@deaaar
|
"Aşk bir nehir gibidir, dupduru akar. Ama bizim nehrimizde kan vardı. Biz o nehiri ne kadar temizlemeye çalışsakta hep kırmızıydı." Gözlerime diktiği gözlerine en kararlı bakışlarımla karşılık vermeye çalıştım. Aramızda bir karış ya vardı ya yoktu ama bana aramızda dağlar var gibi geliyordu. "Kırmızı da güzel Dilruba. Sen benim gözümde hep kırmızıydın. Nehrimiz herkesinki gibi olmasın, dupduru akmasın, kırmızı olsun istiyorum nehrimiz. Aşkımız kırmızı olsun istiyorum, bana kırmızı bak istiyorum, her zaman kırmızı giyin istiyorum. Sen benim için hep kırmızıydın." ... Kayzer Hanedanlığı, Şahkent, 707. "Abla, uyan artık!" Ne sesiydi şimdi bu sabah sabah daha tan yeri ağarmadan, Azam çığırmaya başlamıştı yatağımda. Bu kız horoz olarak doğucakmışta yine erkencilik edip prenses olarak düşmüş yeryüzüne. E bittabi ötmeye başladı yine bizim Azam horoz: -Abla amcamın yanına gidicektik hani tek başıma gidemem ben, korkuyorum. -Neyden korkuyorsun? -General malikaneleri çok geriyor beni. -Sadece amcamınkine gidiyoruz diğerlerine uğramayacağız bile. Ne varmış bunda korkulacak? -Abla lütfen... Hem Tina bizi bekliyor. Beklesin mi kızcağız akşama kadar? -Tamam Azam, tamam kardeşim, tamam gidiyoruz. Hazırlanayım ben. Azam rahatladığını gösteren bir nefes verip benim kalktığım yatağıma kendisi kollarını açarak uzanmıştı. Dolabımı açıp kırmızı beyaz tülleri olan elbisemi çıkardım. Üzerimede kırmızı, başlıklı kaftanımı aldım. Ben giyinirken Azam masamda aynamın karşısında yüzüne allık sürüyordu. Pembe mavi tüllü bir elbiseyle açık pembe, ince, başlıklı bir kaftan giymişti. Saçınıda üstten örmüş kalanını açık bırakıp örgüsünün sağına ve soluna pembe tüller takmıştı. Masanın yanına ilerleyip omzumla Azamı yavaşça itekledim. O da bir anlık boşlukla yere düşünce "Ya abla, uff" diye inlediğinde kıkırdadım. Saçımı arkadan topuz yapıp yanlarımdan iki uzun perçem bıraktım. Topuzumada kırmızı bir tül ve kırmızı beyaz çiçekleri olan bir saç tokası taktım. Yüzümede allıkla hafif bir kahverengi sürme kullandım. Azamın süslenme becerilerine güvendiğimden kırmızı tonlarında bir ruj sürdürmüştüm. Ve evet, hazırdık. "Hadi Azam, gidiyoruz." Ayağa kalkıp kolumu Azamın girmesi için hafif araladığımda o da kendi kolunu benim kolumdan geçirdi. Beraber odamdan çıktık ve sarayın koridorlarından geçmeye başladık. Anneme sabah selamı vermek için tam sağ koridora yöneliyordum ki Azam sol tarafa doğru kırdı bedenini. Öylece birbirimize bakakaldık. "Azam bana benimle şakalaştığını söyle?" Dudaklarını büzüp "Abla her sabah veriyoruz bugün vermesekte olur ben akşam anneme bir saat oturur selam veririm. Şimdi amcama gidiyoruz. Hadi bir kere sen benim sözümü dinle zaten ömür boyunca ben seni dinlemecek miyim? Alırsın sen benden bunun hesabını sonra." Ona sen deli misin der gibi bakarak "Azam sen sabah selamının ne kadar önemli olduğunu bilmiyor musun? Annem falakaya yatırır beni bile. Hele bir de sana neler eder, düşünemiyorum. Şimdi istersen tek başına git amcamın yanına. Ben falakaya yatmak istemiyorum." Kararlılığımı göstermek için onun kolunuda sıkıp annemin odasına giden koridora doğru kırdım yönümü. Annemin odasına gittiğimizde içeriden babamın seside geliyordu. Bu saatte bile beraberlerdi. Ben aşkı annem ve babamdan öğrenmiştim. Akarsular gibiydi onların aşkları babam anneme dayanak olurdu annemde babamın can suyu olurdu, babamı güzelleştirirdi. İkiside birbirini tamamlıyordu en zor zamanlarında birbirlerini kollarlardı. Her zaman onların ki gibi bir hayat istemiştim. Babam Tuğrul Han, Kayzer Hanedanlığının beşinci hükümdarıdır. Annem ise Neva Hatun, Mobeyin,ülkemiz dışında bulunan küçük yerleşimlerden biriydi Mobey, prensesiymiş. Babam Mobeye sefere gittiğinde annem babamın atının önüne çıkmış "Ya beni ezer bu şehri kuşatırsın ya da hürmet gösterir ve biz savaşacak duruma gelene kadar beklersin. Çünkü bir erkeğin adamlığı hazinesi değil erdemleridir." demiş babama. Babam atını orda durdurmuş. Geriye dönüp ordusuyla kamp kurmuş hatta amcam o günleri bize öyle kahkahalarla anlatır ki "Kırk yıldır kardeşimin ilk defa bir kadına yenildiğini görmüştüm, yüzü nasıl kızarmıştı hala aklımda." diye söylenip babamın yeniden kızarmasına neden olurdu. Babam amcam ve ordusuyla kamp kurduktan sonra amcama ben o kızla evlenmek istiyorum demiş. Amcam elçiyle dedem Mirza Hana babamın Mobey prensesiyle evlenmek istediğini söyleyip onay istemiş. Dedem onay verince babamlar Mobey kralına elçi gönderip savaşmak yerine babamın evlilik teklif ettiğini söylemiş. Mobey kralı anneminde onayını alıp evliliği onayladıklarını iletmişler. Annem bize ilk başlarda babamla zorla evlendiğini söylemişti. Ülkesini kuşatan biriyle doğal olarak sadece devlet çıkarları için zorla evlendiğini düşünmüş hatta babamı öldürmek istemiş ama ülkesi için bunu yapmadığını söylemişti. Fakat babam annemin düşüncelerini değiştirmiş zamanla birbirlerine alışmış aşık olmuşlar. İkiside birbirine saygı duyup sevmiş. Sonra Kayra abim doğmuş. Sonra ben sonrada Azam. Babam bazen Azamın yerine aslında erkek bir evlat beklediklerini söyleyip onunla dalga geçer. Fakat en çokta Azamın üstüne titrer aslında. Sadece o değil annem, abim hepimiz onun üzerinden çekmeyiz elimizi. Çünkü Azam bu dünyadan çok aykırı, masum bir çiçek gibidir. Çoğu kötülükten haberi dahi yoktur. O yüzden hepimiz onun yanında dağ gibi dururuz. Kapıdan içeri girdiğimizde babam annemin elini tutuyordu ilk annem çevirdi bakışlarını bize. Annemin memleketi Mobeyden gelmiş kiremit rengi masasının üstünde beyaz seramik bir çaydanlıkta yeşil çay içiyorlardı. Kokusu ezberimdeydi bu çayın, babam bu çayı çok seviyor annemde sürekli yapıyordu babam için. Annem çoğu zaman içine bal, süt gibi şeyler koyup bizede içiriyordu çaylarından. Annemin mutfakla ilişkisi çaylada bitmiyordu elbette çoğu zaman babama ve bize nedimeler yerine o yemek yapıyor. Sevdiği için yapıyordu bunu, aile olarak tek bir masada onun yaptığı yemekleri yiyor olmamızı seviyordu, seviyorduk. Hanedan ailesi olmamız hiçbir zaman ilişkilerimiz arasındaki bağda bir katılık oluşmasına yol açmamıştı hiçbir anlaşmazlığımız yoktu. Herkes kendi sorumluluğunu bilirdi çünkü. Babamda bize döndüğünde eğilip onlara selam verdik. Sonra babam kollarını açtığında hemen onun yanındaki sandalyelere yerleştik. Azamda babama uzunca sarıldı. Annemin tebessümünü gördüm sonra elini bana uzattı, bende ona uzattım ellerimi. Sonra nedime içer girip "Veliaht prens geldi." diyerek abimin gelişini haber verdi. Abim içeri girip bizi gördüğünde 'Yine toplanmışsınız' der gibi baktı bize sonra annemle aramdaki sandalyeye oturup elini omzuma attı. "Hayırlı sabahların olsun, prenses." dedi. Gülüp omzundaki elini tutarak "Sanada hayırlı sabahlar abi." dedim. Babam elini Azamdan çekip ellerini masaya koyarak Azamla bana bakarak girdi söze: "Nereye gidiyorsunuz siz? Sabahın bu saatinde birde, hayır olsun?" "Hayır babacım, hayır." dedi Azam rahatlatıcı şekilde konuşarak. "Amcamı görmeye gidicez." "Bende gelsemmi derdim ama babamla tebdili kıyafetle gezicez." dedi abim. Eğer fırsatı olsaydı amcamı görmeye kesin gelirdi. Onunla kılıç bahsine girmeyi savaşmayı seven kim istemezdiki zaten. Kendimden biliyordum, gittiğim gibi ilk müsait zamanımda amcama meydan okuyacaktım. "Büyüdün oğlum, çok büyüdün. Daha dün sen kız olacaksın diye annen pembe patikleri başucunda tutuyordu." diyip uzun bir iç çekerek yaptığı şeyden memnun olduğunu belirterek gülümsüyordu. "Tuğrul!" diyerek babamı uyardı annem. "Tamam Neva, oğlumuzlada dalga geçemeyeceksem niye Han oldum?" diyip sitem etti anneme. Annemde 'bu yaşına geldin dediklerine bak' der gibi iç çekerek abimede 'birşey olmaz' der gibi gülümsediğinde abimde durumdan memnun ayak sağlayıp 'ama bu da fazla artık' der gibi iki yana salladı ellerini. Sonrada çocuklar gibi ellerini karnının üstünde bağdaş yaptı. Azamda onlara bakıp gülüyordu ki "Ay! geç kalıcaz kahvaltıya." diyip kolumu çekiştirdi. "Kendinize çok dikkat edin kızım" diyip ikimizide uyardı. Bende Azamda onaylayıp selam vererek geri çekildik. Koşa koşa nedimelerle hadımlarıda arkamızdan koştura koştura sarayın avlusuna inmiş büyük kapıya doğru koşuyorduk. Askerler kapıyı açtığında dışarda bizi bekleyen atlı arabaya bindik. Bizimle birlikte bir bölük asker birkaç tane nedime ve iki de hadım geliyordu. Azam arabada elbisesinin iç bölümündeki çanta olarak kullandığı kesesini çıkarıp onun içindende ufak bir aynayla dudak boyasını çıkarmıştı. Yol üstü makyajını tazeliyordu. "Eksik etme makyajını aman nasibin arabamızın içine atılacak sanki." Gözlerini 'sen ne diyorsun' der gibi kısıp "Neden olmasın ki abla" demişti. Haklıydı nasip değil miydi nerede karşımıza çıkacağı belli olmazdı.
|
0% |