@deaht_crowdet
|
"Bir şehir ol. Mesela Antalya gibi. De ki; Denizlerim kuruyana dek seveceğim seni..."
****
Büyük şair ve yazarlar Antalya için eserlerinde "Altın Şehir " olarak bahseder. Öyle ki, " Antalya bir masal gibidir. Ne kadar kaldığın değil nasıl güzel yaşandığı önemlidir." diye bir söz okumuştum yıllar önce. Ne kadar kalacağımı yada nasıl güzel anılar yakalayacağımı henüz bilmiyordum belki ama, bu sefer farklı olacağına adım gibi emindim. Yıllardır aşina olduğum bu şehir, bu kez bana bambaşka bir deneyim sunmak için tekrar açmıştı kapılarını.
Nasıl İzmir Ege'nin incisiyse Antalyada Akdenizin gözdesiydi. Kuzeyinde; Burdur, Isparta, Konya, doğusunda; Karaman, Mersin, batısında ise Muğla yer alıyordu. İstanbula 696 Kilometre uzaklıktaydı ve daha çok turistik yerleri ile meşhurdu. Ben, bu üç ayımı Son altı yıldır her zaman olduğu gibi Teyzemlerin evinde geçireceğimi düşünürken Kuzenim Bora'nın geçen yaz ayrı eve çıkması bana son dakika sürprizi olmuştu. Kumluca'da olan evinin Andrasan sahili & koyu ile bağlantılı olması ise pastanın kremasıydı.
İşte tam olarak bu yüzden daha Bora beni Havalimanından alır almaz bu koy'u araştırmaya başlamıştım bile.
" Ee küçük Kuzen, bu yaz için planların ne? " Diye soran Kuzenim, beni düşüncelerimden sıyırdı. Antalya özellikle Yaz mevsiminde çok sıcak olduğu için üzerinde ince bir gömlek vardı Bora'nın. Çocukluktan bu yana asla yana yatmayan o dik saçları jöle ile bastırılmış, sadece iki yaz görmediğim teni, güneş altında dümen çevirmekten bronzlaşmıştı.
Evet, Bora iki yıllık gemi kaptanı idi. Zaten, bu yüzden özellikle Antalya'yı seçmiştik ve şimdi lojistik bir şirket için seyehat kaptanlığı yapıyordu.
" Henüz bir planım yok," Dedim belli belirsiz. Olimpos tabelasını görmem ile beraber mideme bir kramp girdi.
5 kilometre diye fısıldadım kendime. Hayatını bu yazına eşlik edecek her şeye son 5 kilometre.
" Heyecanlısın bakıyorum da," Diye bana takıldı ardından güldü. " Merak etme Talya'yı görünce rahatlarsın."
Duruşumu dikleştirdim ve dikkatimi dağıtmaya çalıştım. " Umarım öyle olur. "
***
" Ama, " Dedim şaşkınca uzun kawi ağaçlarının yol boyunca sağlı sollu uzandığı otoyola ve bu otoyolun üzerinde ki çivit rengi Tabelaya bakıp.
' ANDRASAN SAHİLİ - 15 METRE SONRA '
" Biliyorum Küçük Kuzen, şuan neden burada olduğumuzu sorguluyorsun. Ama emin ol, eğer ilk önce buraya gelmeseydik bir daha ne zaman olurdu bilmiyorum."
Siyah Doblo, önce uzun kemerli bir yolu geçti, ardından keskin bir kavşağın etrafında tur atıp Sahil için ayrılan otoparkta durdu. Eş zamanlı olarak ikimizde arabadan indik.
Ben yol boyunca önce Boragile, ardından ise Şehir merkezine ineceğimizi, ardından günü yorgun argın yataklarımızda sonlandıracağımızı düşünürken, Şimdi, hiç bilmediğim bir yere gelmiştik.
" Yinede keşke Talyayı da alsaydık. " Dedim biraz mahzun bir sesle. Bora kıkırdadı. " Emin ol, bu iki senede evde ki yataktan çok sahilde duran şezlonglarda dinlenmiştir. Yaz başladı başlayalı günün büyük bir kısmını burda geçiriyor. Yani üzülmene gerek yok. " Ardından Siyah saçlarımı karıştırdı. Ve ekledi, "Hem bir kere zihninde sahilin haritasını oluşturdunmu burada kaybolma olasılığın o kadar az ki... Olmadı bir daha ki sefere onunla gelirsiniz. "
Başımı olumlu anlamda salladım. Şimdiden bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Ardında hızlıca Borayı takip etmeye başladım.
Otoyol yalnızca birkaç metre sonra son buluyordu. Yolun bittiği yerde sarı kumlar yaramaz bir şekilde parmak aralarınıza doluyor, ilerledikçe kumun boyu ve hacmi artıyordu. İşte tam burada Sahil başlıyordu. Mavi deniz U şeklinde sahilin etrafını kuşatırken, plaja hatrı sayılır bir gölge düşüren dağlar, yeşillikleriyle buraya ayrı bir cazibe katıyordu. Birkaç adım daha ilerleyince, sahilde ki insan kalabalığı arttı, belli belirsiz şezlonglar uzaktan seçilmeye başladı. Biraz ileride ise irili ufaklı işletmeler göze çarpıyordu.
" Burası çok kalabalık," Diye mırıldandım önümde duran insan seline bakarken. Tam o kargaşaya karışacakken, Bora kolumu tuttu.
" Oraya gitmiyoruz Elif. " Dedi sahili göstererek. " Günün bu saati özellikle hava bu kadar sıcakken orada yer bulmamız imkansız. Hem hayatında defalarca gördüğün sıradan bir sahil işte fazla bir numarası yok."
" Öyleyse buraya neden geldik?" Diye sordum merakla. Bir yandan önümde uzanıp giden sahile, bir yandan ise Boraya bakıyordum.
" Buraya boşuna Andrasan koy'u demiyorlar Küçük Kuzen. "
*******
" Allah belanı versin Bora! " diye cırladım öfkeli bir halde. Beni, sahilin arkasında ki koya götürmek isteyişinin üzerinden üç saat geçmişti. Tam yolu yarılamışken gelen ACİL aramayla geri dönmek ve birkaç saat içinde yeniden gelmek üzere söz vermişti ve beni bir ölüm oyunundan farksız olan bu sivri kayalıklarda tek başına bırakıp gitmişti.
" Birde hiçbir yere ayrılma diyor, sanki şu kayalıklardan bir adım ileri gidebiliyorum!"
Tüm bu serzenişlerimle beraber yavaş yavaşta olsa birkaç saat daha ilerledim. Ayağımda ki sandaletler yosun tutan kayalarda kayıyor, ne kadar geri dönmek istesemde beni bundan alıkoyuyordu. Nihayetinde uzun bir düzlüğe çıktım. Karşımda ki manzara, gerçekten akla hayale sığmayan türdendi. Sahilin metrelerce yukarısındaydık, fakat en az sahil kadar büyük bir genişlik, batmakta olan güneş tarafından aydınlatılıyordu , sahilin ve denizin uçsuz bucaksız görüntüsü ve pembelikle batan güneş gerçektende eşsiz bir manzara oluşturuyordu.
Bora, en başından beri beni buraya mı getirmeye çalışmıştı yoksa planı tamamen farklı mıydı bilmiyordum ama, şuan bu manzara karşısında aklımda olan tek şey burada kalmamdı. Ve öylede yaptım. Belki buraya gelene kadar sayısız çizik almış ve yeni aldığım elbisemin etek tülleri sivri kayalıklara takılıp yırtılmıştı ama bu manzara için değmiş miydi? Hiç şüphesiz Evet, diye geçirdim içimden.
Güneş nazlı nazlı ufukta alçalırken, deniz , güneşten yansıyan altın sarısı ışıklarla adeta parıldıyordu.
Ve sonra... Bir şey oldu.
Aslında tek amacım manzarayı daha geniş bir açıdan izlemek için ayağa kalkmaktı Fakat zaten oturması bile zor olan kayalıklarda ayakta kalmak gerçekten de imkansızdı. Buna rağmen, bir kayalık parçasından tutunup ayağa kalktım. Telefonumu manzarayı çekmek için hazırladığım da tutunduğum kaya parçası koptu, ve ben - zaten bu düzlüğün doruk kısımlarındaydım - kaygan yosunlarla birlikte kaydım, dengemi yitirdim ve tam düşecekken, güçlü bir şekilde çığlık attım ve az sonra beni son anda yakalyan ses konuştu.
Evet, son dakika biri, beni belimden kavradı ve geriye çekti.
" Biraz daha çığlık atmaya devam edersen bu sefer tahtalı köyü kayalıklar yüzünden değil, benim seni tekrar bırakmam yüzünden boylarsın. O yüzden senin canının benimse kulaklarımın sağlığı için kes şu sesini."
Ses toktu, gürdü ve bir erkeğe aitti. Dedikleriyle birlikte durduk yere çığlık attığımı fark ettim. Kendimi onun kollarından kurtarıp geriye atarken hem nefes nefeseydim hemde baştan aşağı kızarmıştım.
" Te... Teşekkürler. " Dedim hâlâ ne olduğunu anlamadan. Herşey çok hızlı gelişmişti. Çocuk, benden en fazla üç yaş büyüktü. Siyah saç tutamları kafasında dağınık bir haldeydi, kirli sakalı yeni traş edilmiş gibi silikti. Boyu uzundu. Hemde çok uzun. Bu yüzden az önce yaptığım yaş kıyaslamasını tejrar gözden geçirdim ve onu incelemeye devam ettim. Siyah tişört ve mavi bir kot pantolon giymişti. Ela gözleri gün batımında parlıyor ve daha çok kahverengiye çalıyordu. Kolunda ki saat ve sırtında ki çanta haricinde boynunda ki künyede K.B yazıyordu. Bunun, isminin ilk harfleri olabileceğini düşündüm.
" Her canını kurtaranı bu kadar çok inceler misin sen?" Diye sordu kibirli bir edâyla. Suratım renkten renge girerken bu kezde onu haddinden fazla izlediğimi fark ettim. Tam söylemek için bir şeyler ararken tekrar konuştu.
" Sessiz Koy'u çok az kişi bilir. Görünüşüne bakılırsa burada yaşamıyorsun da. Öyleyse nasıl biliyorsun burayı?"
" Sessiz Koy'mu?" Diye sordum şaşkınca ardından dengemi sağlamak için onun yanına oturdum. " Koy'un adının Andrasan olduğunu sanıyordum. "
Rahatsız olup olmadığımı umursamadan çantasından çıkardığı sigarayı yaktı, ardından derin bir nefes verdi.
" Resmiyette öyle ama yerel halk için adı bu; Sessiz Koy. "
" Peki neden?" Diye sordum, ardından ne yaptığımn farkına vardım.
Gece oluyordu ve ben, bir dağın başında hiç tanımadığım birisiyle oturmuş, sanki az önce ölümden dönmemiş gibi sohbet ediyordum. Allah'ın cezası Bora, geldiğinde arayacağını söylemişti ama henüz ona dair hiçbir iz yoktu.
" Çünkü.." Dedi ve konuşmaya devam etti. " İçinde tutamayanlar gelir buraya genellikle. Kayalıklara karşı haykırarak söylerler içlerinde bastırdıklarını. Hiç susmayan kafalara ve hiç konuşmayan dudaklara sahip insanların yeridir burası. Onlar herşeylerini sessizce yaşar. İşte bu yüzden buranın adı Sessiz Koy."
" İyiymiş. " Diye mırıldandım sessizliği bozarak. Nedense gerildiğimi bilmesini istemiyordum. Sırıtarak elimi uzattım. " Ben Elif. "
Tek kaşını kaldırarak bir bana birde uzattığım elime baktı. Ardından " Kayra." dedi uzattığım elimi sıkarken. "Kayra Bayel. "
" Az önce beni kurtardığını için teşekkür ederim. " Dedim samimice. " Az daha kayalıklardan düşüyordum."
" Bu gibi engebeli yerlere alışık degilsin belli ki. Eğer öyle olsaydı, bir kayalık tırmanışının elbise ve sandalet ile yapılmayacağını bilirdin." Dedi yargılayan bir ses tonuyla.
Yerimde rahatsızca kıpırdandım. Artık iyice gözden kaybolmaya başlayan güneş ve yavaş yavaş üzerimize çöken karanlık, artık gitmem gerektiğini söylüyordu.
Alelacele yerimden doğruldum. " Ee, ben artık kalkayım" Dedim sanki misafirlikteymişte izin istiyormuş gibi. Kayra'da bunu fark etmiş olacak ki sırıtıp başını salladı. " Yine bekleriz."
İkinci defa tanımadığım bir yabancıya rezil olurken hızlıca ters istikamete doğru yürüdüm. Tam yokuşu inmeye başlarken ardımda ki sesi duyuldu.
" Dikkatli ol sakar Kız. Bu sefer düşersen kimse seni tutmaz. "
Umarım o Bora salağının gelmemek için geçerli bir sebebi vardır yoksa, daha tatilimin ilk gününden katil olmama sebep olacaktı! |
0% |