlara sıçramasın diye soluklarını bile azaltmışlardı.
Bahsi geçen zayıflık ise bedeni hedef almamıştı belli ki. Ruhtu kast edilen, aşağılanan. Zihindi hor görülen ve kalpti hırpalanan.
“Biz doğruluğuna güvendiğimiz, gerçekliğini düşlediğimiz, olduğunu sandığımız olaylar yüzünden düşmüşüz hataya.” Demişti adam güçlü bir sesle. Sesi güçlüydü fakat geri kalan her şey yorgunluktan bitap bir güçsüzlükle koruyordu yerini. Gözleri, ruhu, kalbi, bedeni ve beyni yorgunlukla serilmişti yerlere.
“Biz değil, sensin hataya düşen ve benim hatanın ta kendisi. Kabullen, kabullen ki daha rahat ver nefeslerini.” Kadının tavizsiz sözleri ok misali odanın dört bir yanına dağılırken bu oklar herkesi yaralamıştı, yayı tutan sahibini bile…
Adamın keskin bakışlarına inen buğunun kaynağı, göz pınarlarından sıyrılıp kapkara gözlerini vurgulayan yaşlardı. Fakat hiçbir yaş kirpiklerinden düşmedi, yanaklarından süzülmedi. Bekledi olduğu yerde.
Sağ elini acelesiz bir şekilde beline götüren adam, kemerine sıkıştırdığı tabancayı aynı acelesiz hareketlerle yerinden çıkardıktan sonra bedeninden aşağıya sallamıştı kolunu. Zemini hedef alan namlu çok geçmeden yerini bulmuş, kadının olağanüstü yavaşlıkla seyreden nabzını durdurmaya hazırlanmıştı.
Odanın içinde bulunan beş kişinin dördünde korku vardı. Geriye kalan bir kişi ise oldukça sakindi, biliyordu başına gelecekleri. Silahı tutan adamın titrememek için verdiği uğraşlar sonuçsuz kalırken korkusuz tek kişi; genç kadın gülümsedi. Bu gülümsemede biraz hüzün, biraz mutluluk vardı. Bir de fazlasıyla hissedilen veda.
Kadın vedasına devam edercesine bakışlarını odada gezdirirken gözleri üç yavere değdi sakince. Bu sakin bakışları keskin bir ses böldü. Bir metalin metale sürtme ve çarpma sesi. Adam elindeki silahı ateşlemeye hazır hale getirirken nefesleri sıklaştı. Hızla kalkan göğsü, titreyen bacakları ve dolan gözleri ne kadar acınası bir çaresizlik içinde olduğunu vurgular nitelikte kadının dikkatini çekmişken gülümsemesi daha da büyüdü.
Adamın kapkara gözlerini bulan, güvenin ve cesaretin temsili maviler kendinden emindi. Karşısındaki bir çift gözde pişmanlık belirtisi bile göremeyen adamın eli sinirle kasılırken oda aydınlandı ve bu aydınlığın peşi sıra koca bir gümbürtü doldu 5 kişinin kulaklarına. Fakat bu gürültü düşen yıldırımın yırtıcı sesi değildi. Ölümün kor çığlığı, Azrail’in habercisi, müjde getiren güvercinin kanat hışırtısı, yarım kalmışlığın doyumsuzluğuydu duyulan.
Silah ateşlenmiş, mermi mekanizmadan güç bulup namludan fırlamıştı. Ve o namlu hedefi şaşırmamış, mermiyi kısa bir yolculuğa uğurlamışken odanın içinde gezinen Azrail, silahın bir kez daha patlamasıyla; kanlı hançerine bir ruhu daha takıp, iki yalancı sevgiliyi gökyüzüne taşımıştı…
• • • Herkese merhaba canlarım. Aslında bir çoğunuzun bildiği, daha öncesinde anonim isimle kitaplarını farklı platformlarda yayınlayan bir yazar olarak artık buradan, bu kitabımla devam edeceğim...
'RUS RULETİ' benim beşinci kitabım olarak sizlere sunuma hazırlandı. Diğer dört kitap; deneme- yanılma aşaması, sizleri, kıymetli okurları tanımak, kitap platformlarını deneyimlemek için hazırlık yazısı şeklindeydi. Bu kurgunun yazım aşamasına başlangıç, yani; Karakter isimleri, genel kurgusu, olay örgüsü, karakter kişilikleri, kapak hazırlığı vb. toplamda altı ay sürdü. Benim için kıymeti oldukça yüksek bu kitabımı sizlere sunmakta çok heyecanlıyım. Kitabın bölümleri yavaş yavaş gelecek. Hızlı bir şekilde yazmak, sizlere içime sinmeden yayınlamak istemiyorum.
Benim için oldukça önemli bu kitapla ilgili yorumlarınızı belirtirseniz çok mutlu olurum. Anlayışınız için teşekkür ediyor, hepinize güzel günler diliyorum❤️ |
0% |